TÜRK İSLÂM ESTETİĞİNİN TEMEL REFERANSLARI
Yrd.Doç.Dr. Mustafa YILDIRIM*
Estetik: Estetiğin konusu güzelliktir; güzellik arayışı ve güzelliğin bilimidir. İnsan yaşadığı alemde yalnız doğruyu ve iyiyi değil aynı zamanda güzeli de arar. Görüldüğü gibi estetiğin konusunu tayin etmekte bir problem yoktur. Ama güzel ve güzelliğin tarifinde birlik sağlamak mümkün değildir. Güzelliğin tarifi konusunda çeşitli ekoller ortaya çıkmıştır. Bazen en faydalı, bazen olduğu gibi görünen, bazen ferdin cemiyete isyanı, bazen de sanatkarın fert ve cemiyetin meseleleriyle bütünleşmiş olmasıdır.
Sanat; “Allah’ı aramaktır” diyen ve böylece mutlak güzeli özleyen bir İslâm sanatkarı için güzelliğin bambaşka bir anlamı vardır. Gerçekten de sanatkar, güzelliği, idrakine, inancına, yaşadığı zaman ve mekanın şartlarına, mizacına ve milli kültürüne göre algılar ve bu birikimiyle eserler verir. Güzelliği müteâl (aşkın) ve mutlak bir kıymet sayan bir İslâm sanatkârı, Allah’ın cemâl sıfatının tabiatın ve kainatın her noktasına işlenmiş bir nakış, bir ses, bir âhenk, bir figür ve bir hareket olduğunu düşünür. İslâm sanatkârı bu karakteri ile “güzel, objektif midir, yoksa sübjektif midir?” diye düşünen akımların üstünde durmaktadır. O tabiatta, kainatta ve insanda Allah’ın cemâl sıfatını arayarak yol almaktadır. Özellikle İslâm estetiği, Seyit Ahmet Arvasi’nin tarifiyle, “Kişinin bütün objektif değerlerden sıyrılarak kendi sübjektifliği içinde elde etmiş olduğu bir yolla, merhale merhale mutlak güzele ulaşma çabasıdır.”1
En güzel kaynak Allah’tır (Mutlak Güzel). İnsan O’nun halifesi, O’nun ruhundan üflenmiş ve güzeli temsil etme yetkisindedir. Dolayısıyla O’na dönüşün hasretiyle ve gerçek güzele kavuşma özlemiyle dünyada yapmış olduğu her şeyin güzel olması için çaba gösterir. Nitekim “Gökleri ve yeri hakkın ikâmesine sebep olarak yarattı. Size sûret verdi, hem sûretlerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır.”2 âyetinde buna işaret edilmektedir. Hasan Basri Çantay bu âyete ilişkin özet olarak şöyle bir yorum getirmektedir: İnsan sureti bütün sûretlerin en güzelidir. Cenâbı Hak insanı kainattaki vasıfların en bedîî bir hülâsası, bütün mahlukların en güzel bir numûnesi olarak yaratmış, ona gizli ve âşikâr bütün olgunlukların meydana gelişinde açık ve kapalı kuvvetler vermiştir. İnsanın en güzel oluşu yanında bir de güzelliklerin ve kemâlâtın meydana gelmesine sebep olacak gizli ve açık (duygu, düşünce ve fiil olarak ortaya koydukları) kuvvete sahip oluşu, insanın sanatkâr fıtratlı olduğunun bir ifadesidir.3
İnsan, güzel hareketler, olumlu davranışlar ve bedîî yönü olan eserler meydana getirir. Çünkü akıl ve düşünce sadece insanda vardır. Düşünce ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şu terminolojik aşamalardan bahsedilir ve bu aşamalar insanı çepeçevre kuşatır: Nazar: Bakmak, görmek, (kalp ve gözle) bakılan şeyin öncesini ve sonrasını anlamaktır. Tedebbür: Bir şeye karşı tedbir almak, zihnimizde oluşan düşünceyi başka bir düşünceye karşı konumlandırmak. Teemmül: Bir konu üzerinde yoğunlaşmak. Teakkül: Akıllı hareket etmek, akıl melekesini kullanmak. Tezekkür: Geçmişi hatırlamak yâd etmek, zikretmek. Tefekkür: Fikir sahibi olmak, düşüncenin üst boyutunda fikirler ortaya çıkarmak demektir. Düşünen bir varlık olan insan, diğer varlıklardan farklı olmanın gereği olarak, sözünde, hareketlerinde ve kendisinden sâdır olan her şeyde en güzelini yapmalıdır. Nitekim şu âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: “Allah hikmeti kime dilerse verir. Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona açık hayır verilmiştir. Sâlim akıl sahiplerinden başkaları iyi düşünemezler.”4
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen âyetler konumuza ışık tutmaya devam edecektir. “Biz İnsanı en güzel bir biçimde yarattık.”5 buyurulmaktadır. Müfessir Beydâvî’ye göre, burada insandan maksat, bütün insanlardır. Boyu, endâmı ve yüz güzelliği yerinde olan ve bütün kainatın güzelliklerini üzerinde toplayan anlamında “en güzel bir biçimde” tabiri kullanılmıştır.6
Yine A‘râf Sûresi’nde “Ey Âdemoğulları mescide her girişinizde ziynetinizi alın( giyin), yiyin için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram kılabilir.”7 Yine Beydâvî, Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetten maksadın, pamuk ve keten gibi bitkisel, ipek ve yün gibi hayvansal, zırh ve kalkan gibi madensel sanatlı mamüller olduğunu ifade etmektedir.8 Görüldüğü gibi bu âyetlerin birincisinde mescide girerken ziynetin takılması, yani güzel elbiselerin giyilmesi ve güzel kokuların sürülmesi, “alınız” hitabıyla istenmektedir. Gayet cömert bir ifadeyle Allah’ın nimetlerinden istifade edilmesi emredilmesine rağmen bu duruma müdahale ederek yasaklamaya kalkışanlar da açıkça ikâz edilmektedir. Bu âyetlerden anlaşılıyor ki güzel olan hiçbir şey yasak değildir. Sanat da güzelliğin ta kendisi olduğuna göre zımnen o da tavsiye edilmiş olur. Bu konuda yasakçılar da Allah tarafından uyarılmaktadır.
İslâm inancına göre varlıkların meydana gelişi Allah tarafından takdir edilir. Varlıkların görüntüsünü tayin etmek de Allah’a aittir. Dolayısıyla güzellik, O’nun bahşetmesiyle mümkündür. Nitekim cemâl sıfatı olan ve mutlak güzel olan Allah en güzel isimlere de sahiptir. Şu âyetlerde bizlere bu konuda mesajlar vermektedir: “O öyle Allah’tır ki vücûda getireceği şeyleri hikmeti gereğince takdir edendir. Varlıklara sûret verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa O’nu tesbih ve tenzih ederler.”9 Yine şu âyette de Cenâbı Hakk’ın en güzel olduğu teyit edilir: “En güzel isimler Allah’ındır. O’na bunlarla dua edin.”10
Bütün kainatın yaratıcısı Allah olduğuna göre, mahlûkât âleminin tamamına âhenk, uyum, düzen, ölçü ve güzelliği takdir eden de O’dur. Yerdeki ve gökteki varlıkları eşsiz bir nizam içinde O meydana getirmiştir. İslam sanatında kozmolojik motiflerin kullanılması da Allah’ın kudretini tekdir etmek ve O’na teslim olmak fikrinden neş’et etmiştir. Bu konuda şu âyetler dikkatimizi çekmektedir: “Sen dağları görürsün de onları yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulutun gelip geçtiği gibi gelip geçerler (hareket ederler). Bu her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O ne yaparsanız hakkıyla bilendir.”11 “O, birbiriyle âhenkli yedi gök yarattı. Allah’ın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremezsiniz. İşte gözünü göğe çevir bir daha bak, onda hiçbir çatlak görmeyeceksin.”12 Yani gerçek sanatkârın Cenâbı Allah olduğunun farkına varmak ve Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi konumunda olan insanın da O’nun şânına yakışır eserler ortaya koyması gerekir. Dolayısıyla eserde müessiri aramak gibi bir misyonla donanmak İslâm sanatkârının yegâne hedefi olmuştur.
İnsanlık âlemi, tarih boyunca en güzel meskenlerde, en güzel şehirlerde ve en güzel ebedî hayatı yaşamayı hedeflemiş ve bunun için de uğraş vermiştir. Toplumların ve milletlerin dinî ve kültürel farklarına rağmen bu ortak istek hep süregelmiştir. Müslümanlar da dünya ve âhiret dengesi kurma anlamında hem yaşadıkları yerlerin mâmur edilmesini hem de öteki âlemde vâd edilen güzelliklere kavuşmayı arzulamışlardır. Bu konuda şu âyet bize rehberlik etmektedir: “Cenâbı Hak mümin erkek ve mümin hanımlara ebedî kalacakları cennetler ve güzel meskenler vâd etmiştir.”13 Allah’ın güzel olarak tavsîf ettiği ve güzelliklerle kurulu bir hayat sürenlere mükafaat olarak vereceğini vâd ettiği bu meskenlere hem bu dünyada hem de diğer âlemde kavuşmak gibi bir anlayış, mesken mimarîsine ışık tutmuş olsa gerektir.
Müslümanlar Allah’ın evini yani ibâdethâneleri kendi meskenlerinden daha üstün tutmuşlar ve gerek mimarî ve gerekse tezyînât bakımından çok daha özenle inşâ etmişlerdir. Meselâ, Konya Köşkü ve Konya Alâeddîn Câmii bu durumun en tipik örneklerinden biridir. Dönemin Anadolu Selçuklu sultanları Allah’ın evini tepenin üstüne dayanıklı taş malzemeyle yaparken kendi evlerini zemine ve toprak malzemeden yapmışlardır. Allah ebedîdir, O’nun anıldığı yer de ebedî olmalıdır; biz ise fânî varlıklarız, topraktan geldik, toprakla beraber olmalıyız ve toprağa gideceğiz anlayışının tezâhürüdür. Ayrıca mescitlerin yapımı ve korunması da Kur’ân’da açıkça ifade edilmektedir: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe iman eden, namazı kılan, zekatı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte doğru yola ulaşması da umulan bunlardır.”14 “Allah’ın mescitlerinde O’nun adının anılmasını men edenlerden ve onların harap olması için çabalayanlardan daha zâlim kim olabilir.”15 Görüldüğü gibi mescitleri inşâ edenlerin imanlı, ibadetli ve cesâretli olduğu söyleniyor; harap olmasını isteyenler de zâlimler olarak nitelendiriliyor.
İslam anlayışına göre insanlar, işlemiş oldukları fiillerden sorumludurlar. Yapmış oldukları eylemler ister kalıcı olsun, isterse davranış türünden soyut olsun her ikisi de sahibi için bağlayıcı bir husûsiyet arzetmektedir. Kalıcı mutluluk için güzel eserler bırakılması İslâm öğretisinde hedeflenen bir durumdur. Bununla ilgili olarak şu âyet bizlere ışık tutmaktadır: “Hakikat ölüleri biz diriltiriz. Önceden gönderdikleri ve bıraktıkları şeyleri biz yazarız, zaten biz her şeyi apaçık kitapta yazmışızdır.”16 Bu âyetle ilgili olarak Medârik tefsirinde şu açıklamalara yer verilmiştir: Bırakılan eserler; öğretilen ilim, neşredilen kitap, yapılan hayır kurumları (cami, çeşme, han, hamam, köprü) ve vakıflar gibi kurumlardır. Ayrıca Kıyâme Sûresi’nin 13. ayetinde bu konuyla ilgili olarak insanın önden gönderdikleri iyi ameller; arkada bıraktığı şeyler de güzel ve kalıcı eserler olarak ifade edilmektedir.17
Peygamberler tarihine baktığımız zaman her peygamberin bir sanatı olduğunu ve insanlık âlemine onu öğretmekle görevli olduğunu görüyoruz. Hz. Adem ilk insan ve ilk peygamber olarak, insanlığın atası olması yönüyle eşyayı ve isimleri öğreten kişi olmuştur. Yani nesneleri ve isimleri tayin ederek yaşamanın ve hayatta kalabilmenin esaslarının belirlemiştir. Beslenmenin sağlanabilmesi için de çiftçiliği öğreten de o olmuştur. Diğer peygamberler de şu sanatların pîri olmuşlardır: Tüccarların pîri Hz. Muhammed, seyyahların pîri Hz. İsa, çobanların pîri Hz. Musa, hallaçların pîri Hz. Şit, marangozların pîri Hz. Nuh, dülgerlerin pîri Hz. İbrahim, terzi ve yazıcıların pîri Hz. İdris, saatçıların pîri Hz. Yusuf, ekmekçilerin pîri Hz. Zülkifl, tarihçilerin pîri Hz. Lut, bağcıların pîri Hz. Üzeyr, çulhacıların pîri Hz. İlyas, zırhçıların pîri Hz. Davud, balıkçıların pîri Hz. Yunus’tur. Bu konuda iki âyet meâli vererek özetlemenin faydalı olacağını düşünüyoruz. “Bizim nezâretimiz ve vahyimizle gemi yap, zulmedenler hakkında da bana bir şey söyleme onlar suda boğulacaklardır.”18 “Biz ona sizin için, sizin muhârebenizin şiddetinden korunmak için zırh yapma sanatını öğrettik. Şimdi siz bundan dolayı şükredenlerden olun.”19 Râzî ve Celâleyn tefsirlerinde geçen bir rivâyete göre Davud (a.s.) bir gün tebdîl-i kıyafet ederek seyahate çıkar ve halkın kendi hakkındaki kanaatini öğrenmek ister. Cebrâil (a.s.) onun karşısına insan şeklinde çıkar ve Davud onu tanıyamaz ve ona sorar: “Davud’un memleketindeki gidişatı nasıl buluyorsun?” Cebrâil: “O çok iyi bir insandır, fakat kendisinde bir haslet daha olsa çok daha iyi olacaktır.” Davud: “Nedir o haslet?” Cebrâil: “İşittim ki O beytü’l-mâl (devlet hazinesi)’den geçiniyormuş. Halbuki kişinin kendi emeğiyle geçinmesi daha faziletlidir.” Bunun üzerine Davud (a.s.) döner ve Cenâbı Hak’tan kendi emeğiyle bir geçim ihsan etmesini niyaz eder. Allah Teâlâ da O’na demiri hamur yapacak bir kuvvet verdi. Artık O zırh yapıp satıyor ve bununla geçimini temin etmeye çalışıyordu.20
Kıssadan da anlaşıldığı gibi her hangi bir meslek sahibi olmak, sanat ve estetik yönüyle birlikte insan onurunu güçlendiriyor, başkalarına muhtaç olmaktan da kurtarıyor. Peygamberler insanlara örnek olma görevlerini her alanda gösterirken bizzat uygulayarak en doğru tatbik biçimini de sergiliyorlardı. Dolayısıyla hayatın içinden bir insan olarak onlar da insanlık alemine en yararlı olan işleri birer sanat ve estetik olarak sunmuşlardır.
Tevhidin Estetik İfadesi: Kur’ân-ı Kerîm’i incelerken tevhid akidesi gereği her şeyin birlemeye doğru gittiğini, gerçek birliğe doğru adımlar atılırken de İslâm sanatının bundan payını aldığını görmekteyiz. Dolayısıyla İslâm estetiği kullanmış olduğu motif, desen ve kompozisyonda bütün geçici değerlerden sıyrılıp gerçek varlığa ve bire doğru yol alır. Şimdi İslâm sanat ve estetiğinde kullanılan anlayışlardan bahsetmeye çalışalım.
Mücerret Anlayış (Soyutlama): Öncelikle İslâm sanatının sonsuzluğu işleyen eserleri soyuttur. Figüratif anlatım tamamen yok olmamakla birlikte İslâm sanatında tabiat figürlerinin seyrek olduğu konusunda pek tartışma yoktur. Tabiat figürleri kullanıldığında da natüralizmle bağdaşmayan ve tabîî halinden çıkarılarak stilize edilirler. Mücerret anlayış, tevhidin sonsuzluğu noktasından yola çıkarak gerçek varlığa ve birliğe ulaşmak için maddeden kurtulup metafizik alemi yakalama çabalarıdır. İslâm sanatının motif oluşturmadaki arayışı ve sonsuza dek sürme isteği de bundan kaynaklanmaktadır. Çünkü dünyada var sandığımız nesneler gerçek varlık karşısında sonlu olmaları bakımından yok sayılırlar21 Yani İslâm sanatının motif oluşturmadaki arayışı ve sonsuza dek sürme isteği de bundan kaynaklanmaktadır. Bu durum kelime-i tevhidde de yerini almıştır. Lâ ilâhe illallâh derken, tevhid anlayışı zıddıyla birlikte, yani tüm ilahların reddedilmesiyle sağlanır. İslam sanat ve estetik düşüncesinin temeli de bu felsefeden etkilenmiştir.
Kendi Başına Müstakil Olmakla Birlikte Bir Bütün Oluşturan Motifler: İslâm sanatında daha büyük tasarımları meydana getirmek için birleşen çok sayıda birim ve figüre başvurulur. Bu modüllerden her biri daha büyük bir tasarımın önemli bir parçası olduğu kadar kendisinin de başlı başına anlamlı, canlı ve doyurucu bir birim olarak algılanmasına imkan veren mükemmelliğin ve zirvenin ölçüsünü taşıyan düzenlemelerdir. Her hangi bir sanat eserinin motifleri en yüksek estetik düzeyde yerleştirilirken, birbirinden bağımsız ama bütüne doğru yol alan ve neticede birliğe koşan bir anlayış, Kur’ân-ı Kerîm’deki müstakil konuların bir araya gelerek bir sistemi ifade etmesinden kaynaklanan bir düşüncedir.
Birbirini Takip Eden Kombinasyonlar: Sesin, görüntünün ve hareketin sonsuz modelleri, temel unsurları ve tekrarları birbirini takip eden kombinasyonlar oluştururlar. Bir çok birim veya figürün oluşturduğu kombinasyon seyirciyi bir noktadan diğerine ve bütün yönlerine sürükleyecek bir biçimde akıcılık kazandırır. İslâm sanatında büyük kombinasyonların kendini oluşturan küçük motifleri yok etmesine izin verilmez. Hatta büyük tasarımlar, karmaşık bir kompozisyonla ifade edilirken, tekrarlanarak ve daha küçük birimlere de bağlanarak başlangıcın ve sonun ayırt edilemeyecek şekle getirilmesi sağlanır. Bu ise sanatın hareketliliğini ve ritmini oluşturması bakımından arayışın ve yürüyüşün güzergâhı olarak tasarlanılmıştır. Uyumlu bir yükseliş ve maksatlı bir hedef çevresinde oluşturulan sistematik sanat anlayışıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konular tedrîcî bir üslupla ifade edilir. Yani kolaydan zora, basitten karmaşığa doğru kademe kademe bir konu ele alınır ve neticede hedeflenen Bir’e ulaşılır.
Dinamizm: İslâmî tasarım dinamiktir. Yani zaman mefhumu içerisinde anlaşılması gereken bir tasarımdır. İslâm sanatının her dalında bu anlayış keşfedilebilir. Meselâ bir edebî eser veya musikî eseri bir anda söylenmekle yok olup gitmez; etkisi devamlıdır. Diğer yandan görsel sanatların ve mimarî yapıların bütünü mekanı kullanırlar. Fizikî bir boşluğu ve ortaya çıkabilmek için yüzeysel elemanları kullanırlar (nokta, çizgi, şekil ve hacim gibi). Bununla birlikte gerçek hedefinden sapmaz ve bütün geçici unsurları gerçek varlığa ulaşmada bir vasıta olarak kullanır. Canlı, hareketli bir anlayış olarak ve gerçek varlığın numûnesi biçiminde algılanan ve yeryüzünde hiçbir şeyin tesadüfün eseri var olmadığını düşünerek tevhitte buluşulacağını ifade eden yorumlardır. Motifleri statik olmayan ve insanı daimî bir arayışa sürükleyen, ötelere götüren bir canlılıktır.22
Girift Anlayış: Karmaşık detayların kullanılmasıyla elde edilir. Karmaşıklık, izleyicinin dikkatini celbederek, sunulan nesnelerin yapısına yoğunlaşmasını pekiştirir. Çok ince işlenmiş olsa da düz bir çizgi veya tek bir figür hiçbir zaman İslâmî yapının tek işleme malzeme yapısı olamaz. Sonsuzluğu ifade etmesi gereken, dinamizm ve hareketliliği de bünyesinde taşıyacak olan bir eserin, çoklu oluşumları arttırarak devam ettirmesi gerekir. Girift anlayış, bir başka ifadeyle çokluğun karmaşası içinde vahdeti aramanın ve çokluğu vahdete irca etmenin biçimidir. Bu da İslâm sanat ve estetiğinin önemli unsurlarından biridir. Örneğin Arabesk motifi karmaşık bir motif oluşumudur. Bu motifte, kişinin kendisini nokta görerek Yaratanını arama sevdası konu edilir.
Tekrar: bir sanat eserinde sonsuzluk etkisi oluşturmak için gerekli olan bir diğer özellik de yüksek seviyede tekrarlılıktır. İslâm sanatının birbirine ekli kompozisyonları sonsuza gidiyormuş gibi görünen yapısal motiflerin ve desenlerin birbirini izleyen tekrarlarını kullanır. Soyutlamanın güçlendirilmesi de bu metotla sağlanır. Çünkü tek başına somut kalabilecek motifin genel düşünceye aykırı kalması sistemin bütünlüğünü bozar. Böylesi bir tasarım, bir motifin diğerinin önüne geçmesini de mümkün kılacağından, tekrar eşitleme anlamında da sık sık kullanılmıştır. İslâm sanat ve estetiğinin, zihinlerde nakşedilmesi bakımından kullandığı öğretici bir metod olan tekrar, konuları hem öğretir hem de pekiştirir. Yani figür, çerçevesi içinde kalmayarak ondan taşarak Bir’e götürmenin çabası içinde olur. Bu da anlamlı tekrarların uygulanması ile mümkün olur.
Bir Sanat Modeli Olarak Kur’ân-ı Kerîm
Kur’ân-ı Kerîm’in kendisi sonsuz güzelliğin en mükemmel örneğidir. Edebî sanatların tamamını, görsel sanatları (dekorasyon ve mimarî eserlerin her ikisini de) ve hatta sanatlarını ve musikîyi de etkileyen bir örnektir. Edebî bir şâheser olan Kur’ân, okunurken, ritminden, akıcılığından ve belâğatinin derinliğinden sarsılamayan bir müslüman yoktur.23 O insanlar üzerinde estetik ve hissî tesire sahiptir. İnsanların İslâm dinine girişinde onun okunuşundaki estetik tesiri önemli bir paya sahiptir. Kur’ân’ın bu eşsiz mükemmelliği i‘câz yani benzerini getirmede aciz bırakmak anlamında kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm mûcizedir. Her okunduğunda yeni bir şey bulunan ve Allah’ın inayetiyle kıyamete kadar korunacak olması, zihinlerde taşınır olması, bütün âyetleri hem kendi içinde tutarlı hem de diğerleri ile uyumlu olması ve her dönemde, her zamana ışık tutacak olması sebebiyle, şeklinden özüne dek bir sanat ve estetik harikası olduğu görülür. Bu durumu şu maddelerde izah edebiliriz:
Kur’ân-ı Kerîm’de Kıssalar: Şunu hemen belirtelim ki, o gerçeğe ve tabiata uygun tasvirlerin vurgulamasını yapar ve hikayemsi bir gelişmeyi reddeder. Sanki okuyucular hadiselerle ve karakterlerle daha önceden aşinaymışlar gibi belirli olaylara zaman zaman atıflarda bulunulur. Asıl gaye hikaye anlatmak değil hatırlatıcı ve öğretici olmaktır. Bunların her biri yaşanmış ve ibret vesilesi olan hadiselerdir. Kur’an-ı Kerîm’de mekkî sûreler daha kısadır. Çünkü insanların öncelikli olarak şirkten kurtarılması ve tek olan Allah’a iman etmeleri konu ediliyordu. Medenî sûreler ise daha uzundur. Çünkü bu sûrelerde müesseseleşmeye ve devletleşmeye dönük hazırlıklar yapılmaktaydı. Hem uzun ve hem de kısa olan sûrelerde verilen mesajlar insanları etkiler ve gerçek anlamda bir kelamla yüzyüze getirir. Anlatılan olayların cereyan ediş biçimi gözler önüne serilerek tezekkür olarak ifade edilen ve geçmişi yâd etmek demek olan bir sanat ortaya konur.
Kur’ân-ı Kerîm Âyet ve Sûrelere ayrılır: Âyet ve sûrenin her ikisi de edebî mana ve şekil ihtiva eder. Âyetler kendi içerisinde bütünlük arzederken, sûreyle birlikte siyâk ve sibâk denilen Kur’ân’ın genel bütünlüğünü de sağlayıcı unsur olurlar. Yine Kur’ân-ı Kerîm okunurken vakfelerde durmakla âhenkli bir tilâvet sağlanır.
Kur’ân-ı Kerîm’in Başka Tasnifler de Yapılmıştır: Kur’ân-ı Kerîm âyetleri daha uzun parçalar veya birbirini izleyen bölümler oluşturmak üzere bir araya gelmişlerdir. Bunlar daha uzun bölümler içindeki kısa bölümler ya da parçalar olabilirler. Meselâ, 10 âyet bir aşır oluşturur. Bir dizi aşır bir rubu‘ (çeyrek) oluşturur. 4 çeyrek bir hizb oluşturur. 4 hizb bir cüz oluşturur. Dolayısıyla Kur’ân 30 cüzden müteşekkildir. Görüldüğü gibi kendi içindeki küçükten büyüğe doğru tasnif edilme biçiminde de bir düzen ve sistem vardır. Yalnız bu düzenlemelerde âyetlerin dizilişi dışındaki dizilişler tevkifî değildir. Yani insanlar tarafından kolaylık olsun diye böyle bir düzenleme yapılmıştır. Nitekim anlamda bozulmalara meydan vermemek kaydıyla durma noktalarına riâyet etmeksizin de Kur’ân okunabilir. Bu durum insanlara bir diğer estetik özgürlük sunar.
Kur’ân-ı Kerîm’de Kâfiye Anlayışı: Bitiş kâfiyeleri Kur’ân’da sıkça yer alır. Çok sayıdaki ölçülerin ve sesli-sessiz harflerin tekrarı bu edebî eseri şiirsel olarak canlı bir hale getirir. Nakarat cümleleri hem öğretici amaçla hem de estetik mesajı güçlendirmek için tekrar tekrar kullanılır. Kur’ân’ın hem nazım hem nesir biçimi başlı başına bir estetik oluşumun ifadesidir.24
Kur’ân-ı Kerîm Bütün Zamanlara Şâmildir: Geçmişten bahsederken, tarihin bütün dönemlerine ışık tutar. Aynı zamanda gelecekle ilgili hadiselere de işaret ederek bütün zamanları kuşatacak bir anlayışı hakim kılmaktadır. Dolayısıyla Kur’ân, hedeflenen zirveye sevk ederken hem kesitler halinde modeller sunar hem de bütün bir sistemi gözler önüne serer.
Kur’ân-ı Kerîm Edebî Sanatları Kullanır: Kur’ân-ı Kerîm paralellik, antitezler, yoğunluk, mecaz, teşbih ve kinâye gibi bir çok edebî sanat kullanmıştır. Bunlar anlatım zenginliği ve inceliği sağlayan bir çok edebî sanattan sadece bir kaçıdır. Bu unsurların çokluğu, âyetleri okuyanların ya da dinleyenlerin onun güzelliğinden ve belâğatinden etkilenmelerini sağlamaktadır. Bu bakımdan da hem kendi içindeki sanat ve estetik oluşumu hem de başka alanlarda yapılan güzelliklere model teşkil etmiştir.
Güzellik İle ilgili Hadîs-i Şerîfler
Üsve-i hasene olarak, yani en güzel örnek olarak gönderilen25 Hz. Peygamber (s.a.s.) insanlık âleminin her bakımdan en güzele ulaşması için sözleriyle, davranışlarıyla ve onaylarıyla örneklik teşkil etmiştir. İnsanların geçici dünya hayatlarında bir sınavdan geçtikleri ve bu sınavın uygulanabilmesi için güzelliklerin ve çirkinliklerin yaratıldığı, bunlardan birinin tercihinin de insan iradesine verilmesi sebebiyle kişiler yapmış oldukları eylemlerin neticesinde elde edecek oldukları pozitif ya da negatif değerlendirmelerden sorumludurlar. Bu konuda şu hadîs-i şerîf dikkatimizi çekmektedir: “Allah Teâlâ eşyanın güzellerini ve fenâlarını takdir etti. Sonra güzellerin güzelliklerini fenâların çirkinliklerini açıkladı. Her kim güzel iş yapmak diler de yapamazsa Allah o kimse hesabına kendi divanında tam bir hasene sevabı yazdırır. Eğer o kimse güzel iş yapmak isteyip yaparsa Allah o kimseye kendi divanında 10 hasene sevabından 700 misline ve daha çok emsaline kadar hasene sevabı yazdırır.”26
Peygamber efendimiz, insanların tertipli, düzenli, birbirlerine karşı saygılı ve yardımsever olmasını isterken, bunların ve buna benzer hasletlerin güzellik olduğunu vurguluyor ve Allah’ın güzel olmasından dolayı Allah’ın güzeli seveceğini de ifade ediyor: “Allah Temizdir; temizi sever. Allah merhametlidir; merhameti sever. Allah cömerttir; cömertliği sever.”27
Güzel sözlü olmak konuşma estetiğine riayet etmek demektir. Eğer insanlara iyilikte bulunmak, onların emaneti olduğunu düşünerek onlara saygılı davranmak sûretiyle daha da kutsiyet arzeder. Dolayısıyla insana saygı Allah’a saygı olmuş olur ki, bu da yapılan işin mana derinliğinin meydana gelmesini temin eder. Hz. Peygamber bu konuda şöyle demiştir: “Ey ashabım! Şimdi sizden her biriniz hiçbir şey bulamazsa bir tane hurmanın yarısı ile hayırda bulunsun. Bunu da bulamazsa güzel sözlü olsun ve kendisini (bu güzel sözle) cehennem ateşinden korusun.”28
Peygamber efendimiz Allah kelâmı Kur’ân-ı Kerîm’in güzel sesle okunmasından memnun oluyordu. Çünkü onun etkileyici özelliğini doğru okuyan ve güzel sesiyle süsleyen bir kimse daha da tesirli hale getiriyordu. Kur’ân-ı Kerîm’in en güzel şekilde okunması ve okutulması onun mecaz ve belâğat yönünü bilenler için bir zorunluluktur. “Hz. Peygamber bir gün Ebû Mûsâ el-Eş‘ârî’nin Kur’ân okumasını dinledi ve ona “Ey Ebû Mûsâ sana Davud’a verilen sesten bir ses verilmiştir” dedi.”29 Bir başka hadîs-i şerîfte de şöyle geçer: “Kur’ân’ı seslerinizle süsleyiniz.”30
Hz. Peygamber bir gün zengin olduğu halde üstü başı perişan bir vaziyette giyinmiş olarak yanına gelen bir kişiye, “Allah mal vermişse Allah’ın keremi senin üzerinde görülsün demiştir.”31 Bundan da anlaşılıyor ki, dünyada iken dünya nimetlerinden istifade etmek ve en güzel bir biçimde giyinmek ve İslâm’ın zarâfetini ortaya koymak emredilmiştir. İnsanların dünyayı hiçe sayması ve tamamen bir uzlet hayatı benimsemeleri dünya-âhiret dengesini sarsacağından buna müsaade edilmemiştir. Ayrıca imkanları olduğu halde cimri davranmak doğru bulunmayıp cömert olmak da bu hadîsten anlaşılması gereken hususlardan biridir.
İslâm dini her şeyi zamanında ve yerinde yapmayı da tavsiye etmiştir. Cenâzede hüzün ve tefekkür; düğün ve şenliklerde de eğlenmek gibi. İnsanlar mutlu günlerinde tabîî olarak neşelenirler ve bunu da çeşitli hareketleriyle ortaya koyarlar. Gülmek, oynamak, şarkı söylemek bunlardandır. Bu manada şu hadîs-i şerîfler dikkat çekicidir: “Hz. Âişe terbiyesi altında büyüyen bir kızı, ensârdan bir kişi ile evlendirmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.), ‘Hani sizin def çalan, şarkı söyleyen muganniyeniz yok mu? Ensârın böyle oyun hoşuna gider.’ dedi.”32 “Hz. Âişe şöyle demiştir: ‘Kasem ederim ki Hz. Peygamberi Harem-i Şerîf’in kapısında şu halde gördüm; Habeşliler oyun oynuyor, ben de onları seyredeyim diye beni omuzlarıyla gizliyorlardı.”33
Hadislerden anlaşıldığı gibi, Peygamber efendimiz niyetin güzelliğinin bile ödüle layık olduğunu ve bunun davranışa yansıması halinde daha çok güzellikler getireceğini beyan etmiştir. Bunlar neticesinde ortaya çıkacak güzel bir eserin ise, en güzel olacağı âşikârdır. Tabîî ki bunların hepsi insana değer vermek ve Allah’ın rızasını kazanmak için yapılması gereken güzelliklerdir. Bu konuda şu olay dikkatimizi çekmektedir: “Peygamber (s.a.s.) Kâbe’yi tavâf ederken bir insan geçti. Bu kimsenin eli bir başkasının eline bir kayışla veya iple veyahut da bir mendille bağlanmıştı. Peygamber şefkatli eliyle bu bağı kopardı ve sonra da adama, ‘Bu zavallı adamın elinden tut!’ dedi.”34 Görüldüğü gibi insan şahsiyetine hürmet etmek ve insana yakışır bir muâmelede bulunmak da bir güzelliktir. Hatta estetiğin ve güzelliğin temel şartıdır. İnsana yakışmayan tarzda davranışta bulunmak çirkinliklerin en çirkinidir.
Mütefekkirlerin Görüşleri
Fârâbî, madde ve sûretin ilk kaynağını tespit ederken, sûretin mükemmelliği yani güzelliği konusunda, estetiğe ilk varlığın tezâhürü olarak değer verir. Ayrıca Erdemli Şehir modelinde de bütün güzelliklerin tebliğcisi olan Peygamberin öncülüğünde kurulan bir hayat tarzı benimsenir. Dolayısıyla böylesi hayâl edilen bir devlet düzeninde estetiğin olmaması düşünülemez. Ayrıca Allah’ın güzelliğinden bahsederek ilk can verenin, ilk hareket ettirenin ve en güzel vasıfları bahşedenin O olduğuna işaret etmiştir.35
İbn Sînâ da Şifa, Necât ve Risâletü’l-Aşk adlı eserlerinde Allah’ın saf ve mutlak güzelliklerinden bahseder. Yani güzelliği kendi zâtından olan, başka bir sebep veya tesirden olmayan, ezelî ve ebedî olan ve zaman içinde değişmeyen, her zaman ve mekanda güzel olan gerçek güzellik, ancak kemâl sahibi yaratıcıda olur.36
Gazâlî ise güzellik konusunda şunları söyler: Güzel olan her şey sevilir. Güzelliğin idrâki bizâtihî sevilir. Yine Gazâlî iyi tarifini yaparken, iyiyi; yararlı, lezzetli ve güzel olarak ifade eder. İnsanın yaratılışını anlatırken defalarca ahsene (güzel yaptı) ve zeyyene (süsledi) gibi güzel yapmak anlamına gelen kelimeler kullanır. İhyâu Ulûmi’d-Dîn adlı eserinde nizâm ve gâye delili üzerinde dururken bu delili bir çeşit estetik delil olarak sunar.37 İnsanı hayvandan ayıran en belirgin özelliğin, yerin ve göklerin melekûtuna, insanın kendi varlığına ve dış dünyadaki hayret verici şeylere bakmak olduğunu söyler. Gerek yer ve göklerde, gerekse hayvanlar ve bitkiler dünyasında Allah’ın yarattığı hayret uyandırıcı güzelliklere bakarak bütün bu sistemli işin ve muhkem düzenin müdebbir bir yaratıcıdan ve hüküm verici ve takdir edici bir fâilden müstağnî kalamayacağını akıldan az da olsa nasibini almış herkesin idrâk edeceğini söyler. Kim güzelce örülmüş ipek bir kumaşı görür de onun her türlü kudretten mahrum ölü bir kişi tarafından meydana getirildiğini söylerse, kendisinin cahil ve aptal birisi olduğunu söylemiş olur. Duvardaki güzel bir hattı veya nakışı görüp takdir eden insan, nasıl olur da kendi varlığındaki ve başka varlıklardaki hayret uyandırıcı eserleri görüp onların sânii ve musavvirleri hakkında düşünmez. O’na göre âlemin güzelliği herkes tarafından takdir edilebilir. Meselâ bazı yıldızların yaratılmalarındaki hikmeti bir çok kimse anlayamaz. Fakat Allah, “Bize en yakın göğü yıldızlarla süsledik.” derken kolayca anlaşılabilen bir hususa işaret etmektedir. Güzelliğin idrâki, farklı derecelerde de olsa herkes için mümkündür.
Gazâlî’nin estetik delili, sevilmeye layık güzel (cemîl) bir yaratıcı fikrine ulaştırmaya çalışıyor. Allah cemîldir; çünkü böyle olmasaydı kemâl sahibi bir varlıkta eksikli olurdu. Onun içindir ki, O güzel isimler (esmâu’l-hüsnâ) ile isimlendiriliyor. İşte iman ile sevgi arasındaki ilişki de kaynağını böyle bir ulûhiyet anlayışında bulmaktadır.
Muhyiddîn İbn Arabî, Tercümânü’l-Eşvâk isimli eserinde Allah’ın güzelliğini ayın on dördündeki güzelliğe benzetir. Ayın bu güzelliği Allah’ın ona tecellîsi ile mümkün olur. Değilse ayın güzelliği diğer zamanlarda kaybolur. Çünkü ay bu güzelliği yakalayabilmek için bir ay boyunca bu güzellikten mahrum bir şekilde varlığını sürdürür ve ancak geçen bu otuz günün sonunda o güzelliğine ulaşabilir. Oysa Allah devamlı güzeldir. Çünkü Allah’ın güzelliği kendi zâtında kâim olan cemîl sıfatından kaynaklanmaktadır. Ayın güzelliği ise Allah’ın güzelliğinin ona yansımasıyla mümkündür. İbn Arabî burada fânî güzellik ve bâkî güzellik kavramlarını somut örneklerle açıklamaktadır. Bununla birlikte O, Allah’ın güzelliğinin akıl ve düşünceyle değil ilham ve keşifle kavranılabileceğini ifade eder.38
Mevlânâ, Mesnevîsinde “Kâinâtın seyri aşk sarhoşluğuyla Allah’ı arama seferberliğidir”39 diyerek bu konuda insanı düşünmeye sevk eden örnekler sunmuştur. Hiçbir masnûun (sanat eserinin) kendiliğinden olmayacağını ve kesinlikle bir sâniinin bulunduğunu söyler. Yani eserde müessiri aramanın yolarını çok çeşitli örneklerle izah eder. Bu eserlerin başında manzum eserleri yer alır. İlk 18 beytini kendi hattıyla yazdığı söylenen Mesnevîsi başlı başına estetik bir numûnedir.40 Daha ilk beytinde kâmil insanı ney’e benzetmesiyle bir mûsikî aletini gündeme getirmiştir. Mûsikî ve raks onun hayatında ve eserlerinde önemli bir yer tutmaktadır. Mevlânâ’dan sonra da Mevlevîlik Tarîkatı güzel sanatlarda zirve şahsiyetler yetiştirmekle ön plana çıkmıştır.
Güzellikten Allah’ın güzelliğine ulaşmak, Kelâmcılarda ve Felsefecilerde de bulunmakla birlikte mutasavvıflarda daha önemli bir mevkii hâizdir. Müslüman sanatkâr güzelliğin yaratıcısı değil ancak keşfedicisi olduğuna inanır. Allah’ın cemâl sıfatının eseri olarak var olan her çeşit güzellik, sanatkârın faaliyeti sayesinde dokunulabilir, duyulabilir ve görülebilir hale gelmektedir.
Neticede İslâm’ın başlı başına kendine has bir sanatı vardır. Temel kaynağı Kur’ân-ı Kerîm olan bir anlayışın, İslâm dünyasındaki muhteşem mimarînin, şiirin, edebiyatın, mücerret sanatın, resmin, hüsn-i hattın ve mermeri işleyerek rûha dönüştüren estetik dehânın esas sebebi kendi özünde aranmalıdır.
Batı sanatı kendini şekle ve figüre mahkum ederken, İslâm, şeklin güzelliği ile muhtevânın güzelliğini de ele alır. Çünkü kâinâtta kendiliğinden şekil ve sûret yoktur. Yalnız Allah dâim ve bâkîdir. İslâm inancında yaratılmışların kendi zâtında ebedîlik ve bekâ yoktur. Var olan sadece onların zarûrî sıralanması ve geçici süresidir. Dünyanın geçiciliğini değişenlerle tespit eder ve bu yolla geçici olmayanı bulur. İslâm sanatı figürlere bağlanmamak ve sûretlere tapmamak gibi kâideler koyarak berrak ve orijinal eserler ortaya çıkarmıştır. Çünkü İslâm sanatında figür ana kompozisyon içine hapsedilemez.
İslâm’da güzel sanatlar boyutunda özellikle şiir, güzel söz, güzel yazı, ebru, tezhip, çini, halı ve mimarîde kendisini ortaya koyar. İslâm düşüncesi bir nesneyi aynıyla taklit etmeyi sanat olarak kabul etmemektedir. Meselâ, bir insan portresi ve tabiatla ilgili bir şeyi sanat kabul etmez. Çünkü bunların fotoğrafı da çekilebilir. Buna mukâbil İslâm stilize ve mücerret sanat anlayışını benimser. Peygamber (s.a.s.) şirkle mücâdele ederken İranlı bir sanatçı Hz. Peygambere, “Ben sanatımı icrâ edecek miyim?” diye sormuş; Peygamber (s.a.s.) de, “İcrâ edeceksin, ama canlı olarak değil” diye cevap vermiştir. Canlıyı aynen resmetmeyi İslâm sanatı doğru bulmamış, onu çağrıştıracak tarzda stilize resmi yeğlemiştir. Peygamber efendimiz zamanında doğru sözlü ve hikmete mâtuf şiir desteklenmiş ve bu meyanda “Erkeğin güzelliği lisânındadır.” denmiştir. Buna istinâden İslâm dünyasında hitâbet dersleri okutulmaya başlanmış; bunun yanında güzel yazı yazma sanatı da gelişmiştir. İslam dünyasında şiir ve şâirlik o denli yaygın bir hale gelmiştir ki, çobandan sultana kadar herkes şiir yazmıştır. Kur’ân’da güzel söz övülmüş ve devamlı meyve veren ağaca benzetilmiştir. “Güzel söz, kökü sâbit, dalları gökyüzünde olan bir ağaç gibidir ki, o Rabbinin izni ile her zaman meyve verir durur.” 41 Unutulmamalıdır ki Kur’ân’da yalan söyleyen, hakikatten ayrılan kimselere uyan, mübâlağaya giden şâir ve sanatçı da yerilmiştir. Allah’ı çokça zikredenler icrâ ettikleri sanatları ile övülmüşlerdir.42 Görüldüğü gibi İslâm güzel sanatları ve bunlar içinde de husûsiyetle şiiri baş köşeye alır. İslâm medeniyetinde şiirin ve şâirlerin önde bulunmasının sebebi Kur’ân’ın indiği devirde câhiliye Arapları arasında bir edebî sanat olarak şiirin zirvede bulunmasıdır. Buna mukâbil olarak Kur’ân, o dönemin şâirlerine ve bütün zamanlara meydan okumuş, onun bir mislini ve hatta 10 sûresinin bir benzerini getirmelerini istemiştir. Ama geçen 1400 yıllık süre boyunca ne Kur’ân’ın ne de onun 10 sûresinin benzerini getiren çıkmamıştır. Kur’ân’ın gönderildiği devir içerisinde Hz. Peygamberin ashâbı içerisinde sayılı şâirler de vardır. Bunlar; Hassân b. Sâbit, Ka‘b b. Züheyr ve Abdullah b. Revâha’dır. Bu güzîde insanlar içerisinde Hassân b. Sâbit için husûsî bir de minber yaptırılmıştır. Ka‘b b. Züheyr’in bir kasîdesi Peygamber efendimizin çok hoşuna gitmiş ve ona hırkasını hediye etmiştir.43
Hülâsâ, İslâm estetiğinin temelleri konusunda ana kaynak Kur’ân-ı Kerîm’in vermiş olduğu mesaj, “Kâinâtta kendiliğinden şekil ve sûret yoktur. Yalnız Allah dâim ve bâkîdir” cümlesi ile açıklanabilir. Yine İslam sanatı şu âyetten doğrudan mesaj alır: “Yeryüzünde bulunan her canlı fânîdir. Ancak azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin zâtı bâkîdir.”44 İslâm sanatının diyalektiği, fânî varlıklara bakarak bâkî varlığı aramaktır. Müslüman ölümlüye bakınca ölümlüyü, kesrete bakınca Bir’i, esere bakınca müessiri, mahlûkâta bakınca yaratanı arar.
BİBLİYOGRAFYA
Kur’ân-ı Kerîm.
Arvasi, Seyit Ahmet, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, Burak Yayınları, İstanbul.
Aydın, Mehmet, Din Felsefesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınlar, İzmir, 1987.
Ayvazoğlu, Beşir, Aşk Estetiği, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1993.
Beydâvî, Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Âmire Matbaası, 1303.
Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm Meâl-i Kerîm, İstanbul, 1965.
Fârâbî, Muhammed b. Tarhân, el-Medînetü’l-Fâdıla, çev.: Ahmet Arslan, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
Fârûkî, İsmâîl Râcî-Fârûkî, Luis Lâmia, İslam Kültür Atlası, çev.: Mustafa Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu, İnkılap Yayınları, İstanbul, 1991.
Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, Dâru Temel, İstanbul, 1985.
İbn Arabî, Muhyiddîn, Tercümânü’l-Eşvâk, Dâru Sâdır, Beyrut, 1996.
İbn Sînâ, Ebû Alî Hüseyn, Uyûnü’l-Hikme ve Şerhu Uyûni’l-Hikme, Müessesetü’s-Sâdık, Tahran, 1915.
Müslim, Ebû’l-Hüseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, es-Sahîh, İstanbul, 1992.
Naim, Ahmed-Miras, Kamil, Sahîh-i Buhâri Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Diyanet İşl. Bşk. Yayınları, Ankara, 1987.
Nesâî, Muhammed b. Abdirrahmân, es-Sünen, İstanbul, 1992.
Nesefî, Ebû’l-Berekât Abdullah b. Muhammed b. Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve Hakâiku’t-Te’vîl), Mısır, 1300.
Neysâbûrî, Hâkim, el-Müstedrek alâ’s-Sahîhayn, Mektebetü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, tsz., s. ?; Uluç, Tahir, Tasavvuf Geleneğinde Hırka Giymek ve Giydirmek, basılmamış yüksek lisans tezi, Konya, 2001.
Rûmî, Mevlânâ Celâleddîn, Mesnevî, çev.: Veled İzbudak-Abdülbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
Suyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr-Celâleddîn, Muhammed b. Ahmed, Tefsiru’l-Celâleyn (Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm), Dâru İhyâi’l-Kütüb el-Arabiyye, tsz.
Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, es-Sünen, İstanbul, 1992.
Uluç, Tahir, Tasavvuf Geleneğinde Hırka Giymek ve Giydirmek, (basılmamış yüksek lisans tezi), Konya, 2001.
Dostları ilə paylaş: |