İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə76/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   1221
Bir atıf notu:

- Azamet-i İlahiye cihetinde şeytanın bir desisesi, bak: 1636.p.

220- Allah’a Tanrı demek yanlıştır. Allah isminin mânâsını ifade eden başka bir kelime, hiçbir dilde yoktur. Tanrı sözü müslümanlıktan önceki Türkle­rin Şamanizm denilen batıl dinlerinde Gök İlahı mânâsına gelen (Tengri) sözü­nün bugünkü dilde aldığı şekildir.

Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinden kısmen aldığımız Allah lafzı hakkın­daki izahat şöyledir:

« yÁV7«~ Ma’bud-i Hakk’ın ism-i hassıdır. Daha doğrusu ism-i zattır ve ism-i alemdir... Allah ism-i zatını, ism-i has olarak bir mefhum ile mülahaza ede­bilmek için, selbî, sübutî bütün sıfat-ı zatiye ve fiiliyesini tasavvur etmek ve sonra onu ic­mal eylemek lâzım gelir. Binaenaleyh bu da şu suretle ifade edilmiştir: “O zat-ı vacib-ül vücud ki bütün sıfat-ı kemâliyeyi müstecmi” Sa­dece “Zat-ı vacib-ül vücud” demek de kâfidir. Çünkü bütün sıfat-ı kemâliyeyi cami’ olmak, vacib-ül vücudun bir tefsiri, bir sıfat-ı kâşifesidir...

Bunun bir telhisi de “bihakkın ma’bud = İlah-ı hak” mefhumudur. Arapçada bu mefhum, İlah-ı ma’lum demek olan “El’ilah” ism-i hassıyla hülasa edilmiş­tir. “Hâlik-ı âlem” veya “Hâlik-ı küll” mefhumuyla da iktifa olunabilir. Bunları Allah Teala’nın bir tarif-i ismî veya lafzîsi olarak ahzede­biliriz. Biz herhalde şunu itiraf ederiz ki, bizim “Allah” ism-i celalinden duy­duğumuz mânâ-yı vahid, bu mefhum­ların hepsinden daha vazıh ve daha ekmeldir... “Allah” ism-i celali ile yine Allah’dan maada hiç bir ma’bud yadolunmamıştır... Meselâ: Tanrı, Huda isimleri “Allah” gibi ism-i has değil­dir. İlah, Rab, Ma’bud gibi ism-i âmmdır. Huda, Rab demek olmayıp da “huday” muhaffefi ve vacib-ül vücud demek olsa yine ism-i has değildir. Arap­çada “ilah”ın cem’inde “âlihe”, “rab’ın cem’inde “erbab” denildiği gibi, Farisî’de “Huda”nın ceminde “hudayan” ve lisanımızda “tanrılar, ma’budlar, ilahlar, rablar” denilir. Çünkü bunlar hak­lıya haksıza ıtlak edilmiştir. Halbuki “Allahlar” denilme­miştir. ve denmez... Batıl ma’budlara dahi “tanrı” ism-i cinsi verilir. Müşrikler bir çok tanrılara ta­parlardı, denilir. Demek ki “Tanrı” ism-i cinsi, “Allah” ism-i hassının müradifi değildir, eamdır. Binaenaleyh “Allah” ismi “Tanrı” adıyla terceme olun­maz.. ­yÁV7«~ ެ~ «y«7¬~ «ž diyen “Al­lah’dan başka tanrı yoktur” diyor ve asla şa­ibe-i te­nakuz olmayan açık bir tevhid söylüyor...



221- Müfessirîn yÁV7«~ ism-i hassının tarih-i lisan nokta-i nazarından tetki­kine ça­lışmışlar ve tarih-i edyan meraklıları da bununla uğraşmışlardır. Bunda başlıca matlub şunlardır: Bu kelime esasen Arabî mi, değil mi? Men­kul mu, mürtecel mi, müştak mı, gayr-ı müştak mı? Tarihi nedir? Bunlara kı­saca işaret edelim:

...Evvela Asr-ı Risalet-i Muhammedî’de bütün Arabların bu ism-i hassı ta­nıdığı malûmdur ve Kur’an-ı Azimüşşan da bize bunu anlatıyor:

(31:25,39:38) «yÁV7~ Åw­7Y­T«[«7 «Œ²‡«ž²~«— ¬€~«Y«WÅK7~ «s«V«' ²w«8 ²v­Z«B²V«\«, ²w¬\«7«—

Binaenaleyh şimdi bizde olduğu gibi o zamanda bu isim, lisan-ı Arabın tam bir malı olduğu şüphesizdir. Sonra bunun Hazret-i İsmail zamanından beri cari olduğu da malumdur. Bu itibar ile de Arabiyeti şüphesizdir. Halbuki Kur’anda bu ism-i ce­lalin daha evvel mevcudiyeti de anlaşılıyor. Binaenaleyh Hz. İbra­him’den itibaren İbrani ve Süryani gibi diğer bir lisandan intikali cay-ı müla­haza oluyor ve burada intikale zâhib olanlar görülüyor. Fakat Âd ve Semud kıs­salarında ve daha mukad­dem olan Enbiya-yı Kiram lisanlarında da yalnız mânâ­sının değil, bizzat bu ism-i hassın dahi deveranını anlıyoruz ve İbranî veya Süryanînin Arabçaya alelıthak ta­kaddümünü de bilmiyoruz.

“Allah”, “el” ile “lah”dan bitterkib me’huz olsaydı, hemzesinin nidada isbatına lisan müsaade edemezdi. Bunun içindir ki bir hayli ülema-i lisan, ez­cümle Kûfiyyun bu­nun “lah”dan değil “ilah” ism-i cinsinin müradifi olan “El’ilah”dan menkul ol­duğuna kail olmuşlardır...

222- Müfessir-i nahvî Ebu Hayyan-ı Endülüsî diyor ki: Ekseriyet in­dinde yÁV7«~ ism-i şerifi mürteceldir ve gayr-ı müştaktır. Yani ilk vaz’ ile Ma’bud-i Hakk’a ism-i alemdir. İmam Fahrüddin-i Razi dahi “Bizim muhtarı­mız şu­dur ki; bu lafza-i celal, Allah Teala’nın ism-i alemidir ve aslen müştak değil­dir. İmam Halil ve Sibeveyh, ekseri usuliyyun ve fukaha hep buna kail ol­muşlardır” diyor. Filvaki nidada hemze­nin isbatı ve “yâ” ile bila-faslın içti­maı, asliyetine delildir. Binaenaleyh “el” harf-i ta­rif değildir.

Hasılı, yÁV7«~ ismi gayr-ı müştak ve gayr-ı menkul olup bil’irtical vaz-ı ev­velde bir ism-i alemdir. Ve Zatullah bütün esma ve sıfata mukaddem olduğu gibi yÁV7«~ ismi de öyledir. O, uluhiyet vasfından değil; uluhiyet, ma’budiyet vasfı ondan me’huzdur. Allah ma’bud olduğu için Allah değil; Allah olduğu için ma’buddur. Onun ilahiyeti ibadet ve ubudiyete istihkakı lizatihidir. Beşer puta tapar, ateşe tapar, güneşe tapar, kahramanlara, cebabiriye veya bazı sev­diği şeylere tapar; taptığı za­man onlar ilah, ma’bud olurlar, bilahare bunlar­dan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da ma’budiyet, ilahiyet vasf-ı müste­arlarını zayi ederler.» (E.T.18 ilâ 29)

Allah ve varlığının isbatı ile alâkalı maddeler için bak: Âdetullah, Ayan-ı Sabite, Celal, Delil, Delil-i İhtiraî, Delil-i İmkânî, Ehadiyet, Endad, Esma-ül Hüsna, Faali­yet-i Rububiyet, Fenn, Ferd, Hafiziyet, Hakimiyet, Hudus ve İm­kân, İbadet, İcad, İlah, İman, İnşa, Kayyum, Kemalat, Kıyam-ı Binefsihi, Kud­ret, Kurbiyet, Lafzullah, Maddiyun, Marifetullah, Müşebbihe, Rabb, Rahmaniyet, Rububiyyet, Sa­libe-i Külliye, Sübhanallah, Şirk, Tabiat, Temes­sül, Te’sir, Tevhid, Uluhiyet, Vacib-ül Vücud, Vahdaniyet, Vahidiyet, Vücud.

223- Cenab-ı Hakk’ın ismi, Zat-ı akdes’ine ayn olduğu cihetle; lafza-i celal, sı­fat-ı ayniyeye işarettir.

¬v[¬&Åh7«~ de, fiilî olan sıfat-ı gayriyeye imadır. w«W²&Åh7«~ dahi, ne ayn ne gayr olan sıfat-ı seb’aya remizdir. Zira Rahman, Rezzak mânâsınadır. Rızk, be­kaya sebebdir. Beka, tekerrürü vücuddan ibarettir. Vücud ise; birincisi mü­mey­yize, ikincisi muhassısa, ücüncüsü müreccihe olmak üzere “İlim, İrade, Kudret” sıfatlarını istil­zam eder. Beka dahi, semere-i rızık mahsulü olduğu için, “Basar, Sem’, Kelâm” sı­fatlarını iktiza eder ki; merzuk istediği zaman, ihtiyacını gör­sün, istediği zaman işit­sin, aralarında vasıta bulunduğu takdirde o vasıta ile ko­nuşsun. Bu altı sıfat, şüphe­siz birinci sıfatı olan hayatı istilzam ederler.» (İ.İ.15)

«Cenab-ı Hakk’ın zatî isimleri olduğu gibi, fiilî isimleri de vardır. Bu fiilî isimle­rin, Gaffar ve Rezzak, Muhyi ve Mümit gibi pek çok nevileri vardır.» (İ.İ.15) (Allah lafzı ism-i câmidir, bak: 456.p.)

224- Kâinatta müşahede edilen hikmetli ve umumi faaliyetten esma-i İlahiyeye, esma-i İlahiyeden de yedi sıfat-ı sübutiyeye, bunlardan da bir ci­hette ism-i a’zama istidlal edilebilir. Şöyle ki:

«Şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasılki vücud ve vahdete dair âyat-ı tekviniyyeyi bize ders veriyor. Öyle de: O Zat-ı Zülcelal’in bütün evsaf-ı kemâliye ve cemâliye ve celaliyesine de şehadet eder. Ve kusursuz ve nok­sansız kemâl-i zatîsini isbat ederler. Çünki bedihidir ki, bir eserde kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise, ismin kemâline ve is­min kemâli, sıfatın kemâline ve sıfatın kemâli, şe’n-i za­tîsinin kemâline ve şe’nin kemâli, o zat-ı zişuunun kemâline, hadsen ve zarureten ve bedaheten de­lâlet eder. Meselâ: Nasılki kusursuz bir kasrın mü­kemmel olan nukuş ve tezyi­natı, arkalarında bir usta ef’alinin mükemmeliye­tini gösterir. O ef’alin mükem­meliyeti, o fail ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükem­meliyetini gösterir. Ve o esma ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemme­liyetini gösterir ve o sanat ve sıfatlarının mükemmeliyyeti, o san’at sahibinin şuun-u zatiyye denilen kabiliyet ve istidad-ı zatiyesinin mükemmeliyetini gösterir ve o şuun ve kabiliyet-i zatiyenin mü­kemmeli­yeti, o ustanın mahi­yet-i zatiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü... Aynen öyle de: Şu ku­sursuz, futursuz (67:3) ¬‡Y­O­4 ²w¬8 >«h«# ²u«; sırrına mazhar olan şu âsar-ı meşhude-i âlem, şu mev­cudat-ı muntazama-i kâinatta olan sanat ise; bilmüşahede bir müessir-i zil-ikti­darın kemâl-i ef’aline delâlet eder. O kemâl-i ef’al ise, bilbedahe o Fail-i Zülcelal’in kemâl-i esmasına delâlet eder. O ke­mâl ise, bizzarure o esmanın müsemma-i zülcemalinin kemâl-i sıfatına delâ­let ve şehadet eder. O kemâl-i sı­fat ise, bilyakîn o mevsuf-u zülkemalin ke­mâl-i şuununa delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i şuun ise, bihakkalyakîn o zişuunun kemâl-i zatına öyle de­lâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün enva-ı kemâlat, onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zaif suretinde bir Zat-ı Zülkemal’in âyât-ı kemâli ve rumuz-u celali ve işarat-ı cemâli olduğunu gösterir.» (S.306)




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   72   73   74   75   76   77   78   79   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin