Sağlık ve tedavi hizmetlerini sunan kurum, feministlerin bakış açısında birkaç yönden cinsiyet ayrımcılığı içerir ki bunların en önemlileri şöyle sıralanır:
a) Batılı ülkelerin verilerine göre, kadınlar erkeklere nazaran daha fazla psikolojik tedavi altına alınır. Feministler bu durumun, kadın ve erkeğin doğal farklılıklarından kaynaklandığını savunan görüşe karşın, daha çok başta aile kurumu olmak üzere sosyal etkenlerin ortaya çıkmasında rol ifa eden cinsiyete dayalı gerilim ve eşitsizliklerin sonucu olduğunu ileri sürüyor.[1]
Feministler aile kurumunu kadınların gözünde değersiz hale getirmek için birtakım delillere veya iddialara istinat ediyor. Örneğin feministler, evli kadın ve evlenmemiş erkeklerin gerilim, kalp atışı, baş dönmesi, baygınlık ve zafiyet, kâbus görmek, uykusuzluk ve depresyon gibi rahatsızlıklarda ileri düzeyde olduğunu, oysa evlenmemiş kadın ve evli erkeklerin bu tür rahatsızlıklarda çok daha düşük düzeyde olduğunu ileri sürüyor.[2] Feministlerin bu iddiası açıkça şunu gösteriyor ki, bu kesim mevcut şartlarda insan psikolojisinin sağlığını bozan etkenler açısından kadınları erkeklere nazaran daha kırılgan görüyor, nitekim psikolojik bakım ve tedaviye muhtaç olan kadınlara sunulan hizmetleri de kadınları cinsiyete dayalı rollerine hazırlamak ve yaşam şartlarına itirazlarını hafifletmeye yönelik hizmetler şeklide telakki ediyor.[3]
b) Tıp mesleği sürekli erkeklerin sultası altında olmuş ve bunun sonucunda erkekler, kadınların bu alana girmesine karşı direnmiştir. Bu yüzden 19. yüzyılda kadınlar ancak sürekli mücadelelerinin ardından tıp mesleğine girme imkânına kavuşmuştur.
Erkeklerin bu mesleğin üzerindeki sultasının bir başka sonucu da; kadınlar da ölümcül hastalıklara kıyasla, erkeklerde ölümcül hastalıklara daha fazla ve daha ciddi özen gösterilmesidir. İşte bu yüzden AIDS gibi ölümcül bir hastalığın kadınlara yönelik ciddi tehdidi son zamanlara kadar ilgi görmedi veya çok az ilgi gördü. Erkek hekimlerin özellikle kadın doğum gibi bazı tıbbî alanlarda kadınlara karşı çok saldırgan tutumu da, erkeklerin bu meslek üzerindeki sultasının bir başka sonucudur.[4]
Yine diğer bazı alanlarda da kadınlara yönelik ayrımcı yaklaşımlara şahit olmaktayız. Örneğin, psikolojik tedavi durumlarında bazı gözlemler, depresyonda olan hastaların arasında kadınlara elektrik şok uygulama ihtimalinin erkeklere nazaran iki ila üç kat fazla olduğunu gösteriyor ki bu uygulama hafızanın uzun vadeli kaybına veya diğer bazı zihinsel hasarlara yol açabilir. İşin tuhaf tarafı, bazen bu uygulamanın “kadınlar beyinlerine daha az ihtiyaç duyar” şeklinde haklı gösterilmeye çalışılmasıdır!!!
Ve son olarak erkek hekim ve hemşirelerin kadın hastalarını cinsel açıdan sömürmelerini de, erkeklerin tıp mesleği üzerindeki sultasının bir başka sonucu şeklinde gündeme getirebiliriz.[5]
c) Kürtaj meselesinde de kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı çok belirgindir. Kürtajın yasal olarak yasaklanması bu operasyonu engelleyemediği gibi, suç olarak algılanmasına ve bu yüzden gizlice yapılmasına ve sonuçta kadınların hayatının tehlikeye düşmesine de yol açıyor. Tahminlere göre dünyada her yıl ortalama 200 bin kadın sağlıksız şartlarda ve illegal bir şekilde yapılan kürtaj yüzünden hayatını kaybediyor.
Öte yandan gebeliği önleme yöntemlerinin yasaklandığı veya yeterli miktarda ulaşılabilir olmadığı yerlerde kadınlar kaçınılmaz olarak artarda gebelik dönemlerine katlanmaları gerekiyor; bu durum yoksulluk ve ağır çalışma şartları ile birleşince, kadınlarda kronik hastalıklara yol açıyor. İşte bu yüzden illegal kürtaj, tüm tehlikelerine karşın birçok kadın için tek seçenek sayılıyor.
Çin ve Hindistan gibi nüfusu yoğun olan ülkelerde kürtaj meselesi, kadınlara uygulanan cinsiyet ayrımcılığının bir başka boyutunu ortaya koyuyor. Çin’de nüfusu kontrol etmek üzere çocuk sayısını bir çocukla sınırlama gibi politikalar uygulanıyor ve zorunlu kürtajlar bu politika doğrultusunda gerçekleşiyor. Öte yandan Çin kültüründe erkek çocuğun tercih edilmesi yüzünden birçok çift ceninin cinsiyetini öğrendikten sonra kasıtlı olarak kürtaj yaptırıyor. Bu durumun ülke genelindeki sonucu, cinsiyet oranının bozulmasıdır. Mesela Çin’de 15 yaşın üzerindeki 205 milyon bekar nüfus arasında her 300 erkeğe karşılık sadece 200 kadın bulunuyor ve bu oran Hindistan’da da 266 erkeğe karşı sadece 200 kadındır. Böylece hem birden daha fazla çocuk isteyen kadınlar kürtaja zorlanıyor ve hem geleceğin kız çocukları sırf cinsiyetleri yüzünden ölüme mahkûm ediliyor.[6]
Yukarıda sözü edilen feministlerin eleştirilerine özel olarak İslamî toplumlarda söz konusu olabilen bazı durumlar da eklenebilir. Örneğin, günümüzde tıp alanında birçok özel ihtisasların erkek hekimlerin elinde bulunduğu mevcut durumda kadınlarla erkeklerin ilişkilerinde dinî ve örfî kısıtlamalar yüzünden kadınların hekim seçiminde sıkıntı ile karşılaşmaları feministlerce kadınlara yönelik ayrımcılık şeklinde yorumlanıyor. Nitekim kadınların özel kadın hastaneleri kıtlığı yüzünden umumi hastanelerde ve erkek hekimlerin gözetiminde tedavi görmeleri özellikle dinî değerlere bağlı olan kadın hastaların ıstırabının artması ile sonuçlanabilir ve bu durum da bir nevi cinsiyet ayrımcılığı şeklinde yorumlanabilir.[7]
Ve son olarak bazı geçmiş fakihlerin tedavi masraflarının kocaya farz kılınan nafakanın içinde yer almadığına yönelik fetvaları,[8] üstelik birçok kadın mali ve iktisadi açıdan bağımsız olmadığı halde, kadınlara karşı çifte standart uygulama şeklinde telakki edilebilir.
Sağlık ve tedavi kurumunda cinsiyet farklılıkları meselesini dinî açıdan değerlendirirken, bu mesele hakkında gündeme getirilen noktaların dinî eksenli olmadığı ve sırf bu kurumun içinde bulunduğu özel sosyal şartlardan ve zeminlerden kaynaklandığı belirtilmelidir.
Kuşkusuz, erkeklerin tıp mesleği üzerindeki sultası ve erkeklerin kadınların bu alana girmesine karşı direnmesi gibi sosyal sonuçları, erkeklerin hastalıklarına kıyasla kadın hastalıklarına daha az ilgi gösterilmesi, erkek hekimlerin kadın hastalara karşı saldırgan tutumu, kadınlara yönelik tedavi uygulamalarında zarar verici yöntemlere başvurulması ve erkek hekim ve hemşirelerin kadın hastaları cinsel açıdan sömürmesi, İslam açısından onaylanan durumlar değildir. Nitekim kadınlara özel hastanelerin inşa edilmesinin dinî açıdan ideal olduğu da tartışma götürmez.
Çağdaş İslam toplumları gerçeğinde de günümüzde birçok kadının tıp alanına giriş yaptığına şahit olmaktayız ki, hiç kuşkusuz İslam dini bu süreci genel anlamda kadın hastaların erkek hekimlerden bağımsız olmalarına zemin hazırladığı için onaylamaktadır.
Kadın hastanın erkek hekimi seçme konusunda da açık dinî kriter vardır. Mesela kadın hekim yoksa veya eğer varsa da; meslekî uzmanlık açısından erkek hekimden daha düşük düzeyde ise kadın, zaruret icap ettiği takdirde erkek hekime başvurabilir. Nitekim erkek hastanın kadın hekime başvurması da zaruret varsayımı ve sözü edilen iki şartla mümkündür. Yani erkek hasta da ancak erkek hekimin yokluğunda veya erkek hekimin meslekî uzmanlık seviyesi kadın hekimden daha düşük olduğu durumlarda kadın hekime gidebilir.[9] Dolayısıyla bu konuda kadın ve erkek arasında herhangi bir cinsiyet ayrımı söz konusu değildir.
Cinsiyete dayalı görevler konusunda da, İslam’ın kadın ve erkek arasında görev farklılığını benimsediğinden, feministlerin cinsiyete dayalı görevlerin kadınların fiziksel ve psikolojik sağlığı üzerindeki olumsuz etkisi iddiası en azından iki açıdan haksız görünüyor:
İlkin, doğruluğunu kabul ettiğimizi varsaydığımız veri ve delillerin bir nevi iddiayı doğrulayacak şekilde seçilmiş olmasıdır. Mesela kadınların psikolojik bozukluk ve hastalıklarına vurgu yapılırken, erkeklerin psikolojik bozukluk ve hastalıkları göz ardı edilmiştir. Oysa uluslararası düzeydeki gözlemlere göre, kadınların erkeklere nazaran hastalığa yakalanma oranı daha yüksek ise de, kadınların sağlık bozuklukları erkekler kadar ciddi ve tehlikeli değildir.[10] Bunun dışında Amerika’da yapılan bazı araştırmaların sonuçları, 20. yüzyılda depresyon ve ıstırap vakaları kadınlarda ve kişilik bozukluklarının erkeklerde daha fazla olduğunu gösteriyor.[11] Bu konuda Amerikalı bir sosyolog şöyle diyor:
“Erkeği en çok etkileyen durum rekabet, ezilmiş duygular ve yenilgi korkusu ile bütünleşen yaşamdan kaynaklanan şiddetli rahatsızlıktır... Amerikalı erkekler kadınlara oranla üç kat daha fazla intihara teşebbüs eder ve yine erkeklerde şiddetli psikolojik dengesizlikler kadınların üç katı ve alkolik olma oranı da altı kattır... Erkekler kadınlara nazaran çok daha fazla mide ve sindirim sistemi ülseri gibi şiddetli ıstıraptan doğan hastalıklara, ağır psikolojik baskılara ve nefes darlığına yakalanır... Tüm bu felaketlerin cinsiyet sınıflandırmasında üst katmanı oluşturduğu tasavvur edilen bir kesimin başına geldiğine inanmak, oldukça zordur.”[12]
Bu nokta, kadın ve erkekler arasında yaşama umudu düzeyi karşılaştırıldığında daha iyi anlaşılır. Resmî verilere göre dünya genelinde kadınların erkeklere oranla yaşama umudu çok daha yüksektir. Örneğin Amerika’da 1986 yılında beyaz kadınların yaşama umudu 79.8 ve erkeklerin yaşama umudu 72 yaştı. Aynı yılda siyahi kadınlar ve erkekler için bu endeks sırasıyla 73.6 ve 65.5 yaş olarak belirlendi.
Yine verilere göre 1984 yılında Amerika’da beyaz kız bebeklerin %99.1 ve beyaz erkek bebeklerin %98.9 kadarı bir yaşına kadar hayatta kaldı, fakat aynı yılda 65 yaş sınırında beyaz erkeklerin %74.4 kadarı beyaz kadınların %85.5 oranına kıyasla hayattaydı.[13]
Bu gerçeği izah ederken, birkaç etkene istinat ediliyorsa da, hiç kuşkusuz erkeklerin meslekî ve sosyal görevlerinden kaynaklanan hadiseler ve ayrıca psikolojik bozukluklar en önemli etkenlerin başında yer almaktadır.
Feministlerin iddiasına yöneltilen bu eleştirinin dışında yöneltilen bir başka eleştiri de şudur: Kadınlarda gerilim oranının yüksek olması, bu kesimin cinsiyete dayalı görevlerinin mahiyetinden kaynaklanmaz. Bunun esas sebebini, söz konusu görevler hakkında bazı çağdaş kültürlerde verilen değerlerde aramak gerekir. Buna delil olarak da görevlerin cinsiyete göre paylaşımının çeşitli tarihi evrelerde birçok toplumda kadınlarda gerilim kaynağı olmadığını gösterebiliriz. Demek ki, çağdaş İslamî bir toplumda da görevlerin cinsiyete göre ayrımından bir model sunmak ve bunun için bazı zeminleri hazırlamak ve kadınlar için gerilimi asgari düzeye indirgemek mümkündür.
Bu modelin uygulanması ile beraber, söz konusu modele uygun cinsiyete dayalı görevleri teşvik etme durumundan psikolojik tedavi yöntemleri şeklinde yararlanma yolunda herhangi bir engelin olmadığı söylenebilir. Örneğin, psikologların teşhisi ile depresyon geçiren kadın doğuma teşvik edilebilir veya tam mesai çalıştığı durumlarda mesai saatini azaltması ve evine ve çocuklarına daha fazla zaman ayırması tavsiye edilebilir.
Ancak kürtaj meselesi, hukukî boyutları itibarı ile daha karmaşık bir meseledir. Zira bu konuda tecrübelere dayanarak hükmetmek yeterli değildir ve büyük ölçüde değersel ve ideolojik temellere dayanır.
Bu alanda iki genel görüş hâkimdir:
1- Ceninin hayat hakkını savunmak. Bu konu hem İslam ve hem diğer birçok din ve hatta Batılı toplumlarda birçok uzman tarafından benimsenir.
2- Kadının hakkını savunmak. Bu görüş feministlerce desteklenir ve gayet açıktır ki feministlerin kürtajı yasaklayan yasalara yönelik eleştirileri bu temele dayanır. Ancak bu görüş açıkça ideolojiktir ve cenin kayda değer ölçüde geliştiği vakit, açıkça zâlimanedir.
Ama ilk görüşe göre, kadınların illegal kürtaj yüzünden ölüm oranının yüksekliği, kürtajı yasaklayan yasanın itibarını zedeleyemez. Zira kürtaj yaptırmaya kalkışmak, cinayet işlemenin hafif bir çeşididir ve bu yüzden gerçek suç kapsamına girer.[14] Eğer “kadınların illegal kürtaj yüzünden ölüm ihtimali yüksektir, bu yüzden bu fiilin suç sayılması yeniden gözden geçirilmesi ve yasal ilan edilmesi gerekir” görüşü doğru kabul edilirse, o zaman diğer birçok suç konusunda da benzer bir istidlal gündeme getirilebilir. Örneğin şöyle denebilir: Silahlı hırsızların ve kaçakçıların polis güçlerinden kaçarken öldürülmeleri ihtimali çok yüksek olduğundan, o zaman bu insanların canını korumak için silahlı soygun ve uyuşturucu madde kaçakçılığı yasal ilan edilmeli!
Bu hukukî tartışmanın dışında, kürtaj konusunda cinsiyet ayrımcılığına yönelik şüpheleri bertaraf etmek üzere birkaç noktayı daha hatırlatmakta yarar görüyoruz:
1- Şiî fakihlerin fetvasına göre, ceninin yaşamını sürdürmesinin anne için ölüm tehlikesi arz ettiği durumlarda kürtaj, cenine ruh girmeden önce (ki bunun için dört aylık olma sınırı belirlenmiştir) caizdir.[15] Bazı fakihler bu merhaleden sonra bile ceninin yaşamasının; annenin kesin ölümü ile sonuçlanması durumunda kürtajı caiz saymıştır.[16]
2- Gebeliği önleme yöntemlerinden yararlanmanın, haram ile karışmadığı takdirde dinî açıdan bir sakıncası yoktur ve çağımızda bu tür yöntemlerin yaygınlaşması ile beraber, artarda gebelik sorunu da hemen hemen bertaraf edilmiştir.
3- Kadınların yoksulluğu ve çalışma zorunluluğu da sosyal şartlar ve durumlardan kaynaklanır ve 6. Bölümde anlatıldığı üzere İslam’ın ideal sosyal nizamında bu sorunların bertaraf edilmesi için bazı tedbirler alınmıştır.
4- İslamî bakışta, nüfusu kontrol etme politikası olarak zorunlu kürtaja yer yoktur. Hatta toplum ve çevre kapasitesinin dolup taşması yüzünden varsayılan acil şartlar durumunda nüfusun büyük bir ciddiyetle kontrol altına alınması konusunda bilge insanların mutabakata varması halinde bile ancak hamileliği engellemeye yönelik politikalar meşru sayılır.
Bu noktalardan hareketle İslam toplumunun; Çin ve Hindistan örneklerinde olduğu gibi dişi ceninlerin yaşam hakkından mahrum bırakılması gibi bir sorunla karşı karşıya gelmeyeceği kesindir.
Ve son nokta, yani kocanın eşinin tedavi masraflarına karşı sorumluluğu konusunda da, meselenin fıkhî delilleri göz önünde bulundurulduğunda, bazı geçmiş fakihlerin kocanın bu masraflardan yükümlü olmadığına dair fetvası kabul edilemez, nitekim birçok fakih de bu fetvaya karşı çıkmıştır.[29]
Özetle, İslam dininin, sağlık ve tedavi kurumunda hiçbir ayrımcı cinsiyet ayrımını onaylamadığı söylenebilir. İlginçtir; hatta sadaka, zekât ve kurban kesme gibi dinî tavsiyelerde ve başka manevi tesirlerinin yanında cismî ve ruhî sağlığa da faydası olabilecek sağlıkla ilgili dualarda da cinsiyet izine rastlanmamaktadır.
Sonuç
Cinsel ve cinsiyete dayalı araştırmalar birkaç temel sorun etrafında şekillenir:
1- Erkek ve dişi arasındaki gerçek farklılıklar nelerdir?
2- Bu farklılıkların kaynağı biyolojik mi, yoksa sosyal midir?
3- İlk varsayım durumunda, farklılıkların özelliği cebrî mi, yoksa değişebilir midir?
4- Kadın ve erkeğin sosyal ve hukukî ayrımları, biyolojik veya sosyal kaynakları olmaları bir yana, kabul edilebilir midir; değil midir?
5- İlk durumda, bu ayrımları akılcı bir şekilde savunmak mümkün müdür?
6- Cinsiyetle ilgili ideal stratejiler ve siyasetler nelerdir?
Bu eserde İslam’ın cinsiyet farklılıklarına bakışını, dördüncü ve beşinci sorulara vurgu yaparak ele aldık.
Bu araştırmanın sonuçlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz:
a) İslam’da kadın ve erkek arasında biyolojik kaynaklı bazı doğal farklılıkların varlığı kabul edilir, bunun en bariz örneklerden biri, kadın ve erkeğin anatomik farklılıkları, cinsel ihtiyaçları ve bedensel güçleridir.
Erkeğin düşünme yeteneğinin nisbî üstünlüğü ve kadınların duygusal üstünlüğü gibi bazı farklılıkların varlığı da varsayılmıştır, ancak, bu farklılıkların nereden kaynaklandığı konusunda dinî kaynaklarda belirtilen bazı delillerin muğlaklığı da inkâr edilemez.
Öte yandan doğal cinsel farklılıkları benimsemenin biyolojik zorlamayla bir ilgisi yoktur ve bu konuyu İslam’a isnat ederek bu dinin cebrîyeci -zorlayıcı- bir din olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Dolayısıyla eğer bilimsel araştırmalar sayesinde doğal cinsel özellikleri değiştirme ve bu özelliklere müdahale etme imkânı ispat olunursa, bunu; İslam’ın bakışını reddeden bir durum şeklinde telakki etmemek gerekir.
b) İslam bakışında bir dizi benzerliklerin yanında, kadın ve erkeğin kayda değer sosyal ve hukukî farklılıkları da benimsenmiştir. Bu farklılıkların en önemli özelliği, manevi değer biçme ile ilgisi olmaması veya en azından dinî metinlerden böyle bir irtibatın algılanmamasıdır. Ayrıca İslam’ın ideal kadınlık ve ideal erkeklik modellerine, iki modelin görece farklılıkları bir kenara, eşit değer verildiğine dair bazı deliller sunmak mümkündür.
c) İslam açısından kadın ve erkek arasında sosyal ve hukukî farklılıklar olarak kabul edilen benzersizlikler, izah ve akılcı bir savunma açısından üç gruba ayrılır:
1- Doğal cinsel farklılıklarla çok yakın ve çok açık bağları bulunan farklılıklar: Örneğin, karı ve kocanın cinsel ihtiyaçlarını karşılama alanındaki farklılığı, kız ve erkek çocuğun yasal buluğ yaşındaki ayrımı ve kadın ve erkeğin savaşa katılma görevi gibi.
2- Doğal cinsel farklılıklarla irtibatı pek net olmayan, fakat en azından dolaylı bir irtibatla anlaşılabilen farklılıklar: Örneğin, kadın ve erkeğin ailenin yönetiminde veya meslekî ve liderlik gibi sosyal rolleri üstlenmekteki farklılıkları gibi.
3- Doğal cinsel farklılıklarla irtibatını anlamanın zor olduğu farklılıklar: Örneğin, kadın ve erkeğin şahitliği ile ilgili bazı durumlardaki farklılıklar gibi.
Öte yandan kadın ve erkeğin sosyal ve hukukî farklılıklarının akılcı izahında üç önemli istidlal çizgisini takip etmek mümkündür. Bu üç çizgiyi de şöyle sıralayabiliriz:
1- Doğal cinsel farklılıklara istinat etmek.
2- Söz konusu farklılıkların bireysel ve sosyal düzeyde olumlu işlevlerine istinat etmek. Örneğin, eşlerin cinsel ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanması için daha uygun zemin hazırlamak, sağlıklı evlatlar yetiştirmek ve sağlıklı ve ahlakî bir toplum inşa etmek gibi.
3- Her türlü dinî hükme karşı boyun eğmek, her ne kadar dinî hükmü delil olmaksızın kabul edilmesini çağrıştırsa da; güçlü akılcı temellere dayanır.
Bu sıralamaya göre, ikinci istidlal yöntemi, yani olumlu işlevlere istinat etmek, kadın ve erkek arasındaki ayrımları izah etmekte en çok başvurulan yöntemdir; zira bu yöntem ikinci grupta sözü edilen onca ayrımın yanında, birinci gruptaki ayrımları ve muhtemelen üçüncü grupta yer alan ayrımları izah etmekte de kullanılabilir.
d) Bu eserin birçok bölümünde yaygın olan fıkhî görüşler detaylı veya genel bir şekilde onaylandı, ama bazı tartışmalarımızda da kısmen yeni algılamalar gündeme geldi, ki buna örnek olarak kızların kocalarını seçmekte özgürlüğü, üremeyi kontrol hakkı, kadının kocasının arsalarından ve gayri menkul mal varlığından miras hakkı ve kız çocukların buluğ yaşı gibi konuları gösterebiliriz.
e) Bu özel fıkhî algılamaların itibar derecesi bir yana, bu konulara ikinci dereceden bir bakış, genel olarak fıkıh ilmi ve özel olarak kadınlara özgü fıkhın ilerleme imkânı ve zemini bulunduğuna dair iki genel noktayı ortaya koyuyor:
İlkin, fıkıh ilminde yatan, içten gelişme ve tekâmüle ermeye yönelik gizli kapasite ve yetenekler, değişen sosyal şartlar ve yeni toplumların gereksinimlerine dayanır. İçten tekâmülden maksat, dinî metinlerin kendi içinde yer alan kaideler ve tavsiyelere dayanarak ilerlemesidir ve bunun örneği, geçmiş fakihlerin bazı fetvalarının zararı reddetme ilkesine istinaden yeniden gözden geçirilmesi ve yine nikâh sırasında şart koşma kaidesidir ki tartışmamız boyunca bunun bazı örneklerine değindik.
Tekâmülün bu çeşidine vurgu yapılması, dolaylı olarak fıkhın “dıştan tekâmülü” (fıkhı mutlak olarak din dışındaki kriterlere dayalı sosyal değişimlerle koordineli hâle getirme) esasına göre yenilenmesine inanan ve bu tür bir yaklaşımın fıkhı ilerletmek yerine tahrip etmesinden gafil olan görüşleri reddettiğini yansıtır.
İkinci nokta, fıkhın bazı özel durumlarda yeniden gözden geçirilebileceği durumudur ki rivayetlerin delaleti veya geçerliliği konusunda yaygın olan fıkhî çalışmalar buna zemin hazırlayabilir. Bunun örneklerini de kadının miras payı ve kız çocukların buluğ yaşı tartışmasında sunduk.
İslamî sistemde cinsiyet alanı ile ilgilenen düşünürler ve siyaset üreten bilgeler, bu alandaki meseleleri başta feminist kriterler olmak üzere ilahî olmayan kriterlere göre değerlendiren Batılı mevkidaşlarından haklı olmayan bir şekilde etkilenmek veya onları izlemek yerine asil İslam’a rücu edecek olurlarsa, pek de uzak olmayan çok yakın bir gelecekte cinsiyetin İslamî modelinin evrenselleşmesine şahit oluruz. İşte o zaman sadece kadınlar değil, mevcut sapkın düşüncelerden umudunu kesen tüm insanlar da bu modele yönelirler.
[1] Arnot, and Jakson, “Health”, An Introduction to Women’s Studies, P.175-176
[2] Lengermann, and Niebrugge-Brantley, “Contemporary Feminist Theory”, Contemporary Sociological Theory, P.326-327
[3] Arnot and Jackson, Ibid, P.176
[4] Ibid, P.163-164
[5] Ibid, P.176
[6] Ibid, P.168-172
[7] Keyhanî, Mecmua-i Goftuguha-i Hemendişî Berresi-i Mesail ve Müşkilat-i Zenan, s. 295 ve 297
[8] Tusî, el-Mebsut, c.6, s.8; Hillî, el-Camiu’ş-Şerayi, s.488
[9] Vesailu’ş-Şia, c.14, Mukaddimatu’n-Nikâh babları, 130. bab, s.172-173; Kerekî, Camiu’l-Mekasid Fi Şerhi’l-Kavaid, c.12, s.34; Sistanî, Minhacu’s-Salihin, c.3, s.13-14; Şubeyrî Zencanî; Takrirat-u Durus-i Nikâh, c.2, ders: 81, s.4
[10] Cockerham, Medical Sociology, P.42
[11] Ibid, P.48
[12] Robertson, Deramedî Ber Camia, s.289
[13] Cockerham, Ibid, P.42
[14] İslam’da annenin veya başka birinin cenini öldürmesi için belli bir diyet tayin edilmiştir. bk. Vesailu’ş-Şia, c.19, Diyatu’l-A’za babları, 19-23. bablar, s.237-246; aynı şekilde bk. İmam Humeynî, Tahriru’l-Vesile, c.2, s.725
[15] Sistanî, Minhacu’s-Salihin, c.1, s.461; Behcet, Tevzihu’l-Mesail, s.466
[16] Hoî, Sıratu’n-Necat, c.1, s.332
Ekler Fıkhî Konular
Dostları ilə paylaş: |