İslam Tarihi'nde Gerçeğe Giden Yol


BİRİNCİ SEBEP: KABİLE TAASSUPLARI VE HİZBİ EĞİLİMLER



Yüklə 2,16 Mb.
səhifə32/50
tarix31.05.2018
ölçüsü2,16 Mb.
#52233
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   50

BİRİNCİ SEBEP: KABİLE TAASSUPLARI VE HİZBİ EĞİLİMLER


Müslümanlar arasındaki ilk ihtilaf Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra hilafet konusunda ortaya çıkmıştır. Hilafet makamını Risalet makamı gibi nass makamı olarak düşünenler Resulü Ekrem (s.a.a)’in hadislerine dayanarak hilafetin Hz. İmam Ali (a.s)’ın hakkı olduğunu savunuyorlardı.

Bu grubun mantık ve düşüncesinde asla kabile taassupları söz konusu değildi ve bu inanç islam Peygamberinin sözlerinden doğmaktadır. Ama Sakife de, Hz. İmam Ali (a.s)’ın muhaliflerinin, (ister Muhacirler olsun ve isterse de Ensar,) mantığı diğer mihverler etrafında dönüyordu. Bu mihverleri kabile taassubu ve enaniyyet olarak görmek mümkündür. Hilafet konusunda hem Muhacirler ve hem de Ensar cahiliyye ölçülerine dayanarak hilafeti ellerine geçirmeye çalışıyorlardı. Oysa hilafet makamının seçim makamı olduğunu farz etsek bile, islami değerlere sahip, alim ve takvalı birisinin seçilmesi gerekirdi. Ama ne yazık ki; her iki grup da bu ölçüleri değere almayıp, risalet makamına yaptıkları kabile hizmetlerini ön plana çıkardılar... Netice de, Sakifede Ensar ve Muhacir arasında uzun tartışmalardan sonra, Ebu Bekir oradan halife olarak dışarı çıktı ve böylelikle ilk ihtilaf tohumları atılmış oldu.


İKİNCİ SEBEP: KİTAP VE SÜNNETİ YANLIŞ ALGILAMA VE ANLAMA


Dini hakikatleri, Kur-an ve Sünnetin ideal hükümlerini yanlış ve ters algılamak bir çok tayfaların, fırkaların ve mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Gerçekte, mezheplerin büyük bir bölümünün çıkmasına bu ters ve yanlış düşünceler ve dar görüşler sebep olmuştur. Hiç şüphesiz Allah’ın kitabı ve Peygamberin sünneti bütün Müslümanlara hüccettir ve bütün Müslümanların bu ikisine uymaları gerekir. Allah’ın hükümleri ve Peygamberin buyrukları karşısında görüş bildirmek veya onlara karşı muhalefet etmek hiçbir zaman reva değildir. Müslüman olduğunu söyleyen birisine bu tür fiillerde kesinlikle yakışmaz. Kur-an-dan yararlanmak ve bir şeyler öğrenmek için çok fazla dikkat etmek gerekir. Kur-an-da zahir ve batın, muhkem ve müteşabih, mecaz ve teşbih...vardır. Kur-an-ı Kerimin sadece zahirini tasavvur etmek, onun yüce makamını aşağı indirmekten ve yüce manalarını tahrif etmekten başka bir netice vermez.

İslam dini içerisinde “Mücesseme, Müşebbehe, Harici, ve Mürcie” adında fırkalar ortaya çıktı. Bütün bu gruplar Kitap ve sünneti kendi tasavvur ve düşüncelerinin medrek ve dayanağı olarak görmüş ve kendilerine muhalif olanları Kitap ve sünnete karşı muhalif olmakla suçlamışlardır. İlk iki grup “Ayn” (göz) “Yed” (el) “Vech” (yüz) kelimelerinin bulunduğu ayetlere dayanarak ayetleri zahirine göre tefsir etmişler. Sade ve basit bir şekilde bu ayetlerin kenarından geçip gitmişlerdir.

Örneğin ehli hadis “Yahudiler Allah’ın eli bağlıdır, dediler.... Bilakis Allah’ın elleri açıktır, dilediği gibi verir...”747[747] ayetinin tefsirinde, zahire iktifa ederek şöyle demişlerdir; Allah’ın infak ettiği iki tane eli vardır. Eş’ari ise bu konuda şöyle diyor; Allah’ın iki ele vardır ama biz onun keyfiyetini (nasıl olduğunu) bilmiyoruz.748[748]

Kur-an-ı Kerimden bu tür yararlanmak dar ve yanlış görüşlülüğün nişanesi olup, onu dar bir çerçeveye sığdırmaktır.

Müslümanlar Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra kendilerini din, takva ehli görüpte, sadece zahire iktifa eden bir grupla karşı karşıya kaldılar. Bunlar sadece zahire iktifa ederek bu tür yanlış düşünceleri İslam dini kalıbında müslümanların içerisine soktular. Bunlar her türlü tefekkür ve fikri düşünceyi küfr olarak talakki ettiler.

Neticede Kur-an ve sünnet düşünce yapısı olarak mana ve tefsir bakımından asıl mesirinden çıkarıldığı ve farklı farklı manalar ve bu manaların taraftarları ortaya çıktığı için, bu ihtilaflar en sonunda hizbi eğilimlere ve fırkalaşmalara neden olmuştur.

ÜÇÜNCÜ SEBEP: PEYGAMBERİN HADİSLERİNİN YAZILMASININ YASAKLANMASI


Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra Kur-an ve İslamın açıklayıcısı olan hadislerin yazılmasının, nakledilmesinin, yayılmasının yasaklanması Müslümanlar arasında gerilemelere, gruplaşmalara, yanlış inançlar edinmeye ve netice de fırkalaşmaya sebep olmuştur. Hadise gelen bu kısıtlama ve hadise karşı yapılan bu mücadele Emevi halifesi olan Ömer b. Abdul Azizin dönemine kadar sürmüştür. Bu zaman içerisinde İslam’ın ikinci senedi olan sünnet zihinlerden silinerek, unutulmağa mahkum edilmiştir. Ömer b. Abdul Azizin döneminden sonra hadis yazma ve nakletme serbest bırakıldığında, İslam’da büyük bir gedik daha açıldı. Zira takva ve imanda zayıf olan bir çok dünya talep insanlar bazı hükümdarlara, valilere ve hükümet makamına yaranmak için bu doğrultuda binlerce yalan ve düzmece hadis uydurdular.

Hatta Ahmed b. Hanbel kendi asrında olan hadislere hüsnü niyetle bakarak sahih hadislerin yedi yüz binden fazla olduğunu söylemiştir. Oysa onunla muhasır olan Buhari dört bini aşmayan sahih hadisleri altı yüz bin hadisin içerisinden seçmiştir. Yani, Buhari her yüz elli hadisten bir tanesini sahih görmüş ve sahih gördüğü bu hadisleri kendi sahihinde nakletmiştir.749[749]

Ebu Davud, kendi sahihini beş yüz bin hadisin içerisinden seçerek sadece dört bin sekiz yüz hadisin sahih olduğunu kabul ederek nakletmiştir. Bu konuya hadis gerçeği ve hadis faciası bölümde geniş bir şekilde yer verilecektir.

DÖRDÜNCÜ SEBEP: YAHUDİ ALİMLERİ VE MESİH’İ RAHİPLERİ


Peygamber (s.a.a)’in hadislerinin yazılması İslam camiasında bir çok zarar ve ziyanlar doğurdu. Bunun zarar ve ziyanlarından bir tanesi, Yahudi ve Nesrani alimler, Müslümanların içerisine karışarak bir takım efsaneleri geçmiş peygamberlerin sözleri ünvanında yaymalarına fırsat vermiştir. Bunlar, uydurma efsanelere ve tahrif olunan kitapların düzmecelerine göre Kur-an-ı Kerimdeki Peygamberlerin kıssalarını tefsir etmişlerdir.

Kur-an-ı Kerimin ayetlerinin tefsir ve beyana ihtiyacı vardır. İnsanın Peygamberlerin hayat ve kıssalarını öğrenmek isteyişi, onun cihan ve beşer tarihine olan düşkünlüğünden kaynaklanmaktadır. Her tarih de, camianın tekamülü, hükümet ve milleti yeni hadiselerle karşı karşıya getirir. İslam ümmetinin bu ihtiyaçların ve meselelerin cevabını Kur-an-dan ve onun ilmini miras alanlardan araştırıp öğrenmeleri gerekirdi. Ama bu tür zorlukların hallinde büyük bir rol oynayan sünnet “yasak” hükmünü yerse ve Peygamberin ilimlerinin varislerine konuşma yasağı getirilirse, ister istemez toplumdaki yarasalar güneşin batışını bir fırsat bilerek kendilerini hadis, tefsir ve tarih meydanının tek eri olarak gördüler ve bir çok hurafeler ile Müslümanlar arasında uçurumlar meydana getirdiler.

O dönemlerde, Ebuzer, Abdullah b. Mesud, Ebu Derda... gibi şahsiyetler neden daima Peygamberden hadis naklediyorsunuz diye azarlanıyorlardı! Ama ne yazık ki, hadisin yazılmasının yasak olduğu dönemlerde, hicretin dokuzuncu yılına kadar Mesihilikte kalıp da ondan sonra Müslüman olan “Temim Avsi Dari”nin Ömerin zamanında Peygamberin camiasında oturup kıssa anlatmasına izin veriliyor, O Ömer ve Osmanın hilafetinin sonuna kadar bu makamda kaldı ve Osmanın öldürülmesinden sonra Şama hicret etti. 750[750]

İşte, ikinci halifenin döneminde Yahudi alimleri ve Mesihi rahipleri resmi bir izin ile tereddütsüz ve korkusuz olarak efsaneleri ve düzmeceleri Peygamberin kıssası ünvanında nakletmede tam bir özgürlüğe sahip oldular. Bu şahıslar halifelere o kadar yaklaştılar ki, halifeler dini meselelerini ve ilahi hükümleri bunlardan soruyorlardı. Neticede bir çok gerçeklerin üzerine perde çekilmiş, efsane ve düzmeceler hakikat ünvanında insanlara anlatılmıştır.

Bu sebep de diğer sebepler gibi mezhep ve fırkaların çıkmasında büyük rol oynamıştır. Gerçekte dördüncü sebebin ortaya çıkmasına üçüncü sebep (hadis yazılmasının yasaklanması) neden olmuştur.


Yüklə 2,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   50




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin