El- Cisr İle Darwin Arasında
Tam ders zamanında hocamın yanına geldim. Elinde bir kitap vardı. Gözlerinden, damla damla yaşların aktığını görünce kendimi tutamadım ve sordum:
“Nedir bu gözyaşlarının sebebi hocam?”
“Bir şey yok evladım! Allah'ın rahmetine kavuşan, çok değerli hocam ve büyük üstadım el-Cisr'in kitabını okuyordum. Öğrencilik devresine ait tatlı hatıraların etkisi altında kaldım. Kendime hakim olamadım.”
Hayran:
“Peki ama el-Cisr'in kitabıyla eski anılarınız arasında ne gibi bir ilişki var hocam?” Ebu'n-Nûr:
“Ah, evladım! Onlar geçmiş yıllarımın gençlik anılarıdır.” Hayran:
“Öyle sanıyorum ki, bu geceki dersde el-Cisr'den bahsedeceksiniz. Gerçekten de bu alimin görüş ve fikirlerini öğrenmek isterim. Çünkü adını çok anıyordunuz.” Ebu'n-Nûr:
“Şimdi ondan bahsetmeyeceğim. Fakat el-Cisr'den daha çok ilgilendiğin başka bir adamdan ve onun fikirlerinden söz edeceğim.” Hayran:
“O zat kimdir hocam?” Ebu'n-Nûr:
“Charles Darwin65 türlerin (nevilerin) doğal ayıklama ve soyaçekimle belirlenerek değiştiğini, oluştuğunu ileri süren görüşün sahibi.” Hayran:
“el-Cisr'den önce, bu bilgini anlatmanızın sebebi nedir? Tarihî bir sıra mı gözetiyorsunuz hocam?” Ebu'n-Nûr:
“Hayır! Bilakis, o el-Cisr'in çağdaşıdır. El-Cisr'in görüş ve fikirlerindeki üstünlük Darwin'i öğrendikten sonra daha iyi anlaşılır. Bunun için Darwin'e öncelik verdim.” Hayran:
“Evet, hocam, bu filozofun görüş ve fikirlerini sabırsızlıkla dinlemek isterim. Çünkü bu bilginin felsefesi, biz gençlerin zihnini kurcalar ve Tanrıtanımazlık (İlhad) çukurunun kenarına sürükler.” Ebu'n-Nûr:
“Darwin filozof değildir. Zannettiğiniz gibi, bir felsefesi de yoktur. O ancak bir biyoloji bilginidir. “Tabiî ayıklama yoluyla türlerin menşei” adlı eserini 1859 yılında neşrettiği zaman “dönüşümcülük” (transformizm) görüşünü aşırı bir şekilde savundu. Böylece “dönüşümcülük”, “soya çekim”, ve “tekamül” görüşlerinin sahibi oldu. Ve buna “Darwinizm” dendi. Fakat bunları, kuracağı geniş felsefeye temel yapan Herbert Spencer (1820-1903) dir. Aynı zamanda o tekamül görüşünün teorisyenidir. Bilhassa Darwin'in ilgilenmediği, geçmiş ve gelecekle bağlantısı olan, süreklilik ve gelişmeyi kapsayan “Evrimcilik” (L'evolutionnisme) doktrinini ortaya attı. Bu filozofa katılanlar arasında Ludzvig Buchner (1824-1899) ile Ernst Haeckel'i (1834-1919) saymak mümkündür. Birçok kişiler “evrimcilik” ve “dönüşümcülük” düşüncelerinin Darwin'e ait olduğunu iddia ederler. Halbuki bu yanlıştır. Aslında Darwin, bir deneycidir. Gözlemci bir bilim adamı olarak, “doğal ayıklama”, ve “soyaçekim” fikrini soyunan bir biyoloji (tabiat) bilginiydi. Ama felsefesi yüzünden, sizin gibi genç dimağları meşgul ederek Tanrıtanımazlık (İlhad) çukurunun kenarına bırakması hususuna gelince; bu husus doğrudur, bunu biliyorum. Ancak burada çok önemli bir nokta gizli kalmıştır. Bu yönü idrak edemeyen, birçok bilginler, din adamları ve ilahiyatla uğraşanlar Darzoin teorisine şiddetle hücum etmişlerdir. Bilhassa Avrupa ve Amerika'da, şiddetli hücumlara uğramıştır. Şu bir hakikattir ki, Darwin'in ileri sürdüğü “soyaçekim”, “gelişme” ve “evrim” fikri, dünya gençliğim, hiç bir fikre nasip olmayacak kadar meşgul etmiştir.
Din adamları, yer yerinden oynayacak derecede Darwin'e hücum etmiş ve bütün dünyayı velveleye vermişler, Darwin'in ileri sürdüğü fikrin, mukaddes kitaplara aykırı düştüğünü savunmuşlardır. Bilhassa papazlar, başpiskoposlar diğer ilahiyatçılar ve onların sesine kulak veren Osmanlılar bile, Darwin'in okutulmasını yasaklamışlardır.
Halbuki, ileride de açıklanacağı ve bu nazariyenin ilmî yönünü idrak ettikten ve etraflıca anladıktan sonra da öğreneceğin gibi, Danvin'in ileri sürmüş olduğu “soyaçekim”, “tekamül” Spencer'in “evrimcilik” ve “dönüşümcülük” fikirleri, bir gözlemcinin, ilmî yönden ileri sürdüğü sonuçlardan ibarettir. Bu itibarla, Allah'a iman fikrini zedelemez. Bir bilginin ilmî görüşüdür. Hiç bir zaman imanı zedelemediği ve zayıflatmadığı gibi, insanı “tanrıtanımazlık” diye bir inkarcılığa da götürmez.
Allah'a inanan bir kişiyi “imansız” addetmek elbette yerinde bir itham değildir. Ancak Hayran, beni iyi dinle! Sana özetle, gizli kalan, birçok bilgin ve din adamlarının idrak edemediği bu gerçeği açıklamaya çalışacağım.”
Hayran:
“Hocam! Bütün duygularımla sizi dinliyorum, buyurunuz, anlatınız!” Ebu'n-Nûr:
“Evladım Hayran. Darwin'in görüşlerini açıklayacağım. Ancak bunları izah etmeden önce şu mukaddimeyi yapmayı lüzumlu gördüm:
Biyoloji bilginleri, yer tabakasında yaptıkları araştırma ve kazılarda meydana çıkardıkları bitki ve hayvan kalıntıları, donmuş ve çürümüş ceset şekilleri üzerindeki incelemelerinde insan varlığının, bu bitki ve hayvanlardan sonra yaratıldığı neticesine varmışlardır. Yani insanın, sonradan yaratıldığını kabul etmişlerdir.
Böylece insanın, ilk önce yokken sonradan yaratılmış olduğu fikri kuvvetlendiği gibi, bitki ve hayvan kalıntılarının tetkiki de, bunların çok önceden var olduklarını göstermiştir. Yeryüzünde, insanların daha sonra zuhur ettiği görüşü de ayrıca kuvvet kazanmıştır. Yer tabakalarıyla uğraşan jeoloji bilginleri; bunların yeraltında kalmalarını depremler ve tufanlara bağlamışlardır. Ancak bu türlerin (nevilerin) yeniden yaratıldığını, öldükten sonra yeniden hayat bulduklarını iddia etmişlerdir. Allah'ın bunların asıl cinslerini, ayrı ayrı yarattığını ileri sürmüşlerdir. Bunun açık deyimi, kainattaki varlıkların, insan, hayvan ve bitki, hatta bütün kainatın, birer birer, ayrı ayrı, yoktan yaratıldığını savunmuşlar ve buna inanmışlardır. Ancak bu ayrı yaratılma nev'î bir yaratılıştır. İnsan, insan olarak; serçe, serçe olarak; ıhlamur ağacı, ıhlamur ağacı olarak, bugünkü biçimleriyle ve bir anda, yaratılmışlardır. Hiç değişmemişlerdir ve değişmeyeceklerdir. Bilginlerin çoğu bu görüşü benimsemiş ve savunmuşlardır. Mukaddes kitaplara uygun düşen bu görüş, ilahiyatçılar tarafından da tasvip edilmiştir. Biyoloji bilginlerinin çoğu, bu görüştedir. Bunlar arasında Fransız tabiat bilgini Georges Cuvier (1769-1832) ile İsveçli Karl Von Linne'i (1707-1778) zikredebiliriz. Fakat bu görüşü benimsemeyen, az da olsa, bazı tabiat bilginleri çıkmış, “arka arkaya yaratılış” fikrini kabul etmemiş ve şöyle demişlerdir:
“Bahsettiğiniz depremler ve tufanlar, yeryüzünün her tarafında meydana gelmemiştir. Bazı yerlerde, türler yok olmamış, varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu sebeple, yeraltındaki canlıların kalıntıları ve türlerin çeşitliliği “yavaş gelişme”yi göstermektedir. Yani, hepsi birdenbire yaratılmamış, yavaş yavaş, uzun zaman geçtikten sonra, muhtelif türler halinde, gelişmiş ve başkalaşmalardır. Böylece, yeni yeni türler meydana gelmiştir.”
Bu itibarla bilginler yaratılış meselesinde iki gruba ayrıldılar.
Birinci grup:
“İlk önce bu canlıları yaratan Allah, her felaket ve musibetten sonra, ölenlerin ve kayıp olanların yerine, yenilerini yarattı. Böylece yeni yeni canlılar ve yeni yeni türler meydana geldi” demektedirler.
İkinci grup:
“Canlıların ortaya çıkışı; tabiatın “yavaş gelişme”, türlerin başka şekillere dönüşümü ve yeni türlerin ortaya çıkışı yoluyla tedrici bir oluşum neticesinde (evrim) tamamlanmıştır.” Bu grubun görüşünü savunanlardan biri de meşhur Fransız bilgini Lamarck' dır.
“Canlıların türleri asıl yaratılışta yoktur. Bunlar, birçok sebep ve şartlar altında, birbirinden uzak devreler içinde, tabiatın ayıklaması neticesinde, “dönüşümcülükle” başkalaşarak yeryüzünde zuhur etmişlerdir. Türlerin meydana gelmesinde büyük etkisi olan faktörler şunlardır; kullanılan organlar veya ihmal neticesinde kullanılmayanlar, hayat stili, soyaçekim (veraset), hayat şartları...”
Bu iddiaların doğruluğunu ispat için de şu misalleri vermiştir: Yılanın ayaksız oluşu... Çünkü yılan, deliklere girmek ve dar yerlerden, sürünerek geçebilmek için ayaksızdır. Su kuşlarının ayaklan da suda yüzebilecekleri bir tarzda şekillendirilmiştir. Leyleğin boynu ve ayakları, yiyeceğini yerden temin edebilmesi için uzundur. Zürafanm da boynu uzundur. Çünkü ° ağaçların tepelerinden beslenir.
Fakat bu görüş zayıf kalmış, “yaratılışın yenilenişi” teorisi karşısında tutunamamış; Charles Darwin gelinceye kadar zayıflığı devam etmiştir. Darwin, 1859 yılında “tabiî ayıklama yoluyla türlerin kökeni,” adlı eserini yayınlayınca, evrimcilik ve dönüşümcülük fikri, güçlenmiş, kuvvetlenmiş, ileriye doğru aşırı bir şekilde savunulur hale gelmiştir. Bundan sonra Darıvin, meşhur “İnsan Silsilesi” adlı ikinci eserini de 1871 yılında neşretmiştir.” Hayran:
“Hocam, “Darwinizm” nedir?” Ebu'n-Nûr:
“Tekamül” görüşünü savunan Darıvinizm'i şöyle özetleyebiliriz.
“Bütün canlılar şu dört kanuna bağlıdır.
1- Yaşama kavgası,
2- Fertler arasındaki ayrılıklar,
3- Soyaçekim (veraset) ayrılıkları,
4- Tabiatın ayıklaması (seçmesi).
Bir canlı ferdin başka canlıya tercih edilmesi, ancak bu zikredilen faktörlerden ilk üçünün gerçekleşmesi ve başarıya ulaşmasıyla mümkündür:66
Dostları ilə paylaş: |