69
çarpık sırıtışıyla, hepsi tekrar aklımda canlanıverdi. Utancım, düşüncesizliğim. Gençliğimiz... neşelerimiz...
"Demek siz ikiniz, beni kendimden korumak için buradasınız," diyordu Steel, acı bir alayla.
"Sana sadece başka bir seçenek daha sunmak istiyorduk," dedi Tanis, omuzlarını soğuk ve ısıran rüzgara ve aynı derecede acı veren anılara karşı kambur etmişti. "Sara'nın da dediği gibi, son karar sana ait olacak."
"Savaşı bu yüzden vermiştik yeğenim," diye ekledi Caramon. "İnsanların seçeneklere sahip olmasını sağlamak için."
"Yeğenim." Steel gülümsedi ve aslında bunun kibirli, hor gören bir gülümseme olmasına niyetlenmişti. Ama daha onları birleştire-meden dudakları titreyiverdi ve orada, karşılarında, tek bir duraksayan kalp atışlık süre için mutsuz ve yalnız bir çocuğun yüzünün görüntüsü belirdi.
İşte o zaman, tam o anda, Tanis bu genç adamın Sturm'ün oğlu olduğuna inanmaya başladı. O nahoş kibir ve ıstırap ifadesinde Tanis, Solamniya Şövalyeleri'nden nefret edilen ve onlara lanet yağdırılan, kendisi de hor görülen ve doğuştan hakkı olan şeyden utanması sağlanan bir zamanda büyümüş olan genç şövalyeyi bir daha gördü.
Sturm diğerlerinden farklı olmanın ne demek olduğunu biliyordu. Gururunu, nefrete ve önyargıya karşı bir kalkan olarak kullanmıştı. Başlangıçta o gururdan kalkan, taşımak için oldukça ağırdı ama Sturm gururun ağırlığını sabır ve şefkat sayesinde hafifletmeyi öğrenmişti. Bu kara şövalye yamağı ise kalkanın ağırlığını hevesle, istekle taşıyordu ve bu onun üzerinde çok acı izler bırakmıştı.
Tanis ağzını açtı, neredeyse düşüncelerini yüksek sesle dile getirecekti ama sonra yeniden düşündü. O kalkanı, o karanlık ve acımasız zırhı benim zayıf sözlerim delip geçemez. O Sturm'ün oğlu, evet ama aynı zamanda Kitıara'nın da oğlu. Uğursuz bir karanlığın ve kutsanmış bir ışığın çocuğu.
"Bu iki beyefendiye de özür borçlusun Steel," diye sertçe azarlıyordu Sara, genç adamı. "Savaşta yiğitliklerini kanıtlamışlardır, ki bu senin henüz yapmadığın bir şey. Onlarla saygısızca konuşmak haddine düşmez."
Steel'in yakışıklı yüzü annesinin azarıyla kıpkırmızı kesildi ama o katı bir mektepte yetişmişti. "Özür dilerim beyler," dedi çabucak. "Savaş sırasında gösterdiğiniz kahramanlıkları duymuştum. Bunu
70
inanılması güç bulabilirsiniz," diye ekledi acı bir gülümsemeyle, "fakat bizler, yani Kraliçe Takhisis'e hizmet edenlere size hürmet etmemiz öğretilmişti."
Tanis bunu gerçekten inanılması zor buldu, bundan çıkacak manaları düşünmek istemiyordu. "Öyleyse babanın eylemlerine de hürmet etmek öğretilmiştir sana-"
"Tabii Sturm Brightblade benini babamsa," diye karşılık verdi Steel. "Onun kahramanca ölümünü takdir etmem öğretildi bana -birçok düşmana karşı tek başına durmuş biri olarak. Ve aynı zamanda annemin, yani o adamı öldüren Ejderha Yüceefendisi Kiti-ara'nm anısına da hürmet etmem gerektiği öğretildi."
Bu söz etkili bir şekilde herkesi sessizleştirdi. Caramon, o koca ayakları üzerinde kıpırdandı, öksürdü ve başını eğip yere baktı. Tanis canı sıkkın bir şekilde iç çekti ve elini saçının arasına daldırıver-di. Steel eğer babasının kim olduğunu bulursa bu bir lanet demekti -Ariakan genç şövalye yamağına böyle söylemişti. Tanis buna inanmaya başlıyordu. Böylesine mutsuz bir durumdan nasıl olup da iyi bir şeyler çıkabileceğini bilmiyordu.
Steel hepsine sırtını döndü. Uçurumun kenarına doğru yürüdü ve aşağıda duran Yüce Ermiş Kulesi'ne ilgiyle baktı.
"Üzgünüm Sara," dedi Tanis alçak sesle. "Bunu son kez söyleyeceğim. Senin bu planın işe yaramayacak. Bizim söyleyeceğimiz ya da yapacağımız hiçbir şey onda herhangi bir değişiklik yaratmayacak. Steel haklı. Siz ikiniz şimdi gitmelisiniz. Evinize dönmelisiniz."
Kadının omuzları çöküverdi. Gözlerini kapadı ve titreyen elini dudaklarının üzerine koydu. U/untüyle yıpranmış yüzünden aşağı gözyaşları süzüldü. Konuşamadı ama başını sallayıp onayladı.
Haydi Caramon," dedi Tanis. "Bu dağlardan uzaklaşmalıyız, kara şövalyeler bizi-"
"Bir dakika," dedi Steel aniden. Arkasını döndü, sonra hızla yürüyüp Sara'nın yanına gitti. Elini kadının çenesine koydu ve onu yüzünü güneş ışığına doğru çevirdi. "Sen ağlıyorsun," dedi yavaşça, sesinde bir şaşkınlık vardı. 'Bunca yıldır senin ağladığını hiç görmemiştim."
Kendisini bir tabur şövalyeye karşı nasıl koruyacağını bilebilirdi ama annesinin gözyaşları onu tamamen savunmasız bırakmıştı.
"Şu... ahmaklığa uymamı gerçekten istiyor musun?" diye sordu hüsran içinde, çaresiz ve sersemlemiş bir halde.
Sara'nın yüzü aydınlanıverdi. Hevesle onu sıkı sıkı tuttu. "Ah,
/ı
evet Steel. Lütfen! Bunu benim için yap."
Caramon ile Tanis sessizce durup beklediler.
Steel kadına baktı, yüzü, içinde kopan mücadeleyi açığa vuran bir savaş alanıydı. Sonra iki adama karanlık ve yan gözle bir bakış atarak soğukça konuştu, "Size eşlik edeceğim beyler -onun hatırı için."
Topuğunun üstünde döndü ve uçurumun kenarına doğru yürüdü, hemen onun aşağısındaki bir kaya çıkıntısına kolayca sıçradı ve dağ yamacından aşağı baktı. Karmakarışık kayaların arasından çevik bir ustalıkla ve gençliğinin gücüyle seçti yolunu.
Bu beklenmedik hareket karşısında geride kalan Tanis, onun ardından seğirtti ama şık ve pahalı çizmeleri -kendi arazisinde yürümek için tasarlanmışlardı, dağlara tırmanmak için değil- bir çakıl öbeğine basınca kayıverdi. Dengesini kaybetti ve eğer güçlü bir el onu tuniğinin yakasından yakalayıp da geri çekmeseydi, uçurumdan aşağı yuvarlanacaktı.
"Acele etme dostum," dedi Caramon. "Gidecek uzun bir yolumuz var, ayrıca bu iş çizmelerimiz için de, kemiklerimiz için de pek kolay olmayacak." Esmer bukleleri koca kayalar arasından zar zor görünen Steel'i başıyla işaret etti. "Bırakalım genç dostumuz bir süre kendi başına kalsın. Düşünmek için zamana ihtiyacı var. Aklında düşünceler şimdi şuradaki dere gibi akıyordur."
Ak köpüklerle ve kabarcıklarla dolu su, kayaların arasında girdap ve anafor yaparak akıyor, arada sırada kendisini karanlık havuzcuklara dolup sıkışmış bir halde buluyor, sonra kendisini serbest bırakıp en son durağına, engin denize doğru çağlayarak dalışa geçiyordu.
"En dibe vardığında daha serinlemiş olacaktır," diye bitirdi Caramon.
"Biz olamayacağız," diye homurdandı Tanis. Uçurumun cephesine vuran güneş sıcaktı. Daha şimdiden deri zırhının içinde terlemeye başlamıştı. Elini Caramon'un koluna koyarak iri savaşçıya gülümsedi. "Sen bilge bir adamsın dostum."
Utanmış görünen Caramon omuz silkti. "Bilmiyorum. Üç tane oğlum var, hepsi bu."
Tanis, onun söylemediği sözleri duydu.
"Haydi gidelim," dedi aniden. Dönüp Sara'ya baktı.
"Sizi burada bekleyeceğim," dedi, mağaranın önünde durarak. "Flare'in heyheyleri üstünde. Onu yalnız bırakmayı göze alamam.
72
Steel'in peşinden gidebilir."
Tanis başıyla onayladı ve tekrar dağ yamacından aşağı inmeye başladı, bu sefer daha yavaş yürüyerek ve daha dikkatli olarak.
"Bunun için tanrılar sizi kutsasın," diye seslendi Sara coşkuyla.
"Evet tabii, tanrılardan birisi bizi kutsayacaktır muhtemelen," diye mırıldandı Tanis.
Hangisi olduğu hakkında tahminde bulunmak istemiyordu.
73
Bölüm 9 Zambak/ Beyaz C\\\\
"Yüce Ermiş Kulesi olarak bilinen büyük kale, Solamniya Şöval-yeleri'nin kurucusu olan Vinas Solamnus tarafından Kudret Ça-ğı'nda inşa edilmiştir. Bu kale, Ansalon'un en büyük şehirlerinden birisi olan Palanthas'a giden ve oradan gelen yollara açılan Batıka-pısı Geçidi'ni korumaktadır.
"Birçok kimsenin haksız yere Solamniya Şövalyeleri'ni sorumlu tuttuğu Afet'ten sonra Yüce Ermiş Kulesi, hayatlarını kurtarmak için saklanmakta olan şövalyeler tarafından hemen hemen terk edilmiş, boşaltılmıştı. Mızrak Savaşı sırasında, kule yeniden doldurulmuştu ve Palanthas ile etraftaki taşra kesiminin savunulması için hayati önem taşıyordu. Astinus kulede savaşan ve kuleyi koruyan kimselerin kahramanca eylemlerini kayda geçirmiştir. O kayıtları Palanthas'taki Büyük Kütüphane'de, Kış Gecesi Ejderhaları başlığı altında bulabilirsiniz."
"O kitapta, ejderhaların dehşetiyle tek başına yüzleşen Sturm Brightblade'i de okuyabilirsiniz. Şöyle yazılıdır:"
'"Sturm, doğuya doğru bakıyordu. Güneşin parlaklığıyla yarı yarıya körleşen Sturm, ejderhayı bir karaltı olarak görüyordu. Yaratığın uçuşu sırasında dalışa geçip surun seviyesinin altına indiğini gördü ve ejderhanın binicisine, saldırması için ihtiyaç duyduğu yeri sağlamak amacıyla aşağıdan yukarı doğru yükseleceğini anladı. Diğer iki ejderha binicisi geride kalıp, liderlerinin bu küstah şövalyenin işini bitirmek için yardıma ihtiyacı olup olmadığını anlamak amacıyla izleyip beklediler.'"
'"Güneşle yıkanmış gökyüzü bir an için bomboş kalmıştı, o sırada ejderha surun kenarından yükseliverdi; dehşet verici çığlığı Sturm'ün kulak zarını patlattı ve başına ağrılar sapladı. Yaratığın açılmış ağzından çıkan nefesi onun öğürmesini sağladı. Başı dönerek sendeledi ama kılıcıyla bir kesme darbesi savururken ayakta durmayı başarabildi. Kadim kılıç, ejderhanın sol burun deliğine çarptı. Havaya ve kara, kan fışkırdı. Ejderha hiddet içinde kükre-di.1"
74
"'Fakat bu darbenin bedeli ağırdı. Sturm'ün kendisini toplayacak vakti kalmamıştı.'"
'"Ejderha Yüceefendisi, ucu güneşle alev alev parlayan mızrağını kaldırdı. Aşağı doğru uzanıp mızrağı derinlere sapladı ve zırhı, eti ve kemiği deşiverdi.'"
Steel, kendisine eşlik eden iki adama kendini beğenmiş bir bakış fırlattı. Ezberinden okuduğu bu bölümün ikisinde de bıraktığı etkiyi gözlemledi.
"Aman tanrım." Amcasının ağzı beş karış açılmıştı, koca adamın toparlak ve oldukça aptal gibi görünen (Steel, küçümseyerek böyle düşünüyordu) yüzü hayretler içinde kalmıştı. Yarım elf, kara şövalye yamağına sertçe bakmaktaydı.
"İyi bir hafızan var." diye belirtti Tanis.
"Bir savaşçının düşmanını bilmesi gereklidir, lordum Ariakan böyle öğretti bize!" diye yanıtladı Steel. Uzun zaman önce, o daha bir çocukken bu hikâyeyi kendisine ilk olarak anlatanın annesi Sara olduğundan hiç bahsetmedi.
Tanis, ana kulenin yanındaki yüksek surlardan bir tanesine çevirdi bakışlarını. "O mazgallı siperlerin üstünde, senin baban öldü. Eğer çıkıp oraya bir bakarsan, onun kanının hâlâ taşların üzerinde durduğunu görebilirsin."
Steel başka hiçbir sebepten olmasa bile meraktan dolayı kafasını kaldırıp baktı. Sur, bu günlerde boş değildi. Şövalyeler üzerinde dolaşıyor, sürekli bir nöbet tutuyorlardı; zira Mızrak Savaşı bitmiş olmasına rağmen, Solamniya barış içinde değildi. Fakat, Steel bakarken şövalyeler aniden ortadan kayboldu. Sadece bir tanesi kaldı, tek başına duruyordu. Öleceğini biliyor, bunun gerekli olduğuna inandığı, altüst olmuş ve morali bozulmuş şövalyelerin savaşa devam edebilmek için bir araya toplanmasına zaman kazandıracağını umduğu için ölümünü kabul edip ona boyun eğiyordu.
Steel alevleri ve parlak güneşi gördü, kara kanın ve kırmızı kanın gümüş zırh üzerine aktığını gördü. Kalbi gizli bir gururla daha hızlı atmaya başladı. Bu hikâyeyi hep sevmişti zaten, onu bu denli bir doğrulukla ezberinden tekrarlayabilmesinin bir sebebi de buydu. Bunun sebebi daha derin bir anlam, sadece ruhunun anladığı bir anlam taşıyor olması olabilir miydi?...
Steel aniden yanında sessizce duran iki adamın farkına vardı.
Tabii ki hayır! Ahmak olma!' diye kendini payladı Steel. 'Onların ekmeğine yağ sürüyorsun. Bu sadece bir hikâye o kadar.'
/ J
Omuz silkti. "Bir sur görüyorum... Haydi şu işi bitirelim."
Yüce Ermiş Kulesi'nin batı tarafındaki tepelerden aşağı inerek gelmişlerdi. Onların çömelip bir çalının arkasına gizlendiği yerden kısa bir mesafe ötede, geniş bir geçit yolu kulenin ana girişine doğru gidiyordu. O girişin altında, Sturm Brightblade ile kulenin savu-nuluşu sırasında can veren diğer şövalyelerin defnedildiği Paladi-ne Odası bulunuyordu.
Bütün Takhisis Şövalyeleri ve şövalye adayları, Yüce Ermiş Kulesi'nin yapı planını çalışarak birçok saat geçirmişti. Bu yapı planı ise onlara, burada esir tutulmuş olan Ariakan tarafından sağlanmıştı.
Ama bir çizime bakmak ayrı şeydi, yapının kendisine bakmak apayrı. Steel etkilenmişti. Bu kaleyi aklında bu kadar da büyük, bu kadar heybetli olarak canlandırmamıştı. Yine de, bu korkuyla karışık hayranlık duygusunu bastırmakta çabuk davrandı ve mazgallı siperlerde yürüyen adamların, ana kapıda muhafızlık yapanların sayılarını saymaya başladı. Böyle bir bilgi lordu için faydalı olurdu.
Geçit yolunun üstünde her zaman epey yolcu olurdu ve bu sabah da diğerlerinden farklı değildi. Bir şövalye, onun hanımı ve ikisinin birkaç tane hoş kızları yavaşça yanlarından at sürüp geçtiler. Envai çeşit tüccar, içeriye at arabaları dolusu yiyecek ve varillerce bira ile şarap getirmekteydi. At sırtındaki bir şövalye alayı, yaverleri ve hizmetkârlarının eşliğinde ana kapıdan dışarı eşkin sürüşle çıktılar. Çapulcu hobgoblin ya da ejderan takımlarıyla savaşmak ya da sadece etkileyici bir gövde gösterisiyle Palanthas şehrinde bir geçit töreni yapmak için yola çıkıyorlardı. Steel onların ne gibi silahlar taşıdığını ve eşya kafilelerinin büyüklüğünü aklının bir kenarına yazdı.
Sıradan vatandaşlar gelip gidiyordu. Bazıları iş görüşmesi için, bazıları bir hayır işi için, diğerleri de köylerine baskın yapan ejderhalardan şikâyetçi olmak için gelmekteydi.
Yüzleri sırıtışla dolu bir grup kender -ellerinden ve ayaklarından birbirilerine zincirlenmiş bir halde- sert yüzlü şövalyeler tarafından kule dışına çıkartılıyordu. Ki o şövalyeler onları kale surlarının dışına atmadan evvel, kendilerine epey kızsalar da "ödünç alıcıların" bütün yüklerini hafifletiyordu.
"Tas'ı görmüyorsun değil mi?" Caramon yanından kıkırdayarak koşup geçen kenderler arasına dikkatle bakmaktaydı.
"Paladine yazdıysa bozsun!" dedi Tanis hararetle. "Yeterince so-
76
runumuz var zaten."
"Peki içeri nasıl girmeyi tasarlıyorsunuz?" diye sordu Steel soğukça. Kapıda duran muhafızların, içeri kabul edilmek isteyen herkesi durdurup sorguladığını -tıpkı diğer iki adamın da gördüğü gibi- görmüştü.
"Kenderleri içeri almışlar ya," diye dikkat çekti Caramon.
"Hayır almamışlar," diye cevap verdi Tanis. "Eski özdeyişi bilirsin, 'bir sıçanın içeri girebildiği yerden, bir kender de girebilir.' Fakat her halükarda sen bir kender deliğine sığmazsın zaten Caramon."
"Bu doğru." dedi koca adam, hiç rahatsız olmadan.
"Aklıma bir fikir geldi!" dedi Tanis. Mavi pelerini Steel'e uzattı. "Bunu zırhının üstüne giy. Caramon'un arkasında dur. Ben kapıdaki şövalyeleri lafa tutarım, siz de yanımdan çabucak geçip girersiniz..."
"Hayır," dedi Steel.
"Ne demek hayır?" Tanis'in tepesi atmıştı.
"Ne kendimi, ne de kime bağlı olduğumu gizlemeyeceğim, içeri sanki bir... bir kender gibi sinsice girmeyeceğim." Steel'in sesi küçümsemeyle doluydu. "Ya Şövalyeler beni olduğum gibi, kim ve ne olduğumu bilerek kabul eder, ya da içeri hiç girmem."
Tanis'in yüz ifadesi sertleşti. Tam tartışmak üzereydi ki, Caramon bir kahkaha patlatıvererek onun konuşmasını engelledi.
"Bunun o kadar da komik olduğunu düşünmüyorum." diye kızdı Tanis.
Caramon gülmekten boğulur gibi oldu, sonra boğazını temizledi. "Afedersin Tanis, ama tanrılar adına, Steel o kadar Sturm gibi konuştu ki kendimi tutamadım. O handaki zamanı hatırlıyor musun? Hani mavi kristalli asayı bulmuştuk ve bütün o goblinler ve Arayan muhafızları merdivenleri tırmanmaktaydı, bizi bir kazığa bağlayıp yakmaya hazırlardı. Ve hepimiz canımızı kurtarmak için kaçıyorduk, mutfaktan dışarı sıvışmayı umuyorduk. Sturm haricinde tabii."
"O sadece masanın birine oturmuş, soğukkanlılıkla birasını yu-dumluyordu. 'Ne yani?' demişti, ona kaçmasını söylediğinde. 'Kaçmak mı? Bu ayak takımından mı?' Şövalyelerin onu içeri alışı konusunda konuşurken yeğenimin yüzünün aldığı ifade aklıma Sturm'ün o geceki halini getirdi."
"Yeğeninin yüzü benim aklıma bir çok şey getiriyor," dedi Tanis
77
sertçe, "Sturm'ün inatçılığının ve şerefinin bizi bir kereden fazla olmak üzere nasıl da ölümle burun buruna getirdiği gibi."
"Onu buna rağmen seviyorduk." dedi Caramon yavaşça.
"Evet.1 Tanis iç geçirdi. "Evet seviyordum, fakat onun o şövalye boynunu kırabileceğim tıpkı şimdiki gibi zamanlar olmuştu."
"Bir de şu açıdan bak Yarımelf," dedi Steel alaycı bir tonlamayla, "bunu tanrından, Büyük Paladine'dan gelen bir işaret olarak düşün. Eğer Paladine beni içeride görmek istiyorsa, içeri girme işimizin de çaresine bakacaktır."
"Pekâlâ genç adam, meydan okumanı kabul ediyorum. Paladi-ne'a güveneceğim. Belki de, senin dediğin gibi bu bir işarettir. Ama"-Tanis uyarı niteliğinde tek parmağını havaya kaldırdı-'ben ne dersem diyeyim, sen ağzını açma sakın. Ve belâ çıkaracak hiçbir şey yapma."
"Yapmayacağım," dedi Steel, buz gibi sert bir vakarla ve küçümsemeyle. "Annem o tepelerin en üstünde bir mavi ejderha ile beraber bekliyor, unuttun mu? Eğer bana herhangi bir şey olursa, Lord Ariakan bütün hiddetini ondan çıkartır."
Tanis genç adama dikkatle bakıyordu. 'Evet, onu buna rağmen seviyorduk," dedi, sessiz bir nefes halinde.
Steel duymamış gibi yaptı. Yüzünü Yüce Ermiş Kulesi'ne doğru çevirerek çalının arkasından çıkıverdi ve geçit yoluna adımını attı. Amcasının ve yarım elfin kendisini takip edeceğini biliyordu.
Tanis ve Caramon, kulenin ana kapısına giden geniş yolda ilerlerken kara şövalye yamağını ortalarına aldılar, her biri adamın bir yanında duruyordu. Caramon'un eli kılıcının kabzasındaydı, yüzünde sert ve tehditkâr bir ifade vardı. Tanis yanlarından geçenleri dikkatle kolladı. Yüzlerde tiksinme ifadeleri, şok geçirmiş dehşet bakışları görmeyi gerginlikle bekliyordu -bir bölük dolusu şövalyenin tepelerine binmesini sağlayacak o nidayı bekliyordu.
Steel dimdik ve vakur bir şekilde yürüdü, soğuk ve yakışıklı yüzü kayıtsızdı. Eğer gergındiyse bile bunu kendisine saklıyordu.
Her nasılsa, pek az kimse kafasını çevirip onlara baktı. Bu yolda seyahat edenlerin çoğu, kendi özel endişe ve kaygılarına dalıp gitmişlerdi. Ve silahla donanmış adamlarla dolu bir kalede, üç tane silahlı adama kim dikkat ederdi ki? Onlara dikkat eden tek kimse, kulenin içine doğru şövalye babalarına eşlik etmekte olan o hoş genç kızlardı. Yakışıklı genç şövalyeye hayranlıkla gülümsediler ve Steel'in ilgisini çekmek için at arabalarından aşağı düşmekten gay-
78
Tİ, her şeyi yaptılar.
Tanis'in kafası bunun karşısında son derece karışmıştı. Kara şövalye yamağının üzerinde açıkça taşıdığı dehşet ve ölüm sembollerinin artık insanlar üzerinde bir etkisi yok muydu? Yoksa Solamni-yalılar, Karanlık Kraliçe'nin o dehşetengiz gücünü unutmuşlar mıydı? Yoksa sadece akılsızca, ahmakça rahatlamış bir haldeler miydi?
Steel'e bakan Tanis, genç adamın dudağının küçümseme içinde kıvrıldığını gördü. Bunu oldukça eğlenceli buluyordu.
Tanis adımlarını hızlandırdı. Hâlâ geçmeleri gereken ana kapı vardı karşılarında.
Yarım elf, bir Takhisis Şövalyesi'nin Paladine'a ait bir kaleye kabul edilmesi konusunda birkaç mazeret düşündü ve sonra hepsinden de vazgeçti. En azından mantıklı bir mazeret uydurulamayacağını kendi kendisine itiraf etmek zorunda kalmıştı. Son bir çareye başvurup, içeri girmek için meşhur bir kahraman ve saygı gören bir devlet görevlisi olarak mevkiini kullanacaktı.
Üzerine giydiği her ne kadar rahat olsa da yıpranmış yolculuk kıyafeti yerine, tam aksam törensel kıyafetini donanmış olmayı dileyen Tanis, yüzüne "ben ne dersem onu yapacaksın" maskesini yerleştirdi ve ana kapıyı koruyan muhafızlara doğru hızla ilerledi.
Caramon ile Steel ondan bir adını geride durdular. Steel'in yüzü sertti, koyu gözleri saydamdı, kafası meydan okurcasına geri atılmıştı.
Muhafızlık görevindeki şövalyelerden birisi onları karşılamak için bir adım öne gitti. Gözleri yumuşak başlı ve dostane bir merakla üzerlerinde eyleşti.
"İsimleriniz, kibar beyler," dedi şövalye nazikçe. "Ve lütfen işinizi de belirtin."
"Ben Tanis Yarımelf." Tanis kendim öyle bir sıkmıştı ki, sözleri patlayan bir havlama şeklinde çıkmıştı, neredeyse bir haykırış sayılabilirdi. Kendini sakinleşmeye zorlayarak, hafif bir tonlamayla ekledi, "Bu Caramon Majere..."
1 Tanis Yarımelf ve meşhur Caramon Majere!" Genç şövalye hayran kalmıştı. "Sizinle tanıştığıma şeref duydum, beyler." Alçak bir sesle meslektaşlarından birisine şöyle dedi, "Bu Tanis Yarımelf. Koş Sor VVilhelm'i bul getir."
Bu muhtemelen kapıdan sorumlu lord şövalyeydi.
"Lütfen, gereksiz yere ortalığı velveleye vermenin alemi yok,"
/9
diye ısrar etti Tanis çabucak, uygun bir alçakgönüllülük gibi çıkmasını umduğu bir sesle. "Dostlarım ile ben Paladine Odası'na bir hac ziyareti ıçm buradayız. Sadece saygılarımızı sunmak istiyoruz o kadar."
Genç şövalyenin yüzü hemencecik ciddi, halden anlar bir ifade aldı. "Evet, tabii ki lordum." Ters ters bakmakta olan ve koca kaleyle tek başına başa çıkabilecekmiş gibi duran Caramon'a kaydı bakışları. Sonra şövalye Steel'e baktı.
Tanis gerginleşti. Daha şimdiden kafasında canlandırabiliyor-du. Genç muhafızın hiddete dönüşecek şaşkınlığını, alarm verecek olan çınlayan borazanı, parmaklıklı kapıyı indirip, etrafını kılıçlarla kuşatacak...
"Bir Taç Şövalyesi olduğunuzu görüyorum beyim, tıpkı benim gibi," diyordu genç şövalye... ve bunu Steel'e söylüyordu! Solamni-ya Şövalyesi, üzerinde Solamniya Şövalyeleri'nin en alt rütbesinin sembolü olan göğüs zırhına dokundu. Steel'e bir yoldaşıyla karşılaşınca verilen şövalye selâmını verdi, yani eldivenli elini miğferine kadar kaldırdı. "Ben Sor Regnald. Siz bana tanıdık gelmediniz, Sor Şövalye. Eğitiminizi nerede yaptınız?"
Tanis gözlerini kırpıştırdı, bakakaldı. Bu günlerde miyopları da mı şövalyeliğe alıyorlardı yoksa? Steel'e baktı, Karanlık Kraliçe'nin amblemleriyle süslenmiş kara zırhı gördü; yani zambak, balta ve kafatası ile. Buna rağmen, Solamniya Şövalyesi gülümsüyor ve Steel'e sanki kışladan arkadaşıymış gibi davranıyordu.
Yoksa Steel bu şövalyeye bir çeşit büyü mü yapmıştı. Bu mümkün olabilir miydi? Tanis ona keskin bir bakış attı, sonra rahatladı. Hayır, Steel de olan bu hadiseye en az Tanis kadar şaşırmıştı. Meydan okuyan tavır genç adamın üzerinden akıp gitmişti adeta. Afallamış gibiydi ve biraz ahmakça görünüyordu.
Caramon'un ağzı beş karış açılmıştı. Oraya bir serçe konup da yuva yapsa dahi adam bunu fark etmezdi.
"Eğitiminizi nerede yaptınız beyim?" diye sordu şövalye, dostane bir tavırla.
"K-Kenderyurdu'nda/ Tanis aklına gelen ilk şeyi soyleyivermişti.
Genç şövalyenin yüzü aniden halden anlar bir tavır aldı. "Ah, duydum ki zor işmiş. Bana kalsa Flotsam'de devriye gezmeyi tercih ederim. Bu sizin kuleyi ilk ziyaret edişiniz mi? Aklıma bir fikir geldi." Şövalye, Tanis'e doğru dondu. "Neden siz, Paladine Oda-sı'nı ziyaret ettikten sonra dostunuzu biraz benimle bırakmıyorsu-
8u
nuz? Yarım saat içinde mesaim bitecek. Ona bütün kuleyi gezdirir, savunma güçlerimizi, tahkimatlarımızı gösteririm-"
"Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum!" diye boğulur gibi oldu Tanis. Deri zırhının içinde titriyor ve terliyordu. "Bizim... bizim Palanthas'ta olmamız gerekiyor. Hanımlarımız bizi orada bekliyor da, değil mi Caramon?"
Caramon işareti almıştı. Ağzı hızla kapanıverdi. Tika hakkında bir takım abuk sabuk şeyler mırıldanmayı başarabildi.
"Belki başka bir zaman," diye ekledi Tanis üzüntülü bir sesle. Genç adamın bütün bunlardan oldukça eğlendiğini düşünerek Ste-el'e bir bakış fırlattı.
Steel şok geçirmişti, beti benzi atmıştı, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Sanki nefes almakta güçlük çekiyor gibiydi.
'Ya', diye düşündü Tanis, 'bir tanrıya kafa tutarsan başına bu gelir işte.'
Sor VVilhelm geldi ve işleri üstüne alıverdi. Tanis karşısında eski zamandan kalma, tumturaklı ve adetlerine sıkı sıkıya bağlı tipteki bir şövalye gördüğüne üzülmüştü; hani Ölçü ve Kuralların onun yerine düşünmesini bekleyen kimselerden. Sturm Birghtb-lade'in hep nefret ettiği tipteki şövalyelerden biriydi. Bereket, bu günlerde Sor VVilhelm türünden şövalyeler eskide olduklarından oldukça az sayıda idi. Bir tanrının -ya da tanrıçanın- onu şövalyelerin yoluna çıkarması ne yazıktı.
Dostları ilə paylaş: |