Bir atıf notu:
-Prens Bismark’ın Kur’an hakkındaki takdiri, bak: 295.p.
2122- Tekrarat-ı Kur’aniye ve tilavet:
“Tilavet: takib etmek, arkasına düşmek, alettevali (tekrar be-tekrar) okumak.” (E.T. 438)
“Ragıb’ın beyanına göre bilhassa Allah Teala’nın kütüb-ü münzelesini, ya kıraat veya içindeki emr ü nehyi, tergib ve terhibi i’tiyad ile ta’kib eylemektir. Demek ki tilavet, kıraattan min vechin ehastır.” (E.T. 3718)
Elhasıl, tilavet: tesirinde kalıp fikren, hissen ve amelen tabi olmayı netice vermek; derin ve ince manaları, hikmet ve gaye-i İlahiyeyi daha iyi anlamak için tekraren ve tefekkürle okumaktır. Kur’anda tilavet ifadesi, müteaddid âyetlerde geçer.
2122/1- Kur’an okuyan çocuklara hitaben yazdığı bir mektubunda Bediüzzaman Hazretleri, dünyevî ilimlere bedel Kur’anî ilimlerin üstünlüğünü ve Kur’anı latince yazı ile okumamak gerektiğini şöyle anlatıyor:
“Aziz masum evladlarım,
Kur’anı öğrenmek için ders almağa çalışıyorsunuz. Sizin bildiğiniz yeni harfte noksanlar olduğu için, mümkün oldukça yeni harften okunmamak lâzım gelir.
Hem Kur’anı okumanın faidesi, yalnız hâfız olmak ve dünyada onunla bir makam kazanmak, bir maaş almak değil; belki herbir harfi, hiç olmazsa on hayrından ta yüze, ta binlere kadar Cennet meyvelerini, âhiret faidelerini vermesini düşünüp ve ebedî hayatın rahatını ve saadetini te’min etmek niyetiyle okumak lâzımdır.
Evet mekteblerde, dünya maişeti, ya rütbeleri için fenleri ders okumak, bu kısacık dünyevî hayatta derecesi, faidesi bir ise, ebedî hayatta Kur’an ve Kur’anın kudsî kelimelerini ve nurlu ve imanî manalarını öğrenmek binler derece daha kıymetlidir. Onlar şişe hükmünde, bunlar elmas hükmündedir.” (E.L.I. 238)
2123- “Tekrarat-ı Kur’aniyedeki i’cazın bir lem’asını beyan zımnında “altı nokta”dan ibarettir:
Birinci Nokta: Kur’an bir zikir kitabı, bir dua kitabı, bir davet kitabı olduğuna nazaran surelerinde vukua gelen tekrar, belagatça ayn-ı isabet ve ayn-ı hikmettir. Çünki zikir ve duadan maksad sevabdır ve merhamet-i İlahiyeyi celbetmektir. Malumdur ki: Bu gibi hususlarda fazlasıyla tekrar lâzımdır ki, o nisbette sevap kazanılsın ve merhamet celbedilsin. Hem de zikrin tekrarı kalbi tenvir eder. Duanın tekrarı bir takrirdir. Davet dahi, tekrarı nisbetinde te’siri, te’kidi vardır.
2124- İkinci Nokta: Kur’an bütün beşerin tabakatına hitab ve deva olduğu için zeki, gabi, takiyy, şaki, zahid, gayr-ı zahid bütün insan tabakaları şu hitab-ı ilahiyeye mazhar ve bu eczahane-i Rahmaniyeden ilaç almaya hakları vardır. Halbuki Kur’anı tamamen ve daima okumak herkese müyesser değildir. Bunun için, lüzumlu olan maksadlar, hüccetler, bilhassa uzun surelerde tekrar edilmiştir ki, herbir sure hemen hemen bir küçük Kur’an hükmünde olsun ki herkes sühuletle istediği vakit istediği sureyi okumakla tam Kur’anın sevabını kazanabilsin.
Evet ¬h²6¬±g¬V¬7 «–³~²hT²7«~_«9²hÅK«< ²f«T«7«— (54:17) olan âyet-i kerime bu hakikatı isbat ediyor.
2125- Üçüncü Nokta: Cismanî ihtiyaçlar vakitlerin ihtilaflarıyla tebeddül eder. Noksan ve fazlalaşır. Meselâ: Havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hacet, her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç alelekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hakeza..
Kezalik manevi ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda “Allah” kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit “Besmele”ye, her saatte “Lâ İlahe İllallah”a ihtiyaç vardır. Ve hakeza... Binaenaleyh âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işarettir.
2126- Dördüncü Nokta: Bilirsiniz ki Kur’an bu metin din-i azîmin esasatını ve İslâmiyet’in erkânını te’sis ettiği gibi içtimaat-ı beşeriyeyi tebdil eden bir kitabdır. Malumdur ki: Müessis olan zat, vaz’ettiği esasları güzelce yerleştirmek için tekrarlara çok ihtiyacı olur. Evet tekrar edilen şey sabit kalır, takarrur eder, unutulmaz.
Ve keza, Kur’an beşerin muhtelif tabakalarından kalî veya hâli yapılan suallere lâzım olan cevabları veren umumi bir mürşid-i mücîbdir. Malum ya, sual tekerrür ederse cevab da tekerrür eder.
2127- Beşinci Nokta: Bilirsiniz ki Kur’an pek büyük mes’elelerden bahseder. Ve kalbleri iman ve tasdike davet eder. Ve çok ince hakikatlerden bahis açar. Akılları marifete, dikkate tahrik eder. Binaenaleyh o mesailin, o ince hakaikin kalblerde, efkârda tesbit ve takriri için suver-i muhtelifede türlü türlü üslublarla tekrara ihtiyaç vardır.
2128- Altıncı Nokta: Bilirsiniz ki her âyet için bir zâhir var, bir bâtın var, bir had var, bir muttala’ var. Ve herbir kıssa için çok vecihler, hükümler, faideler, maksadlar vardır. Binaenaleyh muayyen bir âyet, her yerde öbür münasib bir vecih için, bir faide için zikredilebilir. Bu itibarla, zahiren tekrar görünse bile hakikatta tekrar değildir. (M.N. 230)
2129- “Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekraratındaki lem’a-i i’caza bak ki:
Kur’an; hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab.-ı davet, olduğundan içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir ve eblağdır. Ehl-i kusurun zannı gibi değil... Zira zikrin şe’ni, tekrar ile tenvirdir. Duanın şe’ni, terdad ile takrirdir. Emir ve davetin şe’ni, tekrar ile te’kiddir. Hem herkes her vakit bütün Kur’anı okumaya muktedir olamaz. Fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için en mühim makasıd-ı Kur’aniye, ekser uzun surelerde dercedilerek her bir sure bir küçük Kur’an hükmüne geçmiş. Demek hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haşir ve kıssa-i Musa gibi bazı maksadlar tekrar edilmiş. Hem öyle mesail-i azîme ve hakaik-ı dakikadan bahsediyor ki: Umumun kalblerinde yerleştirmek için çok def’a muhtelif suretlerde tekrar lâzımdır. Bununla beraber sureten tekrardır fakat manen herbir âyetin çok manaları, çok faideleri, çok vücuh ve tabakatı vardır. Herbir makamda ayrı bir mana ve faide ve maksadlar için zikrediliyor.” (S. 242) (Tekrarat-ı Kur’aniye için Kur’an (39:23) âyetine ve “Tezkir” kelimesine bakınız.)
2130- «Kur’an-ı Kerim okunurken istimaında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin:
l- Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev’-i beşere hitaben Kur’anın âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayelen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.
2- Veya Cebrail( A.S.) Hazret-i Muhammed’e (A.S.M.) tebliğ ederken her iki Hazretin arasında yapılan tebliğ tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.
3- Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelî’nin Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm’a olan tekellümünü dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.” (M.N. 140) (Bak: 3008. p.)
2131- “Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın her bir suresi, bütün Kur’anın münderecatını icmalen ihtiva ettiği gibi, sair surelerde zikredilen makasıd ve mühim kıssaları da tazammun etmiştir. Bundaki hikmet, Kur’an’ı tamamen okumaya vakti müsait olmayan veya ancak bir kısmını veya bir suresini okuyabilen insanlar, Kur’anın hepsini okumaktan hasıl olan sevabdan mahrum kalmamasıdır.
Evet mükellefin arasında bulunan ümmiler ancak bir sureyi okuyabilirler. İ’caz-ı Kur’an onları da tam sevap kazanmaktan mahrum etmemek için, bu nükte-i i’caziyeyi takip ederek bir sureyi tam Kur’an hükmünde kılmıştır.”(M.N.108)
2132- “Kur’an’ın her bir harfi, hiç olmazsa on sevabı ve on hasenesi olması ve on meyve-i baki vermesi, hatta bir kısım âyâtın ve surelerin herbir harfi, yüz ve bin ve daha ziyade meyve vermesi ve mübarek vakitlerde her harfin nuru ve sevabı ve kıymeti ondan yüzlere çıkması gibi kudsî imtiyazları kazanmış.”(Ş.139)
“Kur’an-ı Azimüşşan’ın herbir harfinin ekalli on hasene olmakla beraber; tekerrür ettikçe ve mübarek vakitlere rast geldikçe ve melek ve sair zişuur ruhaniler kıraatını dinledikçe herbir harfi öyle bir çekirdek olur ki, hasenat cihetinden öyle bir manevi sünbül teşekkül eder ki; o sünbülün taneleri, tekellüm vaktinde ağızdan çıkan bir kelimenin havanın dalgalarının ayinelerinde temessül eden milyonlarca o kelime gibi kelimelerin adedine belki müsavi gelir. Böyle her bir harfi bir hazine-i ebediyenin bir anahtarı olabilir ki kudsî kelâmı kalbinde yazmak, ne kadar mukaddes bir hizmet olduğu aşikârdır.” (B.L.337) (Kur’anın bazı surelerinin okunmasındaki sevab dereceleri,bak:3364.p.)
2133- Kasemat-ı Kur’aniyenin nükte ve sırları:
“Cenab-ı Hak, Kur’anda çok şeylere kasem etmiş. Kasemat-ı Kur’aniyede çok büyük nükteler var, çok sırlar var. Mesela:(91:1) _«E[«E/«— ¬j²WÅL7~«— da kasem, Onbirinci Söz’deki muhteşem temsilin esasınıa işaret eder. Kâinatı, bir saray ve bir şehir suretinde gösterir.
Hem (36:1,2) ¬v[¬U«E²7~ ¬–³~¬hT²7~«— wK< deki kasem ile, i’cazat-ı Kur’aniyenin kudsiyetini ve ona kasem edilecek bir derece-i hürmette olduğunu ihtar eder.
(56:75,76) ¬•YDÇX7~ ¬p¬5~«Y«W¬" v¬K²5~ «Ÿ«4 >«Y«;~«†¬~¬v²DÅX7~«—
(53:1) °v[¬P«2 «–YW«V²Q«# ²Y«7 °v«K«T«7 yÅ9¬~«— deki kasem; yıldızların sukutuyla vahye şüphe iras etmemek için cin ve şeytanların gaybi haberlerden kesilmelerine alamet olduğuna işaret etmekle beraber; yıldızları dehşetli azametleriyle ve kemel-i intizam ile yerlerine yerleştirmek ve seyyaratları hayret-engiz bir surette döndürmekteki azamet-i kudret ve kemal-i hikmeti, o kasem ile ihtar ediyor.
(77:1) ¬«Ÿ«,²hW²7~«— ¬_«<¬‡~Åg7~«— (51:1) deki kasemde; havanın temevvücatı ve tasrifatı içinde mühim hikmetleri ihtar etmek için, rüzgarlara me’mur melaikelere kasem ile nazar-ı dikkati celbediyor ki, tesadüfî zannolunan unsurlar, çok nâzik hikmetleri ve ehemmiyetli vazifeleri görüyorlar. Ve hakeza... Her bir mevkiin, ayrı ayrı nüktesi ve faidesi vardır. Vakit müsait olmadığı için, yalnız icmalen (95:1)
¬–YB²<Åi7~ «— ¬w[¬±B7¶~«— kasemindeki çok nüktelerinden bir nükteye işaret edeceğiz. Şöyle ki:
2134- Cenab-ı Hak, tîn ve zeytin ile kasem vasıtasıyla, azamet-i kudretini ve kemal-i rahmetini ve büyük ni’metlerini ihtar ederek, esfel-i safilîn tarafına giden insanın yüzünü o taraftan çevirip, şükür ve fikir ve iman ve amel-i salih ile, tâ a’lâ-yı illiyyîne kadar terakkiyat-ı maneviyeye mazhar olabilmesine işaret ediyor. Ni’metler içinde tîn ve zeytinin tahsisinin sebebi; o iki meyvenin çok mübarek ve nâfi’ olması ve hilkatlerinde de medar-ı dikkat ve nimet çok şeyler bulunmasıdır. Çünki hayat-ı içtimaiye ve ticariye ve tenviriye ve gıda-yı insaniye için zeytin en büyük bir esas teşkil ettiği gibi, incirin hilkatı, zerre gibi bir çekirdekte koca incir ağacının cihazatını saklayıp dercetmek gibi bir hârika mu’cize-i kudreti gösterdiği gibi; taamında, menfaatinde ve ekser meyvelere muhalif olarak devamında ve daha sair menafiindeki ni’met-i İlahiyeyi kasem ile hatıra getiriyor. Buna mukabil, insanı iman ve amel-i salihe çıkarmak ve esfel-i safilîne düşürmemek için ders veriyor.”“ (M.389) (Bak: Tefekkür) (Kur’ana kasem edilmesinin bir hikmeti, bak:2591.p.)
2135- Nüzul-ü Kur’an:
Kur’anın nüzulü hakkında müteaddid âyetler vardır. Ezcümle: Bir âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“Size sıyamı farz kılınan eyyam-ı ma’dude >¬gÅ7~ «–_«N«8«‡ h²Z«- o mübarek şehr-i Ramazandır ki, ¬–_«5²hS²7~«— >«fZ²7~ «w¬8 ¯_«X¬±[«"«— ¬‰_ÅX¬7 ~®f; «–³~²hT²7~ ¬y[¬4 «Ä¬i²9~ (2:185) âyetleri furkan ve hidayetten ibaret beyyinat, mecmuu bütün insanlara ayn-ı hidayet olarak Kur’an bu ayda inzal olundu.”
İnzal def’aten, tenzil de tedricen indirmek demektir. Kur’an yirmiüç senede tedricen tenzil buyurulmuş olduğu halde burada şehr-i Ramazanda inzalinin beyan buyurulması şayan-ı dikkattir. Bunda üç mana vardır.
Birincisi: Ekser müfessirînin rivayat-ı varidesine göre Kur’an, şehr-i Ramazanın Kadir gecesi denilen bir leyle-i mübarekesinde sema-i Dünyaya, Beyt-i Ma’mure (Bak:Beyt-i Ma’mur) def’aten inzal, ba’dehu yirmiüç senede tedricen, parça parça arza tenzil buyurulmuştur. Demek ki hakikat-ı Kur’aniye, arza nüzulünden evvel âlem-i kevnde ve arza en yakın olan semada bir ramazan gecesi toptan tecelli etmiş ve yeryüzüne nüzulü onu takib eylemiştir.
İkincisi; Kur’an bu ayda inzal olunmağa başladı demektir. Zikr-i küll ve irade-i cüz’ kabilinden mecaz olmakla beraber, Muhammed İbn-i İshak’tan mervi ve maafih zahir gibidir. Bu surette Gar-ı Hira’da (96:1) «t¬±"«‡ ¬v²K¬" ²~«h²5¬~ ayetinin nüzulü Ramazan-ı Şerifin kadir gecesine müsadif olmuştur.
Üçüncüsü: (2:185) «–³~²hT²7~ ¬y[¬4 «Ä¬i²9~ Hakkında bu vecihle Kur’an inzal edilmiş bulunan Şehr-i Ramazan demektir. Filhakika Kur’an-ı Azimüşşan’da bu mübarek aydan başka bilhassa medh-i celil-i İlahîye mazhar olarak ismi tasrih edilmiş bir ay yoktur. İşte Şehr-i Ramazan böyle mübarek bir aydır. Ve bunun için siyamın farziyeti de bu aya tahsis edilmiştir.” (E.T.645)
Diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: “(17:106) ®Ÿ¬<¬i²X«# ˜_«X²7 Åi«9«— Ve tenzilen indirdik -ya’ni hepsini birden değil. Usulden furua doğru nâsın her türlü mesalih ve ihtiyacatına ve ahvalin mukteziyatına mutabık olmak üzere tedricen indirdik.” (E.T.3213) (76:23 âyeti de aynı hakikatı beyan eder.)
2136- Kur’anın Arabça lisan üzerine nazil olduğunu bildiren âyetlerden birinde şöyle buyuruluyor: “(12:2) _È[¬"«h«2 ®_9³³~²h5 ˜_«X²7«i²9«~ _Å9¬~ Hakikaten biz onu Arabî bir Kur’an olarak inzal eyledik- Ya’ni yalnız manasını değil, Arabî olan nazmıyla birlikte makruvv olarak indirdik «–YV¬T²Q«# ²vUÅV«Q«7 ki taakkul edesiniz - iyi anlayasınız diye... (Bak:Arabiyyat)
Bundan anlaşılır ki Kur’anın manası iyi anlaşılmak ve mazmunu ve meali taakkul ve tedebbür olunmak matlub-u İlahîdir. Ve binaenaleyh Arabî bilmesi mümkün olmıyanlara (3:187) y«9YWB²U«# ««— ¬‰_ÅXV¬7 yÅXX¬±[«AB«7 muktezasınca kendi lisanlarıyla mümkün olduğu kadar beyan olunması da zaruridir. Fakat Kur’an tercümelerinin Kur’an olmasına imkân ve ihtimal yoktur. Çünki Kur’an, Arabîdir. Ancak Arabî olarak inzal buyurulmuştur. Bunun içindir ki Kur’an tercümelerine Kur’an tesmiye edilmesi, meselâ : Farisî Kur’an, Türkçe Kur’an denilmesi (12:2) _È[¬"«h«2 ®_9³~²h5 ˜_«X²7«i²9«~ _Å9¬~ nassına küfr olacağını ülema ihtar ederler.”“ (E.T.2844) (Bak.Terceme)
Kur’anda (13:37) (20:113) (39:28) (41:3) (42:7) (43:3) (46:12) âyetleri de Kur’anın Arabça inzal olunduğunu beyan eder.
Dostları ilə paylaş: |