1474- qqİCAD …_D<~ : Vücuda getirmek. Yeniden bir şey meydana getirmek. *Yoktan var etmek. (Bak: Ayan-ı Sabite, Delil-i İhtira, Esbab, Halk, İbda’)
İki atıf notu:
-Eşyanın icad ve idamı, bak: 102.p.
-Daimî icad ve tecdid eden faaliyet-i Rabbaniyenin hikmeti, bak: 882-884. p.lar.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan Yirmiüçüncü Lem’a olan Tabiat Risalesi’nin sonunda icad-ı eşya hakkında şu izahet veriliyor:
“Şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: “Hiçten hiçbirşey icad edilmiyor ve hiçbirşey idam edilmiyor; yalnız bir terkib bir tahlildir ki, kâinat fabrikasını işlettiriyor.”
Elcevab: Nur-u Kur’an ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasıyla bu mevcudatın teşekkülat ve vücudlarını-sabıkan isbat ettiğimiz tarzda imtina’ derecesinde müşkilatlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.
Bir kısmı, Sofetai olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, kâinatın vücudunu inkâr etmeyi, hatta kendilerinin vücudlarını dahi inkâr etmesini; dalalet mesleğinde esbab ve tabiatın icad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden; hem kendilerini hem kâinatı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.
1475- İkinci güruh bakmışlar ki; dalalette, esbab ve tabiat mucid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilatı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için bilmecburiye icadı inkâr ediyorlar, “yoktan var olmaz” diyorlar ve idamı da muhal görüyorlar, “var yok olmaz” hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrat ile, tesadüf rüzgarlarıyla bir terkib ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i i’tibariye tahayyül ediyorlar. İşte sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör; ve dalalet, insanı ne kadar maskara ve süfli ve echel yaptığını bil; ibret al! Acaba her senede, dört yüzbin envaı birden zemin yüzünde icad eden ve Semavat ve Arza altı günde halkeden ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san’atlı, hikmetli zihayat bir kâinatı inşa eden bir Kudret-i Ezeliye, bir ilm-i Ezelînin dairesinde planları ve mikdarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi göze göstermiyen bir ecza ile yazılan ve görünmiyen bir yazıyı göstermek için sürelen bir ecza misillü, gayet kolay o madumat-ı hariciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u haricî vermeyi o Kudret-i Ezeliye’den uzak görmek ve icadı inkâr etmek; evvelki güruh olan Sofestailerden daha ziyade ahmakane ve cahilanedir. Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-i ihtiyariden başka ellerinde olmayan firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiç bir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: “Yoktan var olmaz, var da yok olmaz” deyip, bu batıl ve hata düsturu, Kadir-i Mutlak’a teşmil etmek istiyorlar.
Evvet Kadir-i Zülcelal’in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira ve ibda’ iledir. Yani hiçten yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri; inşa ile, san’at iledir. Yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. Her emrine tabi olan zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır. Evet Kadir-i Mutlak’ın iki tarzda, hem ibda’ hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay, en sühuletli, belki daimî umumi bir kanundur. Bir baharda, üçyüzbin envesi zihayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı “yoğu var edemez” diyen adam, yok olmalı! ...” (L:193-194) (Bak: 236. p.)
Halbuki, eşyanın icadında kudret-i İlahiye için uzak-yakın, az-çok, büyük-küçük birdir. (Bak: Temessül ve Ehadiyet maddesinde 773, 774.p.lar)
Eşyanın ani ve tedricî yaratılması meselesi için l148. p.a bakınız.
1476- “ Eğer desen: “Delil-i ihtiraî i’ta-i vücuddur. İ’ta-i vücud ise; i’dam-ı mevcudun refikidir. Halbuki: Adem-i sırftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sırf’ı aklımız tasavvur edemiyor.” Cevaben derim: Yahu! Sizin bu istis’abınız ve şu mes’elenin tasavvurundaki istiğrabınız, bir kıyas-ı hâd’in netice-i vahimesidir. Zira icad ve ibda-i ilahîyi, abdin san’at ve kesbine kıyas edersiniz. (Bak: 2080.p.) Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnız umur-u itibariye ve terkibiyede bir san’at ve kesbi vardır. Evet bu kıyas aldatıcıdır, insan kenidin ondan kurtaramıyor. (Bak: Delil-i İhtira)
Elhasıl: İnsan kâinatta mümkinatın öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiş ki, icad-ı sırf ve i’dam-ı mahz etsin. Halbuki hükm-i aklîsi de daima üss-ül-esası, müşahedattan neş’et eder. Demek âsar-ı İlahiyeye mümkinat tarafından bakıyor. Halbuki : Hayret-efza asarıyla müsbet olan kudret-i Sani’in canibinden temaşa etmek gerektir. Demek ibadın ve kâinatın umur-u itibariyeden başka tesiri olmayan kuvvet ve kudretlerin cinsinden olan bir kudret-i mevhume içinde Sanii farz ederek o noktadan şu mes’eleye temaşa ediyor. Halbuki Vacibül’l-Vücud’un canibinden, kudret-i tammesi nokta-i nazarından bu mes’eleye temaşa etmek gerektir.” (Mu. l15) (Bak: Müşebbihe)
Dostları ilə paylaş: |