İRAN’DA ÇOK KADINLI EVLİLİK
Cristen Sen, “Sasaniler Çağı İranlı” adlı eserinin 346, sayfasında; “Sasaniler dönemi İran’ında çok kadınlı evlilik, aile hayatı kurmanın temel prensibi sayılırdı” der ve şunları ekler: “Pratik uygulamada erkeğin evlenebileceği kadın sayısı, onun gelir düzeyine bağlıydı. Eldeki belgelerden anlaşıldığı kadarıyla dar gelirli olan erkekler birden fazla kadınla evlenemiyordu. Aile reisi durumundaki erkek, o sülalenin başkanı olmasının kendisine kazandırdığı haklara sahipti. Kadınlarından biri “sevgili” (*) unvanıyla “her hakkına sahip-bir kadın” olarak tespit edilir ve ona padışahzen-kral kadın veya kadınlarının kralı-ya da “üstün kadın denilirdi. Ondan daha aşağı derecede bir statüsü olan kadına ise emektar veya hizmetçi kadın anlamında “çeğerzen” denilirdi. Aile içinde iki ayrı statüye sahip bu iki kadını kanuni hakları da birbirininkinden farklıydı. Parayla satın alınan veya esir olarak elde edilen kadınlar da muhtemelen bu sınıfa ( çegerzen) dahildi. Mevcut belgeler, bir erkeğin sahip olabileceği üstün kadın-padışahzen-sayısının belli bir sınırlamaya tabi tutulup tutulmadığını göstermiyor. Ancak pek çok hukuki konuşma ve tartışmada, iki padışahzen’e sahip erkeklerden söz edilmede... Bu sınıftan olan her kadın “evin hanımı” unvanını taşıyordu. Muhtemelen her “ev hanımı”nın kendine ait ayrı bir evi vardı. Erkek, evin hanımı unvanını taşıyan seçkin karısı-veya karıları-na ömrünün sonuna kadar bakmak ve geçimini karşılamakla mükellefti. Buluğ yaşına varıncaya değin bütün erkek çocuklar ve evlenme çağına kadar bütün kız çocuklar da aynı hakka sahipti. Bunun istisnası çeğerzen-emektar veya hizmetçi kadın-statüsündeki kadınların çocuklarıydı; çakerzen’in ancak erkek evlatları baba evine mensup kabul edilirdi.”
“Sasaniler’in Yıkılışından Emevilerin Çöküşüne Kadar ki Devirlerde İran’ın Sosyal Tarihi”nde (merhum Said Nefisi’nin eseri) “bir erkeğin evlenebileceği kadın sayısının sınırsız olduğunu belirti. Yunanlılara ait belgelerden anlaşıldığı kadarıyla bir erkeğin bazen birkaç yüz kadınla evli bulunduğu” nu da yazar.
Montesquieu, Kanunların Ruhu adlı eserinde Romalı tarihçi Akatiyas’tan naklen şöyle yazar: “Justinyen döneminde, Hıristiyanların eziyetine maruz kalan ve Hıristiyanlığı kabul etmek istemeyen birkaç Romalı filozof, Roma’dan kaçarak İran padişahı Hosrov Perviz’e sığınmışlardı. Burada onların dikkatini en fazla çeken husus, çok kadınlı evlilik gibi bir geleneğin yaygın bir şekilde geçerli olmasıydı. Buna ilaveten erkeklerin, başkalarına ait kadınlarla da ilişki kurmasıydı...”
(Burada Montesquieu’nun Hosrov Perviz isminde yanıldığını ve söz konusu Romalı filozofların İran padişahlarından Enuşirevan’a sığınmış olduğunu da belirtelim.)
Araplar arasında da çok kadınlı evliliğin sınırı yoktu. İslamcın çok kadınlı evliliği sınırlayarak belli bir limit getirmiş olması, dörtten fazla karısı olan Araplar için problem yaratmıştı. Mesela on tane karısı olan bir erkek, altısını bırakmak zorunda kalmıştır.
Görüldüğü üzere çok kadınlı evlilik geleneği, ilk kez İslam’ın ortaya koymuş olduğu uygulama değildir. Tam tersine, İslam bu geleneğe belli sınırlamalar getirmiştir. Onu birtakım şartlara ve prensiplere bağlamıştır. Ancak bütünüyle iptal de etmemiştir.
İnsan toplulukları arasında çok kadınlı evliliğin ortaya çıkış sebepleri neydi acaba? Erkeğin zorbalık taslayıp kadına tahakkümde bulunmuş olması mı, yoksa kaçınılmaz bir takım özel zaruretler vardıysa bunlar nelerdi? Coğrafi ve bölgesel iklim şartları mı, yoksa başka türden faktörler miydi? İslam bu geleneği neden bütünüyle kaldırmadı? İslam’ın çok kadınlı evliliğe koymuş olduğu sınırlar nelerdi? Kadın olsun, erkek olsun, bugünün insanının çok kadınlı evliliğe karşı kıyam etmiş olmasının nedeni nedir? Bu, insani ve ahlaki birtakım sebeplere mi dayanıyor, yoksa başka nedenlerden mi kaynaklanıyor? Bütün bunları gelecek bölümde açıklayacağız inşallah.
ÇOK KADINLI EVLİLİĞİN TARİHİ NEDENLERİ (I)
Çok kadınlı evliliğin tarihi ve sosyal sebepleri nelerdir? Doğulu kavimler gibi dünyanın pek çok kavmi arasında bu gelenek yaygın bir şekilde kabullenilmiştir? Oysa, aynı gelenek bu batı kavimleri gibi bazı kavimleride asla kabul görmemiştir. Bu farklılığın sebebi nedir? Üç çeşit çok eşlilik arasında çok kadınlı evlilik özel bir rağbet ve itibar görerek yayılmış; fakat çok eşliliğin diğer türleri olan çok kadınlı evlilik veya cinsel ortaklık (komünizm) itibar görmemiştir. Ya hiçbir zaman pratiğe geçmemiş, ya da pek nadir olarak vuku bulmuştur. Bunun sebebi nedir?
Bu sorulara cevap bulmadıkça, nedenleri yeterince araştırmadıkça çok kadınlı evlilik meselesine İslami bakış açısına yaklaşabilmek imkansızdır. Bu meseleyi günümüz insanının ihtiyaçları açısından inceleyebilmek de mümkün birçok yazar gibi mevcut sosyal ve psikolojik faktörleri bir kenara bırakalım. Çok kadınlı evliliğin sosyal ve tarihi sebebine yüzeysel olarak bakalım. Bu durumda şu nakaratı tekrarlamak yeterli olacaktır. “Çok kadınlı evliliğin sebeplerini bilemeyecek ne var? Apaçık ortada işte! Sebep, erkeğin zorbalık ve tahakkümü; kadının köleliğidir! Pederşahilik-ata erkillik-tir! Erkek, kadına zorla tahakkümde bulunduğu için kanun ve gelenekleri kadının aleyhine ve kendisinin lehine olacak şekilde düzenlemiş. Neticede sırf kendi lehine olan çok kadınlı evliliği asırlar boyu gelenek adına sürdürmüştür. Ne var ki kadın erkeğin esiri ve kölesi durumunda olduğundan, kendi lehine olan çok erkekli evliliği gelenekleştirememiştim. erkeğin zorbalığının sonu olan günümüzde ise nice yanlış ayrıcalıkları çok kadınlı evlilik ayrıcalığı da yerini kadın erkek eşitliği ve karşılıklı haklara sahip olma anlayışına bırakmaktadır.”
Bu, son derece sathi ve acemice bir düşünce tarzıdır...Ne çok kadınlı evliliğin yaygın bir şekilde uygulamaya geçmiş olmasının nedeni erkeğin zorbalık ve tahakkümüne dayanır, ne çok erkekli evliliğin rağbet görmeyip uygulanmaması kadının zaaf ve güçsüzlüğünden kaynaklanır. Keza bugün çok kadınlı evliliğin rağbetten düşmüş olması da erkeğin zorbalık devrinin sona ermesiyle açıklanamaz. Bugünün erkeği çok kadınlı evliliği bırakmış olmakla da bir avantajı kaybetmiş değildir. Bilakis, kendi lehine ve kadının aleyhine olacak bir ayrıcalık kazınmıştır böylelikle.
“Kaba kuvvet ve güç”ün, tarihin seyrini değiştiren nice faktörden biri olduğunu inkar etmiyorum Keza erkeğin, güç ve kudretinden su istifadede bulunarak onu tarih boyunca kadının aleyhine kullanmış olduğunu da reddedecek değilim. Ancak, bu kadar faktör sadece kaba kuvvet ve güçle sınırlanamaz. Bunlardan başka etken tanınmaması da yanlıştır. Özellikle kadınla erkeğin ailevi ilişkilerinde bunun yegane faktör olarak ele alınmasını da bir dar görüşlülük ve düşünce kıtlığı olarak değerlendiriyorum.
Yukarıdaki düşünce tarzını doğru kabul edecek olursak, Arapların cahiliye çağı ve Montesquieu’nun deyişiyle Malaya sahillerindeki Nair kabilesinde olduğu gibi çok kocalı evlilik uygulamasının nadiren vuku bulduğu dönemleri kadının güç kazandığı ve çok kocalı evliliği erkeğe zorla kabul ettirebildiği dönem olarak saymak gerekir. Dolayısıyla de bu dönemleri kadının “altın çağı” olarak kabul etmek gerekir. Halbuki gerçek bunun tem tersi istikamette seyretmiştir. Arapların cahiliyet içinde yaşadıkları devirlerin, kadın için tam karanlık ve siyah bir dönem olduğunu biliyoruz. Keza Nair kabilesi hususunda da bizzat Montequieu’dan aktararak, kabilede çok erkekli evliliğin revaç bulmuş olmasının, kadınların erkeklere karşı güç kazanması veya özel bir saygınlık görmelerinden kaynaklanmadığını belirtmiştik. Bunun kabile savaşçılarını askerlikten ibaret olan vazifelerini aksatmama ve bu gayeyle onların ailevi tutkular taşımasına engel olma maksadından kaynaklanmış olduğunu belirtmiştik.
Bütün bunlar bir tarafa; eğer çok kadınlı evliliğin yegane sebebi geçekten pederşahilik ve ataerkillik ise o zaman bu uygulamanın batı toplumlarında da yayılmış olmamasını neyle açıklayabilmek mümkündür? Öyle ya; pederşahilik sırf doğuya münhasır bir evre miydi? Batılılar öteden beri tam Hz. Meryem’in (s.a) kesip Hz. İsa’nın (s.a) biçtiği tarzda bir toplum muydu? Yoksa batı toplumlarında kadın-erkek öteden beri var olan bir uygulama mıydı? Kaba kuvvet denilen faktör batıda sırf adaletin akışında seyretmiş ve yalnızca doğu toplumlarında mı erkeğin lehine bir unsur olarak işlenmiştir?!
Batılı kadın daha yarım yüzyıl öncesine kadar dünyanın en bedbaht kadınlarındandı. Kendi mülkü üzerinde dahi tasarruf hakkı taşımıyordu ve hukuken kocasının vasiyetine muhtaçtı. Ortaçağ döneminde doğulu kadının batılı kadından çok daha iyi bir durumda olduğunu bizzat batılılar itiraf etmişlerdir. Gustow Luban “İslam medeniyeti çağında” der, “Kadınlara, Avrupalı kadınların çok uzun bir süre sonra elde edebildikleri bir konum kazandırılmıştır. Avrupalı kadınlarsa, ancak Endülüs Araplarının davranışlarının Avrupa’da yayılmaya başlamasından sonra böyle bir değer ve konuma kavuşabildiler.... Avrupalılar, kadınlara kibar davranmanın gereği yiğitlik ve mertliği ilk kez Endülüs Müslümanlarından öğrenmişlerdir, onları taklit etmişlerdir. Keza kadını zillet ve aşağılanmadan kurtarıp onu izzet ve iffetin doruğuna ulaştıran da, avamın zannetmiş olduğu gibi Hıristiyanlık değil, İslam dinidir. Zira ortaçağdaki başkan ve komutanlarımızın birer Hıristiyan olmalarına rağmen kadına hiç de saygılı ve nazik davranmamış olduğunu hepimiz biliyoruz... Keza mevcut tarihi belgeler; atalarımızın Müslümanlardan yiğitlik ve kibarlığı henüz öğrenmemiş oldukları döneme değin başkan ve komutanlarımızın kadınlara karşı tam anlamıyla vahşice davranmış olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.” Diğer yazar ve araştırmacılar da ortaçağ Avrupa’sında kadının durumunu tavsif ederken aşağı yukarı aynı ifadeleri kullanmışlardır. Ortaçağ Avrupa’sında erkekler kadınlara tam bir tahakkümde bulunmuşlar. Ataerkil düzen bu mıntıkada doruğuna ulaşmıştır. Bütün bunlara rağmen aynı dönem Avrupa’sında çok kadınlı evliliğin yayılmamış olması neyle açıklanabilir?
Gerçek şudur: Çok erkekli evliliğin sebebi kadının o dönemde bir güç ve fırsat üstünlüğüne sahip olması değildir. Çok erkekli evliliğin revaç ve rağbet bulmamasının nedeni kadının zaaf ve güçsüzlüğü de değildir. Çok kadınla evliliğin doğuda, revaç bulması erkeğin tahakküm ve zorbalığından kaynaklanmamıştır. Çok kadınlı evliliğin batıda revaç bulmaması da kadın-erkek eşitliğinin doğurduğu bir netice olmamıştır.
Dostları ilə paylaş: |