İki atıf notu:
-Âl-i Beyt, manevi saltanata namzed idiler, bak: l196.p
-İmam-ı Azam’ın teklif edilen resmi vazifeden çekinmesi ve Ebu Yusuf’a vasiyeti, bak: 1608, 1609, 1610.p.lar.
1334- “Eğer desen: Hilafet-i İslamiye noktasında İmam-ı Ali’nin fevkalâde iktidarı, hârikulâde zekası ve yüksek liyakatıyla beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?
Elcevab: O mübarek zat, siyaset ve saltanattan ziyade daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı. “Şah-ı Velayet” ünvan-ı manidarını bilhakkın kazanamıyacaktı. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde manevi bir saltanat kazandı ve üstad-ı küll hükmüne geçti; hatta kıyamete kadar saltanat-ı manevisi baki kaldı.” (M.54)
İşte muvakkat hilafet-i siyasiye gibi biatla değil, Allah tarafından ihsan edilip devamlı olan hilafet-i maneviyede kalmak ve hâlisen dine hizmet etmek hikmetiyledir ki; kader-i İlahî musibetlerle Âl-i Beyt’i dünya saltanatından yüzlerini çevirmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor:
_«[²9Çf7~ |«V«2 «?«h¬'³²~ _«X«7 y±«V7~ «‡_«B²'«~ ¯a²[«" u²;«~ _Å9¬~
~®f<¬h²O«#«— ~®f<¬h²L«#«— ®š«Ÿ«" >¬f²Q«" «–²Y«T²V«[«, |¬B²[«" «u²;«~ Å–¬~«—
“Biz öyle bir ehl-i beytiz ki, Allah bizim için âhireti dünyaya tercih etmiştir. Benim ehl-i beytim, muhakkak benden sonra bela, kaçırılma ve sürgüne uğrayacaktır.” (İ.M. ci:10 hadisi: 4082)
1335- Biata istinad eden hilafet-i siyasiye meselesine gelince:
“Rivayette var ki: “Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var.” (138) Yani ¯}«X«, «r²7«~ ˜‡~«f²T¬8 «–_«6 ¯•²Y«< |¬4 (32:5) âyetinin sırrıyla, bin sene hâkimane ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yani ancak beşyüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.
Allahu a’lem, bu rivayet kıyametten haber vermek değil; belki İslâmiyetin galibane hâkimiyetinden ve hilafetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mu’cize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış. Çünki hilafet-i Abbasiye’nin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beşyüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin hey’et-i mecmuası ise istikameti kaybetmediğinden hilafet-i Osmaniye imdada gelip binüçyüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş. Sonra Osmanlı siyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilafetle) beşyüz sene yaşayebilmiş. Bu hadisin mu’cizane ihbarını, hilafet-i Osmaniye kendi vefatıyla tasdik etmiş.” (Ş.589)
1336- Hem ®}«X«, «–Y$«Ÿ«$ >¬f²Q«" «}«4«Ÿ¬F²7~ (139) hadis-i şerifin ihbar-ı gaybî nev’inden tarihçe musaddak beş lem’a-i i’caziyesi vardır.
Birincisi: Hulefa-yı Raşidîn’in hilafetleri ile Hazret-i Hasan Radıyallahu Anh’ın altı aylık hilafetinin müddeti, otuz sene olacağını ihbardır. Aynen çıkmış.
İkincisi: Otuz senelik halifeleri olan Hazret-i Ebu Bekir Radıyallahu Anh, Hazret-i Ömer Radıyallahu Anh, Hazret-i Osman Radıyallahu Anh ve Hazret-i Ali Radıyallahu Anh’ın ebcedî ve cifrî hesabları bir üçyüz yirmialtı eder ki, o tarihten sonra şerait-i hilafet daha takarrür etmedi. Hilafet-i Aliyye-i Osmaniye bitti.
Üçüncüsü: «–Y$«Ÿ«$ kelimesi, cifr hesabı binseksen yedi eder ki, tarihçe hilafet-i Abbasiyenin inkırazıyla hilafet-i Osmaniyenin takarrürüne kadar olan zaman-ı fetret tayyidelse bin seksen küsur kalır. Eğer nâkıs hilafetler sayılsa, ®}«X«, «–Y$«Ÿ«$ deki “sene” lafzı ilave olur. O halde bin ikiyüz iki eder ki; “Rumuzat-ı Semaniye-i Kur’aniye Risaleleri”nde hem (48:l) «t«7_«X²E«B«4_Å9¬~ hem Fatiha, hem Sure-i Nasr, hem Sure-i Alak gibi çok yerlerde aynen hilafetle beraber Devlet-i İslâmiyenin hem terakki, hem galibiyet devesi olan bin iki yüz iki tarihini gösterir. Hem nâkıs hilafetle beraber bütün müddet-i hilafet-i İslâmiye bin iki yüz ikidir ki, tamtamına tevafukla haber verir.
¯•²Y«< «r²M¬X«4 Ŭ~«— °•²Y«< _«Z«V«4 |¬BÅ8~ ²a«8_«T«B²,~ ¬–¬~«— (140) hadisinin mu’cizane ihbar-ı gaybîsini izah eder.
1337- Dördüncüsü: >¬f²Q«" «}«4«Ÿ¬F²7~ Å–¬~ İlâ âhir... şeddeli Å–¬~ yüz bir, «}«4«Ÿ¬F²7~ bin yüz kırkbir, >¬f²Q«" seksen altı eder. Yekûnu: Arabice bin üçyüz yirmisekiz olur ve Rumice bin üçyüz yirmialtıdır ki, Hulefa-yı Raşidîn’in isimleri ikinci vecihte gösterdiği aynı tahine ve Hürriyetin üçüncü senesindeki inkıta-i hilafetin tarihine tam tamına tevafuku, elbette o lisan-ül-gayb olan zatın lisanında tesadüfî olamaz; belki onu da görmüş, ona da işaret etmiş.
Beşincisi: «}«4«Ÿ¬F²7~ Å–¬~ şeddeli nun bir nun sayılsa bin yüz doksaniki ederki aynen ®}«X«, «–Y$«¶Ÿ«$ cümlesinin gösterdiği gibi bin ikiyüz iki tarihine on farkla tam tevafuk ederek tam ve nâkıs bütün müddet-i hilafeti göstermesi ve yalnız “hilafet” kelimesi bin yüz onbir edip tam hilafetin müddetine tam tevafukla beraber o müddete işaret eder. «–Y$«Ÿ«$ kelimesinin cifrî hesabı olan bin seksenyedi adedine, yirmidört gibi cüz’î bir farkla muvafakat etmesi, elbette ve her halde o Muhbir-i Gaybî’nin bir işaret-i gaybiyesidir ve bir nevi mu’cizat-ı gaybiyesinin bir lem’asıdır. İşte bu kısacık hadisin camiiyetine, sair cevami-ül kelim olan hadisler kıyas edilsin.” (S.T. 136)
1338- “ Hem nakl-i sahih-i kat’i ile ferman etmiş:
«h²8«²~~«g«; Å–¬~«— _®/YN«2 _®U²V8 –YU«# Åv$ ®}«X«, «–Y$«Ÿ«$ >¬f²Q«" «}«4«Ÿ¬F²7~ Å–¬~
_®/YN«2 _®U²V8 –YU«< Åv$ ®}«4«Ÿ¬'«— ®}«W²&«‡ –YU«< Åv$ ®}«W²&«‡«— ®?ÅYA9 ~«f«"
(141) _®#—h«A«%«— ~ÈYB2 –YU«< Åv$
deyip, Hazret-i Hasan’ın altı ay hilafetiyle; Cihar-ı Yar-ı Güzin’in (Hulefa-yı Raşidîn’in) zaman-ı hilafetlerini ve onlardan sonra saltanat şekline girmesini, sonra o saltanattan ceberut ve fesad-ı ümmet olacağını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış.” (M.102) (Hulefa-i Raşidîn’in hilafet tertibi, bak: 3200.p.)
1339- İstanbul’un İngiliz işgalinde İngilizlerin “İrade-i Hilafet, siyasetimin lehinde çıktı” şeklindeki İngilizin propagandalarına Bediüzzaman hilafetin bazı temel hususiyetlerini gösteren şu cevabı veriyor:
“Bir şahsın arzu-yu zatîsi ve emr-i hususisi başkadır. Ümmet namına emin olarak deruhde ettiği emanet-i hilafetten hasıl olan şahsiyet-i maneviyenin iradesi bambaşkadır.
Bu irade, bir akıldan çıkıp, bir kuvvete istinad ederek, âlem-i İslâmın maslahatını takip eder. Aklı ise şûra-yı ümmettir, senin vesvesen değil. Kuvveti; müsellah ordusu, hür milletidir... senin süngülerin değildir. Maslahat da, muhitten merkeze nazar edip, İslâm için faide-i uzmayı tercih etmektir. Yoksa aksine olarak merkezden muhite bakmakla, âlem-i İslâmı bu devlete, bu devleti de Anadolu’ya, Anadolu’yu da istanbul’a, İstanbul’u hanedan-ı saltanata-taarruz vaktinde- feda etmek gibi hod-endişane fikir ve irade; değil Vahdeddin gibi mütedeyyin bir zat, hata en facir bir adam da yalnız ism-i hilafeti taşıdığı için ihtiyariyle etmez. Demek, mükrehtir. O halde ona itaat, adem-i itaattir.” (A.B.l16)
Dostları ilə paylaş: |