İKİNCİ BÖLÜM
COĞRAFİ DURUM NÜFUS VE İDARİ YAPI
A) COĞRAFİ KONUM
1-Coğrafi Durum ve Komşu Köyler
Coğrafi Konum
37ْ 42′ kuzey paralelleri, 32ْ 03′ doğu meridyenleri arasında yer alan İnlice beldesi, Meram İlçesine bağlı olup, eskiden Kızılviran nahiyesine bağlı köy konumunda Konya´nın güneybatısında Konya´ya 52 km, Seydişehir´e 40 km uzaklıktadır. Konya-Seydişehir yoluna yaklaşık 1 km uzaklıktadır.
Komşu Köyler
Doğusunda; Kayalı ve Gökyurt köyleri, batısında Hasanşeyh köyü, kuzey batısında Yatağan köyü, kuzeyinde Sefaköy kasabası, kuzey doğusunda Erenkaya köyü, güney batısında Bükçe ve Kozlu köyleri bulunmaktadır(Belge-2) .
2-İklim ve Bitki Örtüsü
İklim
İnlice, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı geçen karasal iklimin etkisi altındadır. İnlice civarında yıllık yağış miktarı 400 – 500 mm. arasında değişmektedir. Yıllık ortalama yağış 431,3 mm. dir. Konya Devlet Meteoroloji İstasyonu değerleri esas alınarak, enlem ve kota göre yapılan düzeltmeler sonucunda, yöre yıllık ortalama sıcaklığı 9,69 C olarak hesaplanmıştır.
Bitki Örtüsü
İnlice çevresi toprak özelliği yönünden 2´ye ayrılır: Çok sığ, taşı çok toprağı az dik eğimli çok şiddetli erozyon kalkersiz kahverenkli orman toprakları. Bu çeşit toprak hâlihazırda mera olarak kullanılır. İkinci çeşidi ise çok sığ, çok dik eğimli çok şiddetli erozyon kahverenkli orman topraklarıdır. Bu topraklar da ormanlık vaziyettedir. İnlice yöresinin arazileri VII. sınıf araziler olduğu için orman arazisi olarak kullanılmaya müsaittir. Bu nedenle eskiden orman arazisi olan bu saha aşırı otlatma ve yakacak gereksinmesinin karşılanması için aşırı ağaç kesimi yapılması nedeniyle tahrip edilerek çıplak hale getirilmiştir.Durum İnlice kasabası çiftçilerince daha önce farkedildiğinden ağaç kesimine son verilmiş ve ormanların tahribinde en önemli etken olan keçi yetiştirilmesinden vazgeçilmiştir. 1980´de İnlice göleti yapılmasına ilişkin ön etüd raporunda da belirtildiği gibi aşırı otlatmaya ve keçi yetiştirilmesine son verilmesi sayesinde 1980´den sonra çevrede tabi floranın yeniden teşekkül etmeye başladığı görülmüştür.
Ayrıca raporda belirtildiği üzere bölge toprakları andezitik lavdan ibaret olduğundan yüzeyde bol miktarda püskürük kayaya rastlanmış bu sebeple ağaç dikimi toprak örtüsünün olduğu boşluklarda elle çukur açılarak yapılmıştır. Bu çukurlara meşe, ardıç ve ahlat fidanları köylüler tarafından dikilmiştir. Ağaçlandırma çalışmalarında fidanlar Karapınar, Ereğli ve Seydişehir fidanlıklarından elde edilmiştir. Bu ağaçların dışında yer yer meşelikler ve söğüt, alıç, kuşburnu gibi bodur ağaçlar da vardır. 1980´den sonra Orman alanı oluşturmaya yönelik çalışmalara rağmen hala tepeler çoğunlukla çıplak ve bozkırdır.
3-Yeryüzü Şekilleri: Dağlar Tepeler
Dağlar
Güneyinde Güllütepe, doğuda İlyasbaba, batıda Erenler dağı, kuzeydoğusunda Demirkapı dağı bulunur .
Tepeler
Köyün etrafını çevreleyen başlıca tepeler; Doğuda İlyasbaba, yine aynı mevkii de Mezgitli ve Semetseki tepeleri bulunmaktadır. Güneyde ise; Oltutaş ile Kayhan tepesi, batıda Elenkilit tepesi bulunmaktadır. Tarım arazisinin yoğunlukta olmasından dolayı batı kesimde pek fazla tepe bulunmamaktadır. Kuzey kısımda ise Karatepe ile Domuzlu tepeleri bulunmaktadır.
4-Sular: Dereler ve İçme Suyu
Dereler
İnlice sınırları içerisinde bahçelerin ve tarlaların sulanmasını sağlayan çeşitli dereler ve gölet bulunmaktadır. Bunlar Çarşak Deresi, Acıalma Deresi, Gayhan Deresi ve Kazanpınar Deresidir. Bu derelerden başka bahçelerin sulanmasını sağlayan İnlice Göleti bulunmaktadır.
a)- Çarşak Deresi Suyu: Çarşak Deresi Kayalı dağından doğmaktadır. Konya – Seydişehir ana yolu boyunca akan bu dere Erenkaya Göletini beslemektedir.
b)- Acıalma Deresi Suyu: Acıalma Deresi kaynağını Büyükketir Tepesindeki yaylalardan almaktadır. Acıalma deresinin suları kışın yağışla birlikte oldukça artmaktadır. Yazın ise kurumaktadır. Bu derenin suları köyün içerisinden geçer ve köyü ikiye ayırır.
c)- Kazanpınar Deresi Suyu: Kazanpınar Deresi Karatepe ve Sıçanlı bölgesinden doğmaktadır. Bu derenin sularıda yine kışın yağışlarla birlikte artmakta yazın ise kurumaktadır.
d)-Gayhan Deresi Suyu: Gayhan Deresi, İnlice’nin bahçelerinin büyük bir kısmının sulandığı İnlice Göletinin suyunu taşımaktadır. Göletin suyu Gayhan Deresi yardımıyla bahçelere akmaktadır.
e)-İnlice Gölet Suyu: 1983 yılı yatırım proğramında bulunan Konya – Meram İnlice köyü gölet sulama projesi 1984 yılında bitirilmiştir. Gölet yapımında esas gaye, İnlice Ovası ve çevresindeki yamaç arazide ziraat yapmak, aynı zamanda sel tahribatını önlemek ve erozyonu kısmen de olsa kontrol altına almaktır. Şüphesiz ki sulu ziraat sayesinde kıraç arazi değerlendirilecek, böylece bol ürün elde edilmesi sağlanacak, bu da bölge ekonomisine müsbet yönde etki edecektir.
İnlicelilerin bahçelerini suladığı göletten gelen su ikiye ayrılmaktadır. Suyun büyük parçası hendek arasındaki arazileri sular. Diğer parçası ise mezarlıktan, yapılan büyük borular sayesinde geçer ve Kösallı, Kocaderesi, Gölken, Dedecik ve Tozluca kısımlarını sulamaktadır.
İçme Suyu
Köy muhtarı İsmail Kuzgun ve köylülerden edindiğimiz bilgilere göre İnlice özellikle içme suyu konusunda herhangi bir sıkıntı çekmemektedir. Köylülerin söylediğine göre İnlice gelecekte Konya da su konusunda sıkıntı çekmeyecek yerlerin başında gelmektedir.
İnlice köyünün içme suları iki kaynaktan sağlanmaktadır. Bu kaynaklar Çamkuzu mevkii ve Kirazlıdere mevkiidir. Bu kaynaklardan köye bol miktarda su gelmektedir.
İnlice köyü sınırları içerisinde 150 civarında tatlı su çeşmesi bulunmaktadır. Köyün içerisinde ise 11 – 12 tane çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmeler kaynağını dağlardan alır. Aralarında tarihi çeşmeler vardır. Köyün içerisinde yer alan çeşmelerin yanında yalak denilen taşlar vardır. Bu taşlar ana yol üzerindeki handan getirilmiştir. Bu taşlar önceden çamaşır yıkamak için kullanılıyormuş şimdilerde ise daha çok hayvan sulamak için kullanılmaktadır.
B) NÜFUS
Osmanlı’da nüfus XV. ve XVI. yüzyıllarda yapılan tapu tahrirlerine vergi mükelleflerinin kaydedilmesiyle belli olurdu. İncelenmek istenen nüfus tahrir defterindeki “hane” den hesaplanmaktaydı. Bilim adamları “hane” deyiminden yola çıkarak bir evde kaç kişinin bulunabilineceğine dair farklı rakamlar ileri sürmüştür. İnlice nüfusunu bir hanede 5 kişi olduğunu farz ederek hesaplayalım:
1530 tarihinde İnlice’de 18 nefer 1360 hâsıl ve 6 hane bulunmaktadır. Buna göre köyün 1530 yılındaki tahmini nüfusu (hane*5) 30’dur.
İNLİCE’NİN CUMHURİYET DÖNEMİDEKİ NÜFUS DURUMU
YILLAR ERKEK NÜFUS KADIN NÜFUS TOPLAM
1935 450 877 1327
1940 777 899 1676
1945 840 925 1765
1950 837 956 1793
1955 832 1013 1845
1960 878 1014 1892
1965 921 1017 1938
1970 862 1007 1869
1975 820 916 1736
1980 850 922 1772
1985 792 815 1607
1990 1047 1104 2151
1997 920 970 1890
2000 680 704 1384
2007 524 557 1081
Türkiye İstatistik Kurumu Nüfus Verileri
Nüfus Hareketleri:
Kasabadan 1990-2000’li yıllar arasında yoğun bir göç yaşanmıştır. Göçler genellikle Konya ve İzmir’e olmuştur.Hala göçler devam etmektedir.Göç eden nüfus genelde genç nüfus olduğu için kasabada genç nüfus oranı azdır.En fazla göç İzmir’edir.Bunun nedeni İnlicelilerin genelde İzmir’De olmasıdır.İzmir’e ilk göç edenler pamuk taşımacılığı için gitmişlerdir.İlk göçler 1990 yılında başlamıştır.Belediye görevlisi (Tahsildar) Mustafa Duran’ın söylediğine göre 2000’li yıllarda İzmir’e göç eden gençler limanda çalışmaya gitmişlerdir .
Lâkaplar
1264(1848) HİCRİ YILINA AİT LAKAPLAR
AHMET EFENDİ MEHMET AĞANIN OSMAN
AKHASANOĞLU BÜYÜK HASAN MAHMUDBEYİNMAHMUD
ALİ ÇELEBİNİN HÜSEYİN MEHMET BEYZADE MEHMET
ALİ ÇELEBİNİN OSMAN MERZİYAOĞLU MUSA
ALİ CİNİN İDRİS MURTAZANIN AHMED
ALİ PAŞA MURTAZANIN MUSTAFA
BEKÂR ALİNİN SEYİT ALİ MURTAZANIN ÖMER
BEYDEN İBRAHİM MURTAZANIN HÜSEYİN
CEMALOĞLU MEMİŞ MURTAZAOĞLU MUSTAFA
CEMALOĞLU OSMAN MÜRSEL OĞLU OSMAN
CİLAOĞLU MEHMET MÜRSEL OĞLU BEKİR
ÇEMBERCİ MUSTAFA NURULLAH OĞLU
DEDEOĞLU SEYİT ÖMEROĞLU HASAN
DELİ AHMED’İN OĞLU VELİ ÖMEROĞLU MEHMET
DUL ÖMEROĞLU MÜRSEL ÖMEROĞLU OSMAN
EDECİKLİ OĞLU HASAN ÖMEROĞLU YUSUF
EMİR ALİ OĞLU SÜLEYMAN SAREOĞLU HÜSEYİN
EMİR OĞLU MEHMET SEKMEN OĞLU MUSTAFA
ESKİCİ OĞLU SÜLEYMAN SEKMEN OĞLU İSMAİL
EYÜBOĞLU YUSUF SEYİT MEHMET
GAVLUKOĞLU SÜLEYMAN SÜLEYMAN BEY
GÜLAHMETOĞLU MEHMET ŞABAN OĞLU MEHMET
GÜLVEZİROĞLU ABDULLAH ŞEYH OĞLU İSMAİL
GÜNİBİKÇİ BEKİR TANACI OSMAN
HACI ABDURRAHMAN ZADELER TATAROĞLU HÜSEYİN
TATAROĞLU MEHMET VEYSEL OĞLU MUSTAFA
TEKENİN MUSA VEYSEL OĞLU İBRAHİM
YUSUFUN HÜSEYİN VELİ OĞLU OSMAN
YATAĞANLI ABDURRAHMAN
GÜNÜMÜZDE İNLİCE’DE KULLANILAN BAZI LAKAPLAR
SOYADI LAKAP
ACAR SARILAR
AKBABA MEHMETALİLER
AKGEDİK ÇAKIRLAR
AKKA N KARALLER
AKKONAK ZABITALAR
AKKUŞ ÇAVUŞLAR
AKPINAR DERVİŞLER
ALKOÇ SÜLLÜLER
AY ZALİFLER
AYDEMİR BALCILAR
BAŞPINAR ABBANLAR
BAĞRIAÇIK GÖZLÜKLÜLER
BEKECE KARAGÖZLER
BOZKURT ABDİÇAVUŞGİL
BOZYİĞİT SADIKLAR
ÇAKAL ÇAKALLAR
ÇAKAR EĞİTMEN
ÇAYIR İMAMLAR
ÇAYIR KELEKÇİLER
ÇAYIR TAHİRLER
ÇAT BOYACI
ÇELİK HATIPLAR
ÇİMEN YÖRÜKGİL
ÇEVİK CÜLÜLER
DALGIÇ HESELER
DEMİROK HACIAHMETLER
DÖNMEZ KOCASÜLÜKLER
DURAN KARAŞEVKET
DURAN KİRMANLAR
EKEN HAMALBAŞILAR
EROL ADİLLER
GÖKTAŞ KABAKÇILAR
GÜMÜŞ KİRLİLER
GÜNAYDIN İBEKLER
GÜNDÜZ VEZİRLER
GÜRLER HALİLHOCALAR
GÜZEL DELALILAR
GÜZEL GÖÇOĞLANLAR
İNCE KADİRLER
İPEK HOCAGİLLER
KANDEMİR GURTLAKLAR
KARA KARABACAKLAR
KARAÇAMUR HAMDİLER
KARAKOÇ KOZLULAR
KAYAHAN KAMİLLER
KAYMAK GUTSİLER
KIZILTUĞ HUMMANLAR
KORU AVDANLAR
KUZGUN KOCAVELİLER
KURŞUN AYRANGEVEN
LALE SÜLLÜHASANLAR
LEYLEK AKSAÇLAR
METİN GÖVREKLİ
NARİN SOFULAR
PAPAĞAN BEKTAŞILAR
PARLAK İRAMLAR
SARIKÖSE KÖSELER
SELVİ YAĞCIALİLER
SERTTENEKE TENEKELER
SUSAM KADILAR
SÜMBÜL ELVANLAR
SÜSLÜ CİVCİVLER
ŞAHİN ÖMERÇAVUŞLAR
TAŞKIN KERİMLER
TEPE SÜLEYMANLAR
TOSUN HACIÖMERLER
TOSUN YAĞLILAR
TOTAN TOTANLAR
TUNÇ URGANCILAR
TÜFENK ÇİLÖMERLER
TÜRKASLAN KARAİMAMLAR
UÇAR GÖĞOĞLANLAR
ÜYÜK TURŞUCULAR
ÜZÜM İBİLLER
YARDIMCI İDRİSLER
YIKILMAZ ÖKSÜZLER
Sağlık
İnlice kasabasında sağlık ocağının bulunmadığı eski zamanlarla günümüzde sağlık ocağı açıldık sonraki zamanda sağlık konusuna verilen önem pek farklı değildir. Eskiden olduğu gibi günümüzde de kasaba halkı sağlıklarını ihmal etmekte hastalandıkları zaman hemen doktora gitmemektedirler. Çoğu kez doktora gitmek yerine eskiden beri süregelen bir takım formülleri uygulayarak hastalıklarını tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bunlardan bazıları; aydaş olan çocuğun köy yerlerinde ocak adı verilen evlere gidip okutulması, ya da hastalığın olduğu yere kendilerinin yaptıkları bir takım karışımları sürmeleri şeklindedir. Hastalıkların tedavisi için yapılan bu ve benzeri uygulamalar ayrı bir başlık altında incelenecektir.
İnlice kasabasında haftada 2 yada 3 gün hizmet vermekte olan sağlık Ocağı 10 sene önce açılmıştır. Sağlık ocağının haftanın 2 veya 3 günü açık olmasının sebebi ise İnliceliler’in hastalandıkları zaman hemen doktora gitmemesinden, tedavi yöntemlerini kendi usulleriyle yapmalarından ileri gelmektedir. Köy halkı genellikle çok acil durumlar olduğu zaman doktora gitmektedirler. Acil durumlar dışında sağlık ocağını kullanan pek az kişiye rastlanır.
Sağlık Ocağı 2 doktor, 1 sağlık memuru, 1 ebe, 1 ambulans şoförü ve 1 hizmetli ile hizmet vermektedir. Doktorlar şehir merkezinde yaşamakta ve haftanın belli günlerinde köyde bulunmaktadırlar. Bununla birlikte köy ebesi köyün merkezinde yaşamakta; köyde acil bir durum ortaya çıktığında müdahale etmektedir.
Köy halkıyla yapılan görüşmelerde köylünün eskiden olduğu gibi günümüzde de sağlığına gereken önemi vermediklerini, her hangi bir sağlık sorunu ortaya çıktığında bunu pekte önemsemediklerini ve bu konuda ihmalkâr davrandıklarını görmekteyiz. Ancak buna rağmen İnlice kasabasında geçmişten günümüze ciddi sağlık sorunları yaşanmamış, bulaşıcı hastalıklar görülmemiştir. Köy halkı sağlıklarıyla ilgili önemli rahatsızlıklar geçirmemişlerdir. Bunu da köy halkının beslenmelerine dikkat etmesine ve de köyün temiz bir havaya sahip olmasın bağlamak yanlış olmayacaktır.
C)GÖREVLİLER
Muhtar
Sözlükte “seçilmiş” anlamına gelen muhtar terim olarak “mahalle veya köyün işlerini yönetmek için atanmış/seçilmiş idareci” demektir. Lütfi tarihinden edindiğimiz bilgilere göre Türkiye´de muhtarlık adı altında ilk defa 1829 yılında Bilâd-ı Selâse (İstanbul, Üsküdar, Eyüp) mahallerinde bu teşkilat kurulmuştur.
“Muhtarlık teşkilatı taşrada ilk defa 1833 yılında kastamonu´da kurulmuştur. Aynı yılda Rumeli ve Anadolu´daki vilayet ve sancaklara gönderilen ferman ve mektuplarla teşkilatın buralara da kurulması istenmiştir. Ankara, Sivas, Aydın ve diğer Anadolu vilayet ve sancaklarında teşkilatın 1833 yılı içinde kurulduğunu Başbakanlık Arşivinde bulunan belgeler de doğrulamaktadır.
İnlice´de muhtarlık ilk kuruluşundan itibaren herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak şu andaki belediye binasının bulunduğu yerde eskiden köyün muhtar odası varmış. Muhtar her türlü işini bu odada halledermiş. 1956´da İnlice´ye belediyelik verildiği sırada bu oda da harap vaziyette bulunmaktaymış. Yapımını İller Bankasının gerçekleştirdiği belediye binasına en uygun yerin bu odanın bulunduğu yer olarak belirlenirken oda yıktırılmış ve açılan sahaya bina yaptırılmıştır. Buraya yapılmasındaki temel amaç, köy merkezinin oda çevresine toplanmış olmasıdır. Ulaşabildiğimiz kadarıyla İnlice köyü muhtarları şunlardır:
İsmail Acar, Haydar Demirok, Ömer Şahin, Abdi Yüce, Halil Gümüş, Tahir Çayır, İsmail Akgedik, Bahaddin Akgedik, Ahmet Doğan, Recep Karayıldırım, Ali Çelik, İsmail Çakır, İzzet Karaduman, Mehmet Öztürk, İbrahim Süslü, Ahmet Sarıkaya, Şakir Parlak, Şakir Yüksel, Yakup Çaylak, İsmail Kuzgun.
İmam
Namazda kendisine uyulan, başka deyişle cemaate namaz kıldıran görevliye imam denir. Büyük Cami İmamları: Sırasıyla Şevket Çayır daha sonra oğlu Ali Çayır, daha sonra da Kerim Küçükköse, Yüksel Koyuncu ve şuan görev yapmakta olan Ali Arı’dır. Küçük Cami İmamları: Yahya Hoca, Osman Kaygısız ve şimdilerde görev yapan Hüseyin Tunç’tur.
Muallim/ Öğretmen
İnlice kasabasında ilkokul 1931 yılında açılmıştır ve bu tarihten önce çocukların eğitim almalarını sağlamak amacıyla her hangi eğitim- öğretim faaliyetinin yapıldığı bir kurum tespit edilememiştir. 1931 yılına kadar çocukların sıbyan mektebinde ve de gençlerin zaviyelerde eğitim gördüklerine dair her hangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bununla birlikte 1931 yılında ilkokul açılana kadar, çocuklara köy odalarında okuma yazma bilen kişiler tarafından okuma yazma ve kuran bilen kişilerce de kuran dersleri verildiği tespit edilmiştir.
1931 yılında ilkokulun açılmasıyla eğitim öğretim işini öğretmen devralmıştır. Yaklaşık 70 öğrencisi bulunan ilkokulun ilk öğretmeni kayıtlara göre Selahattin Kemali’dir. Selçuk Üniversitesi’nde öğretim elemanı olarak görev yapan Zekeriya Bülbül ise 15 Eylül 1971 tarihinde İnlice köyünde görev yapmaya başlamıştır.
Bugün inlice ilköğretim okulunda 4 tane okul müdürü, 1 tane müdür yardımcısı bulunmaktadır. Ayrıca okulda; 5’i sınıf 2’si branş öğretmeni olmak üzere toplam 7 öğretmen görev yapmaktadır. Branş öğretmenlerinin branşları ise; fen bilgisi, İngilizce ve din kültürüdür. Aynı zamanda 2007- 2008 öğretim yılı için Türkçe, Sosyal Bilgiler, Matematik ve Beden Eğitimi öğretmenlerine ihtiyacı vardır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İLİM ADAMLARI
Ali AKPINAR
1 Mayıs 1963’te İnlice’de doğmuştur. 1967 yılında ailesiyle birlikte İnlice’den Konya’ya göç etmişlerdir. Sırasıyla Selçuklu İlkokulu, Mevlana Ortaokulu ve Konya İmam Hatip Lisesini bitirmiştir. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamlayan Ali Akpınar, yine aynı üniversitede Sosyal Bilimler Enstitüsünde yüksek lisans ve doktarasını yapmıştır. İnönü Üniversitesinde yardımcı doçentlik yapan Akpınar, halen Tefsir Anabilim dalı başkanlığı yaptığı Cumhuriyet Üniversitesinde Doçent daha sonra da Profesör olmuştur. Almanca ve Arapça bilmektedir.
KİTAPLARI:
1. Kur’an Aydınlığında Seyahat, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1998.
2. Kur’an Niçin ve Nasıl Okunmalı, Uysal Yayınevi, İstanbul 1998
3. Kur’ân’da Yer Adları/Kur´ân Coğrafyası, Fecir Yayınevi, Ankara 2002.
4. Kültür Dünyamızdaki Kur´ân Motifleri, Konya 2004.
5. Namaz Duaları ve Sureleri, Suffe Yayınları, İstanbul 1997
6. Bazı Aşır ve Surelerin Tefsiri, Konya 2002.
7. Kur´ân´a Bakışlar/Meal-Tefsîr, Zeyneb el-Gazâli´den çeviri, Uysal Yayınları, Konya 2003.
8. Peygamber Dua eder Gibi, Konya 2005.
9. Şehid Sahâbîler, Muhammed Fehmi´den çeviri, Esra Yayınları, Konya 1990.
10. Benim Amentüm, Konya 2004.
11. Kur’ân Tercüme Teknikleri, 48 sayfa, Sivas 2003
Mehmet ŞEKER
1947 yılında İnlice´de doğdu. 1955 yılında ailesiyle birlikte İnlice’den İzmir’e göç etmişlerdir. Öğrenimine ilkokul 2. sınıftan sonra İzmir’de devam etti. İlk, orta ve yüksek öğrenimini İzmir´de tamamladı. Daha sonra sırasıyla Manisa İmam-Hatip Lisesi Meslek Dersleri öğretmenliği ile İzmir Atatürk Lisesi Din Bilgisi dersi öğretmeliği görevinde bulundu. 1975 yılında Milli Eğitim Bakanlığının açtığı imtihanı kazanarak Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü İslâm-Türk Medeniyeti Tarihi dersi öğretim üyeliğine başladı. 1979 yılında İzmir Yüksek İslam Enstitüsü İslâm-Türk Medeniyeti Tarihi dersi öğretim üyesi ve Müdür Yardımcılığı görevine nakledildi. Adı geçen Enstitünün 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile 20 Temmuz 1982 tarihinde İlahiyat Fakültesine dönüştürülerek Dokuz Eylül Üniversitesine bağlanmasından sonra bu Fakültenin İslâm Tarihi Anabilim Dalı öğretim elemanı ve Dekan Yardımcılığı ile İslâm Medeniyeti ve Sosyal Bilimler Bölümü Başkanı olarak görevlendirildi. Bu görevlerinden 1984 yılında yurt dışına gittiği için ayrıldı. 1999–2002 tarihleri arasında ikinci defa dekan yardımcılığı görevini yürüttü. Hâlen aynı Fakültenin, İslâm Tarihi Anabilim Dalı başkanı ve öğretim üyesi olarak görevine devam etmektedir.
Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesine bağlı olarak sürdürdüğü doktora çalışmasını 23.10.1978 tarihinde tamamlayarak İslâm Kurumlan Tarihi dalında doktor unvanını aldı. 1983 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Yardımcı Doçent, 02.10. 1989 tarihinde de İslâm Tarihi, İslâm Uygarlığı ve Kültürü Anabilim Dalında Doçent oldu. 14.02.1995 tarihinde de Profesörlük payesine yükseltildi.
KİTAPLARI:
1. Selçuk İsâ Bey Camiî, İzmir,1970
2. Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, İstanbul 1973, Ankara 1984,1987, 1991, 1997
3. İslâm- Türk Medeniyeti Tarihi (Komisyon, Milli Eğitim Bakanlığı YAY-KUR Açık Yüksek Öğretim Ders Notları) Ankara 1976
4. İslâm- Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1981,1982 (Ziya Kazıcı ile birlikte hazırlanmıştır.)
5. İslâm’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, Ankara 1984, 1987, 1991, 1997
6. “İbn Batuta’ya Göre Anadolu’nun Sosyal Kültürel ve İktisadi Hayatı ile Ahîlik”, Ankara 1993
7. Başşehir Tunus’taki Türkçe Kitabeler, İstanbul 1994 (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı)
8. Gelibolu’lu Mustafa Âlî ve Mevâidü’n-Nefâis fî Kavâidi’l- Mecâlis adlı Eseri-Tahlil ve Tenkîdi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum,1978,I.,II. Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1997
9. Türk Medeniyeti Tarihi, Eskişehir 1999,2002 Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi, İlâhiyat Programı (Süleyman Genç’le birlikte)
10. Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, Ankara 2000,2001,2005
11. Türkiye Selçukluları ve Osmanlılarda Bir Arada Yaşama Tecrübesi, -Müslim ve Gayri Müslim İlişkileri-, Ankara 2001, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
12. Ali b. Hüseyin el-Amâsî ve “Tarîkü’l-Edeb”i, Ankara 2002, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını
13. Müslüman Coğrafyacıların Gözüyle Ortaçağda Türkler, (İbn Havkal, İstahrî,
Kudâme b. Cafer, İbn Fakîh, İbn Rusteh, El-Yakûbî, İbn Huzdarbih), İstanbul 2004
14. Türkistan’dan Anadolu’ya İnsan ve Toplum Hayatı, Ankara 2005
Muzaffer ŞEKER
1955 yılında İnlice’den İzmir’e göç eden bir ailenin çocuğu olan Muzaffer Şeker, 1961 yılında İzmir’de doğdu. Bursa Uludağ Universitesi Veteriner Fakültesinden 1986 yılında mezun oldu. 1987 yılında Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıp Anatomi proğramında doktoraya başladı ve daha sonra 1990 yılında İngiltere Leicester Üniversitesinde Doktora bursu kazandı. “İnsan Glomus caroticumlarında Morfometrik ve İmmunohistokimyasal Analizler” adlı tezini sunarak 1995 te Doktorasını tamamladı. Doktora eğitimi sırasında İsrail Telaviv Universitesi Sacler Tıp Fakültesi ile Birleşik Arap Emirlikleri Üniversitesi Sağlık Bilimleri ve Tıp Fakültesinde çalıştı (1992–1994). 1996 da Yardımcı Doçent olarak Selçuk Üniveristesi Tıp Fakültesine atandı. 03.02.1998 – 29.12.1998 tarihleri arasında Anatomi Anabilim dalı başkanlığı yaptı. 1996–2000 yılları arasında Selçuk Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdür yardımcılığı görevinde bulundu. 2000 yılında Doçent oldu ve 2006 yılından beri aynı üniversitede Profesör olarak görev yapmaktadır. Bilimsel ilgi alanları; gelişimsel anatomi, neuroanatomi, kardiovasküler ve klinik anatomi yanı sıra tıp eğitim teknikleridir. Anatomi ve Klinik Anatomi Derneği Yönetim Kurulunda 2002 den beri başkan yardımcısı ve saymanı olarak görev yürütmektedir.
ŞAİRLER
Nuri BAŞ
1930 yılında İnlice’de doğan şairimiz 16 yıl sonra buradan ayrılarak ailesiyle birlikte Konya’ya yerleşti. Konya’nın Bulgurcuk Tekkesi Kur’an Kursu’ndan Hakkı Özçimi Hoca Efendi’den hafız olarak mezun oldu. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Hacı İsa Efendi, Sıdkızade Ali Efendi gibi âlimlerden dini bilgiler ve kıraat dersleri aldı. Arapça, Nahiv, Fıkıh, Aka!id, Siyer gibi dini ilimler öğrendi.
Konya’nın müzik üstatlarından ve bir dönem Saadettin Kaynak’tan çeşitli ilahiler öğrendi. Avukat Mehmet Emin Bolay’dan Farsça ve Edebiyat , Hattat Şükrü Efendi ve Hattat Hüseyin Öksüz’den hat dersleri aldı.
İlahi, kaside, nat, munacat, marş gibi edebi ve musiki eserlerini çeşitli mekanlarda okudu. Şafak, Yeni Meram, Konya Postası, Yeni İstiklal, Merhaba gazetelerinde; Oku, İslam Düşüncesi, Altınoluk, Gözyaşı ve Ribat dergilerinde şiir ve makaleler yazdı.
Kervan, Meş’ale, Silsile, Nurlu Ufuklar, Hadis-i Şeriften Buketler isimli kitapları bulunmaktadır. Ayrıca son dönemlerde yazdığı Kelimeler Mana ve Mefhumları,Peygamber Efendimizin Sıfatları ve Esma-i Hüsna adlı eserleri de kitap olarak çıkma aşamasındadır.
Uzun bir dönem ticaretle uğraştıktan sonra 1992 yılında ticaretten ve fahri olarak devam ettiği Toptancılar Yeşil Cami imam ve hatipliğinden ayrıldı.
Büyük Selçuklu Eğitim ve Kültür Vakfı kurucularındandır. Hına devam etmekte ve zaman bukdukça çeşitli sohpetlerde bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Arapça, Osmanlıca, Hat dersleri vermektedir. Şimdilerde Mevlana caddesi Turistik çarşıda bulunan emekli bürosunda çalışmalarına devam etmektedir.
ZİKREDELİM ALLAH’I
Zikir Hakk’ı anmaktır,
Zikr edelim Allah’ı
Hak feyzine kanmaktır,
Zikr edelim Allah’ı
***
Zikir kalplerde nurdur,
Gönüllerde sürurdur.
Allah ile huzûrdur,
Zikr edelim Allah’ı
***
Zikir, kalpden yayılır,
Bütün vücûd ayrılır,
Tam ibâdet sayılır,
Zikr edelim Allah’ı…
***
Kulak ver bak, sema!, yer,
Bütün âlem, Allah der,
Kalbi, zikrullâh’a ver,
Zikr edelim Allah’ı
***
ÖMÜR BAHÇESİ
Ömür bahçesinin gülü solmadan,
Uyan ey kardeşim, gafletden uyan,
Fırsat elden gidip, hebâ olmadan,
Uyan ey kardeşim, gafletden uyan…
***
Varlığında senin, mânâlar dolu ,
Allah’ın yoludur, selâmet yolu,
Ahlâkça melek ol, temiz duygulu,
Uyan ey kardeşim, gafletden uyan…
***
İslâmı yaşayıp, imanla uyan,
Kur’ân’a tam sarıl, Allah’a dayan,
Hak uğrunda, cihâd sevdasıyla yan,
Uyan ey kardeşim, gafletten uyan.
***
Vazifen imanla amel, ahlakdır,
Yolun ve tavsiyyen, sabır ve hak’dır,
Bir anın cihadsız kalmayacaktır,
Uyan ey kardeşim, gafletden uyan…
FOLKLOR
Evlenme
Erkekle kadının, aile kurmak için kanunen birleşmelerine evlenme denir. İnlice’de eskiden erkekler 16 – 17 yaşına gelmeden evlendirilmezmiş. Şimdilerde ise erkekler 18 yaşını doldurmadan evlendirilmez. Eskiden evlendirilecek kızında 16 yaşında olmasına dikkat edilirmiş. Şimdilerde ise kızında 18 yaşını doldurması beklenmektedir.
Kız İsteme ve Söz Kesme
İnlice köyünde eskiden beri kız istemeleri genellikle köy içerisinden yapılmaktadır. Dışarıdan çok fazla kız istenmemektedir. Eskiden tanıdık olmaması nedeniyle dışarıya kız verilmezmiş. Günümüzde ise özellikle şehirlerde oturanlara kız verilmektedir. Bunun sebebi ise şehir hayatının çekiciliğidir.
Eskiden evlilik çağına gelen erkek çocuğa aileler kız arar, uygun bir kızı oğullarına önerirler ve oğullarının da onayını alınca kızı isterlermiş. Günümüzde ise evlilik çağına gelen erkekler genellikle ailelerine istedikleri kızı söylerler bunun üzerine aileler kızı istemeye gider.
Eskidende günümüzde olduğu gibi İnlice’de istenecek kızın evine sabahtan iki güngörmüş kadın gönderilirmiş. Bu kadınlar genellikle komşu ya da akraba olmaktadır. Bunlar kız evine akşama dünürcü geleceğini haber verir. Akşama erkek tarafı genellikle üç kişiyle kızı istemeye gider. Bu istemede erkek tarafından anne baba ve bir komşu ya da akraba yer alır. Kız verilinceye kadar gidilen tüm istemelerde damat götürülmez. Yine eskiden ve günümüzde olduğu gibi kız istemeye yatsıdan önce gidilmektedir. Erkek tarafı karanlık çöktükten hemen sonra kızın evine gider. Bunun sebebi ise herkes o saatte yemekte olduğu için, kimin nereye gittiğinin görülmemesidir.
İnlice’de kızlar ilk istemede verilmez. Kız verilecekse bile en az 3 – 4 kez istenmeye gidilmektedir. Sebebi ise kızın naza çekilmesi ve oğlan evine kızı vermeye dünden razılarmış gibi görünmemektir.
Kız tarafı kızı vermeyecekse bile olmaz deyip kestirip atmaz. Kızımız daha küçük ya da daha evlendirmeyi düşünmüyoruz gibi bahanelerle oğlan tarafına bu işin olmayacağını anlatmaya çalışır. Kızı vermeye niyetleri varsa biz bir düşünelim derler. Bunun üzerine oğlan tarafı 3 – 4 kez daha kızı istemeye gider.
Kız verilinceye kadar kız tarafı oğlan tarafına hiçbir şey ikram etmez. Oğlan tarafı da kızı istemeye giderken hiçbir şey götürmez. Üçüncü dördüncü istemede kız verildikten sonra damat tarafına bir şeyler ikram edilir. Eskiden şerbet ikram edilirken günümüzde çay, kahve gibi şeyler ikram edilmektedir. Kız verildikten birkaç gün sonra damatla birlikte oğlan tarafı ağız tadı yemeye gider. Ağız tadıyla birlikte nişan evresi başlamış olur.
Nişan
Eskiden bir isim altında toplanan nişan törenleri yokmuş. Nişan bazı törenlerin ardı sıra yapılmasıyla takılmış sayılırmış. Başta kız istenir, sonraları da söz kesilir, ağız tadı yenir, dua yapılır, ardından da el öpmesi adında törenler sırasıyla gerçekleşir ve genç çift nişanlı sayılırmış.
Nişan töreni, şerbet kız ve oğlan evinin birlikte anlaşacakları bir günde yapılır.
Günümüzde ise nişan adında tören yapıldığı gibi yine eskiden de olduğu şekilde kız istenimi, söz kesimi, ağız tadı, el öptürmesinin yanı sıra nişan bir isim altında yapılmaktadır.
Nişan töreni asıl olarak şu törenlerin ardı sıra yaşanmasıyla oluşur. Bunlardan ağız tadıyla başlayacak olursak ağız tadında kız istenir kız verilince aradan en geç 1 hafta geçmeden bu tören yapılır.
Eskiden ağız tadına 2-3 veya 6-7 kişi oğlan evinden kız evine gelirmiş kız evi sadece çay ikram edermiş.
Günümüzde ise ağız tadına oğlan evinden kalabalık bir grup gelmektedir. Ağız tadında refah seviyesinin yükselmesi ve yoksunluğun azalmasına bağlı olarak ikramlar çeşitlenmiş oğlan tarafının getirdiği lokum bisküvi elvan şekeri günümüzdeki ikramlık şekerler ikram edilmektedir. Kız tarafı da çay ve kahve sunmaktadır. Bunlar bir sinide toplanıp sonra da hep beraber yenmektedir.
Eskiden oğlan tarafı kıza bırakıntı yani hediye getirirmiş. Getirilen bırakıntılar 2 metre pazen kumaş, 2 tane çalık yani eşarp, elvan şekeri, alabilirlerse şalvarlık.
Günümüzde bu hediyeler yoksunluğun azalmasıyla oldukça çeşitlenmiş bunlardan bir kaçından söz edersek eşarp, elbise, ayakkabı, kenarları örülmüş havlular gibi devam etmektedir.
Oğlan tarafının getirildiği ve kız evinin de sunduğu ikramlar yenilip içildikten sonra ağız tadı maksadına ulaşır sonrada dağılınırmış.
Ağız tadından sonra köy ağzına göre dova yani dua töreni yapılırmış. Bu tören ağız tadından sonra pek gecikmeden ailelerin belirlediği bir tarihte yapılırmış. Bu eskiden nişanın yerine yapılan törendir.
Bu törene dua denilmesinin sebebi oğlan evinde dua günü verilecek olan şerbet hazırlanır. Bu şerbet kazanlarda soğuk suyun içine şeker ilave edilmesiyle yapılırmış. Ayrıca eskiden bu şerbete renk versin diye elvan şekeri atılırmış. Bu şerbet yapıldıktan sonra kazanların ağzı kapatılırmış. Sonra köyün hocası çağırılır ve hoca dua okurmuş. Dua okununca şerbetin ağzı açılır o an oğlan evinde yakın akrabalar ve komşulardan bir kaçı bulunurmuş onlara bu şerbetten ikram edilirmiş. Sonra şerbetin ağzı tekrar kapatılırmış. Bu törene dua denmesinin sebebi bu yapılan işlemlerdir.
Eskiden nişan yerine yapılan dua da sadece şerbet ikram edilirmiş. Şerbet tarçınlı bulunursa da limonlu da olabilirmiş.
Günümüzde ise şerbet yerine nişanlarda konsantre yani yoğunlaştırılmış meyve suları verilmektedir. Ayrıca lokum bisküvi ikramlık şeker sunulmaktadır.
Eskiden dua töreninde yapılan şerbeti dağıtmak ve kız evine götürmek için damadın teyze hala dayı amcasının erkek çocuklarından yani kuzenlerinden 6-7 veya 15-20 kişi seçilerek şerbetçi takımını oluştururlarmış. Bu şerbetçi takının arasından kahveci şeçilirmiş.4 Şerbetçi takımının kıyafetleri üzerlerinde çuva pantolon, çuva içlik, sarka adında yelek, başlarında fes, onun üstünde de ipek poşu, ayaklarında örgü tozluk çorap bulunan çuva urba adındaki giysileri giyerlermiş.
Dua ile ağzı açılan şerbet akşam güğümlere ve ibriklere doldurulurmuş. Şerbetçi takımı kız evine götürmek üzere ayrılan güğüm ve ibrikleri alırlar heybelerine koyarlarmış. Yanlarına bardaklarını da alırlarmış.
Şerbetçi takımı kız evine giderlerken silah atarlarmış. Kız evine vardıklarında kızevinde gelinin akrabaları ve kız arkadaşlarından oluşan gruptan birkaç kız bu güğümleri alıp kızevine dağıtırlarmış.5 Eskiden de günümüzde de olduğu gibi nişanda yemek verilmezmiş. Eskiden sadece kız evine gelen şerbetçi takımına yemek ikram edilirmiş.5
Yemek yenildikten sonra şerbetçi takımının içinden seçilen kahvecinin kız evinde yaptığı kahve içilirmiş.
Buarada oğlan evinden getirilen bardak ve kupalar kız evinden birileri tarafından saklanır ve oğlan evinden para, bahşiş istenip bardakların kurtarılması istenirmiş.
Gelin kız ve gelin kızın sözlü arkadaşları büyük urba denen kırmızı üzerine beyaz çubuk desenli kolları ve yakarlından aşağı inen yeşil şeritli, aynı desen şalvarı, sarka denen ceketi, başına çeki altın ve üstüne bürümet denen çiçekli eşarp onun üstüne de çalık denen bele kadar inen kırmızı örtü takılan büyük urbayı giyerlermiş.
Bu gelenek hala devam etmektedir. Günümüzde nişanlarda gelin kız ve sözlü kızlar bu kıyafeti giymektedirler.
Bu duada yüzük kaynana ve elti tarafında kıza takılırdı. Atiye Dönmez’e göre eskiden yoksulluk vardı ve altın yüzük hemen hemen takılmazmış. Genellikle gümüş ya da bakır yüzük takılırmış. Atiye Dönmez’e de gümüş yüzük takılmış.
Eskiden yüzük takımında kız ve erkek biraraya gelmezlerdi. Gelinin yüzüğüne kaynana ya da elti takardı. Erkeğin yüzüğünü de babası takardı.
Günümüzde ise nişanda kısa bir süreliğine damat bayanların eğlendiği yere gelir ve yüzüklerini hoca dualar okuyarak takmaktadır.
Damadın yüzüğünü kız tarafı, gelinin yüzüğünü de erkek tarafı alır. Bu gelenek geçmişte ve günümüzde de devam etmektedir.
Eskiden duanın akşamında şerbetler ve kahveler içilip, yemek yenip, yüzükler takıldıktan sonra gelin kızı arkadaşlarından biri evine götürürdü. Orda geç vakte kadar tabla çalınıp kaşık oynanırdı. Eskiden şerbetçi takımı ve kahveci şerbetleri verip boş kapları aldıktan sonra oğlan evine geri dönerlermiş. Oğlan evine dönerlerken de kız evinden 1-2 çiçek ve 2 bağlam süpürge götürürlermiş.
Oğlan evine gelindi mi damat odanın ortasına oturtulur içebildiği kadar şerbet ikram edilirmiş. Ardından şerbetçi takımından bir kişi omuzlarına biner damada sökül paraları diye bağırarak damattan bahşiş isterlermiş. Bahşişi alınca inerlermiş.
Sonra eğlenmeye başlarlarmış. Köyde tabla, cura, saz gibi müzik aletlerini çalmasını bilenler çalar davetlileri coştururlarmış.
Sonrada şerbetçi takımı ve damat başka bir eve giderlermiş. Hem damattan aldıkları bahşişi paylaşır, hem de dinlenirlermiş.
Sonrada kız evindeki ve oğlan evindeki davetliler dağılırlar dua töreni bitermiş.
Böylece nişanım asıl aşaması olan dua yani köy ağzıyla “dova” tamamlanırmış.
Daha nişan aşaması bitmedi. Şimdide duanın ardından el öptürmesi adında bir tören daha duadan kısa bir süre sonra gerçekleşirmiş. El öptürmesi kız evinde olan ve sadece bayanların katıldığı bir törendir. Ogün konu komşu, kız ve oğlan enin akrabaları okunur yani davet edilir. Gelin kız ve sözlü kızlar büyük urba adındaki kıyafeti giyerler.
Gelenlere sofralar kurulur. Eskiden verilen yemeklerde kuru ve kurutulmuş yeşil fasulye, taze fasulye, kurutulmuş kabak, taze kabak, bakladan yapılan yemekler, bulgur pilavı, ilane yani lahana ve yaprak sarması, yoğurt ve bamya çorbası, erik ve üzümden yapılan hoşaflar, sütlü yani sütlaç ve baklava olurmuş.
Günümüzde ise bu liste refah seviyesinin yükselmesiyle oldukça çeşitlenmiş. Saydıklarımızın yanı sıra pirinç pilavı, et yemekleri, hamur işi ve çeşitli şerbetli tatlılarla zenginleşmiştir.
Yemek yendikten sonra yemek sofrası kalkmadan ortaya boş bir sini getirilirmiş. Boş sininin içine bırakıntılar atılırmış.
Eskiden çiti denen kumaş, pazen, çalık, peşkir yani havlu, bürümet denen çiçekli eşarp, gücü yeten varsa şalvarlık getirilirmiş.
Günümüzde de bu adet devam etmektedir ve hediyeler oldukça çeşitlenmiştir. Eşarp, şalvarlık, mutfak eşyası bunlardan bazılarıdır.
Sonra eğlence olur tabla çalınıp kaşık oynanırmış. Günümüzde genelde müzik setlerinin çaldığı şarkılarla oynanmaktadır.
Gelin kızın akrabalarından biri kızlar kaçmasın birlikte eğlensinler diye kapıyı tutarmış. Sonra gelin kız sağdan ve kaynanasından başlamak üzere herkesin elini öpermiş.
Böylece nişanının son aşaması olan el öptürme töreni de biter artık kız nişanlı sayılırmış.
Günümüzün nişanları ise ağız tadı ile başlıyor. Günümüzde ağız tadında lokum bisküvi ikramlık şeker çay ve kahve ikram edilmektedir.
Günümüzde köyde nişanlar köyün belediye tarafından yapılan düğün salonunda yapılmaktadır. Bu nişanlar hoca eşliğinde ve dini bir sohbetle yapılanı ya da eğlenceli yani oynamalı olarak yapılanı da vardır.
Günümüzde de gelin kız ve sözlü kızlar büyük urba adındaki geleneksel elbiseyi giyerler.
Erkekler düğün salonunun aşağı katında, bayanlar ise bir yukarı katta bulunmaktadırlar.
Nostalji olsun diye tabla çalınıp kaşık da oynanırmış. Günümüzde teyp ve müzik setiyle oyun havaları ve popüler şarkılar eşliğinde eğlenilmektedir. Günümüzde düğün salonunda gelen davetlilere meyve suyu, lokum, bisküvi ikram edilmektedir.
Bayanların yanına yüzükler takılacağında damat gelir hocanın okuduğu duanın ardından yüzükleri takmaktadırlar. Kız ilk kaynanadan başlayıp kayın peder ve tüm akrabaların ellerini öpmektedir.
Damat da bu sırayı takip ederek ellerini öpmektedir.
Sonra gelin kız oynatılır ve gelin kıza para takmaktadırlar.
Nişana akrabalar çeşitli hediyeler getirirler. Yakın akrabalar çeyrek altın takarlar.
Akşam başlanır nişan geç saatlere kadar sürer ve sonra dağılınır.
Gelin kız arkadaşlarını evine götürür orda çetnevir denen kuru yemişler içecekler içilir eğlenilir ve o gece orda kalınır.
Kız evi nişandan sonra oğlan evine, damada, gayınna ve gaynataya dürü götürür.
Bu bohçanın içinde kaynanaya çalık şalvarlık kıyafetler kayın pedere gömlek çorap atlet, damada çorap gömlek atlet gibi daha çeşitlenebilen hediyeler bulunmaktadır.
Bu hediyelerin yanı sıra yemek de götürülür. Bakla sarma yoğurt çorbası börek veya gömbeden sadece biri götürülür.
Oğlan evinin üzerindeki yük hayli ağırdır. Düğün oluncaya kadar geçen bütün bayramlarda kız evine bayramlık götürülür. Kurban bayramında kurbanlık koç süslenerek yanında çetnevir düzülerek gönderilir. Ev görme, ev temizliği günlerinde gelin kız ve arkadaşları temizliğe yardımcı olmaları istenir ve çeşitli armağanlar verilir.
Böylece günümüzdeki nişanlarda sona ermiş genç çift nişanlanmış olur.
Mehr
Köyün ihtiyarlarına göre İnlice de başlık parası diye bir uygulama olmamış ve günümüz de de yoktur. Başlık parası yerine kıza mehr verilir. Altın, halı, kilim, yorgan gibi ev eşyası olabilmektedir. Bunların dışında mendue adı verilen uçlarına altın takılan başlıkda mehr olarak veriliyormuş .
Mehr olarak verilen halı ve kilim önceleri köyde dokunurmuş fakat günümüzde bu ihtiyaçlar ulaşımında kolaylaşması nedeniyle Konya’dan karşılanmaktadır. Mehr söz kesiminde belirlenir. Altın takmak mecbur eğer altın takılmazsa tarla verilebilir. İnlice’de mehr miktarı değişmektedir. Mehr 20 altınla 10 altın arsında değişiklik göstermektedir. 1958 de evlenen 75 yaşındaki Ömer Tosun Âlime Dalgıç’la evlenirken mehr olarak 25 sarı lira ve mendue takmıştır . 1945 yılında evlenen 76 yaşındaki Mehmet Bozkurt Emine Akgedik ile evlenirken 20 sarı lira ve gümüş bel kuşağı takmıştır . 1988 de evlenen 44 yaşındaki Mustafa duran ise 10 altın ve gümüş bel kuşağı takmıştır .
İnlice de eskiden günümüze karda gelen mehr geleneği gümüş bel kuşağıdır. Günümüzde de halen devam etmektedir, ayrıca altın olarak da günümüzde 9-10 altın mehr olarak verilmektedir .
Düğün
Eskiden İnlice de düğünler söz kesildikten en geç 1 yıl en erken 4-5 ay içinde güz aylarında yapılmaktaydı. Günümüzde de güz ayında yapılsa da yılın çeşitli dönemlerinde düğünlere rastlamak mümkündür. Eskiden düğünler genellikle Salı yada çarşamba gününden başlar Perşembe öğleden sonra biterdi. Gelinin Perşembe günü çıkarılmasının nedeni de dini inançtan ötürüdür. İslamiyet’e göre Perşembe günü dini açıdan önemli bir gündür. Perşembe günü cuma gününün arifesi olduğundan gelinin bu gün çıkarılması uygun görülmektedir. Zamanın ve şartların etkisiyle günümüzde düğünler Cuma günü başlar ve Pazar öğleden sonra sona erer.
Düğünün ilk günü erkek evinde et kesilir düğün için son hazırlıklar yapılırdı. İlk gün olmasından ötürü genellikle erkek tarafının yakınları ve komşuları düğünde bulunur düğün sahiplerine yardımcı olurlardı. Düğün için dışardan gelenler varsa bunlar düğün evinin yakın akrabalarında, komşularında ya da köy odalarında misafir edilirdi. İlk gece kendi aralarında eğlenir çetnevir yerlerdi. Düğünün ikinci günü bir erkeğe ‘yömiye’ verilir. Bu kişi köydeki her kapıyı çalıp ‘falancanın pilavı var’ diyerek köy halkını düğüne davet ederdi. Yine düğün sahiplerinin yakını olan bir ‘kadın’ tüm evleri dolaşır ve köyün kadınlarını pilava davet ederdi. Günümüzde de bu durum böyledir. Pilava herkes davet edildiği gibi davet edilen herkeste gelirdi. Gelmeyen ayıplanmaz ama daha sonra düğün sahibine mazeretini bildirirdi.
Pilavın kapağı imamın duaları eşliğinde ve kaynatanın pilavı pişirenlere verdiği bir miktar parayla açılırdı. Erkekler düğün gününün ikinci günü ikindi vakti kadınlar ise gelinin baba ocağından ayrılacağı günün sabahı yemek yerlerdi. Bu yemekte bulgur pilavı, et, kuru fasulye, ayran çorbası, hoşaf gibi yiyecekler olurdu. Şimdilerde ise bulgur pilavının yerini pirinç pilavı almış ve bu yemeklere bamya çorbası, yaprak sarması, helva gibi yiyecekler eklenmiştir. İçecek olaraktan soğuk şerbet ikram edilmekteydi. Günümüzde bu çeşitlenmektedir. Ayrıca eskiden bu yemek, düğün evinde verilmekteyken günümüzde ise genellikle düğün salonunda verilmektedir.
Yemek faslı bittikten bir vakit sonra gelin evine gidilir. Gelin evine gelen misafirlere şerbet ikram edilirdi. Bir vakit sonra kına merasimi yapılırdı. Gelin siyah çizgili ipli ipek giyerdi. Üzerine pullu yazma örtülürdü. Kınayı genellikle gelinin bir yakını yakardı. Başka birinin kına yakmasına pek sıcak bakılmazdı. Bunun nedeni büyüden ve muskadan korkulmasıdır. Eskiden kına evine sadece kadınlar giderlerdi. Ama şimdilerde erkekler de boy göstermektedir.
Kına merasiminden sonra takı merasimi başlardı. Erkek evi kıza gümüş kemer yapardı. Bu gücü yeten herkesin alması gereken bir takıydı. Bu kemer hâlen takılmaktadır. Bundan başka sekiz ila 15 arası mendune yada sandıklı dedikleri altın takarlardı. Muhtemelen bu altının ortası delikti. Günümüzde sarı altın takılmaktadır. Düğünün masrafları bütçeye göre olduğu gibi takıların az yada çok oluşu yine bütçeye bağlıdır. Takılar genelde geline takılırdı. Damada ise bir elbise takımı yapılır. Ayrıca günümüzde bazı akrabalar takı takmaktansa buzdolabı, çamaşır makinesi, kanepe yada yatak takımı gibi ev eşyaları almaktadır. Bu da daha önce konuşularak yapılan yeni bir adettir.
Bu günün sabahı ya da bir gün evvel kız tarafı daha önce hazırlamış olduğu ve içinde çorap,mendil, çalık,havlu, tozluk bağı gibi eşyaların konulduğu bir hediye bohçası hazırlardı. Bu bohçaya ‘dürü’ denmektedir. Bunu kız evinden birkaç kadın götürür. Erkek evi de bu hediyeleri karşılıksız bırakmak istemez ve getirenlere para verirdi.
Eskiden kadınlar ve erkeler ayrı mekanlarda eğlenirlerdi. Kadınlar kendi aralarında def çalıp şarkı söylerlerdi. Defi çalıp söyleyen kadınlara delikanlı başı denmekteydi. Erkekler ise Konya merkezden yada Seydişehir ilçesinden gelen ‘‘abdalların’’ cümbüş, cura kemençe, darbuka eşliğinde söylediği ‘Gök fasulye yedi bucuk lira, hem kaynasın hem oynasın’ gibi şarkılarla oynarlardı. herkes çalgıcı getiremezdi. Maddi olanakları yeterli olan aileler bu çalgıcıları getirirdi. Teknolojinin gelişimiyle birlikte bu çalgıcılara rağbet eden pek kalmamış onların yerini kaset çalarlar almıştır. Oynanan oyunlar ise, Konya havası olarak bilinen kaşık oyunlardır. Ayrıca deve oyunu da oynanmaktaydı. Bu oyun iki kişinin yerlere sürtünen bir çulun altına girmesi ve başına ot dolu bir tuluğun yapılmasıyla oynanırdı. Şimdilerde bu oyun oynanmamaktadır.
Kına gecesinden sonra düğünün üçüncü günü gelin, günlük kıyafetiyle, Allah’a ısmarladık demek ve helallik dilemek için akrabalarını dolaşırdı. Bu ziyarette varsa yengesi yoksa kız kardeşi yahut yakın bir akrabası bulunurdu. Ziyaretler sonlanınca, kız eve döner ve gelen misafir kadınlarla otururdu.
1-2 saat sonra erkek evinden gelini giydirmeye gelirlerdi. Gelini oğlan evinden elti yada damadın amca kızı yada dayı kızı bir odaya toplanan tüm kadınların önünde giydirirdi. Geline buluz, ve hurşidi yada meydane şalvarını daha önce giymiş bir şekilde giyinmeye dururdu. Sırasıyla sarka, enterik, alını, takkesini giydirirler. En son al cibindirik örtülür. Cibindirik kırmızı bir örtüdür. Gelinin üstüne örtülen bu bezin altına damadın yengesi de girer. Yani iki kişinin girebileceği şekildedir. Günümüzde de hemen hemen her düğünde bu al cibindirik giyilir. Fakat gelin Konya yada başka bir şehre gidecekse beyaz gelinlikte giydiriliyor. Güveyi de imam dualar eşliğinde giydirirdi. Güveyin kıyafeti bir pantolon ve gömlekten ibarettir.
Öğlen erkek tarafının diğer mensupları gelir. Kaynata, kapıyı tutan gelinin akrabalarına para verip kapıyı açtırır. Sonra o önde çelebi arkada içeri girerler. Gelin ve damadın yengesinin altında bulunduğu al cibindiriğin ucundan tutup gelini dışarı çıkarır. Bu arada çeyiz ata bindirilmeden evvel yine kız evinden birileri çeyiz sandığının üzerine oturur. Bunları çeyiz sandığından kaldırmakta kaynatanın görevidir. Kaynata bu görevini verdiği parayla tamamlamış olur. Oğlan evinin getirdiği çeyiz sandığının içini kız evi büyük ve küçük boyda seccadeler, çoraplarla el işi örgülerle, havlularla doldururlardı. Bunun yanı sıra 5-6 tane yastık,yünden minderler ve çeşitli ev eşyaları olurdu. Günümüzde bunlar aynen olmakta birlikte yün minderlerin yerini sünger minderler almıştır.
İmamın duasından sonra gelin yeni evine doğru yol alır. Silahlar patlardı. Gelin gözünde yaşlarla yeni ocağına kadar yola dökülürdü. Gelinin yürütülme sebebi ise günahlarının döküleceği inancıdır. Bir yandan gözyaşları bir yandan günahları dökülen gelin bir yandan da elindeki buğday tanelerini yollara bir bir döküp gittiği yere bereket götürürdü. Yolda çeyiz sandığını taşıyan atın urganından tutarlar ya da düğün alayının önüne ip gererler. Kaynata para vermedikçe yol vermezler. Günümüzde zaman zaman gelini arabaya bindirip götürülmektedir.
Gelin geldiği zaman damat sağdıcıyla birlikte evin damında bekler. Gelin kapıya geldiği zaman üzerinden aşağı leblebi üzüm nohut taneleri ve demir para atar. Bu da yine bereketi simgeler. Gelin tam kapı ağzındayken bu sefer de kaynanası yere içi su dolu bir toprak testi atar ve bu testi kırılır. Böylelikle hem ayağı uyurlu gelir hem de kaynanasından çekinmesi gerektiğini anımsamış olurdu.
Gelin eve girdikten sonra güveyi, çoban denilen yakın bir arkadaşıyla birliktr yakın akrabalarını ziyarete çıkar. Bu ziyarette sağdıçta yanında olurdu. Her ziyaretin sonunda yakın akrabaları cebine para sıkıştırırlardı. Damat bu ziyaretleri de bitirdikten sonra çoban olarak adlandırılan yakın arkadaşı tarafından alınır o gün yatsı namazına kadar misafir edilirdi. Bu misafirlikte damadın yakın arkadaşları da bulunurdu. Damat için yemek hazırlanır, çay ve kahve pişirilirdi. Gelinde bu arada evde olur gelen misafirlerin ortasına oturulurdu. Kolu komşu gelini görmeye gelir ve kimisi de oynamaya devam ederdi. Yatsı namazı eda edildikten sonra güveyi arkadaşları tarafından gerdeğe sokulurdu. Gelin güveyiden yüz görümlüğü almadıkça konuşmazdı. Bu yüz görümlüğü eskiden altınken şimdilerde paradır.
Gün ışıyınca sağdıç, güveyi alıp eve götürür. Evde yedirir içirir. Bu arada da gelinin akrabaları gelir. Damat Cuma namazından gelene dek gelinin yanında duru eğlenmeye devam ederler. Ama güveyi gelmeden de giderler. Böylelikle düğün sona ermiş olur. Günümüzde de İnlicedeki düğünlerde eskiye nazaran değişen pek bir şey yoktur. İnlice halkı bu adetlerini olduğunca devam ettirmektedir.
Kız Kaçırma
İnlice kasabasında eskiden olduğu gibi günümüzde de kız kaçırma olayına rastlanmamaktadır. Ancak bununla birlikte iki tarafında rızasına bağlı olarak kaçırma olayları geçmişte ve günümüzde nadir de olsa yaşanmıştır.
Az da olsa yaşanan bu kaçma olaylarının sebebi ise genellikle; ailelerin ve özellikle de kızın ailesinin bu evliliğe karşı çıkmasından ve erkek tarafını beğenmemelerinden ileri gelmektedir. Kızın ailesi kimi zaman karşı tarafın maddi açıdan yetersiz olduğunu düşündükleri için, kimi zamansa damat adayında aradıkları özellikleri bulamadıkları için kızlarını vermek istememektediler. Bazen bu nedenlere iki ailenin birbirleriyle olan olumsuz ilişkileri, bazen de gencin işsiz olması eklenmektedir.
Nitekim köyde yaklaşık 5 yıl önce yaşanan kız kaçırma olayı; ailenin kızlarını işsiz damat adayına vermek istememesinden ve bu sebeple evlenmelerine mani olmalarından kaynaklanmaktadır. Ailelerin karşı çıkması üzerine birbirini seven çift aralarında cep telefonu arayıcılığıyla anlaşarak kaçma olayını planlamışlar ve ertesi gün sabahın erken saatlerinde belirledikleri yerde buluşarak, şehir merkezine, gencin bir akrabasının yanına kaçmışlardır.
Köyde yaklaşık 1 yıl önce yaşanan son kız kaçırma olayında ise yine kızın ailesi kızlarını sevdiği gence vermek istememektedir. Bunun sebebi ise; gencin bedensel engelli olmasıdır. Köyde bir tanıdık vasıtasıyla tanışan çift birbirlerine ilk görüşte aşık olmuşlar ve genç erkek sevdiği kızı ailesinden istetmiştir. Ancak istediği cevabı alamadığından sevdiği kızla anlaşıp onu Konya merkez ilçesine kaçırmıştır.
Her iki kaçma olayında da aileler aradan belli bir süre geçtikten sonra evlatlarını affetmişler ve evlenmelerine izin vermişlerdir. Kaçan çiftler ise genellikle şehir merkezine bazen de komşu köylere kaçmakta ailelerinin kendilerini affetmesiyle köylerine geri dönüp buraya yerleşmektedirler.
Daha önce de belirttiğimiz gibi köyde zorla kaçırma olayı geçmişte ve günümüzde hiç yaşanmamıştır. Ancak İnlice kasabası sakinleri; civar köylerden birinde meydana gelen bir zorla kaçırma olayına şahit olmuşlardır. 74 yaşındaki Emine Çelik’ten aldığımız bilgilere göre; vaktiyle civar köylerden birinde yaşayan bir geç yine kendi köyünden bir kıza âşıktır ve kızı ailesinden istetmektedir. Ancak birkaç kez istetmesine rağmen red cevabı almıştır. Ailenin kızlarını gence vermemesinin sebebi ise kızın oğlanda gönlünün olmamasıdır. Ancak gencin kızdan vazgeçmeye niyeti yoktur. Öyle ki söz kez istemeye gittiklerinde kızın ailesine “siz gönül rızasıyla vermezseniz bende zorla kaçırırım” demiş ve bu sözünden birkaç gün sonra arkadaşlarıyla yaptığı plan çerçevesinde kızı evlerinin önünden zorla alıp dağa kaçırmıştır. Genç delikanlı, kızı dağlarda 2 gün alıkoyduktan sonra İnlice köyüne, buradaki bir yakınının yanına getirmiştir.
İnlice de kaldıkları bir haftalık süre zarfında genç, sevdiği kızın gönlünü almayı başarmış ve onu evlenmeye ikna etmiştir. Başta bu durumu kabullenmek istemeyen kızın ailesi ise kızlarının da gönlünün olduğunu görünce evlenmelerine müsaade etmişler ve bunun üzerine çift İnlice’den ayrılarak köylerine geri dönmüşlerdir. Ancak aile kızlarını affetse de bu çifte düğün yapılmamıştır. Edindiğimiz bilgilere göre zorla kaçırılan kız şimdi bu evliliğinde gayet mutludur ve 7 tane çocuğu vardır.
İnlice kasabasında yaşanan kız kaçırma olaylarının ardından aileler önce bu durumu kabullenemez ve evlatlarını affetmezler. Ancak aradan çok fazla zaman geçmeden yumuşarlar ve kızlarını bağışlarlar. Buna karşın inlice kasabasında kaçarak evlenen çiftlere sonradan düğün yapılmaz.
Bayramlar
Kaşgarlı Mahmud´un tesbitine göre bayram kelimesinin aslı Farsça berzem/bezrâm olup “sevinç ve eğlence günü” anlamına gelmektedir.
Bayramlar dini ve milli olak üzere iki grupta incelenir:
a-) Dini Bayramlar
Dini bayramlar denilince akla ramazan ve kurban bayramı gelmektedir:
İnlice´de ramazan bayramında hazırlıklar arefe gününden önce başlar. Ramazan ayı girmeden üç ayların içinde maddi durumu yerinde olan aileler etlik hazırlar. Etlik, beslenen küçükbaş hayvan yahut kurban bayramına kadar et ihtiyacını giderecek şekilde büyükbaş hayvandır. Bu eski bir uygulama olmakla birlikte günümüzde de uygulanmaktadır. Bu dönemde köy dışından anne ve babalarını ziyarete gelen İnliceliler bulunmaktadır. 82 yaşındaki Vehbi Çelik´ten aldığımız bilgilere göre çocukluğunda şehir dışında çalışan kişiler mevsimlik işçilerdi. Bu sebeple gelen çok azdı. Ahmet Aydın´dan aldığımız bilgilere göre ise şu anda İnlice dışında Konya, İzmir, Manisa, Aydın gibi yerlerde toplam 1500´e yakın hane bulunmakta ve bayram zamanlarında köy olabildiğine kalabalıklaşmaktadır. Durumu iyi olan ailelerin hazırladığı etlik Arefe gününe birkaç gün kala kesilir.
Arefe günü eskiden sabah erken kalkılarak bayram temizliği yapılırmış. Şimdi ise teknoloji nedeniyle temizlik daha çabuk olmakta ve ramazan ayında her an yapılabilmektedir. Bayram gününe hazırlık amacıyla durumu iyi olan aileler bu günde etin yanısıra sarma, dolma, çorba, baklava yaparlarmış. İnlice dışından gelen İnliceliler arefe günü ikindi vakti havanın durumuna göre akrabalarının mezarlık ziyaretine gidip fatiha okurlar.
Bayram günü sabah erkenden kalkılır.Erkekler sabah namazına camiye giderler.Ardından vaaz dinlerler. Bayram namazı vakti namaz kılarlar. Eskiden camilerde bayramlaşılır, tokalaşılırdı. Fakat köyün gençleri arasında camide bayramlaşıldığı için büyükleri ziyaret etmesek de olur şeklinde inanış yayılmış ve köyün gençleriyle yaşlıları arasında kopukluk meydana gelmiş. Yaşlılar bu yüzden camide eskiden tokalaşmak ve bayramlaşmak istememişler. Son dönemin cami imamları camide tokalaşmak geleneğini tekrar başlatmış. Camiden çıkıldıktan sonra topluca mezarlığa gidilir. Fakat toplu olarak girilmez. Hoca dışarıdan yasin,fatiha, ihlas, nas, felak surelerini okur ve dağılmak isteyenler dağılır. Dağılmayanlar yakınlarının başına gelerek ayrıca dua eder. Eskiden her mahallenin bir odası bulunur ve o mahalleli o odaya bayram günleri toplanırmış. Durumu iyi olanlar arefe günü hazırladıkları dolma, sarma, çorba, baklavayı odalarda büyüklü küçüklü, gençli yaşlılı, fakir zengin ayrımı olmadan birlikte yerlerdi. Şimdi bu gelenek kalkmıştır.Eskiden bayramlarda pişi pişirirlerdi. Pişi şimdiki bazlama dedikleri ekmeğe benzeyen tavada yapılan yağlı ekmektir. Bişirilen pişiler çoğunlukla çocuklara olmak üzere köylüye de dağıılırdı. Şimdi bu da kalkmıştır.
Kurban bayramlarında da ramazan bayramında yaşananların çoğunluğu uygulanmaktadır. Köylüler beslediği hayvanları dışarıdan gelen yakınlarıyla kesmektedir.
b-) Milli Bayramlar :
Okul müdür yardımcısı Osman Necmettin SELVİ’den aldığımız bilgiye göre belediye başkanı, mahalle muhtarları, öğretmenler, öğrenciler ve halkın katılımıyla okulda kutlanmaktadır. En fazla coşkuyla kutlanan törenler 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramıdır. Okunacak şiirler ve yapılacak törenlerin provası yaklaşık bir ay önce öğrencilere öğretmen tarafından yaptırılmaktadır. Kutlama sabah saatlerinde okulda başlamaktadır. Kasabalılar meydanda toplanıp okula giderler. Belediye Başkanı’nın konuşmasıyla başlar.Daha sonra öğrencilerin gösterileriyle devam eder.Müdür yardımcısı Osman Necmettin SELVİ geçen sene 23 Nisan’da öğrencilere yöresel kıyafetler giydirerek bir defile düzenlediğini söylemektedir.
Milli Bayramlarda halk evlerine, esnaflar dükkanlarına Türk bayrağı asıyorlar .
Aşure
İnlice kasabasında eskiden olduğu gibi günümüzde de aşure Muharrem ayı girince Cuma günleri yapılmaktadır. Ancak yine de köylü kadınlar aşureleri farklı günlerde yapmaya özen göstermekte, aşurelerini gün aşırı yapıp dağıtmaktadır. Bunun sebebi; herkesin evinde aynı gün aşure pişmemesini sağlayarak dağıtılmak amacıyla fazlaca yapılan aşurelerin bozulmasını engellemektir. Her hane yaptığı aşureyi kendi mahallesindeki komşularına dağıtır ve bu birkaç gün boyunca devam eder. Böylece her gün evlere taze ve leziz aşureler girmesi sağlanmış olur.
Köylü kadınlardan aldığımız bilgilere göre geçmişle bugün arasında aşurelerin yapılışı bakımından pekte bir fark görülmemektedir. Eskiden olduğu gibi günümüzde de köylü kadınlar aşurenin içine; erik, kayısı, incir, elma gibi meyve kuruları ile buğday, nohut Kuru fasulye gibi bakliyatlar katmaktadırlar. Bunun yanında İnliceli kadınlar aşurenin içine farklı olarak kıyma koyduklarını belirtmektedirler. Kıymanın aşureyi daha da güzelleştirdiğini söyleyen 72 yaşındaki Emine Çayır; kıymanın çok konulmamakla birlikte sadece tat katması için konulduğunu belirtmiştir. Önce tencerede kıymanın kavrulması ve sonra üzerine diğer malzemelerin eklenmesiyle elde edilen aşure; son olarak susam, ceviz ve nar ile süslenerek komşulara dağıtılmaktadır.
Mevlid
Köyde eskiden olduğu gibi günümüzde de mevlitler genellikle evlerde yapılmaktadır. Ancak bazı durumlarda isteğe bağlı olarak camilerde de yapıldığı görülmektedir. Genellikle mevlitlerin yemekli olacaksa evde, yemeksiz olacaksa camide yapıldığı görülmektedir. Evde yapılan mevlitlerde; yemekler gündüzden ev sahibi olan kadın ile ona yardım eden kardeş, görümce gibi yakın akrabaları tarafından hazırlanmaktadır. Eğer ev sahibinin yakın akrabası yoksa yemeklerin hazırlanmasına bazen komşularının yardım ettiği de görülmektedir. Hazırlanan yemekler genellikle; etli pilav, bamya ve yoğurt çorbası ile kara helvadır. Bütçesi olan mevlit yemeklerini biraz daha çeşitlendirip dolma, sarma, nohut, baklava, börek gibi ikramlarda da bulunabilmektedir.
Yemekler misafirlere akşam namazından ve mevlit okutulduktan sonra ikram edilmektedir. Yemekler “oymak” adı verilen sinilerde ikram edilir ve her siniye yaklaşık 8 kişi oturur. Yemekler yendikten sonra misafirlere şerbet ve lokum ikramı yapılarak tören sona erer.
Camilerde yapılan mevlitlerde de törenin bitiminden sonra misafirlere şerbet ve lokum ikramı yapılmaktadır. İnlice kasabasında mevlitler genellikle biri vefat ettiğinde vefatının 52. gecesinde, yeni bir ev alındığında, asker uğurlamasında ve hacca giden olduğunda okutulmaktadır. Bununla birlikte köyde bebek mevlitleri yapılmamaktadır.
Sünnet
Erkek çocuklarının üreme organının ucundaki derinin çepeçevre kesilme operasyonuna sünnet denir. Sünnet sırasında yapılan eğlencelere ise, sünnet düğünü adı verilir.
İnlice köyünde eskiden beri sünnetlerde herhangi bir eğlence yapılmamaktadır. Eskiden köye çocukları sünnet etmek için Konya’dan Abdal Hüseyin diye bilinen Hüseyin Tatlılar gelirmiş. Köyde mahalle mahalle dolaşarak sünnet olacak çocukları evlerinde sünnet edermiş. Sünnet edilen çocuğun ailesi tarafından Abdal Hüseyin’e havlu, çorap ve gönüllerinden koptuğu kadar para verilirmiş. Abdal Hüseyin ilkbahar ve sonbahar mevsimlerinde olmak üzere yılda iki kez köye çocukları sünnet etmeye gelirmiş. Eskiden sünnet olan çocuğa hiçbir şekilde para ya da altın takılmazmış. İnlice köyünde eskidende şimdi olduğu gibi çocuklar 0 – 5 yaşları arasında sünnet edilmekteymiş.
Günümüzde çocuklar genellikle Konya’ya doktorlara götürülüp sünnet ettirilmektedir. Bazen de 8 – 9 aile bir araya gelerek, köye sünnetçi getirip çocuklarını evlerinde sünnet ettirmektedirler. Günümüzde eskiden farklı olarak sünnet olan çocuklara akrabaları ve komşuları tarafından para ve altın takılmaktadır. Günümüzde çocuklar genellikle ilkbahar mevsiminde sünnet ettirilmektedir.
Cenaze Töreni:
Genç ölümlerinin dışında bütün ölümler doğal ve kaçınılmaz sayılır. Ancak hayırla anıldığında ölünün rahata ereceğine inanılır. Cenaze selası verildikten sonra halk cenaze evine gider.Çünkü köylülerine son görevlerini yapmak isterler.Erkeklerden bazıları ellerine kazma kürek alarak mezar kazmaya gider.Cenaze imam tarafından yıkanır ve abdest aldırılır.Köyün erkeklerinin çoğunun katılımıyla cenaze namazı kılınır.Önceden cenaze omuzlarda mezarlığa götürülürken günümüzde cenaze aracıyla götürülmektedir.Cenaze defnedildikten sonra cenaze evine gidilir ve Kur’an okunur.
Gelenlere dağıtılmak üzere bişi yapılır.Bişi hamurun kızarmış halidir.Uzaktan gelenlere yapılan bişi kıymalı olur.Cenazelerde yemek yapılmamaktadır.Bunun nedeni yemek yapılacak paranın öğrencilere ve fakirlere dağıtılmasıdır.
Cenazede İnliceliler birbirlerine çok bağlı olduklarını söylemektedirler.Göç ile Konya ve İzmir’e gitmiş olan İnlicelilerin büyük bir bölümü köyde cenaze olduğunda köye gelir.İnliceliler Derneği cenaze olduğunda bütün İnlicelilere kısa mesaj gönderir.Böylece herkes haberdar edilir .
İmece
Köyde kadınlar arasında imece daha etkin bir şekilde yapılmaktadır.
Bir evden asker gideceğinde yakın akraba konu komşu evde toplanır ve güdük denen hamur işi yapılırdı. Buna köy ağzında güdük çekme deniliyor.
Güdük süt yoğurt un ve yumurta karıştırılıp pohaçanın küçüğü şeklinde biçim verilerek yapılır ve üzerine yumurta sarısı susam ve çörek otu atılır. Sonrada eskiden kuzine sobaların fırınında günümüzde ise elektrikli ve tüplü fırınlarda pişirilmektedir.
Atiye Çelik’in zamanında güdük çekme düğünlerde de yapılırmış. Gelinin odasına konurmuş.
Yapılan güdük askerin çantasına katılıp “Allah güle güle kavuştursun denilir.”
Eskiden 1 kişi vefat edince 1 hafta sonra ölü evine yemek getirilirdi. Yoğurt ve bamya çorbası gömbe fasulye bulgur pilavı ak helva yapılır getirilirdi. Getirilen yemekler taziyeye gelenlerle oturup yenirdi. Kadınlar yine birleşip bişi yaparlar camide cemaate dağıtılırdı.
Günümüzde ise kişi vefat edince 2 gün sonra kadınlar toplanıp bişi yaparlar ve evlere dağıtmaktadırlar.
Düğünlerde ve nişanlarda konu komşu akrabadan yakınlar birleşip yapılacak işlere yardım etmektedirler.
Erkekler tarlada zorda kalanların hasadını birleşip kaldırmasına tarlanın sürülmesine yardım etmektedirler.
Köyde çok çok fakir birileri bulunmamaktadır. Yangın felaket gibi durumlarda toplanır gerekeni yaparlar ama evin hasarını akrabaları gidermektedir.
Oyunlar
İnlice köyünde eskiden oynanan fakat bugün unutulmaya yüz tutmuş bazı oyunlar oynamaktaydı. Bu oyunları köyün küçük çocukları ve gençleri oynamaktayken bazen büyükler de onlara eşlik edebilmekteydi. Köyde eskiden oynanan bu oyunların başında da; çelik çomak oyunu gelmekteydi. Bu oyun köyde şu şekilde oynanmaktaydı:
Daha çok açık alanlarda oynanan bu oyuna bazen büyüklerin de katıldığı olur. Bu oyunda iki ucu yontulmuş kısa bir tahta yani çelik ile 50 ´ 60 cm uzunluğunda bir sopa yani çomak kullanılır. Oyun oynayacak olanlar iki gruba ayrılırlar. Bir tarafın oyuncusu eksik olursa bir kişi iki kişi yerine oynar ve bu kişiye ´Eşi karnında´ denir. Her iki taraftan birer kişi seçilir ve bu seçilen kişiler çeliklerini uzağa fırlatırlar. Hangi oyuncu çeliği daha fazla uzağa atabilmişe o taraf oyuna başlar. Oyuna başlayan tarafa A takımı dersek B takımı oyuncuları karşı tarafa geçer. Böylece oyun başlamış olur.
Oyun başlarken yere küçük bir çukur açılır veya iki taş çeliğin boyu kadar aralıklı olarak yan yana konur. Oyuncu elindeki sopayla çukurun üzerine yerleştirdiği çeliği karşı B taraf oyuncularına doğru hızla atar ve sopayı yere bırakır. Eğer B taraf oyuncuları atılan çeliği havada yakalarsa hem sayı kazanırlar hem de çeliği kaptıran A takımı oyuncusu oyundan çıkmış olur. B takımı çeliği yakalayamadıysa, çeliği düştüğü yerden tekrar yerdeki sopaya doğru atarlar. Sopayı vurabilirlerse karşı A takımının oyuncusu yine oyundan çıkar. Vuramazlarsa A takımı çelikle sopanın arasındaki mesafeye bakarak B takımının bu mesafeyi kendi belirledikleri bir adımda almasını ister. Örneğin ´3 adımda al, 5 adımda al´ gibi. B takımında adımını büyük atabilen ve kendine güvenen bir oyuncu bulunmazsa, ya da bu adım sayısında çomaktan çeliğe ulaşamazsa A takımı adım sayısı kadar sayı alır. Eğer bu adımda yetişebilirlerse sayıyı B takımı alır. Oyunun başında kararlaştırılan sayıya ilk ulaşan takım oyunu kazanır. Bir sonraki oyuna kazanan taraf başlar. Köyde eskiden oynanan bir başka oyun ise “ gömme çelik” tir. Bu oyunun oynanış biçimi ise şöyledir:
Beş altı çocuk tarafından dışarıda yumuşak toprak zeminde oynanan bir oyundur. Her bir çocuk oyun alanında kendine bir köşe belirler. Tüm çocukların ellerinde birer sopa bulunur. Ayrıca tek bir küçük sopa da (çelik) vardır. Bir çocuk başka bir çocuğa çeliği atar, o da elindeki sopayla çeliği çeler. Çeliği atan çocuk çeliği almak için koşarken diğer çocuklar onun köşesine çukur kazıp sopalarını dikmeye çalışırlar.
Çeliği kapan çocuk da arkadaşlarının boş köşelerine çeliği bırakmaya çalışır. Herkes hem sopasını dikip hem de kendi köşesini korumaya çalışırken sopasını dikemeyen ya da köşesine çelik bırakılan çocuk bir sonraki oyunda çeliği atacaktır. Oyun sonunda belirlenen derinliğe ulaşan çukura (örneğin 30-40 cm), o köşeyi korumakla görevli oyuncu indirilir. Çukurun kenarında biriken topraklar içinde oyuncu olduğu halde doldurulur ve sıkıştırılır. Oyuncu burada tek başına bırakılır ve ona oradan çıkması için kimse yardımcı olmaz.
Dokuz Kiremit: Farklı büyüklükte dokuz taşın üst üste konulduğu bu oyun İki grupla oynanır. Bir grup taşları bekler, diğer grup elemanları sıra ile bezden sarılarak yapılmış yumruk büyüklüğünde bir topu atarak taşları devirmeye çalışır. Yığından taş yıkmayı başardıkları zaman kaçarlar. Bekçi olan grubun elemanları topu aralarında birbirlerine atarak kaçanları vurmaya çalışırlar. Vurulan oyundan çıkar. Kaçan grup elemanlarının hepsi vurulmadan taşları tekrar yığmayı başarırlarsa çul yapmış sayılırlar ve oyun yeniden başlar. Bu oyuna ilk önce kimin başlayacağı ise; arka ve ön yüzü birbirinden farklı olan bir tasın havaya atılması ile belirlenmektedir. Yere düşen taşın üst kısmını kim doğru tahmin etmişse oyuna ilk önce o takım başlamaktadır.
Köyde eskiden oynanan bir başka oyun ise “saya oyunudur” saya oyununa Çoban oyunu da denmektedir. Bunun sebebi bu oyunun genellikle köydeki çobanlar tarafından oynanmasından kaynaklanmaktadır. Genellikle koç katımı mevsimi demek olan kasım ayında oynanan bu oyunun kişileri üç ya da dördü geçmemektedir. Bu kişiler yüzlerini boyar, sırtlarına çuval giyer ve koyunların boynuna takılan çan ve zillerle köy sokaklarında dolanırlar. Çan ve zilleri takmalarının sebebi ise sürüyü temsil etmesidir. Çan hayvanların sürüden ayrılmasını engeller ve kaybolduklarından çobanın onların yerini kolayca bulmasını sağlar. Bunu temsil etmesi açısından da oyunculardan biri üzerine irili ufaklı bir sürü çan takar ve bu şekilde sürüyü temsil eder. Daha sonra oyuncular tolu halde sokak aralarında dolaşmaya başlar; çan sesleri ile kendi çıkardıkları yüksek seslerle her hangi bir kapının önünde dururlar ve koro halinde şu tekerlemeyi söylerler:
Saya saya sallı boya
Dört ayağı nallı boya
Saya geldi duydunuz mu
Selam verdi aldınız mı
Göğül göğül göğüldesin
Güğümlerin çağıldasın
Bir iki de bir iki
Ver ver diyen ablanın
Tas perçemli oğlu olsun
Vermem diyen ablanın
Kel başlı kızı olsun.
Bunun üzerine ev sahibi kadın oyunculara; un, bulgur, yağ gibi armağanlar verir ve oyuncular hediyelerini alıp bir başka kapıya doğru ilerlerler ve böylece oyun tekrar eder.
Günümüzde ise köylerde oynanan oyunlara baktığımızda çok fazla oyun oynanmadığını görmekteyiz. Ancak bununla birlikte köyün genç kızları kendi aralarında belirledikleri bir zamanda bir arkadaşlarının evinde toplanarak aralarında bazı oyunlar oynarlar. Buna ferfene adını vermektedirler.
Bu ferfenelerde kızlar bazen müzik çalara koydukları kasetlerle popüler müzikleri dinleyip dans etmekte, bazen de kendi aralarında küçük tiyatro oyunları yapmaktadırlar. Bu oyunlarda da genellikle televizyon dizilerinde izledikleri bazı sahneleri aralarında rol paylaşımı yaparak canlandırmaktadırlar. Rol paylaşımı yapılırken aralarında kura çekmekte kimin hangi rolü alacağını bu şekilde belirlemektedirler.
Tarımla İlgili İnançlar
İlk bulgur savrulduğunda besmeleyle kalburun altına taş konur. Bereketi Allahtan diye savrulur.
İlk hasat yapılacağında Allah rızası için iki rekat namaz kılınır.
Dikim yapılacağında tohum savrulurken “Bismillahirrahmanirrahim Allah’ım bereketini arttır” denilir.
Çocuklarla İlgili İnançlar
Aydaş olmak ocuğun zayıflaması, yürürken yürümez hale gelmesi, gücünden düşmesi hastalanmasıdır. Çocuk günden güne erir giderek hastalığı artar.
İnlice de aydaş ocağı Durmuşların evidir. Evin herhangi bir üyesi Fadime, Raziye Teyze, Demirci Ahmet ocak sahibi olarak aydaş olan çocuk için gerekenleri yapar.
Aydaş olan çocuk aydaş ocağına götürülür. Ortaya bir saç ayağı onun üstüne de büyük bir tencere konur. Çocuk bu tencerenin içine oturtulur. Tencerenin altına 3-4 çalı çırpı konur. Çalı çırpının yerini ocak sahibi değiştirir pişiriyormuş gibi yapar.
Ocak sahibine sorulur:
Nörün nene?
O da aydaş pişiriyorum der.
Sonra tekrar sorulur:
Pişirebiliyor musun nene?
O da hem pişiriyorum hem şişiriyorum der ve bunu 3 kez tekrar eder.
Buarada sanki yanıyormuş gibi tencereyi çevirir. Altındaki çalı çırpının yerini değiştirir. Bu işlemi 3 kez tekrarlar.
Sonra çocuğun çamaşırları 3 gün ters giydirilir. Bunu yapmadaki amaç hastalığın dışına çıkması fırlayıp gitmesi ve çocuğun iyileşmesi içindir.
Aydaş olan çocu şu işlem yapılır. İki tarla sınırı arasına kaplumbağa konur. Kaplumbağanın üstüne kalbur konur. Kalburun üstüne de çocuk oturtulur. Çocuk yıkanır. Çocuk yıkanırken ayetler okunur. Amaç çocuğun hastalığının kaplumbağa üstüne dökülmesidir.
Aydaş olan çocuk deve kemiğinden geçirilir.
Aydaş olan çocuk Hasanşıh köyündeki tekkeye yatırılır.
Çocuklar bronşit olunca ortası delik olan dumağı taşından geçirilir.
Nazar değen çocuğa kurşun döktürülür. Kurşun dökme işini göyreklerin Lütfiye Metin yapar.
Ocağı yada tüpü yakar. Tavanın içine kurşunu döküp eritir. Çocuğun başının üstüne örtü tutulur. Örtünün üstüne kalbur konur. Kalburun içine tarak, ekmek ve bıçak konur. Sonrada kalburun içine su dolu kabı koyarlar. Kabın içine kurşunu dökerler. Bu işlemler takip edilerek 3 kere gün aşırı kurşun dökülür.
Nazar değen çocuğa mavi eski yani mavi bir bez, soğan kabuğu, iğde, arı peteğini köze atılır. Dumanın üstüne nazar değdiğine inanılan çocuk eğilir. Dumanı içine çeker. Kor söndükten sonra suyunu içirirler. Suyuyla çocuğu sıvarlar. Kalan suyla koru ayak değmeyen bir yere mesela ağaç dibine dökerler.
Yine nazar değen çocuğa iğde soğan kabuğu mavi eski süpürge yüzerlik yakılarak tütsü yapılır. Ayetler okuyarak çocuğa tütütülür.
Çok ağlayan çocuğa üç yol ayırdımından çalı çırpı toplanır. Çocuğa nas felak gibi sureler okunur.
Çok ağlayan çocuğa Cuma günü sela verildiği sırada akrabadan olmayan bir kadın çağırılır. Bu kadın çocuğun babasının ayakkabısını çocuğun yüzüne ağlayıncaya kadar çarpar ve vurur. Ayakkabıyı çarparken de izin Allah’tan sebebi bu olsun, der.
Çocuğun yanına kırkı çıkana kadar korkutmasınlar diye besmele çekilerek hasır ipi veya bıçak konur.
İki tane loğusa kadın bir araya gelirse ocuklarının kırkının karışacağına ve aydaş olacağına inanılır. Kırkı karışınca kadınlar aralarında dikin iğnesi, çatal iğne veya toka değişirler.
Hamile bir kadın beğendiği ve güzel bir çocuğa bakarsa çocuğunun ona benzeyeceğine inanılır.
Yeni doğan çocuk annesini emmeden ağzına bal lokum şeker gibi tatlı bir şey verilir. Bunu çocuğun ömrü rahat ve tatlı olsun diye yapılır.
Bebek doğunca emzirilmeden kulağına ezan okunur. Kulağı ezanla açılsın dindar olsun diye bu yapılır. Kız çocuğunun göbeği düşünce göbeği bacaya veya kapının üstünde bir koğuğa sokulur. Kız evcimen olsun dışarıya çıkmasın diye bu yapılır.
Oğlan çocuğunun göbeği de cami avlusundaki duvarın koğuğuna sokulur. Dindar olsun diye bu yapılır.
Bir evde bebek doğdu mu o evden bebeğin kırkı çıkana kadar hiçbir şey verilmez. Verildiğinde bebeğin aydaş olacağına inanılır.
Bebek aynaya bakarsa şaşı olacağına inanılır.
Bebeğin tırnağı kesilip babasının cebine konur. Bunu çalarsa sadece babasından çalsın diye yapılır.
Çocuklar yere sık sık düşünce düşmesin diye iki ayağına ip bağlanır. Çocuğun yanında annesi durur. Akraba ya da komşulardan iki kişi odanın çevresinde koşar ve kim önce gelirse ipi koparır. Ocuğun annesi ipi koparan kişiye para verir. Kösteği kırıldı artık çocuk yere düşmeyecek denir.
Yürüme güçlüğü çeken çocuğu eskiden sürek kağnısıyla günümüzün bebek örümcekleri gibi bununla yürütürlermiş.
Hastalıkların Tedavisine Dair İnançlar
Eskiden olduğu gibi günümüzde de kasaba halkı sağlıklarını ihmal etmekte hastalandıkları zaman hemen doktora gitmemektedirler. Çoğu kez doktora gitmek yerine eskiden beri süregelen bir takım formülleri uygulayarak hastalıklarını tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bu formüllerden bazıları ise şunlardır:
Aydaş hastalığına yakalanan yani nazar değdiği için zamanla zayıflayan ve yürüyemez hale gelen çocuğun iyileştirilmesi için aydaş ocağına götürülür. İnlice köyünde aydaş ocağı Durmuşların evidir. Ev sahibi kadın aydaş olan çocuğu evin içinde bulunan taşlardan yapılmış ocağın üstünde bulunan büyükçe bir tavanın içine oturtur. Tavanın altına da sanki ateş yanıyormuşçasına çalılar koyar. Ara sıra çalı koyma işlemini devam ettirir ocak sahibi. Daha sonra evde bulunan diğer kadınlar ocak sahibine “ ne örün nene?” diye sorarlar bunun üzerine ocak sahibi olan kadın da der ki “aydaş pişiriyorum” kadınlar yine sorar “ pişirebiliyor musun peki” ocak sahibi de kadınlara “ hem pişiriyorum, hem şişiriyorum.” Diye cevap verir. Bu konuşmalar yapılırken ocak sahibi bir taraftan da tavayı çevirmektedir.
Bu işlem yapıldıktan sonra çocuğa iç çamaşırları ters bir şekilde giydirilir. Bunun sebebi çocuğun hastalığı dışına çıksın, hastalık çocuktan gitsin diyedir.
Nazar değdiği için hastalandığına inanılan kişiler doktor yerine genellikle Göyreklerin Lütfiye’sine götürülür ve burada nazar değen kişiye kurşun döktürülür. Kurşunu dökmek için öncelikle sobada ateş yakılır ve kurşunlar burada eritilir. Daha sonra bu kurşunlar nazar değen kişinin başına bir örtü tutulduktan sonra içi su dolu bir leğene dökülür. Kursunda meydana gelen gözeneklerden ise kişiye büyü yapılmış olabileceği yada göze geldiği sonucuna varılır. Bunun üzerine nazar değen kişinin başına bi tepsi konulur. Bu tepsinin içinde de ekmek, tarak, bıçak konulur. Neden ekmek, bıçak ve tarak konulduğu bilinmemektedir. Bu işlem 3 yada 4 gün boyunca devam eder ve kişinin böylece sağlığına kavuşturulduğuna inanılır.
Nazar değdiği için hastalandığına inanılan kişi için yapılan son tedavi yöntemi ise onu fasıllar köyündeki deve kemiğinden geçirmektir. 45 yaşındaki Nazlı Çelik’ten aldığımız bilgilere göre deve kemiği fasıllar köyünde bulunmaktadır. Eskiden ulaşım fasıllar köyü üzerinden devlerle sağlandığı için ölmüş bir devenin kemikleri hala orda bulunmaktadır. İşte hasta olan kişi yakın akrabalarıyla birlikte buraya gelmekte ve burada deve kemiğinin içinden geçmektedir. Böylece hastalıklarını deve kemiğine bırakıp sağlığına kavuşacağına inanılmaktadır.
Bronşit hastalığına yakalanan kişi köyün yakınlarında yer alan dumağı taşı denilen bir taşın olduğu yere götürülmektedir yakınları tarafından. Dumağı taşı ortası bir kişinin geçebileceği genişlikte bir deliğe sahip olan büyükçe bir kayadır. İşte bronşit hastası olan kişi bu delikten geçer ve böylece hastalıktan kurtulacağına inanır. Hasta delikten geçerken kimseden yardım almaz ve orada bulunanlarda sadece dua ederler.
Elde siğil çıktığı zaman köylüler Süllüler’in Hüseyin hocaya gitmektedirler. Hüseyin Hoca bir kağıda dua yazar ve bunu siğil çıkan kişiye verir ve siğil birkaç gün içinde iyileşir.
Basur hastalığında sütlük adı verilen bir ot sürülür. Bu ot acıyı kessin diye sürülmektedir.
Egzama olan kişi de yine hocaya götürülmekte ve hoca da egzamanın çıktığı yere bazı dualar yazmaktadır. Dua egzama nerde oluştuysa oraya yazılmaktadır. Yazının çıkmasıyla birlikte hastalığında geçeceğine inanılmaktadır.
Köylüler vücutlarının her hangi bir yerinde meydana gelen ağrılardan kurtulmak için ağrının meydana geldiği yere “bise” adı verilen bir merhem sürmektedirler. Bu merhem köylülerin dediğine göre çeşitli bitkilerin karıştılımasıyla elde edilmektedir ve onlar da içinde ne olduğunu tam olarak bilmemektedirler. Çünkü “biseyi” kendileri yapmayıp köye ara sıra gelen bir satıcıdan almaktadırlar.
Kabakulağa dağ eriğinin iyi geldiğini düşünen köylüler çocuklar bu hastalığa yakalandığı zaman dağ eriğini yumuşatıp kulağa koymakta ve üzerini de bir bezle sarıp bunu birkaç gün tekrar etmektedirler. Böylece hastalığın tedavi edildiğini düşünmektedirler.
Yine köyde farklı bir tedavi yöntemi olarak kızamık olan çocuğa tatlı yedirmektedirler. Böylece hastalığın çocuktan biran önce çıkacağını ve ateşinin düşeceğini düşünmektedirler. Son olarak köylüler boğazları ağrıdığı zaman, ağrıyı hafifletmesi için pekmez içmektedirler.
Değişik Konulara Dair İnançlar :
Çocuğun eğilerek iki bacağının arasından arkaya bakması durumunda misafir geleceğine inanılır.
Sağ el kaşındığında para geleceğine, sol el kaşındığında para gideceğine inanılır.
Yemek yerken önündeki ekmek bitmeden başka bir ekmek alınması halinde misafir geleceğine inanılır.
Sağ kulak çınladığında hakkında iyi şeyler söylendiğine, sol kulak çınladığında da hakkında kötü şeyler söylenildiğine inanılır .
Akşam tırnak kesilmez. Uğursuz olduğuna inanılır.
5 taş oyunu oynandığında yağmur yağacağına inanılır.
Mezarın üzerine şeker konulduğunda ölünün rahat edeceğine inanılır.
İki bayram arası düğün yapılmaz. Uğursuz olduğuna inanılır.
Sarılık olan kişinin kulak memesinden kan alınarak kişiye yutturulur ve böylece sarılığın geçeceğine inanılır.
Kapı eşiğinde oturulmaz. Uğursuz olduğuna inanılır .
Giysiler
a-) Erkek Giysileri
Köyün ihtiyarlarına sorulduğunda İnlice’ye ait yöresel bir kıyafetin bulunmadığını söylüyorlar. İnlice köyünde erkekler önceden keçi kılından dokunmuş olan uzunluğu dizlerin biraz altında olan şalvara benzeyen külot pantolon giyerlermiş. Milli bayramlarda ise cepken, fes, tozluk, ketenden dokunmuş olan çuva giydiklerini söylemişlerdir .
Ayakkabı olarak da sığır derisinden yapılmış olan çarık giymişlerdir. Günümüzde köyün ihtiyarları mest ve lastik ayakkabı giymektedirler. Ayrıca pantolon olarak da günümüzde de yaygın olan kumaş pantolon giyilmektedir. Gençler ise kundura giymektedirler .
b-) Kadın Giysileri
İnlice kadın giysileri bakımından oldukça renkli ve çeşitli bir yerdir. Yöresel kıyafetlerinin çizgilerini hala korumaktadırlar.
İnlice de kınalarda ipli ipek takım, nişan ve düğünlerde büyük urba ve meydanî giyilmektedir. Bu gelenek geçmişte de günümüzde de devam etmektedir
Bu elbiselerden bahsedecek olursak
Enteri: kırmızı üzerine beyaz dikine çubuklu dizlere kadar uzun kol uçları ve yakalarının kenarlarından aşağı kadar uzanan sarı ve yeşil şeridi bulunan kıyafettir.
Gelin şalvarı: aynen enterinin devamıdır. Kırmızı üzerine dikine beyaz çubukludur. Yanlarından şimden örülmüş iple işlemeleri vardır.
Sarka: ceket anlamındadır. Siyah ana rengin üstüne gümüş ve altın rengi sim örgülü yıldız şeklinde mavi sarı kırmızı desenleri vardır.
İpli ipek şalvar: koyu sarı üzerine siyah dikine çubuklu şalvardır.
Hurşidi: bir şalvardır. Kırmızı, lacivert, yeşil, sarı, kenarları altın yaldızlı iple örülmüş işlemelidir. Kuşak kısmı vişne çürüğü rengindedir. Hurşidi gelin olduktan sonra giyilir.
Eskiden de günümüzde de özel günlerde bunlar giyilmektedir. Kına günü ipli ipek şalvar, enteri ve sarka, düğün ve nişanlarda da büyük urba enteri gelin şalvarı ve sarka giyilmektedir.
Gelin alı yanları pullu olur ve gelin olunca kıza takılır.
Bir de ak örtü vardır. Ak örtüyü de gelin misafirliğe giderken kıyafetleri görünmesin diye üstüne örter.
Hurşidi evli bayanların ve günümüzde günlük kıyafet olarak giyilmektedir.
Bir de İnlice’de etek hemen hemen hiç giyilmemekte çünkü ayıp karşılanmaktadır. Küçük kız çocukları dahil tüm bayanlar şalvar giymektedir. Belediye başkanın kızı Ayşenur Yuca köye ilk geldiklerinde alışkanlık olduğu için etek giymiş ve insanların sürekli ona baktığını söylemektedir. Günümüzde özellikle kadife şalvar İnlice de tercih edilmektedir.
Dostları ilə paylaş: |