İnsanlık Anıtı



Yüklə 77,43 Kb.
tarix01.11.2017
ölçüsü77,43 Kb.
#25840

İnsanlık Anıtı” Üzerinden Kars’a Bakmak



Pelin Başaran
Kars’ta, Kars Kalesi’nin karşısındaki Üçler Mahallesi tepesi üzerinde 2006 tarihinde yapılmaya başlanan ve tüm soykırım anıtlarına karşı insanlığı ve barışı temsil edeceği öne sürülen İnsanlık Anıtı’nın yapımı, 2009 yılında Erzurum ile Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından anıtın SİT alanında yer aldığı gerekçesiyle durduruldu.
Dönemin Adalet ve Kalkınma Partili (AKP) Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun önerisiyle, heykeltıraş Mehmet Aksoy tarafından yapılması öngörülen heykel şimdiki haliyle karşı karşıya bakan iki insan figüründen oluşuyordu. Bu figürlerden biri diğerine elini uzatıyordu; fakat, uzanacak bu el halihazırda, yıkım kararından dolayı henüz heykele monte edilememiş halde yerde duruyor. Heykel tamamlansaydı heykelin alt kısmında yaş döken bir göz figürü yer alacak, içinden sürekli su akıtılacak, heykelin üzerine Kafkaslar’dan görülmesi için lazer ışığı konulacak, ayrıca heykelin önüne etkinliklerin düzenleneceği bir de amfitiyatro yapılacaktı. “İnsanlık Anıtı”nın 35 metre yüksekliği ile Türkiye’nin en yüksek heykeli olması planlanıyordu.
Kars’a yaptığım ziyaretlerde1 anıtla ilgili sorular sordukça, anıtın çok farklı algılandığını ve hikâyenin değişik şekillerde anlatıldığını, sonuçta her yerde ve her zaman olduğu gibi, bir heykelin asla sadece bir heykel, bir sanat eseri olmadığını fark ettim. Bu nedenle, yüksek oranda iç göç veren, üstelik bir sınır şehri olan ve yoksulluğun gün geçtikçe arttığı Kars’ta neden bu anıtın yapılmaya başladığını ve sonrasında neden yıkılmak istendiğini araştırmak istedim. Bu araştırma kapsamında, süreci doğrudan ve dolaylı etkileyen aktörlerle, yerel sivil toplum temsilcileriyle ve esnafla mülakatlar yaptım ve ulusal ve yerel gazeteleri taradım. Aşağıda okuyacağınız yazı bu araştırmanın ilk sonucu olup bir heykelin anlamı ve algılanışı üzerine bir tartışma sunmayı ve bir kentin yerel kültür politikalarının birçok değişkene bağlı olarak geçirdiği evrelere dair ipuçları vermeyi amaçlıyor.
İlk bölümde bu heykelin Kars’ta yapılmasının nedenlerine değinirken, ikinci bölümde heykelin anlamı, temsili ve algılanışı üzerine yoğunlaşacağım. Yola çıkarken sorduğum kimi sorulara; bu heykel neyi hatırlatıyor, neyi unutturuyor, bir kentin hafızası kentteki kültür ve sanat pratiklerini nasıl etkiler, yanıt bulmaya çalışacağım.

Bir Serhat Kenti Kars
Sokaklar ve meydanlar neden boşalıvermeye başladı birdenbire ve neden herkes, düşüncelerinde kayıp, tutmuş yollarını evlerinin? / Çünkü artık gece ve barbarlar gelmedi. / Ve sınırlardan gelen erkekler barbarların artık olmadığını söylüyorlar. / Ve şimdi, ne olacak barbarların yokluğunda halimize? /Bir tür çözüm gibiydiler. (Kavafis, 1997).
Başlığını Kavafis’in bu şiirinden alan Coetzee’nin etkileyici romanı Barbarları Beklerken, adını bilmediğimiz bir imparatorluğun küçük bir sınır kentinde geçer. Romanın kahramanı olan yargıcın kurduğu düzen, imparatorluğun özel bir ordusunun sınırın diğer tarafındaki barbarların imparatorluğa saldıracağı gerekçesiyle sınır şehrine yerleşmesi ile son bulur. Bu ordu barbar olduklarını iddia ettikleri insanları kente getirir, onları etkisiz hale getirmek için işkence eder, halka ve “öteki”lere korku salar. Ortada insanlığa dair tek şey, yargıcın işkenceye uğramış barbar bir kız ile kurduğu fetiş ilişkidir. Bütün bu zulüm sonrasında, beklenen barbarlar asla gelmezler ve ordu kenti terkeder.
Sınır kentinde geçen bu hikâye sınırın ötesinden geleceği varsayılan bir tehdit üzerine kuruludur. Devlet yöneticileri bu tehdit ile başetmek gerekçesiyle kentte süren yaşamı baskı ve kontrol altına alırlar ve sınırın ötesinden gelenleri haksız yere suçlarlar ve onları işkence ile etkisizleştirmeye çalışırlar.
Biraz mübalağa ile Kars’ı bu hikâye üzerinden anlatmaya çalışmamın nedeni, sınır şehirlerinin bir ulus-devlet için taşıdığı stratejik öneme ve şehrin hafızasında kök salan gerilime dikkat çekmek, dahası Kars’ta böyle bir heykelin yapılma ve aynı zamanda yıkılma sebebinin şehrin sınırın ötesiyle ve ötesindekilerle kurduğu ilişkiyle bağlantısını göstermektir.
Tarihte “Türklerin Anadolu’ya giriş yaptığı kent” olarak anılan Kars, Türklerin gelişi öncesinde ve sonrasında birçok kez el değiştirdi. Araplar, Bizanslılar, Selçuklular, Akkoyunlular, Urartular, İranlılar, Osmanlılar ve Çarlık Rusyası’nın egemenliklerini gören şehir aynı zamanda İpek Yolu gibi önemli ve stratejik özellikleri olan bir ticaret güzergâhı üzerindedir. Bu yüzden, hem tacirlerin hem de gezginlerin konakladığı bu şehri Gürcüler “Karis-Kalaki” yani “Kapı Kent” diye anarlar. 19. yüzyıla kadar birçok defa Rusların ve İranlıların saldırısına uğrayan Kars, 1877-1918 tarihleri arasında 40 yıl boyunca egemenliği altında kaldı. Bu dönemde, günümüzde kentin mimari yüzünün parçası olan çok sayıda yapı ve eser oluşturuldu; yüzlerce kamu binası ve konut ile birbirlerini dik kesen düz ve geniş kaldırımlı caddeler yapıldı. 40 yıl boyunca kuzeydeki nüfusu Kars'a taşıyan Rus yönetimi, kenti neredeyse yeniden inşa etti. Brest-Litovsk Antlaşması’yla 1918’de yeniden Osmanlıya geçen şehir, Mondros Mütarekesi’yle İngilizlerin hakimiyetine geçti, 1919’da ise kentte bağımsız bir cumhuriyet kuruldu. 1920 yılında dağılan cumhuriyetin yerine kentte İngilizler tarafından Gürcü ve Ermeniler yönetime getirildi, aynı yılın sonlarına doğru kent Kâzım Karabekir tarafından geri alındı ve 1921 Kars Antlaşması ile de yeni sınırları çizildi (Arkitera, 2007; Kars Şehir Rehberi, 2010; Vikipedia, 2010).
Okul yıllarımızın tarih anlatımında Kars, Akdeniz’e doğru yayılmacı politika izleyen Rusya’nın geri almaya çalıştığı bir şehir olarak anılırdı. Resmi tarihin 40 yıllık “kara günler”, Ayman’ın ise “40 yıl sendromu” olarak tarif ettiği bu dönem, Kars’ı Sarıkamış Felaketi gibi felaketler, göçler ve zulümlerle birlikte anlatır ve şehrin böyle hatırlanmasını ister (Ayman, 2006: 145-190).
Yaptığım görüşmelerde Kars çoğunlukla “savaş acılarından çok çekmiş”,2 “çetin kış şartlarının yaşandığı, yoksulluğun, yalnızlığın, kavgaların ve savaşların olduğu”,3 “Türkiye’nin doğu ucunda Soğuk Savaş’ın en yoğun yaşandığı, güneyinde Irak, doğusunda da İran’ın olması nedeniyle her zaman savaş tehdidi altında olan bir bölge”4 olarak tanımlanıyordu. Alibeyoğlu’na göre “Sınır kenti olması Kars’ı mahvetti. En büyük şanssızlığı oldu. Sovyetler’le sınır olması Soğuk Savaş döneminde Kars’ın militarize edilmesine neden oldu. Kars sanki hep her an elden çıkarılacakmış gibi davranıldı. Asker bir toplum yaratıldı. Ermenistan’la sınır kenti olup da sınır ticaretinden yararlanamayan Türkiye’de tek kent.”5 Dolayısıyla, İnsanlık Anıtı’nın bu noktada bir misyonu vardı ve anıt ile “Sarıkamış’ta 90 bin şehidin Allah-u Ekber Dağları’nda karda, tipide can verdiği ve sürekli işgal gören bu şehirden dünyaya mesaj verilecekti.”6
Kars’ın hep işgal/savaş gören bir sınır kenti olması, kenti aynı zamanda iktidarın gücünün sınandığı bir yer haline getiriyor. Bu nedenle Kars, diğer sınır kentleri gibi devlet ve ulusun yaratımında ve gelişmelerinde oynadıkları rol nedeniyle milliyetçi kimlik söylemlerinin de parçası oluyor (Donnan ve Wilson, 1999: 5). Kars’ı “tozuyla, dumanıyla, kışı, yazı, tipisiyle binlerce kavmin gelip geçtiği; yerlisi, Terekemesi, Kürdü, Azerisi, Türkmeniyle düşmana karşı koyan; başı aşağı düşmeyen Gazi Kars; yurdun kalkanıdır Kars Kalesi” ifadeleriyle yücelten kaynaklar, Türk milliyetçiliği temelinde devlete ve vatanı sınırın ötesinden gelen güvenilmez ötekiye karşı koruyan bir söylem kullanırlar (Ayman, 2006: 145-190). Sınır kentleri kültürlerinin politik sınırları aşması ve ülke içinde ve dışında daha geniş bir politik, ekonomik ve toplumsal ağın parçası olması (Donnan ve Wilson, 1999: 12) öteki’den duyulan tedirginlik ve korkunun nedenlerinden biri olarak görülebilir. Ulus-devletin günümüzde etkisini kaybettiği ve sınırların yavaş yavaş yok olduğu iddia edilse de, bu tedirginlik farklı söylemlerde, özellikle kültürel alanda varlığını devam ettiriyor.
Kars’ta toplumsal hafızada yer etmiş sınırın ötesine karşı güvensizlik duygusuna rağmen ekonomik durgunluğa ancak Ermenistan ile kapalı olan sınırlar açıldığı takdirde çözüm bulunabileceğine dair inanç Kars’a özgü bir çelişki olarak görülebilir.
Kars’ın Ermenistan ile olan sınırı, Ermenistan-Azerbaycan savaşı sırasında Ermenistan’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmesi nedeniyle, Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından iki yıl sonra, 1993 yılında kapatıldı. Sınırın kapalı olması, Kars’ın durumunu diğer sınır kentlerine göre farklılaştırıyor: İlk olarak sınır kentlerine özgü göç, uyuşturucu ticareti, kaçakçılık gibi sorunlar; göçlerin veya yer değiştirmelerin sebep olduğu çatışmalar Kars’ta çok daha az yaşanıyor denebilir. Kars’ta birçok etnik kimlik olmasına rağmen kent durağan bir toplumsal yapıya sahip. Sınırın kapatılması ve Ermenistan’a uygulanan ambargo nedeniyle iki şehir/ülke arasında sınır ticareti gerçekleşemiyor, bu da şehirlerin ekonomisini olumsuz yönde etkiliyor. Bir başka deyişle, kapalı olan sınırın yarattığı ekonomik gerilim, tarımın ve hayvancılığın da gerilemesiyle beraber şehrin karakterini belirliyor. Bu durgun ekonomik durumun kentin gelişim olanaklarını kısıtlaması nedeniyle Kars halkının büyük çoğunluğu sınırların açılmasını bir fırsat olarak görüyor ve destekliyor.
Sınır kapalı olsa da, barışı temsil ettiği iddia adilen anıtı, Ermenilerin ve Ermenistan’ın varlığından bağımsız düşünmek mümkün değil. Ermenistan ile sadece bir nehrin ayırdığı, Kars sınırları içindeki bu kültürel mirası kabul etmek istemeyenlar tarafından adı “Anı Harabeleri” değiştirilen Ani Antik Kenti ve şehir merkezinde yıkılmış Ermeni mimarisi örneklerikentte uzun süre yaşamış Ermenilerin varlığını hatırlatıyor. Çok değerli bir kültürel miras olan Ani’nin yıllarca ziyaretçiye kapalı kalması, kentin sembolü olamaması, tam olarak korumaya alınmaması, kentteki Ermeni varlığını unutturma çabasının ürünü. Bu mirasın kabul edilmesi, Ermenilerin neden artık bu şehirde/ülkede aynı yoğunlukta yaşa(ya)madıklarının sebeplerinin de hatırlanması, konuşulması anlamına geliyor.
Dolayısıyla anıtı, Ermenistan’a doğrudan bir gönderme yapmasa da, “kötülüğün adresi Ermeni” ile örülü hafıza ve tarihsel anlatım çerçevesinde düşünmek gereklidir.

Aktaş kendi kendine sorduğu, heykelin neden Ermenistan’dan da görülecek şekilde yapıldığı sorusuna “Ermeniler’in mutlu olmaları için. Türkiye toprağında istediğimiz bir heykeli yaptırdık diyebilmeleri için. Ermeniler Iğdır’daki7 anıtı görünce rahatsız oluyorlarmış, bu yüzden Kars’ta böyle bir heykel yapılmaya ihtiyaç duyulmuş.” diye yanıtlıyor. 8 Oktay heykel projesini Kars’ta yoğun olarak yaşanan Ermenistan projelerinin bir parçası olarak görüyor. Ermenistan projesini şöyle açıklıyor:

“Kars Rusların arka bahçesi olmuş ve Sovyetler’in etnik ayıştırmayı yerleştirme politikasına maruz kalmıştır. Sovyetler etknik kimlikleri hep canlı tutmaya çalışmasına rağmen bu etnik ayrıştırma hiçbir zaman başarılı olamamıştır, bu nedenle de sürekli zorlanmaktadır. ABD Büyük Ortadoğu Projesi içinde ulus-devletlerin bittiğine inanıyor. Küçük devletler çıkarılmalı. Türkiye 7-8 coğrafi bölgeye bölünmeli. Etnik ayrıştırma yapılarak büyük Ermenistan projesi hayata geçirilmek isteniyor. ... Ermenistan, kuruluşunda, ilk doğu sınırlarını belirleyen anlaşma olan Kars Anlaşması’nı askıya aldı. Böylece Ermenistan Kars’ı Ermenistan toprağı olarak ilan etti. ... 1915 yılını hedef alan diaspora oluşturduğu 3 T’nin (toprak, tazminat, tanıma) 2015’te gerçekleştirebileceğini düşünüyor... Bu heykeller 2015 yılına göre hazırlanıyor. 2015 yılında Kars’ı Doğu Anadolu’yu Ermenistan’a hazırlama projesi.”9
Bu iddia bana yine bir sahneyi hatırlatıyor. Adı belirtilmeyen bir sınır kentinde geçen ama Kars’ta çekildiğini bildiğimiz Reha Erdem’in Kosmos filmi surreal bir ortamda geçmesine rağmen sınırların açılması için başlatılan imza kampanyası Kars’ın kendi gerçekliğini bize gösterir: İmzası istenen biri bu isteğe sınırın açılırsa daha çok suç, hırsızlık olacağı kaygısıyla karşı çıkar. Anlaşılan o ki, ona göre “barbarlar” sınırın ötesinde tetikte bekliyordur.

Kafkasya’nın Davos’u Kars”


Gün geçtikçe işsizliğin ve yoksulluğun arttığı Kars’ta, Alibeyoğlu’na göre en önemli sorun olan iç göçün azaltılması ve kentin kalkınması için kentin cazibe merkezi haline getirilmesi gereklidir: İsviçre’de nüfusu 150-200 bini geçmeyen, yaşayanların milli gelirden yüksek pay aldığı ve kent hizmetlerinden faydalandığı, kültürel etkinlikleriyle, barışçı girişimleriyle adını duyuran, Cenevre, Lozan, Davos gibi ülkeye ve dünyaya yön veren, kısacası vizyonu ve misyonu olan bir kent. Bunun başarılabilmesi için bir kentin profesyonel futbol takımı, çağdaş bir sinema, sanat merkezi, uluslararası festivali, 5 yıldızlı bir oteli olması hedeflenmelidir. Kent Ermenistan’a açılan kapı niteliği taşıyan sınır serbest bölge olduğu, kış, kültür ve inanç turizmini geliştirdiği ve hayvancılık potansiyelini geliştirdiği takdirde kalkınacaktır. Bu nedenle, kültürel etkinlikler bir yoldan, bir sudan daha önemlidir ve bir belediyenin birincil görevi altyapı yapmak olsa da, önce insanların beynini imar etmek gerekir.10
Alibeyoğlu’nun bahsettiği hedeflerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda Kars’ın 15 kent ile beraber 2023 Turizm Stratejisinde Türkiye’nin Marka Kültür Kentlerinden biri olması kararlaştırıldı ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü tarafından “Marka Kent Kars Eylem Planı 2013”11 hazırlandı. Bu plan, Türkiye’nin doğal, kültürel, tarihi ve coğrafi değerlerini koruma-kullanma dengesi içinde değerlendirmeyi ve turizm alternatifleri geliştirerek ülkenin turizmden alacağı payı arttırmayı hedeflemektedir. Kente ait koruma amaçlı bir imar planı oluşturulması, yeşil alanlar düzenlenmesi ve arttırılması, Sarıkamış Şehitlik Anıtı ve kompleksinin düzenlenmesi, Kars tabyalarının düzenlenmesi, çeşitli tarihi binaların restorasyonu, yeme-içme ve eğlence mekânlarının arttırılması, görüntü kirliliğinin yokedilmesi, ulusal ve uluslararası turizm fuarlarının düzenlenmesi bu eylem planında öngörülen projelerden bazılarıdır (Marka Kent Kars Eylem Raporu, 2008). Kars’ın bir marka haline getirilmesi için uygulanacak bu projelerin yanında, özellikle Naif Alibeyoğlu’nun döneminde gerçekleştirilen Uluslararası Altın Kaz Film Festivali, Uluslararası Aşıklar Bayramı, Kafkas Kültürleri Festivali, Kars Sanat Merkezi12 son yıllarda Orhan Pamuk’un Kars’ta geçen Kar romanı,13 kentte çekilen filmler (Kosmos, Kader, Deli Deli Olma, Kars’tan Öyküler) kentin tanıtımında önemli bir rol oynamakta. Bu nedenle yapılan görüşmelerde belirtildiği gibi, yönetimi devralan yeni belediyenin Kars’ta bunca yoksulluk yaşarnırken kültürel faaliyetlere bütçe ayrılmasına ve belediyenin borçlanmasına karşı çıkarak festivalleri iptal etmesi bu festivallerden kazanç sağlayanlar tarafından tepki topladı.
İnsanlık Anıtı kentin markalaşması projelerinden biri olarak düşünülebilir. Alibeyoğlu, İnsanlık Anıtı’nın büyük ve önemli kentlerin sembolleri; Rio’daki İsa Heykeli, Paris’teki Eyfel Kulesi gibi Kars’ı sembolize eden bir anıt olmasını planlıyordu. Alibeyoğlu anıtın çevresine anıtkafe ve restoran yapmak istediklerini de dile getiriyordu: “Bilindiği gibi İstanbul’da Yedi Tepe’de bu tür mekânlar var. Kayseri’de Döner Kule var. Kars’ta da böyle bir yere hemşerilerimiz hasretti. Yerli yabancı turistler ve bütün Karslılar burada oturup yemek yiyecek. Eski tarihsel doku da ayağınızın altında olacak... Kültür turizminin Türkiye’deki kalbi olacak. Çok önemli merkezlerden bir olacak.” Böylece, kentin sembolünün yaratılması ve çevresinin düzenlenmesiyle kentin gelişmesi için ekonomik girdi sağlanacak, Kars’ı Kars yapan değerler arasında yer alan anıt, kenti uluslararası anlamda farklı kılacak ve turizm girdisine dönüşerek diğer değerlerle beraber ekonomik çarkı etkin hale getirecekti. Anıt yarattığı marka değeri ile birçok iş alanını etkileyecekti.14
Bu ilk bölümde İnsanlık Anıtı’nın Kars’ta yapılmak istenmesinin sosyal ve ekonomik nedenlerine değindim. Şimdi ise anıtın bu nedenlerle ilişkili ya da değil, çeşitli kesimler tarafından nasıl anlamlandırıldığı ve algılandığına odaklanacağım.
İnsanlık Anıtı’nın Anlamı ve Algılanışı
Heykele değil heykeli yaratan zihniyete karşıyız.”15
Heykel fikrini öne süren Naif Alibeyoğlu heykelin yapılma amacını şöyle açıklıyor:

“İnsansızlaşan, insanın insana yabancılaştığı, kimliklerini, değerlerini, inançlarını yitirdiği bu dünyamızda, insalık değerlerinin vücut bulması adına bir insanlık anıtı yapalım dedik... Özgürlük anıtları sömürücü dönemlerinde anlam taşıyordu ama şimdi atık küresel savaşlar oluyor, insanlar öldürülüyor, insanlar acı çekiyorlar. Böylesi bir ortamda, böylesi bir dünyada insanın layık olduğu yere gelmesini hedefleyen, insan temasını işleyen bir anıt yapalım dedik. Soykırım anıtları halklar arasında kan davası pompalıyor, Ermenistan’daki soykırım anıtı özellikle Türk düşmanlığı körüklüyor. Biz de buradan, Ermenistan sınırındaki bir kentin belediye başkanı olarak soykırım anıtlarının halklar arasında kan davasını pompaladığını, bizim soykırım da yapmadığımızın anıtı olsun dedik. Kars 40 yıllık kara günler çekerek işgal görmüş. 90 bin askerimiz Sarıkamış faciasında tek kurşun sıkmadan şehit olmuşlar. Böylesi bir coğrafyadan dünyaya insanlık mesajı verelim dedik. Bu coğrafyadan Nuh’un gemisinden insanlık dünyaya yayılmış. Biz Kafkasya gibi birçok dilin, birçok kültürün yoğun olduğu bu bölgede bir insanlık mesajı verelim dedik. Orta Asya barış adası olsun dedik, bir daha bu savaşların yaşanmaması adına bir insanlık anıtı yapalım dedik.” (Politikars, 2009).


Alibeyoğlu’nun önerisiyle yola çıkan Azeri bir heykeltraşın yaptığı taslak fazla milliyetçi bulununca, Anadolu Kültür’un kurucusu işadamı Osman Kavala, Mehmet Aksoy’u önerdi. Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci, Mehmet Aksoy ve Naif Alibeyoğlu, İnsanlık Anıtı’nı Kars Kalesi’nin yanında bulunan savaşlarda kullanılmış bir tabyanın üzerine inşa etmeye karar verdiler. Bu yerin seçilmesinde üç nokta önemliydi: Tepe şehre hakimdi, karşısında savaş sembolü olan Kars Kalesi vardı ve savaş karşıtı bir heykel tasarlanacağından bir tabyanın üzerinde olması içeriğe çok uygundu.16 Başta heykelin biçimi biraz daha farklıydı, Aksoy’un yaptığı denemelerden sonra en son şekline karar verildi.

Mehmet Aksoy heykeli ve heykelin anlamını şöyle tarif ediyor:



“İnsanlık Anıtı, herşeyi gören ve hafızasında saklayan, iç içe derinleşerek giden insanlık ve ilahi vicdanı sembolize eden kanayan bir göz ve bu gözün üstünden yükselen, ikiye bölünmüş bir insandan oluşuyor.” (ntvmsnbc, 2009). Karşı karşıya konmuş, kendi kendine düşman edilmiş bir durum var burada. Bu iki figür orada uzanan elle tekrar bir insan oluyor. Yoksa bu kinler, kavgalar, savaşlar bizim insan olma yolunda adım atmamızı engelliyor. Temel neden ve anıtın içeriği budur. Bu ‘vicdan’ göz ile temsil ediliyor. Bu göz onları hep görüyor ve hep acıyı içinde saklıyor. Bir de gözden akan gözyaşı damlası var. Bu dağlar taşlar, kale ve her yer bu savaşlara tanık olmuştur. Habil’den Kabil’den bu yana gelen savaşları kınayan bir heykeldir. İnsan savaşlar sonucunda kendi kendine ve kardeşine bile düşman olabilir.” (Politikars, 2009).
Anıtın inşasının başlamasıyla, Erzurum ve Diyarbakır Koruma Kurulu onay vermek üzere Kars’a davet edildi. Kurul ancak arazi koruma altına alınırsa yapıma devam edebileceklerini bildirdi. Arazi SİT alanı olarak ilan edildi ve inşaatın yapımına devam edildi. Bir yandan da yıllardır ihmal edilmiş ve koruma altına alınmamış tabya temizlendi ve müzeye dönüştürülmek üzere çalışmalara başlandı.17 Aksoy’a göre Anıt’ın yeri seçilirken altında bir tabya olduğu biliniyordu ve müzeye dönüştürülmüş bir tabyanın anıtın anlamını pekiştireceği düşünülmüştü. Yere bakmaya gelen Kurul orada bir tabya olduğunu biliyordu.
Bu kararın çıkmasından yaklaşık üç yıl sonra kurul heykelin yapımının durdurulmasına karar verdi. Gerekçe olarak bir raportörünün heykelin arkeolojik bölgede yapıldığını belirttiği raporu gösterildi. Alibeyoğlu’na göre, kurulun bağımsızlığını yitirdiği ve politik hareket ettiği bu kararın ardında, MHP öncülüğünde bir grubun baskısı vardı. MHP heykelin, altındaki tabyaya zarar verdiğini öne sürüyordu. Kurul’un bir önceki kararıyla çelişkili bir karar vermesinden dolayı süreç Kültür ve Turizm Bakanlığı’na intikal etti. Bu süreçte Nisan 2009’da yapılan yerel seçimde AKP yerine CHP’den aday gösterilen Alibeyoğlu seçimleri kazanamadı ve AKP’den Nevzat Bozkuş yeni belediye başkanı oldu. Şu ana kadar Bakanlık’tan henüz resmi bir karar gelmediğinden anıt yıkılamıyor ya da yapımına devam edilemiyor.
Tabii ki hikâye sadece hukuki süreçten ibaret değil. Resmi belgelerde yer almayan ancak daha çok kamusal ve siyasi ortamda dile gelen farklı ifadeler kullanılıyor. Belgelerde bahsedilenlerle kamuoyuna yansıyan gerekçeler arasındaki farklılık bize anıt meselesinin daha geniş sosyal ve kültürel bağlamda ele alınması gerektiğini gösteriyor.
Aktaş görüşmelerde heykele karşı çıkmalarının nedenleri arasında tabyanın tarihinin öneminden bahsetse de, asıl neden, Aktaş tarafından Rusların yayılma politikasına benzer bir şekilde, heykel projesinin Ermenistan’ın batıya doğru yayılma projelerinden biri olarak görülmesi. Aktaş heykelin sadece bir sanat eseri olmadığını, öyle olsa asla karşı çıkmayacaklarını, heykelin kendi başına bir tehlike olmadığını söylüyor, ancak heykeli bu büyük projede atılan önemli bir adım olarak görüyor. Dolayısıyla, Aktaş’ın heykeli okuma biçimi bu iddia ile bütünleşiyor:
“Heykelde uzatılan elin anlamı nedir? Elini uzatan Ermeni, diğeri mahçup bir Türk. Ermeni de savaşı kazanmış muzaffer edasında bir komutan. Elini uzatıyor eline karşılık alamıyor. Barış, insanların birlikte yaşadıkları, zevk aldıkları, düşmanlıkların düşünülmediği rahat huzurlu bir bölgede yaşamanın adıdır. Art niyet olmadan bütünlük içinde yaşamanın. Durup dururken bir barış anıtının anlamını anlamıyorum. Hangi barışın? Neyi temsil edecek? Anıt insanları barıştırmaz. Bir taraftan 3T istiyor bir taraftan da anıt yapacak. Kimi kandırıyoruz? Anıtın ismini barış anıtı koydular. Anıt iki insanın kucaklaşması. Tarihin hiçbir döneminde Ermenilerle savaşmamışız ki barış anıtı yapılıyor. Ermeniler sadık millettir. Sorun, bir anlaşmadan dolayı Ermeniler Türklere karşı kışkırtılmıştır. Berlin Anlaşması sanırım. Saldırı neticesinde, Hıncak ve Taşnak örgütlenmesi ile beraber Osmanlı ve Türklere karşı saldırıya geçmişlerdir. İsyan çıkartmışlardır. Devlet de kendi güvenliği için tehcir yaptırmıştır. Batı Ermenileri Kürtlere karşı kullanmıştır. Hiçbir zaman Türkler ve Ermeniler iki cephede savaşmamıştır. Bununla Türklere mi ders vermek istiyorsunuz Ermenilere mi? Adını insanlık anıtı koymanızın anlamı nedir? İki insan kucaklaşırken ağlıyorlar. İnsan bir sevinçten bir de hüzünden ağlar. Niye ağlıyor? Ermeni ile Türk mü kucaklaşıyor? Ermeni hasret kaldığı toprağı mı kucaklıyor? Bu Doğu ve Batı Ermenistan’ın kucaklaşması mı?”18
Bu “okuma biçimi”nde ilginç olan, Alibeyoğlu ve Aktaş tarafından heykelin Kars’ta yaşanmış tüm savaşlara referans vermesi amaçlanmasına rağmen, Aktaş’ın heykeli Türk ve Ermeni arasında yaşan(may)an savaş üzerinden algılaması. Bu aradaki fark bize neyi işaret ediyor?
Alınak’a göre, bu savaşla barış ve onların çelişkisi üzerine oluşturulmuş anıtı Doğu ve Batı Ermenistan üzerinden manipülasyon yaratma çabası olarak görülmelidir ve anıt fikrini ortaya atan zihniyete karşı olan siyaset etkin olmaya başlamıştır.19
Bu anıtın anlamının böyle manipüle edilebilmesinin nedenleri yazının başından beri birkaç kere bahsedilen muğlak alanda aranabilir. Savaş, barış, insanlık gibi kavramlarla açıklanan anıt, politikadan soyutlanmaya çalışıldıkça kavramların işaret ettiği alanın muğlaklığından dolayı politik manipülasyonlara daha açık bir duruma geliyor. Aksoy’a hangi savaşlardan bahsettiğini sorduğumda Kars’ın her 20 senede bir yaşadığı tüm savaşlara, yani savaşın kendisine karşı olduğunu söylüyor:
“Asıl savaşı kimse suçlamıyor. ...Savaş kışkırtıcılığı savaş kadar kötüdür. Onlar daha suçludur. İngilizlerin Rusların orda ne işi vardı? Savaşta yumruk saymanın anlamı yok. Savaşın kendisini suçluyorum ben. Kendi kendine karşı düşman edilmiş insan bu demek zaten. Heykelde ikiyüzlülük olmaz. İnsanlığa ilerlemek istiyorsan savaşın olmaması gerekiyor. Savaşlar bizi insanlıktan çıkarıyor. İnsanlık ayıbı bunlar benim için. Benim heykelin içeriği bu. Savaşlar insanlık vicdanında mahkûm edilmeli. Savaştan utanılsın. Tam tersine yeni bir savaş kışkırtıcılığı yapılıyor. Savaşın küllerini kazıyıp yeniden alevlendirmek istiyoruz. Anıtın fonksiyonu bu olacaksa karşıyım. Hatıra… intikamlar alınacak… kötü bir şey.”20
Alibeyoğlu ise insanlık, barış gibi kavramların ne demek olduğunu şöyle tarifliyor: “Bir anıt yapalım insanlık anıtı olsun, günümüzde insanlık değerlerini yitiriyor. Anaya babaya saygı kalmamış, birbirine fedakârlıklar kalktı, herkes kendini kurtarmaya çalışıyor, gemisini kurtarmaya çalışan anlayış hakim. Fedakârlıkların özverilerin kaybolduğu, insanların sokak ortasında öldürüldüğü, ve yerel savaşların olduğu bu dönemde amaç insanlık erdemlerini ortaya çıkarmak.”21

Alibeyoğlu, Türkiye’deki ve dünyadaki tüm soykırım anıtlarına karşı “barışı isteyen bir ülkede barışı isteyen bir heykel” yapmak istediğini belirtiyor:


“Soykırım anıtlarında mantık aynı. Mantık halklar arasındaki kan davasını sürdürmek... Birileri daha fazla acı çekmiş olabilir. Fakat bu durumun sürdürülmesini istemek anlamsız. Belki iyi niyetle başlanıp diaspora veya hükümet kötü niyetle kullanıyor. Soykırım anıtları sonunda amacından sapma noktasına gelmiştir. Soykırımları hatırlamak için bile olsa da amacından sapmıştır.” 22

Bu noktada, soykırım anıtları ve insanlık anıtları arasında bir karşıtlık olduğunu varsayıyor. Soykırım anıtlarının kan davasını kışkırtan, yaşanılanları unutturmayan, intikamcı bir içeriği olduğunu iddia ediyor.23 Bu bakış açısıyla, Berlin’de, Erivan’da, Iğdır’da, Fransa’daki soykırım anıtlarının hepsini, yaşanılan/yaşanıldığı iddia edilen soykırımların tarihsel ve sosyal bağlamı ne kadar farklı olursa olsun, birbirine eşitliyor ve tek bir şeye indirgiyor. Bunun karşısına yine barındırdığı çatışmaları ve çelişkileri görünmez kılan, homojen ve soyut barış ve insanlık kavramlarını yerleştiriyor. Soykırım anıtlarının hatırlattığı katliamların yanında, geçmişin konuşulmasının içerdiği barış potansiyeli görmezden geliniyor. Bu potansiyelin gerçekleşmesi için yaşanılan acıları hatırlamak yerine, tüm çatışmaların, çelişkilerin üzerinde olduğu iddia edilen ve ortak değer olarak sunulan soyut kavramlarla yaşanılanlar unutturulmak isteniyor.


Sonuç Yerine

Kars’ta yeni belediye yönetimi iki heykele müdahale etti: Bir tanesi Kars’ın sembolü olan kaz heykelinin yerini değiştirdi, diğeri ise İmam Hatip Lisesi’nin karşısında yer alan belediyenin önünde duran kadın heykelini ortadan kaldırdı. Heykellerin neden bir tehdit olarak görüldüğü konusunda birkaç fikir var. Kimine göre Türkiye’de her yerel yönetimde olduğu gibi yenisi eskilerin yaptıklarını yıkıyor. Festivallerin iptal edilmesi gibi, bir öncekinin uyguladığı politikaların tam tersi yönünde politikalar izlenmesi yeni belediye ile eskisi aynı partiden olsalar bile yeni yönetimin iktidarını güçlendirmeye yönelik izlenen bir strateji. Çünkü özellikle küçük şehirlerin yerel yönetiminde, partiden daha çok başkanın vizyonu, karakteri ve icraatları önemli oluyor. Bir diğer görüş, ki öncekini dışlamıyor, heykel sanatının muhafazakâr yönetim tarafından onaylanmaması.24 Zira belediyede yapılan görüşmede neden kadın heykelinin ortadan kaldırıldığı sorusuna verilen yanıt “devletin temsil edildiği bir resmi dairenin kapısında kadın figürlerinin hoş olmadığı” (Radikal, 2009), belediyeye gelen bazı vatandaşların heykele bakmaya utandıkları, ayrıca sarhoşların geceleri kadın figürleri taciz ettiği yönündeydi. Heykellerle ilgili belediyenin bu tavrı, anıtın yıkılması için belki sadece kolaylaştırıcı bir etken olmakta. Yukarıda da bahsedildiği gibi anıtın yıkılma süreci Alibeyoğlu’nun iktidar döneminde MHP’nin öncü olduğu bir grubun baskısıyla başladı. Dolayısıyla bu bir partinin yerel yönetimde uyguladığı bir politika olmaktan çok, milliyetçilikte temelini bulan daha geniş bir örgütlenmenin karar mekanizmalarını etkilemesi sonucunda oluşan politik bir durum olarak yorumlanabilir. Tabii ki Kars’ın etnik yapısı da bu durumla ilişkili.25 Ali İhsan Alınak’a göre anıta karşı çıkmalarının en temel sebebi Naif Alibeyoğlu’nun Kürt olması, yani Kars’ta yaşanan etnik temeldeki ayrışmalardır. Ayrıca, anıt aynı figüre Türklere yapılmış soykırım anıtıdır denseydi tabyaların varlığı sorun edilmeyecekti.26


Görüşme yaptığım kişilere göre, Alibeyoğlu’na göre daha pasif ve iletişimde sorunları olduğu düşünülen Bozkuş anıt konusunda daha açık bir tavır almak yerine, yasaların gerektiği biçimde hareket ediyor: “Yasal süreç başlamıştır. Sonuçta kararı verecek olan Kültür ve Turizm Bakanlığı'dır. Bakanlık ne derse o olacak. Kanun ne diyorsa, onu yapacağız. Onun dışında bir uygulamamız olmaz” dedi (Milliyet, 2009). Belediyede yapılan görüşmelerde belediye meseleye objektif yaklaştığını, anıtı yaptıranın da, yıkanın da onlar olmadığını, herhangi bir karar vermediklerini, sadece verilen karara uyacaklarını belirtti. Alınak’a göre bu bir “yolda yorarak safdışı bırakma, yılgınlığa düşürme” politikasıdır. Ona göre, belediyelerin karar mekanizmalarında her zaman etkisi vardır ve yeni belediye iktidara geldiğinin birinci ayında anıtın korunmasıyla ilgili tüm faaliyetleri askıya almak yerine, projede rehabilite yapabilir, sorun yaratan kafeyi yıkabilir ve projeyi devam ettirebilirdi. Fakat belediye projede herhangi bir düzeltme yapmak yerine pasif bir tavır izlemeyi tercih ederek ve böylece bir taraf olarak, meseleyi kamuoyunda tartışılmaz hale getirip anıt meselesinin kamuoyunda sıradan görülmesine neden oluyor. 27 Diğer bir deyişle, belediye bu tavrıyla konuyu basit bir yönetim sorununa indirgeyip, meselenin daha geniş bağlamını kamuoyunda görünmez hale getiriyor ve konunun bu bağlamda tartışılmasını engelliyor.
Yıkım kararını hukuki düzeyde haklı çıkaran bir neden anıtın çevresinde yapılacak olan kafenin olduğu parselin belediyeye değil, hazineye ait olması ve kuruldan onay alınan projeye aykırı olarak kafenin yapılıp işletmeye verilmesi. Bu durumda, anıtın yıkımına karşı olanlar hukuki düzeyde dezavantajlı duruma düşüyor. Hukuki süreç için Bakanlık’tan son karar bekleniyor. Önce verilen kararların yıkım için yeterli olduğunu söyleyen Aktaş yıkım kararına uyulmadığı takdirde yeni ve eski belediye yetkililerine dava açacaklarını ve mutlaka anıtı yıktıracaklarını belirtiyor. Aksoy ise anıtın yıkılmasının teknik olarak mümkün olmadığını, tek yol olan dinamitle yıkıldığı takdirde bu sefer gerçekten tabyaya zarar geleceğini söylüyor. Yıkımıyla ilgili başka bir sorun ise heykelin yıkımının yapımından daha fazla olma olasılığı. Bu durumda, belediyenin borcu olması nedeniyle kültürel faaliyetleri iptal eden yeni belediyenin yıkımı yapması, kendisi açısından çelişik bir durum yaratacak. Yeni belediyenin nasıl bir yol izleyeceği konusunda taraflar arasında net bir fikir birliği yok.
Bu araştırma, özellikle savaş görmüş sınır kentlerinin toplumsal hafızasının kentteki pratikleri nasıl etkilediği sorusundan yola çıkılarak başladı. Araştırmayı destekleyen projenin odaklandığı diğer kentler olan Çanakkale ve Antakya için de bu soruyu sormak ve kentler arasında bir karşılaştırma yapmak ilginç olabilirdi.

Bu pencereden bakmak yerel kültür politikalarının geliştirilmesi için önemli ipuçları sağlayabilir. Çünkü, “bazı şeyler sadece sınırda gerçekleşir” (Donnan ve Wilson, 1999).



Kaynakça

Kavafis, Constantino (1997), Barbarları Beklerken, İstanbul: İmge Yayınevi.


Donnan, Hastings ve Wilson, Thomas M. (1999). Borders: Frontiers of Identity, Nation and State [Sınırlar: Kimlik, Ulus ve Devlet Sınırları], Oxford: Berg, s. 5, 12.

Ayman, Zehra (2006), “Bellek Mekânı olarak Sınır ve Ötekilik: Kars Şehri”, Toplum ve Bilim, Sayı 107, s.145-190.

Marka Kent Kars Eylem Raporu (2008), T.C. Kars Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü.

Görüşmeler

Ali İhsan Alınak (Kars Kafkasya Kültürleri Araştırma Merkezi Derneği, www.politikars.com, Kars),

Arzu Orhangazi (Ka-Mer, Kars)

Celal Acay– Serdar Acay (Ariş Ticaret, Kars),

Ertan Alin (Esnaf, Kars)

Gökhan Altun (Milli Eğitim Müdürlüğü, Kars),

İhsan Karayazı (BM Ortak Programı, Kars),

İsrafil Parlak (Kars),

Mehmet Aksoy (Heykeltraş, İstanbul)

Metin Özeroğlu, (Esnaf, Kars)

Mukadder Yardımcıer (DHA, Kars),

Mürsel Avanas (Kars Belediyesi, Kars),

Naif Alibeyoğlu (Kars Eski Belediye Başkanı, Kars),

Oktay Aktaş (MHP Kars İli Başkanı, Kars),

Sezai Yazıcı (Eski Kent Konseyi, Kars),

Vedat Akçayöz (Kars Kültür ve Sanat Derneği, Kars)


Gazeteler
Milliyet gazetesi, 01.07.2009

Radikal gazetesi, “Devlete kadın heykeli yakışır mı yakışmaz mı?”, 29.08.2009.

İnternet Referansları
www.ntvmsbc.com

ntvmsnbc, (18.01.2009).


www.politikars.com

Politikars, “İnsanlık Anıtı’na Siyasi Engel” http://www.politikars.com/haberdetay/10720/insanlik-Anitina-Siyasi-Engel.asp (03.11.2009).


Politikars, “İnsanlık Anıtı Savaş Karşıtıdır!” http://www.politikars.com/haberdetay/12987/insanlik-Aniti-SAVAs-KARsiTiDiR!.asp (29.01.2010).
www.karshaberleri.com

Kars Kent Rehberi “Tarih”

http://www.karskentrehberi.com/tarih.asp (2010).
www.arkitera.com

Arkitera, Türkiye’nin Mimarlık Yayını, “Rusların Mimarisini Karslılar Yiyor”



http://www.arkitera.com/h22688-ruslarin-mirasini-karslilaryiyor.html (03.12.2007).
Vikipedi, “Kars”

http://tr.wikipedia.org/wiki/Kars (2010).

1PELİN BAŞARAN, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü’nden 2002 yılında mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde “Kültürün Özelleştirilmesi ve 1980 Sonrası Türkiye’de Kültür Merkezlerinin Gelişimi” tezi ile tamamladı. Bir kültür merkezi olarak faaliyet göstermiş olan Darphane-i Âmire’de üç yıl boyunca yönetici olarak çalıştı. Avrupa Kültür Derneği tarafından düzenlenen Kültür Yönetimi Seminer programına katıldı.  2007’de açılan garajistanbul çağdaş performans mekânında kültür yöneticisi ve uluslararası ilişkiler koordinatörü olarak 2010'un Mart ayına kadar yer aldı.  Başaran, halen  Yıldız Teknik Üniversitesi'de ders veriyor ve performans sanatları alanında proje ve prodüksiyon yönetmeni olarak çalışıyor. (pbasaran@gmail.com)
 Kars’a, 2008-2010 yılları arasında Anadolu Kültür, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Avrupa Kültür Vakfı (ECF) ve Boekman Vakfı tarafından yürütülen “Yerel Kültür Politikaları için Stratejiler” projesi kapsamında eğitmen ve araştırmacı olarak ziyaretlerde bulundum.

2 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010. (Aksoy hakkında daha fazla bilgi için www.mehmetaksoy.com.)

3 Ali İhsan Alınak ile yapılan görüşme, 30.08.2009. Alınak, mimar ve aynı zamanda Kars Kafkasya Kültürleri Araştırma Merkezi Derneği’nin kurucularından.

4 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010.

5 Naif Alibeyoğlu ile yapılan görüşme, 25.05.2010. Alibeyoğlu iki dönem, yaklaşık 10 yıl Kars Belediye Başkanlığı yaptı. En son 29 Mart 2009’da yapılan yerel seçimlerde Nevzat Bozkuş yeni belediye başkanı seçildi.

6 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010.

7 1915-1920 yılları arasında bölgedeki Ermeniler’in Türkler’e uyguladıkları iddia edilen soykırım için yapılan Soykırım Anıt ve Müzesi.

8 Oktay Aktaş ile görüşme, 29.08.2009. Aktaş MHP (Milliyetçi Harelet Partisi) Kars İl Başkanlığı görevini yürütüyor.

9 Oktay Aktaş ile yapılan görüşme, 29.08.2009.

10 Naif Alibeyoğlu ile yapılan görüşme, 25.05.2010.

11 Marka Kent Eylem Planları kentlerin kültür pratiklerine etkisi açısından önemli olmakla beraber, bu yazının kapsamında incelenmeyecektir.

12 Kars’taki kültür sanat ekinlikleri ve Kars Sanat Merkezi deneyiminin analizi için Eylem Ertürk’ün bu sayıda yer alan yazısına bakınız.

13 Kentin romanda anlatılma biçiminden birçok kişi memnun değilse de, romanın Kars’ın tanıtımında oldukça etkili olduğu düşünülüyor.

14 Ali İhsan Alınak ile yapılan görüşme, 19.03.2010.

15 Oktay Aktaş ile görüşme, 19.03.2010.

16 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010.

17 Naif Alibeyoğlu ile görüşme, 25.05.2010.

18 Oktay Aktaş ile yapılan görüşme, 29.08.2009.

19 Ali İhsan Alınak ile yapılan görüşme, 30.08.2009.

20 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010.

21 Naif Alibeyoğlu ile yapılan görüşme, 25.05.2010.

22 Naif Alibeyoğlu ile görüşme, 25.05.2010.

23 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010.

24 Mehmet Aksoy ile yapılan görüşme, 02.04.2010.

25 Kars’ın nüfusu Terekemeler, Yerliler, Türkmenler, Kürtler ve Azerilerden oluşuyor. Bu yazıda etnik yapı ve yapının anıta etkisi incelenmedi. Fakat, genel görüşün bu grupların beraber sorunsuzca yaşadığı, sadece bazı zamanlarda bu farklılıkların altının çizildiği yönündeydi. Tabii bunun gerçekten böyle olup olmadığını anlamak için daha derinlemesine bir araştırma yapmak gereklidir.

26 Ali İhsan Alınak ile yapılan görüşme, 30.08.2009.

27 Ali İhsan Alınak ile yapılan görüşme, 19.03.2010.


Yüklə 77,43 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin