II. TÜRKİYE EKONOMİSİNDE GELİŞMELER VE HEDEFLER
Hızlı bir büyüme döneminden sonra, siyasi belirsizlik ortamının da etkisiyle, 2007 yılının ikinci çeyreğinden itibaren Türkiye ekonomisinde başlayan yavaşlama eğilimi, küresel krizin etkilerinin hissedilmeye başlandığı 2008 yılının ikinci yarısından itibaren hızlanmış ve sonrasında da yerini daralmaya bırakmıştır. 2003-2007 döneminde Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 6,9 olurken, ekonomi 2008 yılında yüzde 0,9 oranında büyümüş, 2009 yılının ilk yarısında ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10,6 oranında daralmıştır.
Küresel ekonomik kriz Türkiye ekonomisini üç kanaldan etkilemiştir. Bunlar, dış ticaret imkanlarındaki daralma, finansman ve likidite koşullarındaki sıkılaşma ile beklentilerdeki kötüleşme olarak özetlenebilir.
Küresel ekonomik kriz, dış talebin yanı sıra yurt içi talebi de olumsuz yönde etkilemiştir. İhracatın yarıya yakın bir bölümünün gerçekleştirildiği AB ülkelerinde krizin şiddetli şekilde hissedilmesi, ülkemizin ihracat performansını önemli ölçüde düşürmüştür. Özellikle ihracata yönelik üretim yapan taşıt araçları, ana metal, demir-çelik, makine-teçhizat ve radyo-tv haberleşme alt sektörlerinde ihracat reel olarak hızlı bir biçimde azalmış ve yurt içi üretim olumsuz yönde etkilenmiştir. Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 94’ünün imalat sanayi ürünlerinden oluştuğu dikkate alındığında, sanayi sektörü katma değerinde kaydedilen yüksek oranlı üretim daralmasında ihracattaki hızlı düşüşün önemli bir payının olduğu görülebilir. Yurt içi üretim ve ihracatın ithalata olan bağımlılığının son yıllarda hızla artmasının da etkisiyle, ithalattaki daralma daha derin olmuştur. İthalattaki azalmada uluslararası piyasalarda ham petrol ve temel mal fiyatlarındaki gerileme de etkili olmuştur.
Türkiye ekonomisinin daralma dönemlerindeki genel karakteristiği, döviz kurundaki yükselmeye paralel olarak ithalatın düşmesi, ihracatın artması ve böylece cari işlemler dengesinin fazlaya dönmesi şeklindedir. Yaşadığımız küresel kriz sürecinde ise, tüm dünyadaki talep daralması nedeniyle, ithalatla birlikte ihracat da önemli miktarda azalmıştır. Bu nedenle, uluslararası enerji ve emtia fiyatlarındaki gerilemenin de katkısıyla önemli miktarda azalmasına rağmen, cari dengenin 2009 yılında da açık vermeye devam etmesi beklenmektedir.
Krizin Türkiye ekonomisini etkilediği bir diğer kanal finansman ve likidite koşullarındaki sıkılaşmadır. 2002-2007 dönemi tüm dünyada likidite bolluğunun yaşandığı ve bunun sonucunda da yüksek büyüme hızlarının elde edildiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde, yapısal olarak tasarruf açığına sahip olan Türkiye ekonomisi, gerçekleştirilen yapısal reformlar, sağlanan makroekonomik istikrar ve sürdürülen mali disiplin sonucunda, önemli ölçüde yabancı sermaye çekerek yüksek oranlı büyüme hızlarına ulaşmıştır. Bunun yanı sıra, gelişmiş ülkelerdeki gevşek para ve finansal sektör politikalarının sonucunda küresel ölçekte varlık fiyatlarında gözlenen artışa paralel olarak gelişmekte olan ülkelerin para birimleri gibi Türk Lirası da özellikle ABD dolarına karşı önemli ölçüde değer kazanmıştır. Bu durum, ithalatı özendirerek cari işlemler açığının yükselmesine ve özel kesimin yurt dışı kaynaklara daha fazla yönelmesine neden olmuş ve böylece ekonomide dış finansmanın önemini artırmıştır. Dış kaynağın kritik rol oynadığı böyle bir ortamda, küresel kriz nedeniyle Türkiye’ye gelen sermayenin önemli ölçüde azalması büyümenin finansmanını zorlaştırmıştır. Ayrıca, bu dönemde, yurt içi kredilerdeki daralma nedeniyle firmalar finansmana erişimde zorlanmışlardır.
Küresel kriz nedeniyle artan belirsizlik ortamı, piyasalardaki güveni zedeleyerek ekonomik birimlerin ileriye dönük beklentilerini olumsuz yönde etkilemiş, bu da yatırım ve tüketim kararlarının ertelenmesine ve ekonomik aktivitenin ciddi biçimde yavaşlamasına yol açmıştır.
Bu gelişmeler sonucunda, GSYH büyüme hızı, 2008 yılının son çeyreğinde negatif yüzde 6,5, 2009 yılının ilk çeyreğinde negatif yüzde 14,3 olarak gerçekleşmiştir. 2009 yılının ikinci çeyreğinde ise, GSYH daralma hızı yavaşlayarak yüzde 7 olmuştur. 2009 yılının ikinci yarısında, özellikle son çeyreğinde, ekonomideki toparlanmanın devam etmesi beklenmektedir.
Ekonomideki bu daralma, pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de istihdamın azalmasına ve işsizliğin artmasına yol açmıştır. İstihdam piyasasında mevcut yapısal sorunların yanı sıra kriz ortamının getirdiği belirsizlikler yeni iş olanaklarının yaratılmasını engellemektedir. İşsizlik oranlarının bir süre daha yüksek seviyelerde seyretmesi ve önümüzdeki dönemde ekonomide öngörülen sınırlı canlanmanın işgücü piyasasına etkisinin gecikmeli olarak ortaya çıkması beklenmektedir.
Krizin ekonomiye olumsuz etkilerini gidermek için, özel kesim temsilcilerinin önerileri de dikkate alınarak ekonomiyi canlandırmak ve işsizlikle mücadele etmek için bir dizi destek paketi devreye sokulmuştur. Çeşitli gelir ve harcama tedbirlerini içeren destek paketlerinin bütçeye maliyetinin, GSYH’ya oran olarak, 2008, 2009 ve 2010 yılları için sırasıyla yüzde 0,8, yüzde 2,1 ve yüzde 1,6 civarında olacağı tahmin edilmektedir.
2009 yılında, ekonomiyi canlandırmak amacıyla açılan destek paketlerinin yanı sıra, özellikle ekonomideki daralmanın etkisiyle kamu maliyesinde önemli bir bozulma meydana gelmiştir. Bu bozulma, büyük ölçüde, tüketim, ithalat ve istihdamdaki hızlı düşüş nedeniyle vergi ve sosyal güvenlik prim gelirlerindeki azalmadan kaynaklanmıştır. Bazı harcama kalemlerindeki artışın da bu bozulmaya katkısı olmuştur.
Ekonomideki bu gelişmeler son dönemde sürekli azalmakta olan AB tanımlı genel yönetim nominal borç stokunun GSYH’ya oranının artmasına yol açmıştır. 2008 yılı sonunda yüzde 39,5 olan bu oranın, 2009 yılı sonunda yüzde 47,3’e yükselmesi beklenmektedir.
Küresel ekonomik krizin etkisiyle küresel talepteki keskin düşüş ve enerji ve emtia fiyatlarındaki hızlı gerilemenin yanı sıra ülkemizde yurt içi talebin de önemli ölçüde daralması enflasyondaki ve enflasyonist beklentilerdeki düşüşü beraberinde getirmiştir. Bu konjonktür, Merkez Bankasının politika faiz oranlarını hızla indirmesine zemin hazırlamıştır. Bunun sonucunda kısa vadeli faiz oranları ve DİBS faiz oranları son yıllardaki en düşük seviyelerine gerilemiştir.
Küresel krizin Türk bankacılık sistemi üzerindeki etkisi son derece sınırlı kalmıştır. Bir çok ülkeden farklı olarak, Türkiye’de kamu kesimi tarafından bankacılık sektörüne müdahale ya da kaynak aktarma ihtiyacı ortaya çıkmamıştır.
Dünya ekonomisine ilişkin beklentiler, dışa açık yapısı ve büyümenin finansmanında dış kaynağın önemi dikkate alındığında, Türkiye ekonomisi açısından kritik bir öneme sahiptir. Dünya ekonomisi ve sermaye akımlarında önümüzdeki dönemde daha hızlı bir toparlanma olması, Türkiye ekonomisinin küresel krizden çıkma sürecini hızlandıracaktır.
Dostları ilə paylaş: |