İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə667/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   663   664   665   666   667   668   669   670   ...   1221
2140- qqKURBİYYET }["h5 : Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yakınlaşmak. Allah’a manevî yakınlık. (Bak.3681.p.)

Kurbiyet:Velayette seyr ü sülük ile Allah’ın manevî yakınlığını kazan­maktır ve alelekser kesbîdir.

Akrebiyet ise : Nübüvvet ve veraset-i nübüvvet sahiblerine Cenab-ı Hakk’ın te­celli etmesiyle kazanılan manevî bir yakınlık olup vehbîdir.

Bu’diyet ise : İnsanın ve herşeyin kendi cihetlerinden Allah’a karşı olan sonsuz uzaklığını ifade eder.



2141- Sual: Kur’anda“(11:86) _«Z¬B«[¬._«X¬" °g¬'³~ «Y­; ެ~ ¯}Å"~«… ²w¬8_«8

(36:83) ¯š²|«- ¬±u­6 ­€Y­U«V«8 ¬˜¬f«[¬" (50:16) ¬f<¬‡«Y²7~¬u²A«& ²w¬8 ¬y²[«7¬~ ­«h²5«ž²~ ­w²E«9«— gibi ayetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlahiyeyi gösteriyor. «–Y­Q«%²h­# ¬y²[«7¬~«— (2:245) ¯}«X«, «r²7«~«w[¬K²W«' ­˜­‡~«f²T¬8 «–_«6 ¯•²Y«< |¬4 ¬y²[«7¬~ ­ƒ—Çh7~«— ­a«U¬¶[«V«W²7~ ­‚¬h²Q«#

(70:4) ve hadiste varid olan: “Cenab-ı Hak, yetmişbin hicab arkasındadır” ve Mi’rac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gamızı fehme takrib edecek bir izah isterim?

Elcevab: Öyle ise dinle:

Evvelâ: Nasılki Güneş, kayıdsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle; sana senin ruhun penceresi ve onun ayinesi olan gözbebeğinden daha yakın ol­duğu halde; sen mukayyed ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecel­lileriyle görüşebilirsin ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şualarına ve mazharlarına yanaşabilirsin

Eğer güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzat doğrudan doğruya güneşin zatı ile görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıdlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzım gelir. Adeta sen, manen tecerrüd cihe­tiyle Küre-i Arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve Kamer kadar yük­selip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp, bir derece yanaşmak dava edebilirsin.

Öyle de: O celil-i Pürkemal, O Cemil-i Bîmisal, O Vacib-ül Vücud, O Mucid-i Küll-i Mevcud, O Şems-i Sermed, O Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen, ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiki tatbik et.

2142- Saniyen: Mesela |«V²2«ž~ ­u«C«W²7~ ¬y±V¬7«— Bir padişahın çok isimleri içinde “kumandan” ismi, çok mütedahil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliye­sinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, ta yüzbaşı, ta onbaşıya kadar geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellisi vardır. Şimdi bir nefer hizmet-i askeriyesinde onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kuman­danlık noktasını merci’ tutar, kuman­dan-ı azamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebatdar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvanı ile görüşmek istese, onbaşılıktan ta serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzımgelir. Demek padişah, o nefere ismiyle, hük­müyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve eğer o padişah evliya-i abdaliyeden nuranî olsa bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mani olup, hail ol­maz. Halbuki o nefer, gayet uzaktır. Binler mertebeler hail, binler hicablar fâsıl­dır. Fakat bazan merhamet eder; hilaf-ı âdet, bir neferi huzuruna alır, lutfuna maz­har eder. Öyle de: Emr-i (36:82) «–Y­U«[«4 ²w­6 e malik; güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zat-ı Zülcelal, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey ondan nihayetsiz uzaktır. Onun hu­zur-u kibriyasına perdesiz girmek istenilse, zülmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvanî ve esmaî ve sıfatî yetmiş binler hicabdan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecat-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfatında mürur edip ta ism-i azamına mazhar olan arş-ı azamına uruc etmek, eğer cezb ve lütuf olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lazım gelir.

Mesalâ sen, ona Hâlik ismiyle yanaşmak istersen; senin Hâlikın hususi­yetiyle, sonra bütün insanların Hâlikı cihetiyle, sonra bütün zihayatların Hâ­likı ünvaniyle, sonra bütün mevcudatın Hâlikı ismiyle münasebatdarlık lâzım gelir. Yoksa zılde ka­lırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.” (S.197-199)



2143- Sahabelerin kurbiyet-i İlahiye noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilmez. Çünki Cenab-ı Hak bize akrebdir ve herşeyden daha zi­yade yakındır. Biz ise, ondan nihayetsiz uzağız. Onun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur :

Birisi: Akrebiyetin inkişafiyledir ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüv­vet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.

İkinci suret: Bu’diyetimiz noktasında kat-ı meratib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr-i sülûk-u velayet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i afakî bu suretle cereyan ediyor. İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kesbi değil; incizabdır, cezb-i Rahmanîdir ve mahbubiyettir .Yol kı­sadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaib hârikaları çok ise de, kıymetçe evvelki­sine yetişemez. Mesalâ: Nasılkı dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var. Birincisi: Zamanın cereyanına tabi olmıyarak, bir kuvvet-i kudsiye ile, fevk-az-zaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir. İkincisi : Bir sene kat’ı mesafe edip, dönüp dolaşıp, düne gelmektir; fakat yine dünü elde tu­tamıyor, onu bırakıp gidiyor. Öyle de, zâhirden hakikata geçmek iki suretledir. Biri: Doğrudan doğruya hakikatın incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikatı ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi : Çok meratibden seyr-i sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velayet, çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öl­dürürler, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünki sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesire ile, ubudiyetin envaına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhar­dırlar. Fena-i nefisten sonra, ubudiyet-i evliya besatet peyda eder.” (S.492)

2144- “Nefiste öyle dehşetli bir nokta ve açılmaz bir ukde var ki, zıdları birbi­rinden tevlid eder. Ve aleyhte olan her bir şeyi lehte zanneder. Meselâ güneşin eli sana yetişir, ziyasıyla başını okşar. Fakat senin elin ona yetişemez ve senin keyfin üzerine hareket etmez. Demek şemsin sana karşı iki ciheti vardır: Biri kurb, diğeri bu’d. Eğer senin ondan baîd olduğun cihetle “ O bana te’sir edemez” ve onun sana karib olduğu cihetle “Ona tesir edebili­rim” desen, cehlini ilan etmiş olursun.

Kezalik, Hâlik ile nefis arasında da bir kurb ve bu’d vardır. Kurb Hâli­kındır, bu’d nefsindir. Eğer nefis uzaklığı cihetiyle enaniyet ile Hâlika bakıp: “Bana te’sir edemez” diye bir ahmaklıkta bulunursa dalalete düşer.” (M.N.77)



2145- “Fâtır-ı Hakîm’in kâinattan sonsuz bir uzaklığı olduğu gibi, sonsuz bir kurbiyeti de vardır. Evet, ilim ve kudretiyle bâtınların en bâtınında bu­lunduğu gibi; fevklerin de en fevkinde bulunuyor. Hiç birşeyde dâhil olma­dığı gibi, hiçbir şeyden de hâriç değildir. Evet âsâr-ı rahmetine mazhar olan sath-ı arzda mamulat-ı kudrete bak ki, bir parça bu sırra vakıf olasın. Meselâ: Biri arzda diğeri semada veya biri şarkta diğeri garpta iki şeyi bir anda ya­ratan Saniin, o yaratılan şeylerin arasındaki uzaklık kadar uzaklığı lazımdır. Ve keza herşeyin kayyumu olduğu cihetle de, her şe­yin nefsinden daha zi­yade bir kurbiyeti de vardır. Bu sır daire-i vücub, tecerrud ve ıtlak hasaisindendir. Ve fail-i aslinin mahiyetiyle zılli olan münfail arasındaki mübeyenet-i lâzımesidir. Meselâ: Şems timsallerine kayyum olduğu için fevkalhad onlara bir kurbiyeti vardır. Ayinedeki zıll ve gölge ile semada bu­lunan asıl arasın­daki mesafe kadar da bu’diyeti vardır.” (M.N.241)

2146- Kurbiyet hakikatının sırrıyla : ““Herbir şey, her bir insan, “Allah yanım­dadır” diyebilir. Bilhassa insanın zaafı , fakrı, aczi nisbetinde Cenab-ı Hakk’ın kurbiyeti ve her bir şeyin Cenab-ı Hak’la münasebeti olmakla bera­ber, o da münasebatdardır. Ve gayr-ı mütenahi acz ve fakrı olan insan, gayri mütenahi kudret ve gına ve azameti olan Cenab-ı Hak’la münasebeti ne ka­dar latiftir.

Takdis ederiz o zatı ki, en büyük lütfu en büyük azamete, en yüksek şef­kati en yüksek ceberuta idhal ettiği gibi, nihayetsiz kurbu nihayetsiz bu’d ile cem’edip, zer­reler ile şemsler arasında uhuvveti te’sis etmiştir. Birbirine zıd olan bu şeyleri cem’etmekle derece-i azametini bir derece göstermiştir.”“ (M.N.114)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   663   664   665   666   667   668   669   670   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin