İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə1097/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   1093   1094   1095   1096   1097   1098   1099   1100   ...   1221
3756- qqTERAKKİYAT €_[±5h# : Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler. Teknik gelişmeler. (Bak: Keşfiyat, Avrupalılaşmak, Elektrik, Fenn, Taassub)

İki atıf notu:

-Terakkiyat-ı medeniyede telahuk-u efkâr ve edyan-ı semaviyenin yeri, bak: 2280.p.

-Âhirzamanda ulûm ve fünunun hâkimiyeti, bak: 1561.p.

İnsanların mazhar oldukları bütün kemalat-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniyeyi icmalen tazammun eden (2:31) _«ZÅV­6 «š_«W²,«ž²~ «•«…´~ «vÅV«2«— âyeti «“Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın dava-yı hilafet-i kübrada mu’cize-i kübrası, talim-i esmadır” diyor. İşte sair enbiyanın mu’cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fa­tihası olan Hazret-i Âdem Aleyisselâm’ın mu’cizesi umum kemalat ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahata yakın işaret ediyor.

Cenab-ı Hak (Celle Celalühü), manen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: “Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melaikelere karşı hilafet davasında rüçhaniyetine hüccet olarak bütün esmayı talim ettiğimden, siz dahi -madem onun evladı ve varis-i istidadısınız- bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emanet-i kübrada, bütün mahlukata karşı rüçhaniyetinize liyakatınızı gös­termek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin gibi büyük mahlukatlar size müsahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismime ya­pışınız, çıkınız!..

Fakat sizin pederiniz bir defa şeytana aldandı, Cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup hikmet-i İlahiyenin semavatından, tabiat dalaletine sukuta vasıta yap­mayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esma-i Hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Ta fünün ve kemalâtınızın menbaları ve hakikatları olan Esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize baka­sınız.



3757- Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm: Şu âyet-i acibe, insanın camiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemalat-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havarik-ı sun’iyeyi “Talim-i Esma” ünvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle latif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemalin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlahîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muh­telif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san’at kemalini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.

3758- Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehası, Cenab-ı Hakk’ın “İsm-i Adl ve Mukaddir”ine yetişip, hendese ayinesinde o ismin hakîmane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.

Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikatı Hakîm-i Mutlak’ın “Şâfi” ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i ze­minde rahimane cilvelerini edviyelerde görmekle, tıbb kemalâtını bulur, ha­kikat olur.

Meselâ: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmet-ül Eşya, Cenab-ı Hakk’ın (Celle Celalühü) İsm-i Hakîminin tecelliyat-ı kübrasını müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında gör­mekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa ya hurafata inkılab eder ve malayaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalalete yol açar.

İşte sana üç misal!.. Sair kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et.

İşte Kur’an-ı Hakîm, şu âyetle beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek “Haydi arş ileri” di­yor.» (S.262)

3759- «Herşeyin Kitab-ı Mübin’de mevcud olduğunu tasrih eden (6:39)

¯w[¬A­8 ¯_«B¬6 |¬4 ެ~ ¯j¬"_«< «ž«— ¯`0«‡ «ž«— âyet-i kerimesinin hükmüne göre: Kur’an-ı Kerim, zahiren ve batınen, nassen ve delaleten, remzen ve işareten her zamanda vücuda gelmiş veya gelecek herşeyi ifade ediyor. Buna binaen, gerek enbiyanın kıssa ve hikâyeleri, gerek mu’cizeleri hakkında Kur’an-ı Ke­rim’in işaratından fehmettiğime göre, mu’cizat-ı enbiyadan iki gaye ve hik­met takib edilmiştir:

Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.

İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev’-i beşere göstererek, o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev’-i beşeri teşvik ve teşci’ etmektir. Sanki Kur’an-ı Kerim, enbiyanın kıssa ve hikâyele­riyle terakkiyatın esaslarına, temellerine parmakla işaret ederek: “Ey beşer” Şu gördüğün mu’cizeler, bir takım örnek ve nümunelerdir. Telahuk-u efkâ­rınızla, çalışmalarınzla şu örneklerin emsalini yapacaksınız.” diye ihtar et­miştir. Evet mazi, istikbalin ayinesidir; istikbalde vücuda gelecek icadlar, ma­zide kurulan esas ve temeller üzerine bina edilir. Evet şu terakkiyat-ı hazıra tamamıyla semavî dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan il­hamlar üze­rine vücuda gelmişlerdir. Evet:

1- İlk saat ve sefine, mu’cize eliyle beşere verilmiştir.

2- Kâinatın ihtiva ettiği bütün nevi’lerin isimlerini, sıfatlarını, hassalarını beyan zımnında; beşerin telahuk-u efkârıyla meydana gelen binlerce fünun sayesinde (2:31) _«ZÅV­6 «š_«W²,«ž²~ «•«…³~ «vÅV«2«— âyetiyle işaret edilen Hazret-i Âdem’in mu’cizesine mazhar olmuştur.

3- Bütün sanayinin medarı olan demirin yumuşatılıp kullanılması saye­sinde icad edilen bu kadar terakkiyatla nev’-i insan, (34:10) «f<¬f«E²7~ ­y«7 _ÅX«7«~«— âyetiyle işaret edilen, Hazret-i Davud’un mu’cizesine mazhardır.

4- Yine telahuk-u efkâr ile, tayyare gibi keşfedilen terakkiyat-ı havaiye sa­yesinde nev’-i beşer, (34:12) °h²Z«- _«Z­&~«—«‡«— °h²Z«- _«;Ç—­f­3 âyetiyle sür’ati be­yan edilen Hazret-i Süleyman’ın mu’cizesine yaklaşıyor.

5- Kıraç ve kumlu yerlerden suları çıkartan santrafüj âleti,

(2:60) «h«D«E²7~ «¾_«M«Q¬" ²¬h²/~ ¬–«~ âyetiyle işaret edilen Hazret-i Musa’nın (A.S.) asasından ders almıştır.

6- Tecrübeler sayesinde ve telahuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ı tıbbiye, Hazret-i İsa’nın mu’cizesinin ilhamatındandır. Hakikaten şu mu’cizeler ile bu terakkiyat arasında pek büyük münasebet ve muvafakat vardır. Evet dikkat eden adam, bilâtereddüd o mu’cizeler bu terakkiyata bi­rer mikyas ve nümunelerdir diye hükmeder.

Ve keza (12:94) _®8«Ÿ«, «— ~®…²h«" |¬9Y­6 ­‡_«9 _«< âyet-i kerimesinin delaletine göre, Hazret-i İbrahim ateşe atıldığı za­man, ateşin harareti mutedil bir büru­dete inkılab etmesi; beşerin keşfettiği yakıcı olma­yan mertebe-i nariyeye ör­nek ve me’hazdir.

7- (12:24) ¬y¬±"«‡ «–_«;²h­" ³~«‡ ²–«~ «ž²Y«7 âyet-i kerimesinin -bir kavle göre- işaret ettiği gibi, Hazret-i Yusuf’un (A..S.) Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi; ve kervanları Mısır’dan avdet etti­ğinde Hazret-i Ya’kub’un (12:94) «r­,Y­< «d<¬‡ ­f¬%«ž« |¬±9¬~ yani: “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” demesi; ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm demesine işaret eden,

«t­4²h«0 «t²[«7¬~ Åf«#²h«< ²–«~ «u²A«5 ¬y¬" «t[¬#´~ _«9«~ (27:40) âyet-i kerimesi; pek uzak mesafe­lerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icadata nümune ve me’hazdirler.

8- Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik manasında ¬h²[ÅO7~ «s¬O²X«8 _«X²W¬±V­2 (27:16) olan âyet-i kerime; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlat ve hayvanatların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hakeza, beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır; istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.» (İ.İ. 206-209)

Mimsiz medeniyete teşvik edenlere hitaben Bediüzzaman şöyle diyor.

«Sizin cebren böyle ehl-i imanı mimsiz medeniyete sevketmekteki mak­sadınız, eğer memlekette asayiş ve emniyet ve kolayca idare etmek ise, kat’iyyen biliniz ki; hata ediyorsunuz, yanlış yola sevkediyorsunuz. Çünki iti­kadı sarsılmış, ahlâkı bozulmuş yüz fasıkın idaresi ve onlar içinde asayiş te’mini, binler ehl-i salahatın idaresinden daha müşkildir. İşte bu esaslara bi­naen ehl-i İslâm, dünyaya ve hırsa sevketmeye ve teşvik etmiye muhtaç de­ğildirler. Terakkiyat ve asayişler, bununla temin edilmez. Belki mesailerinin tanzimine ve mabeynlerindeki emniyetin te’sisine ve teavün düsturunun tes­hiline muhtaçtırlar. Bu ihtiyaç da, dinin evamir-i kudsiyesiyle ve takva ve sa­labet-i diniye ile olur.» (L.122)


Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   1093   1094   1095   1096   1097   1098   1099   1100   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin