İşte İmam Pezdevî’nin de belirttiği gibi Allah’ın isim ve sıfatları hakkında Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının yolu budur. Mu’tezile ve başka gruplardan bu konu ve diğer başka konularda Ebû Hanîfe’nin izinden gittiklerini ileri sürenlere gelince, onların bu iddiası asla doğru değildir. el-Akîdetü’t-Tahâviyye’nin şârihi ve aynı zamanda Hanefî mezhebine mensup olan İbn-i Ebi’l-’İzz el-Hanefî, Ebû Hanîfe’nin “Her kim: ‘Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kâfir olmuştur. Çünkü Allah “Rahmân arşa istivâ etti” (Tâhâ, 5) buyuruyor. Allah’ın arşı da yedi kat semânın üstündedir. Yine aynı şekilde: ‘O, arşın üzerindedir, fakat arş gökte midir yoksa yerde midir? bilmiyorum’ diyen kimse de kâfir olmuştur. Çünkü o Allah’ın gökte olduğunu inkâr etmiştir. Allah’ın gökte olduğunu inkar eden de kâfir olmuştur. Başkası ise şöyle bir ziyadede bulunmuştur: Çünkü Allah illiyyîn’in en üstündedir, en yukarısındadır. O’ndan yukarıdan istenir, aşağıdan değil” sözünü aktardıktan sonra bu noktaya şöyle diyerek işaret etmektedir: “Ebû Hanîfe’nin yoluna (mezhebine) intisap edenlerden bunu inkar edenlere aldırılmaz. İnandıkları şeylerin çoğunda Ebû Hanîfe’ye muhâlif olan Mu’tezile ve başka gruplar, kendilerini O’na nispet etmişlerdir. İnandıkları şeylerin bir kısmında Mâlik, Şâfiî ve Ahmed’e muhalefet edenler de, kendilerini bazen bu imamlara nispet edebilmişlerdir. Ebû Yûsuf’un, Allah’ın arşın üzerinde olduğunu inkar eden Bişr el-Merîsî’den tevbe etmesini istemesine yönelik kıssası meşhurdur. Bunu Abdurrahmân b. Ebî Hâtim ve diğerleri rivâyet etmiştir.” Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 288). İbn-i Ebi’l-’İzz’in işaret ettiği bu kıssa şöyledir: Beşşâr b. Mûsa el-Haffâf şöyle demiştir: “Bişr b. el-Velîd el-Kindî, Kadı Ebû Yûsuf’a geldi ve ona: “Sen beni kelâmla ilgili konuşmaktan menediyorsun ama Bişr el-Merîsî ve Ali el-Ahval (bu konu hakkında) ileri geri konuşup duruyorlar!” dedi. Ebû Yûsuf’ta: “Peki ne diyorlar” dedi. O da: “Allah her yerdedir, diyorlar” dedi. Ebû Yûsuf’ta: “Hadi gidin de onları bana getirin” dedi. Bunun üzerine Bişr b. el-Velîd kalktı. Bunun hemen peşinden Alî el-Ahval ve başka bir Şeyh (Ebû Yûsuf’un) huzuruna getirildi. Ebû Yûsuf şeyhe baktı ve şöyle dedi: “Eğer sende edepli ve uslu bir yan olmasaydı muhakkak senin bir yerlerini iyice ağırtırdım.” Daha sonra Ebû Yûsuf şeyhin hapsedilmesini emretti. Ali el-Ahval ise dövüldü ve (sokaklarda ibret olsun diye) gezdirildi.” Bu kıssayı İbn-i Ebi’l-’İzz’in de dediği gibi İbn-i Ebî Hâtim, el-Hasen b. Alî b. Mihrân yoluyla Beşşâr b. Mûsâ el-Haffâf’dan rivâyet etmiştir. İbn-i Teymiyye, el-Fetvâ el-Hameviyye el-Kübrâ (sh: 93, Mecmûu’l-Fetâvâ 5/54) adlı eserinde bunun Ebû Yûsuf’tan meşhur olduğunu ve İbn-i Ebî Hâtim ve başkaları tarafından zikredildiğini söyler. İmam Zehebi’de el-Uluvv li’l-Aliyyi’l-Gaffâr adlı kitabında (bk. Muhtasaru’l-Uluvv, No: 158) kıssayı İbn-i Ebî Hâtim rivâyetinden nakletmiştir. Rivâyet, isnâdındaki Beşşâr b. Mûsâ nedeniyle zayıftır. Hâfız İbn-i Hacer Takrîbu’t-Tehzîb (sh: 167)’ de Beşşâr hakkında “zayıf, hatası çok, hadisi de çok (bazı nüshalarda hadiste gevşek)” demiştir. el-Elbânî’de Muhtasaru’l-Uluvv ’da aynı nedenden ötürü rivâyetin zayıf olduğunu belirtmiştir. Bk. sh: 155.
10. Bütün bunların tanımları az ileride gelecektir. Bk. sh: 54 ve sonrası.
11. Nitekim İmam Ebû Hanîfe bu konuda şunları söylemektedir:
“Allah yaratılmışların sıfatlarıyla nitelenemez. Gazabı ve Rızası, O’nun niteliği bilinmeyen sıfatlarından (sadece) iki sıfattır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’in görüşü budur. Allah gazab eder (kızar) ve râzı olur. ‘O’nun gazabı cezalandırması, rızası da sevabıdır’ denilemez. Biz onu kendisini nitelediği gibi niteleriz. O birdir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. O’nun dengi hiç kimse yoktur. Hayy (diri), kayyûm, kâdir, duyan, gören, bilen O’dur.” el-Fıkhu’l-Ebsat (sh: 52-53).
“Biz Allah-u Teâlâ’yı, kendisini kitabında tanıttığı şekilde bütün sıfatlarıyla hakkıyla biliriz.” el-Fıkhu’l-Ekber (sh: 62).
“Hiç kimsenin Allah’ın zâtı hakkında (kendinden) bir şey söylememesi gerekir. Ancak Allah’ı, kendini tanıttığı şeylerle tanımlayabilir. O’nun hakkında kendi görüşüyle bir şey söyleyemez. Âlemlerin Rabbi olan Allah (şânına lâyık olmayan vasıflardan) yücedir, kutsaldır (uzaktır).” Bk. Beyazîzade “İşârâtü’l-Merâm min İbârâti’l-İmâm” (sh: 149); “el-Usûlü’l-Münîfe li’l-İmâmi Ebî Hanîfe” (sh: 45). Ayrıca bk. Hâşiyetü Es’ad Efendî (sh: 28); Hâşiyetü Şehîd Alî (16 B).
“O’nun Kur’ân’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır.” el-Fıkhu’l-Ekber (sh: 59).
“Hiç kimsenin Allah’ın zâtı hakkında (kendi görüşüyle) bir şey söylemeye hakkı yoktur. Tersine O’nu, kendisini nitelediği şeylerle nitelemelidir.” Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 313).
“Hiç kimsenin Allah’ın zâtı hakkında birşey söylememesi gerekir. Tersine O’nu, kendisini tanımladığı şeylerle tanımlamalıdır. Alemlerin Rabbi Allah Tebâreke ve Teâlâ hakkında kendi görüşüyle hiçbir şey söylememelidir.” Âlûsî “Cilâu’l-’Ayneyn fî Muhâkemeti’l-Ahmedeyn” (sh: 368).
12. Cisim hakkında geniş bilgi için bk. 10. bölüm sh: 98 ve 119 nolu dipnot.
13. Yer tutma hakkında geniş bilgi için bk. 266 nolu dipnot.
14. Yön (cihet) hakkındaki geniş bilgi için bk. 9. bölüm sh: 89 ve 92 nolu dipnot.
15. İlhadın diğer şekilleri bu bölümün sonunda gelecektir. Bk. sh: 60-61.
16. Bu beyit, Necâşî’nin Aclân oğulları kabilesini hicvettiği (yerdiği) kasidenin sadece iki beyitidir. Necâşî’nin ismi Kays b. ‘Amr b. Mâlik el-Hârisî’dir. Meşhûr şâirlerden olup, Ramazan ayında içki içtiğinden dolayı Hz. Ali tarafından kendisine önce 80 sopa vurulmuş daha sonra bu mübarek ayda çocuklar bile oruç tutarken O’nun içki içmeye cüret etmesinden ötürü kendisine 20 sopa daha fazladan vurulmuştur. O, bunun üzerine Şam’a kaçarak Hz. Muâviye’ye sığınmış ve Hz. Ali’yi şiirle kötülemeye, O’nu yermeye başlamıştır. Bk. İbn-i Kuteybe, eş-Şi’ri ve’ş-Şuarâ (1/329); İbn-i Hacer, el-İsâbe (6/378-388).
17. Şâir burada, hıyâneti ve hardal tanesi kadar zulmü olumsuz yapmış, kabilede böyle bir şeyin olmadığını söylemiştir. Çünkü hıyânet ve zulüm birer eksikliktir.
18. Duvarın zulmetme yeteneği yoktur. Yeteneksizliğinden dolayı zulmetmemesi, duvar için övgü getirecek bir şey değildir.
19. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Şüphe yok ki Allah zerre kadar zulmetmez (haksızlık etmez).” (Nisâ, 40).
“Hiç kimseye kıl payı kadar zulmedilmez (haksızlık edilmez).” (Nisâ, 49).
“Şüphesiz ki Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendilerine zulmederler.” (Yûnus, 44).
“Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez”. (Kehf, 49).
“Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet, 46).
Allah hakkında zulüm sıfatının reddi için ayrıca bk. Bakara 272, 279, 281; Âl-i İmrân 25, 117, 161, 182; Nisâ 77, 124; En’âm 160; Enfâl 51; Tevbe 70; Yûnus 47, 54; Hûd 101; Nahl 33, 111, 118; İsrâ 71; Meryem 60; Enbiyâ 47; Hacc 10; Mü’minûn 62; Ankebût 40; Rûm 9; Yâsîn 54; Zümer 69; Zuhruf 76; Câsiye 22; Ahkâf 19; Kâf 29.
Allah’ın âdil olduğunu gösteren adalet sıfatı, Kur’ân’da doğrudan kullanılmamıştır. Ancak O’nun zulmedici olmadığı yukarıda da zikredildiği gibi pek çok ayette belirtilerek Allah’ın âdil olduğu vurgulanmıştır. Bununla beraber Allah’ın âdil olduğunu Sünnet ve akıl da açıkça göstermektedir. Aklın bunu nasıl gösterdiğine dâir herhangi bir açıklama yapmaya gerek yoktur. Sünnet ise Allah’ın âdil olduğunu gösteren, O’nun adalet sıfatıyla niteli olduğunu belirten pek çok delille doludur. Bunlardan birinde bir adam, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in mal dağıtımını haksız bularak Peygamber’e: ‘Muhakkak ki bu mal dağıtımında (paylaşımında) adaletli davranmadı’ deyince Peygamber ona şöyle cevap verdi: “Eğer Allah ve Rasûlü âdil olmayacaksa kim âdil olacak ki!?” Buhârî (No: 3150), Müslim (No: 1062) ve diğerleri İbn-i Mes’ûd radiyallâhu anh’den. Hadis sahihtir. Bk. el-Elbânî, Muhtasaru Sahîhi’l-Buhârî (No: 1370); Sahîhu’l-Câmii’s-Sağîr (No: 3500).
20. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Andolsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi.” (Kâf, 38).
Allah’ın kuvvetli olduğunu gösteren kuvvet sıfatı Kur’ân’da doğrudan kullanıldığı gibi, Allah’ın isimlerinden birinin el-Kaviyy (gerçek güç ve kuvvet sahibi) olduğu da pek çok âyette açıkça belirtilmiştir.
Allah hakkında kuvvet sıfatının kullanıldığı ayetler şunlardır:
“Şüphesiz rızık veren, gerçek güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zâriyât, 58). Ayrıca bk. Bakara 165; Kehf 39; Fussilet 15; Tekvîr 20.
Allah’ın isimlerinden birinin el-Kaviyy olduğunu belirten ayetler de şunlardır:
“Hiç şüphesiz Allah kuvvetlidir, azizdir (gâliptir).” (Hacc, 40). Ayrıca bk. Enfâl 52; Hûd 66; Hacc 74; Gâfir (Mü’min) 22; Şûrâ 19; Hadîd 25; Mücâdele 21; Ahzâb 25.
21. Tahrîf hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. İbn-i ‘Useymîn, Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/86-87).
Uyarı: Dikkat edilecek olursa yazar te’vîl kelimesini kullanmamış bunun yerine özellikle tahrîf kelimesini kullanmıştır. O, bu hususta İbn-i Teymiyye ve diğer selef âlimlerin yolunu izlemiştir. Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiyye’de değişik eserlerinde te’vîl kelimesi yerine tahrîf kelimesini kullanmıştır. (Bu kullanım için bk. el-Fetvâ el-Hameviyye el-Kübrâ sh: 61; el-Akîdetü’l-Vâsıtıyye, İbn-i ‘Useymîn şerhi ile birlikte 1/86). Oysa kelâmcıların çoğu tahrîf kelimesi yerine te’vîl kelimesini kullanırlar. Örneğin onlar Allah’ın sıfatlarından bahsederlerken bunların herhangi bir te’vîle kaçmaksızın saptanması gereğinden söz ederler. Yazar İbn-i ‘Useymîn kelâmcıların tahrîf kelimesi yerine te’vîl kelimesini kullandıklarını söyledikten sonra İbn-i Teymiyye’nin onların aksine te’vîl kelimesi yerine tahrîf kelimesini kullanmasını şu dört şeye bağlamıştır:
1- Bizzat Kur’ân’ın kendisi tahrîf kelimesini kullanmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yahûdilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler (tahrîf ederler).” (Nisâ, 46). (Ayrıca bk. Bakara 75; Mâide 13, 41).
Hiç kuşkusuz Kur’ân’ın kullandığı ta’bîr, diğerlerine göre tercihe daha şâyandır. Çünkü Kur’ân, anlamı en açık şekilde göstermektedir.
2- Tahrîf kelimesi, durumu en açık şekilde gösterdiği gibi adalete en yakın olandır. Çünkü delilsiz olarak te’vîl edilen bir şeyi, müevvel (te’vîl edilmiş) olarak isimlendirmek adaletten değildir (sayılmaz). Aksine âdil olan, delilsiz olarak te’vîl edilen şeyi hakkettiği şeyle nitelememizdir ki, bu onun muharref yâni tahrîf edilmiş olmasıdır.
3- Delilsiz te’vîl bâtıldır. Ondan uzaklaşmak gerektiği gibi insanları ondan sakındırmak gerekir. Bu nedenle bu hususta tahrîf kelimesini kullanmak insanları sakındırma yönüyle daha açık bir ifadedir. Çünkü tahrîfi hiç kimse kabul etmez. Te’vîl kelimesi ise daha yumuşak bir kelime olup, her nefis tarafından (kolayca) kabul edilir. Üstelik anlam olarak ayrıntılı açıklamaya da müsaittir. Tahrîf kelimesine gelince, doğrudan (bir şeye) ‘bu tahrîftir’ dediğimizde insan ondan sakınır. Durum böyle olunca, selefin yoluna muhalefet edenler hakkında tahrîf kelimesini kullanmak, te’vîl kelimesini kullanmaktan daha uygun ve yakışıktır.
4- Te’vîl’in hepsi kınanmış değildir. Çünkü Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem (İbn-i -i Abbas) hakkında şöyle demiştir: “Allahım! O’nu dinde fakîh (anlayışlı) kıl ve O’na te’vîli öğret”. Allah-u Teâlâ’da şöyle buyurmuştur: “Onun ( müteşâbihlerinin) te’vîlini Allah’tan ve ilimde yüksek dereceye erişenlerden başkası bilmez.” (Âl-i İmrân, 7). Allah te’vîli bildikleri için onları övmüştür.
Te’vîlin hepsi kınanmış değildir. Çünkü te’vîlin; tefsîr, bir şeyin varacağı hakîkat ve sözü açık anlamından, bu anlama aykırı bir anlama çevirmek gibi değişik anlamları vardır.” Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye 1/87-88. Te’vîlin geldiği anlamlar için bk. sh: 223.
22. Nitekim Ebû Hanîfe şöyle demiştir:
“O’nun eli; kudreti veya nimetidir, denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mu’tezile’nin görüşüdür.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59.
“Allah gazap eder ve râzı olur. O’nun gazabı; cezalandırması, rızası da; sevabıdır, denemez.” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 52.
Meşhur tefsîr âlimi ve Bağdât’taki Hanefîlerin imamı Âlûsî, İmam Ebû Hanîfe’nin ve diğer imamların te’vîl hakkındaki görüşlerini açıklarken şunları söylemektedir: “Senin de bildiğin gibi, büyük âlimlerin ve İslâm’ın ileri gelenlerinin çoğunun yolu teşbîh (benzetme) ve tecsîmi (cisimlendirmeyi) reddetmeyle birlikte mutlak olarak te’vîlden kaçınmaktır. İmam Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İmam Ahmed, İmam Şâfiî, Muhammed b. el-Hasen, Sa’d b. Muâz el-Mervezî, Abdullah b. el-Mübârek, Süfyân es-Sevrî’nin arkadaşı Ebu Muâz b. Süleyman, İshâk b. Râhûye, Muhammed b. İsmâil el-Buhârî, Tirmizî ve Ebû Dâvûd... bu büyük âlimlerdendir.” Rûhu’l-Meânî (6/156).
23. Ta’tîl hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/91-92). Ta’tîl ve tahrîf arasındaki fark için bk. A.g.e. (1/92-93).
24. Cehm b. Safvân’a (ölm. 128 h.) (bk. 85 nolu dipnot) uydukları için bu isimle isimlendirilmiştir. Cehm b. Safvân, Allah’ın sıfatlarını inkar etmiş ve Kur’ân’ın yaratılmış olduğunu söylemiştir. Ayrıca kader konusunda Cebriyye’nin görüşlerini savunarak kulun iradesini inkar etmiş, imanı sadece bilmekten ibâret görmüş, cennet ve cehennemin fâni (gelip geçici) olduğunu söylemiş, Allah’ın ilminin hâdis (sonradan olma) olduğunu ileri sürmüş ve daha bunlara benzer pek çok sapık görüşü savunmuştur. Bk. Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn (1/338-340); Ebu’l-Mansûr el-Bağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 156); Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal (1/61-63); İbn-i Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (5/20), (7/143-146, el-Îmânu’l-Kebîr), (7/543-544, el-Îmânu’l-Evsat); Zehebî, Siyer (6/26-27); Mîzânu’l-İ’tidâl (1/426); Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbâni, sh: 522-524).
25. Ehl-i Sünnet’in büyük imamlarından biri olan Ebu’l-Hasen Alî b. İsmâil b. İshâk b. Sâlim el-Eş’arî el-Yemânî el-Basrî’ye uyanlar anlamındadır. Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, meşhûr sahâbî Ebû Musâ el-Eş’arî’nin (Abdullah b. Kays b. Haddâr) soyundandır. Döneminde kelâmcıların imamı olan Ebu’l-Hasen el-Eş’arî, i’tikâdi konularda önceleri Mu’tezile mezhebine mensuptu. Bu 40 yıl kadar böyle devam etti. Ancak daha sonra bu görüşten vazgeçmiş ve Ehl-i Sünnet’in yolunu benimsemiştir. Bununla da yetinmeyerek Ehl-i Sünnet’in Mu’tezile’ye karşı en büyük savunucularından olmuştur. O, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, es-Sıfat ve er-Reddu ale’l-Mücessime gibi pek çok eser yazmıştır. Hicri 324 yılında, 330 da denmiştir, Bağdat’ta vefat etmiştir. Bk. Zehebî, Siyer (15/85-90); Subkî, Tabakâtu’ş-Şâfiiyye (3/347-444); İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (1/119-200); İbn-i Tağriberdî, en-Nucûmu’z-Zâhire (3/259); İbn-i u’l-’İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb (2/303-305).
Ancak Ebu’l-Hasen el-Eş’arî’ye uyanların büyük bir bölümü O’nun bu son durumunu göz önüne almamışlar ve bazı i’tikâdî meselelerde O’nun yolundan ayrılmışlardır. Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî ve Ebû Hâmid el-Gazzâlî bunların başında gelir. Amelin imandan olmadığını ileri sürerek imanda Mürcie’nin, Allah’ın sıfatlarını te’vîl ederek de esmâ ve sıfâtta te’vîlcilerin yolunu izlemişlerdir. Allah’ın kelâmı konusunda ise iki şey dışında Küllâbiyye’nin görüşünü benimsemişlerdir (bk. 18 bölüm sh: 149). Oysa Ebu’l-Hasen el-Eş’arî onların bu görüşlerinden uzaktır. Bunun en güzel kanıtı O’nun bu görüşlere cevap olarak yazdığı el-İbâne an Usûli’d-Diyâne adlı eseridir. Bu eseri ömrünün sonlarına doğru yazmıştır. O bu eserinde iman, esmâ ve sıfatlarla ilgili görüşlerini açıklamış ve Ehl-i Sünnet dışındaki sapık gruplara cevap vermiştir. Örneğin O’nun bu konular hakkındaki görüşlerini gösteren birkaç sözü şöyledir:
“İman; söz ve ameldir, artar ve eksilir.” (sh: 59).
“Allah arşına istivâ etmiştir.” (sh: 53).
“Allah’ın niteliği bilinmeyen yüzü, iki eli ve gözü vardır.” sh: (53-54).
“Allah’ın kelâmı yaratılmış değildir. Kur’ân’ın yaratılmış olduğunu söyleyen kimse kâfirin ta kendisidir” (sh: 56).
“Allah Azze ve Celle’nin kendilerini peygamberi sallallâhu aleyhi ve sellem’e arkadaşlık etmeleri için seçtiği selefi sevmeyi din olarak görür, Allah’ın onları övdüğü şeylerle onları över ve hepsini dost ediniriz.” (sh: 59). Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler ilgili kitaba müracaat edebilirler.
Yine O, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn adlı eserinde, Ashâbu’l-Hadîs ve Ehl-i Sünnet’in görüşlerini aktardıktan sonra şöyle demiştir: “Görüşleriyle ilgili zikrettiğimiz her şeyi söylüyor ve yol olarak ona yöneliyoruz.” (1/350). Ashâbu’l-Hadîs ve Ehl-i Sünnet’in görüşleri hakkında söylediği şeyler için bk. (1/345-350).
İmam Ebu’l-Hasen el-Eş’arî ve i’tikadı hakkında daha geniş bilgi için bk. Şehristânî, el-Milel (1/66-75); İbn-i Dırbâs’ın Risâletün fi’z-Zebbi an Ebi’l-Haseni’l-Eş’arî adlı risâlesi, İbn-i Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ (4/72), (6/310, 359, 471), (12, 165-166), (16/471); İbn-i u’l-Kayyim, el-Kasîdetü’n-Nûniyye (sh: 312, Herrâs’ın şerhi ile birlikte); Hammâd el-Ensârî’nin Ebu’l-Hasen el-Eş’arî ve Akîdetuhu adlı risâlesi; el-Elbânî, Muhtasaru’l-Uluvv (sh: 236-243); İbn-i ‘Useymîn, el-Kavâidu’l-Müslâ (sh: 80-86).
26. Aslen Horosanlı olan Ca’d b. Dirhem, Süveyd b. Gafele’nin kölesi olup, Dımaşk’ta (Şam’da) bulunmuştur. Allah’ın sıfatlarını ilk inkar edenlerden olup bu konuda ilk kez söz ve görüş ortaya atanlardandır. Kendisi Kur’ân’ın yaratılmış olduğu ve Allah’ın gerçek anlamda konuşmadığı görüşünü ortaya attığı zaman, Umeyye oğulları peşine takılmış, O da Kûfe’ye kaçmıştır. Orada Cehm b. Safvân ile karşılaşır. Bu görüşlerini O’na da öğretir. Ancak Kûfe emiri olan Abdullah el-Kasrî kendisini tutuklatıp, h. 124 yılı Kurban Bayramı gününde Vâsıt şehrinde öldürür. Bk. el-Lâlekâî (3/378-385); Mecmûu’l-Fetâvâ (5/20-21); Minhâcu’s-Sünne (2/192, 251), (5/392); İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (9/364-365, 10/21); Zehebî, Târîhu’l-İslâm (4/238); Siyer (5/433); Mîzânu’l-İ’tidâl (1/399);İbn-i Hacer,Lisânu’l-Mîzân (2/105); Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk. el-Elbânî, sh: 522);Prof. Dr.Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar (sh: 58-60).
Ca’d b. Dirhem’in öldürülme hadisesine ileride değineceğiz. Bk. 19. bölüm sh: 175-176 ve 237 nolu dipnot.
27. Tekyîf hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. İbn-i ‘Useymîn, Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/97-102); el-Kavâidu’l-Müslâ (sh: 36); Şerhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 26).
28. İmam Ebû Hanîfe, Allah’ın sıfatlarının niteliği (keyfiyeti, nasıllığı) hakkında akıl yürüterek yorum yapmayı kesinlikle yasaklamıştır. O bu konuda şunları söylemektedir:
“Allah’ın gazabı ve rızası, O’nun keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarından (sadece) iki sıfattır.” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 52.
“O’nun Kur’ân’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah’ın kitabında zikretmiş olduğu yüz, el ve nefis gibi sıfatlar O’nun keyfiyetsiz (niteliği bilinmeyen) sıfatlarındandır”. el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59.
“Allah, niteliği bilinmeksizin iner.” Bk. 162 nolu dipnot.
29. Temsîl hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/102-111); el-Kavâidu’l-Müslâ (sh: 35); Şerhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 26, 34).
30. Teşbîh hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Şerhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 34).
31. Temsîl ve teşbîh arasındaki fark için ayrıca bk. Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/111-113); Şerhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 34).
32. Temsîl ve teşbîh ile tekyîf arasındaki fark için ayrıca bk. Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/102, 112); Şerhu Lüm’atü’l-İ’tikâd (sh: 26).
33. Yani her mükeyyif, mümessil değildir.
34. İmam Ebû Hanîfe yaratılmışı yaradana benzetmeyi kesin ifadelerle yasaklamıştır. O, şöyle demiştir:
“Allah yarattığı şeylerden hiçbir şeye benzemediği gibi yaratıklarından hiçbir şey de O’na benzemez. O isimleri ve sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 58.
35. Kaynaklarda Ubeydullah b. Yahyâ el-Buhturî olarak geçmektedir. Meşhur şâir Ebû Ubâbe Velîd b. Ubeyd b. Yahyâ b. Ubeydu’t-Tâî el-Buhturî’nin torunu. Asrında şâirlerin lideriydi. Bk. Zehebî, Siyer (13/487); İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/81).
36. Asrın şâiri Ebu’t-Tayyib Ahmed b. Hüseyn b. Hasen el-Cu’fî el-Kûfî. Büyük edebiyatçı. Peygamberlik iddiasında bulunduğu için, Mütenebbî ismiyle şöhret bulmuştur. Pek çok şirk ve bâtıl içeren şiirleri ve sözleri vardır. Tevbe edip bu iddiasından vazgeçtiği de söylenir?! Şiirlerinden oluşan dîvânı arap aleminde nam salmıştır. Hicri 354 yılı Ramazan ayında ölmüştür. Bk. Zehebî, Siyer (16/199-201).
37. Dîvânu Ebi’t-Tayyib el-Mütenebbî bi Şerhi Ebi’l-Bekâ el-‘Ukberî (2/379). “Ve nasıl istersen” yerine “veya nasıl istersen” olarak geçmektedir.
38. İmam Ebû Hanîfe yaradanı yaratılmışa benzetmeyi kesin ifadelerle yasaklamıştır. O, şöyle demiştir:
“Allah’ın sıfatlarının hepsi, yaratıklarının sıfatlarından farklıdır. O bilir, fakat bizim bilmemiz gibi değildir. O güç yetirir, fakat bizim güç yetirmemiz gibi değildir. O görür, fakat bizim görmemiz gibi değildir. O işitir, fakat bizim işitmemiz gibi değildir. O konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değildir.” el-Fıkhu’l-Ekber, sh: 59.
“Allah yaratılmışlara benzemez.”Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye (thk.el-Elbânî, sh: 117).
“Allah’ın eli onların elleri üzerindedir, ancak bu, yarattıklarının elleri gibi değildir, bir organ da değildir. O ellerin yaratıcısıdır. O’nun yüzü yarattıklarının yüzü gibi değildir. O bütün yüzlerin yaratıcısıdır. O’nun nefsi yarattıklarının nefsi gibi değildir. Bütün nefislerin yaratıcısı O’dur. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûrâ, 11)” el-Fıkhu’l-Ebsat, sh: 52-53.
39. Râfıza mezhebine mensup demektir. Bunlar Şiîler’in aşırıları olup Ebû Bekir ve Ömer’in halifeliğini kabul ettiği için Zeyd b. Ali b. el-Hüseyn’i terketmişler ve daha önce dedesinden yardımı esirgedikleri gibi Kûfe’de yardımı O’ndan da esirgemişlerdir. Böylece onlara Râfıza (veya Revâfız) adı verildi. Bunlar Zeydiyye, İmâmiyye ve Keysâniyye olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır. Bu her üç grupta ayrıca pek çok gruba ayrılmıştır. Bazı âlimler tarafından Râfıza kelimesi Şia anlamında kullanılmıştır. Şiîler akaid meselelerinde çok azı Ehl-i Sünnet’e olmak üzere, bir kısmı Müşebbihe’ye, çoğu da Mu’tezile’ye uyar. Şia birçok gruba ayrılır. Bk. Makâlâtu’l-İslâmiyyîn (1/88-136); el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 26-53); İbn-i Hazm, el-Faslu fi’l-Mileli ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal (4/157-158); el-Milel ve’n-Nihal (1/106-146); Dr. Nâsır b. Abdullah el-Kafârî, Usûlu Mezhebi’ş-Şiâti’l-İmâmiyyeti’l-İsney Aşeriyye (1/107-109). Ayrıca bk. İbn-i Teymiyye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebevviyeti fî Nakdi Kelâmi’ş-Şîati ve’l-Kaderiyye; Zehebî, el-Müntekâ; Abdullah el-Guneymân, Muhtasaru Minhâci’s-Sünne adlı kitaplar.
40. Hişâm b. el-Hakem, Ebû Muhammed el-Kûfî. Kûfeli olan Hişâm b. el-Hakem kelâmcılığı ve münazaracılığı ile tanınmıştır. Devrinde İmâmiyye’nin reisi sayıldığı gibi İmâmiyye’nin bir kolu olan Hişâmiyye’nin kurucusudur. Hicri 190 yılında vefat etmiştir. İmâmet hakkındaki görüşlerine, Allah’ı cisimlendirme ve yarattıklarına özellikle de insana benzetmek gibi pek çok sapıklık eklemiştir. Bk. Makâlâtu’l-İslâmiyyîn (1/133-134); el-Fark Beyne’l-Fırak (sh: 48-51); Siyer (10/543-544); Lisânu’l-Mîzân (6/194); Ziriklî, el-A’lâm (9/82).
41. İlhâd hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/119).
42. Allah’ın isimlerinde ilhâd için ayrıca bk. A.g.e. (1/119-124); el-Kavâidü’l-Müslâ (sh: 26).
43. Allah’ın ayetlerinde ilhâd için ayrıca bk. A.g.e. (1/124-126).
44. Geri zekalılar sözü yazar İbn-i ‘Useymîn’in kendi sözü değildir. O, bu sözü İbn-i Teymiyye’den almıştır. Bunu da şöyle ifâde etmiştir: “Şeyhu’l-İslâm şöyle der: ‘Bu sözü, bazı geri zekalılar söylemiştir’”. Şerhu’l-Akîdeti’l-Vâsıtıyye (1/95). Bu sözü gerçekten de İbn-i Teymiyye kullanmıştır. O, el-Fetvâ el-Hameviyye el-Kübrâ adlı eserinde (sh: 31) (Mecmûu’l-Fetâvâ’da 5/8) şöyle demiştir: “Nitekim Selefin büyüklüğünü takdir edememiş, hatta Allah’ı, Rasûlünü ve O’na iman edenleri emredildiği üzere hakkıyla tanımamış bazı geri zekalılar: ‘Selefin yolu daha sağlıklı, halefin yolu ise ilim ve hikmet bakımından daha üstündür!!’ diyorlar.” İbn-i Teymiyye’nin bu sözün sahiplerine verdiği doyurucu ve yeterli cevaplar için bk. Mecmûu’l-Fetâvâ (4/156-164).
Dostları ilə paylaş: |