FARKLI BİR GÖRÜŞLE MÜSLÜMAN ACARA KİMLİĞİ
Acaristan denilen bölgedeki Türk varlığı XI. yüzyılda Kıpçak askerlerinin Selçuklular'a karşı Batı Gürcistan'a konuşlandırılmasıyla başlamıştır. Bölge yakın zamana kadar Gürcü (Kartvel) haritalarında dahi bu nedenle "Sa Atabego - Atabek Yurdu" olarak gösterilmiştir. Acara bölgesi müslüman halkı, göçten önce kendilerini asla "gürcü" olarak tanımlamamışlardır. Gürcistanın hakim unsuru olan "Kartveller" ise onlara "Tatar" diyorlardı. 1877'ye kadar Osmanlı toprağı olan bölge, 1878-1918 yılları arasında Rus ve Gürcü Kartveller elinde kalmış, 1918 halk oylamasıyla yeniden Türklere bırakılmıştır. 1921 Kars anlaşmasıyla, Acaristan Muhtar Cumhuriyeti adıyla yeniden yapılanan bölge üzerindeki egemenlik haklarından, Türkiye, halkın dini ve kültürel haklarının korunmasının garantörlüğünü üstlenerek ve Batum limanından istediği gibi yararlanma hakkı alarak vazgeçti.
Türkiye'deki Gürcüler Neden Kendilerini Gürcü (Kartvel) Değil de Daha Çok Türk Hissediyorlar?
93 Harbi de denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ardından, Güney Batı Kafkasya’nın Batum merkezli Acara ve Çürüksu bölgelerinden Türkiye’ye göç eden Müslüman halka ülkemizde “Gürcü” denilmektedir. Ancak, Gürcü kavramı, zannedildiği gibi bir ırkı nitelememektedir ve Gürcistan denilen coğrafyada kendilerini “gürcü” olarak tanımlayan hiç kimse yoktur. Öyleyse, Gürcistan’ın sakinleri kimlerdir ve kendilerini nasıl adlandırmaktadırlar?
Resmi adı olan Sa-Kartvelo (Kartvel Yurdu)’dan da anlaşılacağı gibi, Gürcistan’da hakim unsur Ortodoks Hıristiyan Kartvellerdir ve kendilerini Kartvel olarak tanımlayan çeşitli boylardan oluşmaktadır. Türkiye’ye gelenler ise “Kartvel” kimliğini şiddetle reddederler ve dillerinde bu sözcük hakaret içerir. Bunu, Türkiye’ye gelen Acara ve Çürüksulular’ın Müslümanlığı ile izah etmek de mümkün değildir. Zira bir Kartvel Müslüman olursa, bu, “Müslüman Kartvel” olur. Soyunu reddetmesi için hiçbir sebep yoktur. Kaldı ki, Osmanlı’nın, Müslümanlaşanları Türkleştirme gibi bir niyeti asla olmamıştır. Peki, Kartvel kimliğinin reddi nereden kaynaklanmaktadır?
Mesele şudur: Tarihsel olarak bakıldığında, Gürcistan topraklarının bir “Türk Antropoloji Müzesi” niteliği taşıdığı anlaşılır. Henüz MÖ. 4. yüzyılda, Büyük İskender Kafkasya’ya ulaştığında, karşısına kendisiyle alay eden Türkler çıkar. Resmi Kartvel Gürcü Kroniğinde “Bun Turki”, yani “Proto Türkler” olarak adlandırılan bu Türk boyunun Kafkas coğrafyasına yerleşimlerinin MÖ. 6. Yüzyıl olduğu artık bilinmektedir. Anılan tarihte, kardeşler arası bir mücadele sonucu Çin sınırındaki Uygur bölgesinden (Bazı kaynaklara göre “Çenastan”) halkıyla Batıya doğru harekete geçen “Çene-Bakur”, Kartvel Yurdu’na geldiğinde, Pers saldırılarıyla yıpranan ve güç durumda olan Kartvel Kralına, ülkelerini korumaları karşılığında kendilerine yurt verilmesini teklif eder ve kalırlar. “Çene-vuli”, yani “Çene Halkı” olarak tanınan ve sevilen halk, kısa zamanda askeri ve yönetsel becerileriyle ön plana çıkar ve Kartvel Krallığının, kralın ardından gelen en yüksek ikinci rütbesinin “İnağ” sıfatıyla Çeneler’e verilmesi gelenek haline gelir. Kartvel toplumsal, siyasi ve askeri hayatına MS. XI. Yüzyıla kadar, yaklaşık 1600 yıl süren bir etkide bulunan ve aşırı nüfuz kazanan Çenelerin iç hakimiyetlerine bir son verme kararı alan Kartvel kralı, savunmasının yeniden zayıflayacağını düşünerek bu sefer, Kıpçak Türkleriyle anlaşır; Çenelerin hükümdar ailesini, Orbelyanları ülkeden sürer. Kral, Kartvel kültüründe Çeneler’e ait ne varsa kayıtlardan silinmesini emreder.
Ermenistan’a geçen hükümdar ailesi soyundan Stephanos Orbelian, XIII. Yüzyılda, kökenlerine dair izlerin yok edildiğini anladığında, halkının Çenastan’dan kalkışından, Ermenistan’a sürülüşüne kadar olan 1600 yıllık sürecin tarihini “Orbelianlar Tarihi” adıyla yazar. Eser, birkaç yüzyıl sonra bulunduğunda Fransızca’ya çevrilir. Orijinali Fransızca olan İslam Ansiklopedisi’nde ve Türkçe çevirisinde, “Gürcü” maddesi içinde Çene Halkının tarihi uzunca bir özet halinde yer alır.
Adları ve kültürel varlıkları yasaklanan Çene halkının Kartvel yurdunda kalan kısmı, kendileriyle aynı fonksiyonu üstlenen Kıpçak Türkleri ile karışır ve kaynaşırlar. Kıpçaklar da kısa sürede bölgede hakim unsur haline gelirler ve yayıldıkları coğrafya kendi adlarıyla anılmaya başlar: “Sa Atabego” (Atabekler Yurdu). MS. 4. yüzyıldan itibaren Kartvellerin dini olan Hıristiyanlığı benimseyen eski Uygur Çene-Bakur’un soydaşları ile yeni Kıpçaklar, 1500’lü yıllardan itibaren Osmanlı etkisiyle Müslümanlığı seçerler. Osmanlı’dan önceki dönemde, Hristiyan Gürcü krallarının Türk kimliklerini yasaklanması sonucunda, Kıpçak Türkçesi de yerini Gürcüce’ye bırakmıştır. Ancak, Çene halkı, yasaklanan asıl kimliğinin zarfını, içeriği yüzyıllar süren süreçte anlamını kaybetmişse de korumayı bilir. “Çene-vuli” olan adını, kendi aralarında bir gizli kod olarak “Çene-buri” (Çene halkına has, Çenece) biçiminde yaşatırlar. Adın taşıdığı anlam zaman içerisinde unutulmuşsa da, Kartvelliğe karşı bir duruşu ifade ettiği her Acara’lı ve Çürüksu’lu tarafından bilinir. “Çene” kelimesi sonraları Gürcücede harflerin dizilişi bakımından en yakın kelime ile yeniden anlamlandırılmış ve “ç(v)ene-buri” (bize has, bizce") şeklinde söylenmeye başlanmıştır.
O halde, Gürcistan’ın asli unsuru “Kartvel” kimliğini reddeden Türkiye’deki Acara ve Çürüksuluların, Kartvel kavramını da kapsayan “Gürcü” adıyla anılmaları tarihi bir hatadır. Zira Gürcü adı Hristiyan azizi ‘’Giorgi’’ den gelmektedir.1921 yılında Moskova dönüşü Batum'a uğrayan Dr. Rıza Nur, "Bizde Acaralılara Gürcü derler. Burada bunlara Gürcü deseniz size kurşun atarlar" demiştir.
Kaynaklar:
1. Ali İhsan AKSAMAZ .Doğu Karadeniz’de Resmi İdeolojiler Kuşatması.
2. www.karadenizliler.org
LAZLAR
Lazlar, Güney Kafkasya orijinlidir. Svanca ve Gürcüce’ye akraba olan dillerini günümüze kadar korumuşlardır. Lazca konuşanların sayısıyla ilgili resmi istatistik veriler bulunmamasına rağmen, bu dili konuşanların sayısı 250.000’den daha fazla gözükmemektedir. Türkiye’nin Doğu Karadeniz kıyıları boyunca olan yerleşimleri, Batı Anadolu’daki bazı muhacir köylerini, ve Gürcistan Acara Özerk bölgesinde yaşayan az sayıdaki halkı kapsar. Ayrıca Kuzeybatı Gürcistan’da Megrelya denilen bölgede yaşayan Lazca konuşan fakat Hristiyan olduklarından dolayı ‘’Megrel’’ adıyla anılan Lazların yakın akrabaları yaşamaktadır. Lazlar ve Megreller ‘’Zan’’ ortak adıyla tanımlanır. Zan halkının, Osmanlı etkisiyle Müslüman olanlarına Laz, Hristiyan kalanlarına ise Megrel denmiştir. Lazca ve Megrelce arasında az derecede şive farklılığı bulunmaktadır. Gürcistan’da Megrelce konuşan 500.000 kişi bulunmaktadır. Megreller ile Lazların arasında ise bölgeye sonradan gelmiş olan Müslüman Acara Gürcüleri oturmaktadır.
Lazlar, Güney Batı Kafkasya'nın yerli halklarından biridir. Bu bölgenin coğrafi ve tarihsel bir uzantısı durumunda olan Karadeniz'in Güney-Doğu Bölgesi'nde yerleşiktirler. En eski yerleşim alanları Çoruh Vadisi (Batum) civarıdır. Zaman içinde Batı'ya doğru genişlemişler ve bugünkü Rize'nin Pazar (Atina), Ardeşen (Atírasini), Çamlıhemşin (Vija), Fındıklı (Vitze) ve Artvin iline bağlı Arhavi (Arkabi/Arxave), Hopa (Xopa) ve az sayıda olmak üzere Borçka'ya yerleşmişlerdir. Gürcistan sınırındaki Sarp köyü, Laz köyüdür.1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan dolayı Batum'da yerleşik çok sayıda Laz ise Türkiye'nin Batı bölgelerine göç etmiştir. Bunlar ise Marmara Bölgesi'nde; İzmit, Adapazarı, Akçakoca, Bolu, Düzce, Yalova, Karamürsel, Sapanca, Balıkesir ve İstanbul gibi şehirlerde yaşamaktadır.
Osmanlı Lazistan’ı, politik ve idari bir birim olarak, tarih boyunca değişen sınırlara sahip olmuştur. Bununla beraber, Lazca’yı konuşanların çoğunun yaşadığı bölge, Doğu Karadeniz kıyılarının hemen hemen daha kısa uzantısıyla sınırlıdır. Yani, doğuda Sarp sınır köyü ve batıda Çayeli ile Pazar ilçelerini ayıran Kemer Burnu arasındaki küçük kasaba ve köylerde yaşarlar. Kuzeydeki doğal sınır Karadeniz ile oluşur. Güneyde ise denk bir rol Kaçkar dağlarına atfedilebilir. Kaçkar dağları, Karadeniz Bölgesi ve Anadolu platosu arasında gerçekten doğal bir coğrafi sınır teşkil ederken, kuzeydeki meyilli, bir dereceye kadar Laz köylerinden daha yukarıda Hemşinliler yaşadığı için etnik sınırları göstermezler. Hemşinliler de Lazlar gibi Müslümandırlar ve en azından bazı yerlerde dillerini ve grup kimliklerini korumuşlardır. Hemşinliler, geleneksel hayvancılıkla ilgili hayat tarzıyla bağlantılı olarak, “Kıyı Lazları” esas olarak tarımcı ve balıkçı yaşam tarzlarıyla anılmıştır.
Lazlar kendilerini Lazi, dillerini de Lazuri olarak adlandırırlar. Kendilerine Türkçe Laz, Gürcüce Cion denilir. Lazca’nın diğer adı ise Mohdicedir. Bir Laz karşılaştığı ama Laz olduğunu tahmin ettiği kişiye Mohdice bilip bilmediğini sorarak onun Laz olup olmadığını öğrenmektedir.
Dilbilimciler Lazca ve Megrelce’yi Kolkheti (=Zan) dilinin zaman içinde ikiye ayrılmış ve kendi başlarına gelişmiş iki ayrı kolu olarak tanımlarlar. Güney Kafkas dil ailesi, Megrel-Lazca, Svanca ve Gürcüce’den meydana gelir. Lazca ve Megrelce tek bir Zan’canın iki ayrı şiveleridir. Öyleki farkları Gürcücedeki Gur, Hevsur, Lenteh ve Bal-kvemo şivelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Lenteh ve Beço şivelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Laz- Megrel uzaklığından daha fazladır. Fakat tüm bu şiveler tek bir Gürcücenin lehçeleridir. Bugün Laz – Megrel şivelerinin tek bir lisan olan Zancanın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır. Lazca’nın Rize ilinde oturanları ile Artvin ilinde oturanlarının konuştuğu iki farklı ağzı bulunmaktadır.
Lazların da bir parçası olduğu Doğu Karadeniz, sahilden itibaren dik yamaçların yükseldiği ve çok sayıda akarsu tarafından bölünen vadilerden oluşan bir coğrafyadır. Bu yüzdendir ki bölgede geniş tarım alanları bulunmamaktadır. Evler dağınık, tarlalar parçalı ve irili ufaklıdır. Sahildeki kasaba yerleşimleri vadi boyunca biriken akarsuların denize ulaştığı alanlarda kurulmuştur ve denebilir ki nispeten düz olarak kabul edebileceğimiz toprak parçaları da yine buralarıdır.
Vadiler, her bakımdan daha güvenli görüldüğü için yerleşimin yoğun olduğu alanlar olmuştur. Henüz otuz yıl öncesine kadar vadi içlerinde yaşayan Lazların çok azının denizle bağlantısı vardı. Erkekler tuz, sabun gibi çok temel ihtiyaçları karşılamak üzere nadiren kıyıdaki kasabalara inerlerdi. Yaşamını özellikle yüksek köylerde sürdürenler için kasaba, dolayısıyla deniz yabancı ortamlardı.
Tarihçi Antony Bryer, Lazların az sayıda kasabaları olduğunu ve asıl olarak dağlarda, dağınık durumda bulunan yerleşimlerde yaşadıklarını ve sürülerini yazın yüksek yaylalara götürdüklerini belirtir. Anadolu’nun en güzel ve en yüksek otlakları kullanırlardı ve yaşamları, karlar eridiğinde büyük ve küçükbaş hayvan sürülerinin peşinden giden bir mevsimlik göç sistemi üzerine kurulmuştu. Sadece yüksek köylerde yaşayanlar değil aynı zamanda sahile yakın oturanlar arasında da yaylacılık geleneği vardı. Ama zamanla tarım daha çok önem kazanmış ve yüksek köylerde yaşayanlar hariç, Lazların önemli bir bölümü yaylacılığı terk etmiştir. Çay tarımının yaygınlaşması ile birlikte geleneksel olan çok şey tasviye olmuş, bir zamanlar tarlaları kaplayan mısır artık ekilmiyor.
Denizcilikten geçimini sağlayan Lazlar ancak sahilde yaşayanlardır. Sahil boyunca çok sayıda balıkçı köyünde, bir yandan toprağa bağlı köy yaşamı devam ederken, erkekler zamanlarının çoğunu denizcilikle ilgili işlere harcarlar. Buralarda yaşayanların denizle ilgili inançları, rituelleri ve hatta kutladıkları bayramlar vardır. 14 Ağustos günü (Rumi takvimde 1 Ağustos), güneş doğmadan kalkılır. Hiç kimse konuşmaz ve anlaşma sadece işaretlerle sağlanır, komşular birbirine haber verir. Hatta yüksek dağ köylerindeki insanlar bayram vesilesi ile bir gün önceden sahildeki akrabalarına misafir giderler. Kahvaltı yapmadan hep birlikte denize girilir ve yüzülür. Suya girdikten sonra her kes dilekte bulunur, bereket ve felaketlerden korunmak için dua edilir. Daha sonra kıyıya çıkılır ve topluca yemek yenir. Kaçkar dağlarında yaşayan denizle hemen hiç yakınlık kurmamış, denizde yüzmeyi, balık tutmayı bilmeyen Lazlar varken, öte yandan kıyıda yaşayan çok sayıda Laz’ın Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde denizcilikte adlarını duyurdukları da bir gerçektir.
Eskiden Laz yaşlı erkekleri başlarına “Başlık” sararlardı. Gençler ise Papak (Kalpak) kullanırlardı. 60-70 yıl kadar önce Lazlar arasında fes modası çıktı. Fakat bu moda burada fazla tutunamayıp ortadan kalktı. Türkiye’de geleneksel başlık ve kalpak kullanmak yasalarla yasaklanmıştır. Gürcistan sınırları içerisindeki Lazlar ise başlık, kalpak ve kabalak gibi başörtülerini kullanmakta serbesttirler. Lazlarda ayakkabı (Tsuga) burunları yukarıya kalkık bir çeşit postalı andırırdı. Pantolon yerine bir çeşit dar şalvar kullanılırdı. Adına da “Dzikvi” denilirdi. Dzikvinin üst tarafı kıvrışık, bolca bırakılır. Alt tarafı, bacakları kavrar derece de dar bırakılırdı. Üst giysi ise bir çeşit yakasız montu andırırdı. Bu yakasız montun altına sarı yada kırmızı renkte gömlek giyilirdi. Kırmızı renkler siyah altında daha bir çekici görünürdü. Siyah üst giysinin dirseklerine, yenlerine ve omuz başlarına meşin şeritler dikilirdi. Bunlar hem giysiye güzellik katar hemde dayanıklılığını arttırırdı. Belde, kalça üzerine kadar inen yün kumaştan dolak dolanırdı. Kama ve zincir gibi şeyler de bu dolama üzerine iliştirilirdi.
Laz kadın giysileri daha bir zengin görünüşlüydü. Çeşitli renklerden rahat giysilerdi bunlar. Bele, uçları aşağıya sarkıtılmış kumaştan bir bellik sarılırdı. İş Zamanları genellikle atlastan dikilen bu giysilerin etekleri yukarıya doğru toplanır, bellemeye iliştirilirdi. Bazen ibrişim bir kuşak da bele bağlandığı olurdu. Buna Lazcada “ortkapu” kemer denirdi. Kadınlar günlük yaşamlarında bazen basma entariler de giyerlerdi. Boyun ve kulaklara ilancuği ve boğa kisti denilen değerli takılar da takarlardı. Gümüş zincir üzerine dizilmiş altın liralardı bunlar. Başlarına altın işlemeli bir tabla konur, alın kısmına yine altın pullu bir gobğapule sarkıtılırdı.
Gürcüstan bölümünde yaşayan Lazları bugün artık Gürcistan’ın diğer bölgelerinde yaşayanlardan ayırt etmek güçtür. Türkiye kesimi Lazları arasında ise bu eski tip giysileri koruyup bugüne değin yaşatabilen kimselere rastlamak mümkündür.
Bilinenin, sanılanın tersine tüm Karadenizliler Laz olmadığı gibi, tüm Lazlar da Karadeniz'de bulunmuyorlar. Bu konuda biraz da mizahi sayılabilecek bir benzetme yapılır: "Türkiye’nin batı bölgelerinde yaşayan halk Sinop'un ötesindeki Karadenizlilerin tümüne Laz der. Sinop'lular Samsunlular'a, Samsunlular Trabzonlular'a, Trabzonlular da Rize'lilere Laz adını verirler. Ama Rizeliler de ancak Hopa taraflarındakileri Laz olarak niteleyip kendilerini onun dışında görürler."
Lazların ve Megrellerin (Mingrelian) yaşadığı bölgeler.
Kaynaklar:
1. Ildiko Beller Hann. Lazların Gerçek Tarihi. www.arhavisitesi.com
2. ATLAS aylık coğrafya ve keşif dergisi. Nisan 2003. Sayı 121.
LAZ TARİHİ
Lazlardan, "Laz" adıyla ilk bahseden 1. yüzyıl tarihçisi Plinius olmuştur. 2.yüzyıl tarihçisi Arrianus zamanında, Lazlar Sohumi'den başlamak üzere Trabzon'a kadar olan bölgede yaşamaktaydı. Roma/Bizanslıların "Laz" dedikleri bu halkı Gürcüler (Kartveliler) ve Abazalar "Megrel"; Roma /Bizanslıların "Lazika" dedikleri devletlerine de Gürcüler ve Abazalar "Egrisi" demekteydi.
KOLHETİ=LAZİKA=EGRİSİ
Lazların en eski tarihleri, Kolheti yönetim ve kültür alanıyla yakından ilişkilidir. Kolheti adından ilk kez MÖ 8. yüzyıla ait Urartu Yazıtlarında bahsedilmiştir. Kolheti yönetim alanı(günümüzde Abhazya sınırları içinde kalan), Gagra'dan başlamak üzere Çoruh yatağına kadar olan bölgeyi kapsamaktaydı. Kolheti kültür alanının sınırları ise güneyde, Trabzon'a kadar uzanmaktaydı. Kolheti, Homerik Çağ Greklerinin ilgi alanıydı.
MÖ 1. yüzyılda Kolheti (Lazika/Egrisi) ve Kartli (İberya/Gürcüstan) krallıkları arasında birbirleri üzerinde egemenlik kurmayı amaçlayan sürekli savaşlar yaşandı. Bu savaşlar sonucunda Roma İmparatorluğu bölgeye askeri müdahelede bulundu.
MS 1.yüzyıldan itibaren "Kolh" yerine "Laz" veya "Megrel" olarak anılan Megrel-Lazlar, önce Pontus Krallığına ve daha sonra da Roma İmparatorluğuna karşı bağımsızlık savaşı başlattı. 69-79 yıllarında Lazların başında bulunan Anicetus, halkını Romalılara karşı ayaklandırdı. Romalılar stratejik bir bölge olan Lazika'yı bırakmak istemiyordu. Ancak Lazların Özgürlük mücadelesi karşısında Lazika'yı terketmek zorunda kaldılar. Lazika giderek güçlendi ve bugün Batı Gürcüstan olarak bilinen bölgede hakim oldu.
Lazika'nın güçlenmesi,Laz akınlarının Çoruh'u aşarak Güneydoğu Karadeniz Bölgesi'ne de yönelmesi ve Lazların bu bölgeye kitlesel göçleri, Pontus Kralı 2. Polemon'u tedirgin etti. Krallığını Lazlardan koruyabilmek amacıyla hükümetini Romalılara teslim etti. Roma İmparatorluğunun bir eyaleti haline geldi. Bu eyalete "Pontus Polemonyakos" adı verildi. Trabzon'un doğusundan Çoruh yatağına kadar olan bölge Lazların eskiden beri yoğun olarak yaşadığı bir bölge olmasına rağmen, Lazika Krallığının yönetimi dışında kaldı.
DENGELER VE LAZİKA KRALLIĞI
2. yüzyıldan başlamak üzere, Lazika Krallığı güçlendi ve 4. yüzyılda yönetim alanını Trabzon'a kadar genişletemediyse de etki alanı içine aldı. 395'te Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması, Lazika Krallığının güçlenip genişlemesine imkan sağladı. Lazika Krallığı, bugün Batı Gürcistan olarak bilinen Kolheti'yi iktisadi, siyasi ve askeri açılardan birleştirdi. Lazika Krallığı, bir Bizans vasalı olmasına rağmen, kendisine bağlı vasalları da vardı.
LAZLAR VE HIRİSTİYANLIK
Lazcada bugün de kullanılan gün isimlerinden anlaşılacağı gibi gökyüzü, güneş ve ay kutsal sayılıyordu. Lazların, işgalci Roma/Bizansın dinini ilk kabul eden topluluklardan olduğu doğrudur. Ancak yayılmacıların, Lazların yaşadıkları yörelerde açtıkları kiliseler siyasi kurumlar olarak kalmıştır. Bu kiliseler yayılmacı Roma/Bizans ve "Pontus"un dayatmacılıklarının sembolleri olarak görülmüş, Lazlar kendi otantik inançlarını ,şeklen Hıristiyan oldukları dönemlerde de sürdürmüşlerdir. Dolayısıyla Roma/Bizans ve "Pontus" ile çatışma halinde olan Lazların Osmanlıların dini olan İslamiyeti süreç içinde kabul etmeleri, Roma/ Bizans ve "Pontus"a duydukları doğal tepkinin bir sonucuydu.
ÇİN VE HİNDİSTAN'A BAĞLANAN TİCARET YOLLARI
Lazika Krallığının yönetimi altındaki bölge, çok önemli bir geçiş noktasıydı. Çin ve Hindistan'a bağlanan ticaret yolları bu bölgeden geçmekteydi. Dolayısıyla da, Bizanslılar ve Persler için büyük bir önem taşımaktaydı. Perslerin, Lazika'yı ele geçirmek istemelerinin bir diğer nedeni de, müttefik olarak gördükleri ve Kafkas önlerinde ve Doğu Avrupa'daki kavimleri, Lazika'yı bir üs olarak kullanarak Bizanslılara karşı savaşmaları için yönlendirmek istemeleriydi.
Bizanslıların uyguladığı baskıcı yöntemler, Lazika halkları arasında Bizans karşıtı eğilimlerin artmasına neden oldu. Bu eğilimlerin güçlenmesi, Persler için bulunmaz bir fırsattı. Ancak Lazika kralı Gubaz, gerek Bizans ve gerekse Persler arasındaki çelişkilerden yararlanarak dengeli bir dış politika uygulamaya çalışarak yönetimi altındaki halkların zarar görmelerini önlemek düşüncesindeydi.
Kral Gubaz'ın Bizans karşıtı ve Perslerle müttefikliğe yönelik politikası, Bizanslıları oldukça rahatsız etti ve bütün güçleriyle Lazika'ya saldırdılar. Yıllarca süren savaşlardan sonra 465'te Bizans ve Lazika anlaşarak çatışmalara son verdiler.
BİZANS'IN LAZİKA'YI BÖLME SÜRECİ
Lazika Krallarının kendilerine sadakat göstermeyeceklerini ve Trabzon'un doğusundaki yoğun Laz nüfusun da kendileri için ileriye yönelik potansiyel bir tehlike olduğunu bilen Bizanslılar, Lazika Krallığının yönetimi altındaki Abaza ve Svanları Lazika'dan ayırma planlarını uygulamaya koydu. Bizans'ın amacı, Lazika'nın etnik ve siyasi etkinliğini kırarak, bu krallığı süreç içerisinde yok etmekti. Bizanslılar gerektiğinde de Abaza ve Svanları hem Lazlara hem de birbirlerine karşı savaştırmayı düşünüyordu.
8. yüzyıla gelindiğinde, Lazika krallığının yönetim alanında nüfusunu Abazalar, Svanlar, Megrel-Lazlar ve bölgeye Kartli'den göç eden Gürcülerin oluşturduğu Abhazya Krallığı sahneye çıktı. 780'lerde Abhazya Krallığının sınırları Kuzeybatıda Nikopsia (Tuapse), güneyde ise Çoruh yatağına kadar uzanıyodu.
KARADENİZ KIYILARINA GÜRCÜ (KARTVELİ) GÖÇÜ
Lazika'nın Rioni havzasının güney kesimi 5. ve 6. yüzyıllardaki Bizans-Pers savaşları nedeniyle Megrel-Laz nüfusunun tamamına yakınını yitirmişti. Bu yüzden Arap istilalarından etkilenen Gürcüler Kartli'den kitlesel olarak göç ederek süreç içinde bu bölgeye yerleştiler. Böylece günümüzde Müslümanları Laz, Hıristiyanları Megrel olarak adlandırılan Megrel-Lazlar arasında, arasında Gürcülerden oluşan ve yine günümüzde Gurya/Acara olarak bilinen tampon bölge oluştu.
GÜNEYDOĞU KARADENİZ'DE TAMPON BİR LAZ DEVLETİ
"Abhaz", Ran, Kahet ve Sometlerin kraliçesi olan Tamara zamanında aktif bir politika izlendi. Kraliçe Tamara döneminde, Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar olan bölgede yaşayan çok farklı etnik kökenlerden halklar konfederal bir yapılanmaya gittiler. Haçlı Seferleri'nden ve Bizans Sarayı'ndaki iktidar çatışmalarından yararlanıldı. Bizans üzerine giden konfederal ordu Güneydoğu Karadeniz'deki Lazların da aktif desteğiyle Çoruh'tan başlamak üzere Karadeniz Bölgesi'nde etkili oldu. Amaç konfederal bu yapının içine, etnik olarak Lazlardan oluşan bir Laz devletini de katarak, bu bölgede Selçuklu ve Bizanslılara karşı konfederal yönetimin güvenliğini bu tampon Laz devletiyle pekiştirmekti.
Latinlerin 1204'te İstanbul'u işgal etmeleriyle, Bizans İmparatorluğu zaafa uğradı. Bu gelişmeler, konfederal krallığın sınırlarını Trabzon'u da içine alacak şekilde genişletmesine yardımcı oldu. Trabzon yöresine de Laz nüfusunun akışı hızlandı. Trabzon Krallığı üzerindeki Kafkasyalıların konfederal yönetiminin etkisi ve Trabzon'un doğu kesimlerindeki Lazların, Bizans boyunduruğundan kurtulması Bizanslıları rahatsız ediyordu. Trabzon Krallığı yönetiminde, Bizans yanlısı gruplar ile Kafkasyalıların konfederal yönetiminin desteklediği Lazlar arasında kıyasıya bir iktidar mücadelesi başladı. 1204'te "Lazia Thema"sı kuruldu.
BİZANS'IN SONU
Lazların Bizanslılarla olan mücadelesi, 1453'te Osmanlıların Bizans İmparatorluğuna son vermeleri ile bitti. Fatih Sultan Mehmet, Karadeniz'i bir Osmanlı gölü haline getirmek istiyordu. Tahta çıkar çıkmaz, 1451'de Doğu Karadeniz kıyılarına 50 kadar kadırga gönderdi. Batum civarı ve Sohumi'de etkinlik kurarak, bu bölgelerde yaşayan Abazaları, Megrel-Lazları ve Gürcüleri yönetimi altına almaya başladı. Böylece Trabzon Krallığı doğusundan kuşatılmış oldu. Soçi'den başlayan, Kuzeybatıya doğru Karadeniz kıyıları ise, Kırım Hanlığının kontrolü altındaydı. Trabzon'un doğu kesimlerinde bugün olduğu gibi o zamanda yaşayan Lazlar ise, Trabzon Krallığı yönetimi altında ancak "Rum" yönetimiyle çatışma içindeydi. Lazlar, bir anlamda Trabzon Krallığını ele geçirmek isteyen Osmanlıların müttefiği durumundaydı. 1461'de Osmanlıların Trabzon Krallığını ele geçirmeleriyle birlikte Lazlar da Osmanlı yönetimine girmeye başladılar.
OSMANLI YÖNETİMİ VE LAZ DEREBEYLERİ
1519'da Trabzon, Batum’unda dahil edilmesiyle ayrı bir eyalet haline getirildi. Bu bölgeyi 1640'ta dolaşmış olan Evliya Çelebi'ye göre, Eyaletin beş sancağı şunlardı: Canik, Trabzon, Gönye, Aşağı Batumi ve Yukarı Batumi. Lazistan'ın merkezi Gönye idi. Kazaları ise, Atina (Pazar), Sumla, Viçe/Biçe ve Arhavi'ydi.
Osmanlı yönetimi, Güneydoğu Karadeniz Bölgesini yönetsel birimlere ayırdı. 15 derebeylik vardı: Atina(Pazar, iki), Bulep, Ardeşen, Viçe, Kapiste, Arhavi, Kisse, Hopa, Makriali, Gönye, Batumi, Maradit, Perlevan ve Çat derebeylikleri.
1851'de Acara çevresi, Aşağı Gurya ile birlikte, kurulmuş olan Lazistan Sancağı'na bağlandı. 1877-1878 (93 harbi) Osmanlı-Rus savaşları sonucu Batum’un Rusların eline geçmesiyle, Lazistan Sancağı'nın merkezi Rize'ye taşındı.
GÜNEY KAFKASYA
Rusların bölgede etkili olmaya başlamalarından önce, 17 yüzyılda bugün Gürcüstan olarak bilinen coğrafyada üç krallık bulunuyordu. Başkenti Tiflis olan Kartli Krallığı; kuzeydoğuda Kaheti Krallığı ve batıda da Kutaisi civarını elinde bulunduran İmereti Krallığı. Bu krallıklardan ilk ikisini İranlılar, sonuncusunu da Osmanlılar denetliyodu. Doğu Karadeniz kıyıları,adı geçen bu üç krallığın egemenlik alanı dışındaydı. Kuzeyde Soçi-Sohumi arası Abhazya'ya; Sohumi-Poti arası Megrelya'ya; güneyde Poti-Batum arası Gurya'ya aitti. Bu üç prenslik Osmanlı'ya haraçla bağlıydı. Güneybatı'da ise, Samtshe ve Saatabego prenslikleri vardı. Bu prensler zamanla İslamiyeti benimsediler ve Osmanlı'ya doğrudan bağlı birer valilik haline geldiler.
OSMANLI COĞRAFYASINA LAZ GÖÇLERİ
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları sonucunda,yerlisi oldukları bölgelerin ve Batum’un Rusların eline geçmesinden sonra, Müslüman Lazların bir kısmı Osmanlı topraklarına kitlesel olarak göç etti ve İzmit Sancağı içinde bulunan bölgelere yerleştirildiler. Osmanlı-Rus savaşlarında Laz gönüllüler Ruslara karşı Osmanlıların safında savaşmışlardı. 16 Mart 1921 Türk-Rus Antlaşması üzerine de bir kısım Müslüman Laz yine Türkiye'ye göç etmek zorunda kalmıştır.
LAZLARIN KURTULUŞ SAVAŞI'NA VE CUMHURİYET'E KATKILARI
Lazların, küçük kayıklarıyla olan denizcilik faaliyetleri,Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı sırasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Büyük miktarda silah ve mühimmat Batum’dan Samsun'a Laz takalarıyla getirildi. Lazlar da, diğer Osmanlı tebaaları gibi, Cumhuriyetin kurulmasında fedakarlıklarda bulundular, emek verdiler.
Batı Gürcistan'ın Megrelya (Samegrelo) bölgesinde konuşulan Megrelce'ye yakın bir dili konuşan Lazlar, Rize'nin Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin, Fındıklı; Artvin'in Arhavi, Hopa ve ilçelerinde; Acaristan'ın Batum kenti civarında; Abhazya'da ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı ve sonrasında Osmanlı topraklarına göç ederek yerleştikleri Türkiye'nin batı bölgelerinde de (İzmit, Adapazarı, Düzce, Bolu, Akçakoca, Yalova vb.) yoğun ve toplu olarak yaşamaktadırlar.
Yazan: Ali İhsan Aksamaz. Yeni Karadeniz Güneşi Gazetesi, Sayı: 9, Kasım 2001, İstanbul
Dostları ilə paylaş: |