L
qqLAEDRİYE y<‡…¶~ : (Bak: Sofizm)
2182- qqLAİKLİK tVU[¶< : (Fr. laic yahut laişue=laik kelimesinden laicisme= laisizm yani laikleştirme akımı ve laicite=laisite yani laiklik, laik olma vasfı; Os. laik=lâdinî ve laiklik=lâdiniye) Umumi manada ve ilmî bir ifade olarak laik: “Dine istinad etmeyen, ruhani olmayan kimse. Dinî olmayan şey, dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensib. Laiklik ise: Devleti, dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esas ve kanunların menşeini ve teşri’de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etmeyip insanın ve cemiyetin sadece dünyevî menfaat ve anlayış ölçüsüne terkeden, diğer bir tabirle, İlahî kanunu terkeden, beşerî nizamla cemiyeti idareye çalışan sistem manalarına gelir.” (O.A.L. (Bak: Cumhuriyet, Demokrasi, Devlet, Hadd, Hukuk, Şeri’at, Teşri’, Ulu-l Emr)
2183- Laik kelimesinin aslı, Latince “laıcus” (laikus) kelimesi olup “rahiplerin dışında kalan halktan kimseler manasında kullanılıyordu. Bu terim Batı’da siyasî ve hukukî bir prensip olarak kullanılmadan önce kiliseye, ruhbanlığa, dine ait olmayan kişi ve eşya için kullanılmıştır. Meselâ “laik kişi”, din adamı sınıfından olmayan; “laik elbise”, ruhban sınıfına veya dinî törenlere mahsus olmayan elbise demektir. Bu terimin kullanma sahası zamanla genişleyerek, düşünce ve sanat hakkında da din dışı olma vasfını ifade için başvurulan bir terim olmuştur. Laik müzik: Kilise müziği dışında kalan müzik; laik resim, laik mimari, laik şiir, daha umumi bir tabirle laik sanat: dinî gaye, dinî kayıt ve endişe taşımadan icra edilen sanat gibi...
2184- Laikliğin çeşitli tarifleri vardır. Siyasî tarifiyle laiklik; demokrasinin temel esaslarına yani hür seçim, kanun hâkimiyeti, din ve vicdan hürriyeti, söz hürriyeti gibi demokraside değişmeyen prensiplere aykırı olmamak şartıyla devletin, her türlü düşünce ve inanışlara bağlı olan ferd ve cemaatlere karşı tarafsız kalmasıdır.
Diğer bir ifade ile lâiklik, dine ve dindarlara, dinsizliğe ve dinsizlere dokunmaz ve dokundurmaz ve tarafsız bir devlet idare şeklindedir. Bediüzzaman Hazretleri bir eserinde “dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet” (Ş.363) şeklinde tarif eder. (Bak: 1719.p.)
2185- İşte halk ekseriyetinin kabulüne dayanmak şartıyla, bu tarif edilen laik devletin icraat ve müdahale sahası, milli bünyede maddi hayatın tanzimidir. Yani yollar, hastahaneler, beşerî münasebetlerde vukua gelen tecavüzleri önleyen adalet mercileri ve askerî gücün teşkili gibi faaliyetlerdir. Bu devlet şeklinde ne devlet dine ve ne de din devlete mahkûm değildir. Avrupa’da, hususan Amerika’da olduğu gibi...
2186- Laikliğin hukukî tarifine gelince: Hukukun kaynağını ve teşri’de (kanun yapmada) nokta-i nazarı dinî olmaktan çıkarıp beşerî anlayışa terketmektir. Yapılan bir kanun, dinî bir kanuna denk gelebilir. Fakat bu kanun böyle bir niyetle yapılmamıştır ve bu yüzden dinî mahiyete de sahib olmaz.
Esasen kanun, kötülüğü men ve iyiliği emreden bir mahiyete sahib olmalıdır. Fakat iyi ve kötünün ölçüsü ne olacaktır?Bu ölçü nedir? İslâm hukukçuları Kur’ana dayanarak hülasaten şu hakikatı beyan ediyorlar. İnsanın herhangi bir şeye iyi veya kötü demesi, iki ana ölçüye dayanır:
Birincisi: Allah, halkettiği şeyleri sonsuz hikmetine göre halk eder. O şeylerin hakiki değeri de, o hikmete göredir. O halde her şeyin hakiki hükmünü, hikmetine göre Allah tayin etmiş ve Kur’anla bildirmiştir. Âlem ve beşerin bütün ahvali, esma-i İlahiyenin iktizalarına ve âhiret hayatına bakar çok küllî ve derin İlahî hikmetlere sahibdir. İnsanın bu hikmetlere uygun düşünmesi ve yaşaması, ancak Allah’ın bildirmesi ile mümkündür. (Bak: Hikmet)
İnsanın bu İlahî esasa dayanan, bu niyetle yapılan ferdî ve ictimaî bütün hareketleri ibadet sayılır. Çünkü ibadet, Allah’ın bildirdiği şeyleri, bildirdiği için yapmaktır. Aksi halde ibadet olmaz.
2187- İkincisi: İnsan yalnız dünya hayatındaki menfaat ve lezzeti “iyi” için, zarar ve elemi de “kötü” için ölçü alacaktır ki bu da maddeci ve egoist bir anlayıştır. (Bak: A’ver). Bu ikinci ölçü ancak dinin hükmetmediği mübah şeylerde caiz olur. (Bak: Teşri’). Laikliğin felsefi tarifi ile de alâkalı olan bu ölçü, Kur’an nazarında, kişinin kendi heva ve arzularına göre hayatını değerlendirmesi olup, hakka ve hakikata uygun değildir. Ezcümle 1936 senesinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk baskısı yapılan “Hak Dini Kur’an Dili” tefsirinde bu husus şöyle beyan ediliyor:
“(13:37) ¬v²V¬Q²7~ «w¬8 «¾«š_«% _«8 «f²Q«" ²vZ«=~«Y²;«~ «a²Q«AÅ#~ ²w¬¶[«7 «— “Sana gelen ilimden sonra onların hevalarına ittiba edecek olursan” yani, Kur’anın ba’zı ahkâmını inkâr eden hiziblerin inkârları, hevadır. Onlar hakkında hükmünden hoşlanmazlar da hevalarına, gönüllerinin arzusuna uyarlar, kendi hevaları hâkim olsun isterler.” (E.T. 2997)
(28:50) ²vZ«=~«Y²;«~ «–YQ¬AÅB«< _«WÅ9«~ ²v«V²2_«4 “Artık bil ki sırf hevalarına tabi’ oluyorlardır.” ¬y¬±V7~«w¬8 >®f; ¬h²[«R«" y<«Y«; «p«AÅ#~ ¬wÅW¬8 Çu«/«~ ²w«8«— “Halbuki Allah’tan hiç bir delil olmaksızın mücerred hevasına tabi olandan daha sapkın, daha şaşkın kim olabilir.” (E.T. 3743)
“Onun için o şeriata ittiba et, kendini ona uydur da,
(45:18) «–YW«V²Q«< « «w<¬gÅ7~²vZ«=~«Y²;«~ p¬AÅB«# ««— “bilmiyenlerin hevalarına uyma.” Allah’ın ahkâmına ilmi bulunmayan veya ilmin muktezasına tabi’ olmayan kimseler, sırf kendi keyf ü heveslerinin arkasında koşarlar. Hevalar ise ferde göre ihtilaf eder, Benî İsrail gibi ihtilafa düşürür, Allah’ın gadabına götürür. Şeriat ise toplar, tevhid ile rızasına götürür. Şeriatı ta’kib et de cahillerin hevalarına uyma.” (E.T. 4318)
Dostları ilə paylaş: |