İSLÂm prensipleri ansiklopediSİ



Yüklə 13,72 Mb.
səhifə242/1221
tarix05.01.2022
ölçüsü13,72 Mb.
#76819
1   ...   238   239   240   241   242   243   244   245   ...   1221
Bir atıf notu:

-Yağmur duasının bir hikmeti ve ondan alınacak ibret dersi, Bak: 3050.p.

690- «Üçüncü Nükte: Dua-yı kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetle­dir. Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahut daha evlası verilir. Meselâ: Bi­risi kendine bir erkek evlad ister. Cenab-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evladını veriyor. “Du­ası kabul olunmadı” denilmez. “Daha evla bir surette kabul edildi” denilir. Hem bazan, kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. “Du­ası reddedildi” denilmez. Belki, “Daha enfa’ bir surette kabul edildi” denilir. Ve hâ­keza... Mâdem Cenab-ı Hak Ha­kîm’dir; biz ondan isteriz, o da bize cevab verir. Fa­kat hikmetine göre bi­zimle muamele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etme­meli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. “Tabib beni dinlemedi” denil­mez. Belki ah ü fizarını dinledi, işitti, cevab da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi.

691- Dördüncü Nükte: Duanın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır mey­vesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki; birisi var ki onun sesini din­ler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var; ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir zatın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir fe­rah, bir inşirah duyup dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp «w[¬W«7_«Q²7~ ¬±«‡ ¬y±V¬7 ­f²W«E²7«~ der.

692- Beşinci Nükte: Dua, ubudiyetin ruhudur ve hâlis bir imanın netice­sidir. Çünki dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir; en uzak maksadlarımı yapa­bilir; benim her ha­limi görür, sesimi işitir. Öyle ise, bütün mevcudatın bütün seslerini işiti­yor ki, be­nim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de O’ndan bekliyorum. O’ndan istiyorum. İşte duanın verdiği hâlis tevhidin ge­nişliğine ve gösterdiği nur-u imanın halavet ve safiliğine bak,

(25:77) ²v­6Η_«2­… «ž²Y«7 |¬±"«‡ ²v­U¬" ÎY«A²Q«< _«8 ²u­5 sırrını anla ve

(4:60) ²v­U«7 ²`¬D«B²,«~ |¬9Y­2²…~ ­v­UÇ"«‡ «Ä_«5«— fermanını dinle.

²˜~«Y' >…~«… y«9 ²…~«… |;~«Y' y«9 h«6«~ denildiği gibi: Eğer vermek istemeseydi, iste­mez vermezdi.» (M.301-302)



693- Bir hadis-i şerifte: « ­?«…_«A¬Q²7~ «Y­; «š_«2Çf7~ Å–¬~ Yani: Şüphesiz ki dua iba­det­tir.»(67) buyuruluyor. Aynı kitabın 3853. hadisinde ise: Duada acele et­mek, istenen şeyi hemen dünyada istemek, duanın kabulüne mani olduğu beyan edilir.

694- «Sual: Mü’minin mü’mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

Elcevab: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünki, bazı şerait dâhilinde dua makbul olur. Şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevi temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan sa­lavat-ı şerifeyi sefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünki, iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.

Hem ¬`²[«R²7~ ¬h²Z«P¬" (68) yani gıyaben ona dua etmek; hem hadiste ve Kur’anda ge­len me’sur dualarla dua etmek. Meselâ:

¬?«h¬'³ž²~«— _«[²9 Çf7~«— ¬w<¬±f7~|¬4 ­y«7«— |¬7 «}«[¬4_«Q²7~«— «Y²S«Q²7~ «t­V«\²,«~ |¬±9¬~ Åv­ZÅV7«~



(69) ¬‡_ÅX7~ «~«g«2 _«X¬5«— ®}«X«K«& ¬?«h¬'³ž²~ |¬4«— ®}«X«K«& _«[²9 Çf7~ |¬4 _«X¬#³~ _«XÅ"«‡

gibi câmi’ dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu’ ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevaki-i mübarekede, hususan mescidlerde; hem Cum’a da, hususan saat-ı icabede; (70) hem şuhur-u selasede, hususan leyali-i meşhurede; hem rama­zanda, hususan leyle-i ka­dir’de dua etmek kabule karin olması rahmet-i İla­hiye’den kaviyyen me’muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri gö­rünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.» (M.279)



695- Duanın kabulüne mühim bir vesile de, hastalıkta kazanılan halettir: «Has­talık, insandaki aczini, za’fını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve za’fın di­liyle halen ve kalen bir dua ettirir. Cenab-ı Hak, insana, hadsiz bir acz ve ni­hayetsiz bir za’f ver­miş.. tâ ki daimî bir surette dergah-ı İlahiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin.

(25:77) ²v­6Η_«2­… «ž²Y«7 |¬±"«‡ ²v­U¬" ÎY«A²Q«< _«8 ²u­5 yani: “Eğer duanız olmazsa ne ehem­-

miyetiniz var.” âyetin sırrıyla insanın hikmet-i hilkatı ve sebeb-i kıymeti olan samimi dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, Al­lah’a şükür etmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, âfiyeti kesbetmekle kapama­mak gerektir.» (L.211)

Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: «Ben otuz-kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için ve­rilmiş. Dua ile duayı, yani dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevîdir; (*) kendisi de bir nevi ibadettir ve has­talık ile aczini anlayıp der­gah-ı İlahiyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zahirî kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahîm şifa verse, fazlın­dan verir. Hem dua istediği­miz tarzda kabul olmazsa, makbul olmadı denilmez... Hâlik-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazan dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için âhiretimize çevirir, öyle kabul eder.» (L.215)



696- «Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm münacâtında, istirahat-ı nefs için dua et­memiş; belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mani olduğu zaman ubudi­yet için şifa taleb eylemiş. Biz o münacât ile birinci maksadımız; günahlardan gelen manevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mani ol­duğu zaman iltica edebiliriz.» (L.12)

697- Dualar, huzur hakikatı ve şuuru ile yapılmalıdır. Yani Cenab-ı Hak her şeyi her an bilip gördüğü hakikatına istinaden karşılıklı konuşma ve muhatab ma­kamı haletiyle olmalı. Yani:

«Sen Cenab-ı Mücib-üd Daavat’a münacâtta bulunduğun zaman, ona karşı öyle bir tarz-ı hitabda bulun ki, sanki Cenab-ı Mücib-i Rahim, senin yanındadır ve bera­berindedir ve seni görmektedir ve seni işitmektedir ve rahmet ve keremiyle sana nüzul etmektedir gibi tasavvurla hitab et! Yoksa sen onun yanında imişsin veya be­raberinde imişsin veya ona yakın imişsin veyahut ona doğru yükselmekte imişsin gibi farz ve tahayyülde bulunma! (Allah’ın mahlûkatına karşı kurbiyet ve bu’diyeti, bak: 2145, 2146.p.lar)

Evet Cenab-ı Hakk’a karşı münacâttaki vaziyetin ise; bir geminin şark cihetinde bir yerde oturtulmuş gözsüz ve sağır birisinin, telefonun kulağında fısıldayarak, manzar-ı âlâda hurdebinî teleskoplarla ona bakan zâta karşı mü­nacât edip, kaşlarıyla işaret eden şahıs gibi ol! Hem geminin sahib-i alîminin şuurundan tereşşuh edip ya­pılan geminin pusulasıyla, gayet kolay olarak o gemi, her bir menzili kat’edince onun hatırından geçen hatıraları da ilmi ile bilen bir zata karşı şükrünü ilan eden kimse gibi ol.» (M.Nu.262) (Namazda huzur, bak: 1388.p.)

Duada kalben başka şeylerle meşguliyet ve gaflet, duanın makbuliyetini zedeler. T.T. ci: 5, 365. hadisin beyanı da mevzu ile alâkalıdır.



698- «Ey insan! Senin elinde gayet zaif, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çi­çeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğ­farı ver ki, onun eli seyyi­attan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehennem’e ye­tişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, is­tiğfar ve tevbe dahi, meyelan-ı şerri ke­ser, tecavüzatını kırar.» (S.468)

699- «Sual: Denildi ki: Fatiha ve Yâsin ve hatm-i Kur’anî gibi okunan virdler, kudsî şeyler, bazan hadsiz ölmüş ve sağ insanlara bağışlanıyor. Hal­buki böyle cüz’î birtek hediye ân-ı vâhidde hadsiz zatlara yetişmek ve her bi­risine aynı hediye düş­mek, tavr-ı aklın haricindedir.

Elcevab: Fâtır-ı Hakîm nasılki unsur-u havayı kelimelerin berk gibi inti­şarlarına ve tekessürlerine bir mezraa ve bir vasıta yapmış (Bak: 1230/1.p.) ve radyo vasıta­sıyla bir minarede okunan ezan-ı Muhammedî (A.S.M.); umum yerlerde ve umum in­sanlara aynı anda yetiştirmek gibi, öyle de; oku­nan bir Fatiha dahi, (meselâ) umum ehl-i iman emvatına aynı aynı yetiştir­mek için hadsiz kudret ve nihayetsiz hikmetiyle manevî âlemde, manevî ha­vada çok manevî elektrikleri, manevî radyoları sermiş, serpmiş; fıtrî telsiz telefonlarda istihdam ediyor, çalıştırıyor. Hem nasılki bir lamba yansa, mu­kabilindeki binler âyineye (herbirine) tam bir lamba girer. Aynen öyle de, bir Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, her birine tam bir Yasim-i Şerif düşer.» (Ş.685)



700- Duada avuç içini aşağı doğru çevirmek hakkında Büluğ-ul Meram adlı eser şu rivayetleri nakleder:

« ¬š_«WÅK7~ |«7¬~ ¬y²[ÅS«6 ¬h²Z«P¬" «‡_«-«_«4 |«T²K«B²,­~ Enes (R.A.) dan rivayet edildi­ğine göre, Peygamber( A.S.M.) yağmur duası yapmış ve avuçlarının sırtı ile semaya işaret etmiştir.

Bu hadisi 896 numara ile Müslim de tahric etmiştir.

701- Bu hadis-i şerif, dua ile belânın giderilmesi istenildiği zaman, avuç­ların sırtı semaya çevrilerek; bir şeyin vücud bulması veya verilmesi istenil­dikte ise, avuçların içi semaya çevrilerek el kaldırılacağına delildir. Nitekim bu husus, Hallâb b. Es-Saîb’in babasından rivayet ettiği şu hadiste sarihtir:

«w²O«" «u«Q«% «Ä«_«, ~«†¬~ «–_«6  •ÕÕ‹  Å|¬AÅX7~ Å–¬~

_«Z²[«7¬~ _«W­;«h²Z«1 «u«Q«% «†_«Q«B²,~ ~«†¬~«— ¬š_«WÅK7~ |«7¬~ ¬y²[ÅS«6

Yani, Peygamber (A.S.M.) bir şey istediği zaman avuçlarının içini, bir şeyden (Allah’a) sığındığı zaman ise avuçlarının dışını semaya çevirirdi.



702- Keza _®A«;«‡«— _®A«3«‡ _«X«9Y­2²f«<«— (21:90) yani “Rağbet ve korku halle­rinde bize dua ederler” mealindeki âyet-i kerimesi dahi; rağbette avuçların içi, rehibde avuçla­rın dışı semaya kaldırılır diye tefsir edilmiştir.» (B.M. ci: 2, sh: 230)

«Ellerini yukarı kaldırıp, avuçlarının içlerini dua kıblesi olan arş tarafına açmak ve eğer şiddet ve âfat def’i için olursa, ellerinin arkasını yukarı doğru tutup, akis olunması mervidir.» (Mecma-ul Adab sh: 30) (Bak: Ebu Davud 1487, 1490. hadisler)

Bazı kaynaklar duada ellerin bitişik veya arası açık olabileceğini kayde­derler. (Bak: Ebu Davud hadis no: 1489, 1491 ve İ.U. ci: l sh: 880)

703- Farz namazlarının hemen akibinde yapılan duanın makbuliyeti hak­kında hadis-i şerifte:

« ¬€_«"Y­B²U«W²7~ ¬€~«Y«VÅM7~ «h­"­…«— ¬h¬' ³ž²~ ¬u²[ÅV7~ ¬¿²Y«%

Yani: Gecenin son kısmında ve farz namazların akibinde yapılan dua­lardır, buyuruluyor.» (71)

704- Şerre dua meselesi ise, bilhassa asrımızda bazı safdil müslümanların çok garib bir halidir. Şöyle ki:

« (17:11) ®žY­D«2 ­–_«K²9¬ž²~ «–_«6«— ¬h²[«F²7_¬" ­˜«š_«2­… ¬±hÅL7_¬" ¬–_«K²9¬ž²~ ­²f«< «—

Yani: “İnsan hayra dua eder gibi, şerre dua veya şerri davet eder. Sanki o büyük ecre dua ediyormuş gibi, o elîm azaba dua eder. Veya ef’aliyle o azabı davet eyler.» (E.T.3168)

Evet esbab âleminde duaların en müessir ve kuvvetlisi, fiilî duadır. Zira fiilî dua, istenen şeyin elde edilmesi için hikmet-i İlahiyenin koyduğu sebeblerine riayet etmektir. Meselâ; gazete, mecmua, radyo ve televizyon gibi neşriyat vasıtalarıyla ya­pılan menfi neşriyat ve telkinata kapıları açarak kendi­sini ve aile efradını bu menfi telkinata maruz bırakmak, hatta bunlara para vererek o menfi neşriyatın devamına yardım etmek, umumi ahlâkın bozul­masına ve neticede günahların, şerlerin umu­mileşip aileleri ve cemiyeti istila etmesine sebebiyet vermek, safdilâne ve şuursuzca, şerrin lehinde fiilî bir duadır.




Yüklə 13,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   238   239   240   241   242   243   244   245   ...   1221




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin