AHISKA TÜRKLERİ
Ahıska, Türkiye sınırına 12-30 km. mesafede Gürcistan'ın güneybatısına düşen bölgenin adıdır. 31 Temmuz 1944 gün 6279 sayılı Sovyet Devlet Savunma komitesinin ''gizli'' kararıyla top yekün sürgüne tabi tutulan Ahıskalıların çoğu, bu zor yolculuk şartlarına dayanamayarak hayatlarını kaybettiler. Ahıska Türkleri'nin neden sürgüne tabi tutuldukları tam 47 yıl gizli tutuldu. Ahıska Türkleri tarafından, vatana dönüş'' mücadelesi veren bir çok cemiyet oluşturulmuş ise de çeşitli ülkelerdeki sürgün hayatı hala devam etmektedir.
Bir toplumun soy kütüğünü, geçmişini bilimsel yönden araştırabilirsiniz; ama öneriyle, ricayla, baskıyla veya kararlarla millet kimliğini değiştiremezsiniz. "Bu konuda hiç kimse jürilik yapamaz, yargıçlığı üstlenemez. Her bir millet, her bir vatandaş kendi milliyetini, kökünü kendisi belirler." (İZVESTİYA Gazetesi, 30 Ocak 1989)
Ahıska Türkleri, Türkiye’de yoğunluklu olarak Kars kent merkezi, Arpaçay ve Çıldır ilçelerinde yaşayan ‘’Karapapak’’ veya ‘’Terekeme’’ denilen Türkmen boylarındandır. 1921 Kars Antlaşmasıyla çizilen sınır sonucunda sınırın Gürcistan tarafında kalmışlardır. Dede Korkut Kitabı'nda "Ak-Sıka" (Ak-Kale), 481 yılında "Akesga" adıyla anılan Eski-Oğuzlar beldesi Ahıska, Gürcüce "Yeni Kale" anlamına gelen Ahal-tsihenin Türkçe ve Farsça şeklidir. İlk İslam fetihleri sırasında Hz. Osman'ın hilafeti döneminde Şam Valisi Muaviye'nin kumandanlarından Habib b. Mesleme tarafından ele geçirilen (1068) Ahıska, 1267-1268 yıllarında Moğolların hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra bölgedeki mahallî valiler yarı bağımsız olarak "Atabek" ünvanını aldılar. Ahıska Atabekleri Lala Mustafa Paşa'nın Çıldır Savaşı (1578) sonunda Osmanlı idaresine girdiler. Son atabek Minüçihr bağlılığını bildirerek Müslümanlığı kabul etti ve Mustafa Paşa adını aldı. Bu tarihten sonra Ahıska yeni kurulan Çıldır eyaletinin merkezi haline getirildi, tahriri yapıldı. Ancak Çıldır'ın savaşlarda harap olması üzerine Ahıska eyalet oldu. Bir ara Safevilerin eline geçen şehir, 1635'de Osmanlılar tarafından geri alındı. 1828 yazında Rusların eline düşünceye değin tam 250 yıl boyunca Çıldır/Ahıska Eyaletinin merkezi olan bu serhat şehrimize, birer Sancak olarak şu yerler bağlı idi :
1) Bedre 2) Azgur, 3) Ahılkelek, 4) Hırtıs, 5) Cecerek, 6) Ahıska, 7) Altunkale (Kobliyan), 8) Acara, (Bu 8 sancak, 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması ile, sınırımız dışında kalmıştır), 9) Maçakhel (Üçte ikisi Artvin'in Borçka İlçesi'nde, üçtebiri Acara'da), 10) Livana (Artvin), 11) Pertekrek (Yusufeli), 12) Ardanuç, 13) İmirkhev, 14) Şavşet (Bu son 5 sancak, bugün Artvin İlimizdedir). 15) Oltu, 16) Narman, 17) Kamkhıs (bu son üçü, şimdi Erzurum İline bağlidır), 18) Poskov, 19) Ardahan, 20) Çıldır ve bazen 21) Küçük-Ardahan/ Göle (bu son 4 Sancak da bugün Kars İlindedir).
Sancakları devamlıca ve XIX. Yüzyıl başlarında da Tıryalet, Badadcık, Şarupan/Şehriban ile Kütayıs, kadı/mahkeme işleri bakımından Ahıska'ya bağlı bulunuyordu. 1828'de 50 bin Türk nüfusu vardı. Kirzioğlu'nun anlatımıyla, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, Navarin'de Donanması yanmış; ordusuz ve deniz gücünden yoksun olduğu bir anda Osmanlı'ya saldıran Ruslar, 1828'de Kars'ı ilk defa işgal edip, yakıp yıkarak 60 bin nüfusunu 12 bine düşürdükten sonra, Ahılkelek ve Ahıska üzerine yürüdüler. 5 Ağustos 1828 günü, yerli halkın koruduğu Ahılkelek Kalesi, toplarla düşürülerek, bozulup; koruyucuları kırgına uğratıldı. General Paskeviç denilen ve bugün bile kan ve vahşet timsali olarak, Ahıskalılar arasında "Başkovuç" diye lanetle anılan Rus Başkumandanının emriyle 17 Ağustos gecesi saldıran Rusları öğleye değin Ahıskalı koruyucular savaşarak bozdular. 27 Ağustos hücumunda şehre yangın paçavraları atan Ruslar, Ahıska'yı da Kars gibi yararak düşürmeye çalıştılar; her sokakta evleri tutuşturmaya koyuldular. Gece boyunca Rus topları ve yangını yayan askerlerin saldırışları karşısında Ahıskalılar, bir yandan cayır cayır yanarken, bir yandan da, "Türk kadınları, ellerinde kılıç bulunduğu halde Rus efradı üzerlerine arslanlar gibi hücum ve savlet ederek muharebede sebat ediyorlar", çaresiz kalan kızlar ve gelinler de, Rusların eline düşmemek için, "kendilerini diri diri yangın alevleri içine atıyorlar", namuslarını kurtarıyorlardı. Ertesi 28 Ağustos 1828 günü kuşluk vakti koca Ahıska, küllerle kaplı ve üzerinde dumanlar tüten bir harabe olarak, şerefiyle, toptan din ve Türk'lük uğrunda şehit olarak, Ruslar eline düşmüştür. Askeri Müze Müdürü rahmetli Müşir Ahmet Fethi Paşa, 1928'de basılan kitabında diyor ki: ‘O gece Ahıska İçkalesi'nde dayanan "Köse-Mehmet Paşa" iIe "Ahıska kadın ve erkek müdafi'lerinin namına kadirbilir halefler tarafından bir ulu-Abide dikilse, layıktır."’ Kurtuluş umuduyla Ahıskahlar'ın 1853-1854 Rus Savaşında ve Bolşevikliğin çıkışıyla Rusların 1917 güzünde çekilişi üzerine 1917-1921 yıllarında Ermeni ve Gürcüler ile yaptığı savaşlardaki erlikleri, her zaman milli tarihimizde şeref ve şanla anılacaktır. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Edirne Anlaşması ile Ahıska tazminat karşılığı Rusya'ya terk edildi. Ardahan ve Çıldır harici Ahıska'nın Rusya'nın eline geçmesi halk arasında büyük üzüntü yarattı ve pek çok ağıtın söylenmesine sebep oldu. 1853-1856 Osmanlı-Rus Savaşlarında Osmanlı ordusuna yardımcı olan Ahıskalılar, savaş sonunda Rusya'nın baskından kaçarak Erzurum'a sığındılar. İç Anadolu'ya gelen kimi Ahıskalı aileler yurtlarının hatırası olarak Ahıska, Ahıskalı, Kafkas...vb. soyadları almışlardır. (Günümüzde de Türkiye'ye gelen aileler Çorum, Alaca, İnegöl, Bursa ve diğer birçok ilde akrabalarının izini bulmuş onlarla yeniden kucaklaşmış, bir araya gelmiştir. )
Halk arasında "93 Harbi" diye bilinen bu savaş sonrası Kars'ın Rusya'ya geçmesi ile Ahıska Rus-Türk sınırından uzaklaştı. Üstelik Kars'ın ve diğer Kuzey-Doğu Anadolu eyaletlerinin Ermeni nüfusunun bir kısmı da Ahıska bölgesinin şehirlerine yerleşti. Öte yandan havası, suyu ve toprağı iyi olduğundan Kars ve civarından çok sayıda Türk köylüsü Ahıska köylerine göç etti. Tabii ki Rusya'nın yayılma politikası bu bölgede zaman zaman milletlerarası çatışmaları alevlendirdi, yeni sorunlara yol açtı. Özellikle de Rusların İran ve Türkiye'den düzenlediği Ermeni göçü Kafkaslardaki etnik dengeyi bozdu, istikrarı yok etti. Birinci Dünya Savaşı hem insanlık açısından hem de Ahıska Türkleri açısından gerçekten çok talihsiz ve acımasız bir dönemdir. Bu yüzyıl Ahıska Türklerine sadece çile, facia ve sefalet getirmiştir. Tarihçiler, tarih araştırmalarında; her nedense Ahıska Türklerine, Gürcü ve Ermeniler tarafından yapılan insanlık dışı mezalimden hiç bahsetmemişlerdir. Adeta bölgedeki Türk varlığına son vermeyi tasarlayan Hristiyan işbirlikçiler, Ahıska'da binlerce Türk köylüsünü katletmişler, Posof, Ardahan ve Ahıska'nın o dönemde yaşadığı felaket, henüz tüm ayrıntıları ile açıklanmamıştır. Bu mezalim Azerbaycan kamuoyunda büyük tepkilere yol açmıştır. O zamanın şartlarında hayırsever kuruluşlar harekete geçerek; hiç değilse öksüz çocuklara sahip çıkılması için girişimlerde bulunmuşlardır. O günlerde Ömer Faik yazısında şöyle haykırıyordu: "Ey hayırsever Bakü'lüler, ey Genceliler, Ağtaşlılar, Şamahılılar, Şekililer yüzümü size tutup yalvarıyorum her biriniz 10-12 çocuk alıp bakınız.:. Düşünün ki, size muhtaç olan bu çocuklar kimlerdir; ev-eşikleri viran olmuş, babaları, anneleri katledilmiş, kimsesiz yavrulardır. Bunlar bizim özbeöz çocuklarımız, milletimizin evlatlarıdır. Müslümanlık, insanlık uğruna yardıma koşun, zavallı yavrulara sahip çıkın. Yine Birinci Dünya Savaşı yıllarında Bakü Hayırseverlik Cemiyeti tarafından büyük faciaların yaşandığı Ahıska'ya Hüsrev Sultanov'un Başkanlığında bir heyet gönderildi. Heyete katılanlar arasında tanınmış milli şair Ahmet Cevat’da vardı. Ahıska Türklerinin bu acı durumlarının şairi ne kadar etkilediği şu şiirinde görülmektedir:
Karların üstünde mazlum kır kanı
Ölenler çok, fakat mezarlar hani?
Ayaklar altında şevketi, şanı
Kalanlar görüp feryada geldim.
Felaket görmemiş millet olar mı?
Düşün, biraz düşün, hiç kanun var mı?
Gözler kör mü, yoksa gönülIer dar mı?
Ah yine ben, yine ben imdada geldim.
Sürgüne gönderilmeden önce 1926’da yapılan nüfus sayımında nüfusları 137.921 idi ve Gürcistan nüfusunun %5,2 sinin teşkil ediyorlardı. 1944’de sürgün sırasında nüfuslarının 200.000’e yakın olduğu tahmin edilmektedir. Sürgün esnasında 70-80 bin civarında Ahıska Türkü ölmüştür. Günümüzde Türkiye dışında 8 devlette 260 kadar yerleşim bölgesinde dağınık vaziyette 300.000 Ahıska Türkü yaşamaktadır. En yoğun olarak 130.000’e yakın nüfuslarıyla Özbekistan’da yaşamaktadırlar. Sonra sırasıyla Kazakistan’da 70.000, Kırgızistan’da 30.000, Azerbaycan’da 30.000 Ahıska Türkü nüfusu bulunmaktadır. Ahıskalılar, sosyal, kültürel ve eğitimle ilgili pek çok etkinlik sunan kültür merkezlerinde kimliklerini koruma mücadelesi vermektedirler. Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan'da Ahıska Türklerinin kurduğu çok sayıda Türk Kültür Merkezinde bu çaba gösterilmektedir. Özbekistan'da bulunan Ahıskalılara ait kültür merkezi, Özbekistan Medeniyet Vakfı bünyesinde 1992 yılı başında ''Türk Medeniyet Merkezi'' adı ile kurulmuştur. Merkezin başında Dr. Ömer Salman bulunmaktadır. Dr. Salman bir mücadele ve gönül adamıdır. Hem Ahıskalılarca hem Özbekler tarafından sevilip sayılmaktadır. Kazakistan Ahıska Kültür Merkezi 1991 yılında Dr. Tevfik Kurdayev Haşimoğlu tarafından Almatı'da kurulmuştur. Merkezde Türkçe , din bilgisi gibi dersler verilmektedir. Ayrıca merkez Türkiye'den Kazakistan' a giden Türk vatandaşlarına da kapılarını açmaktadırlar. Kırgızistan Ahıska Türklerince 1991 yılında kurulan Türk Medeniyet Merkezi'nin başında eski milletvekili İzzet Maksudov bulunmaktadır. Bir işadamı olan Maksudov, Türkiye'den giden bir çok yatırımcıya yardımcı olmuş, Kırgızistan makamları ile ilişkilerini kolaylaştırmıştır. Bu üç merkezin stratejik açıdan önemleri çok büyüktür. Türk, Kazak, Kırgız, Özbek kardeşlikleri arasında nifak tohumları ekmek isteyenlere karşı bu merkez mühim görevler üstlenebilecek yapılanmalar haline getirilebilir.
Sürgün
14 Kasım 1944 günü, gece saat 12.00'de, daha önce sınırı takviye amacıyla yerleştirilmiş olan on binlerce Rus askeri, silahlarıyla Türk evlerine saldırdı. Dört saat içinde kamyonlara doldurulan mazlum ve çaresiz insanlar demiryoluna getirildiler. Yüzlerce Ahıskalı aile ise her türlü riski gözönüne alarak, Rus askerleri ile çarpışarak onlarca şehit verme pahasına Türkiye'ye geçmeyi başardı. Bu aileler halen Agrı, Muş, Kırıkhan,İnegöl, Bursa, Ankara, İstanbul ve diğer yerleşim merkezlerinde yaşamaktadır. Türkiye sınırına yakın köylerdeki insanlarımızın toplanması için 15 dakika izin verildi. Bu bahtı kara Türk toplumunun başına gelen dehşetli serencamın yazıya geçirilmesine imkan yoktur. Babaları, kocaları, kardeşleri Alman cephesinde bulunan kimsesizleri, yetimleri, ihtiyarları kim hangi sebeple, nereye sürüyordu belirsizdi... Bu tarihi facia 45 sene sonra Özbekistan sürgününden sonra aydınlığa kavuştu. Onların suçu sadece Türk olmaları idi. Çünkü Sovyetler Birliği Türkiye ile savaşa hazırlanıyordu. Ahıskalılar savaş esnasında Türkiye lehine tavır alabilecekleri faraziyesinden hareketle sürgüne gönderilmişlerdi.
150-200 bin civarındaki Ahıska Türkü, kara kış gününde yük vagonlarına 8-10 aile halinde koyunlar gibi doldurularak kapılar kilitleniyordu. Yer gök Allah Allah haykırışlarıyla inliyor, ağlama, sızlama ve hıckırık sesleri kulaklari sağır ediyordu. Bu yakarışları işitecek vicdana sahip kimse bulunamadı. Vagonlar Hazar Denizi'ne yaklaşmaya başlayınca, denize dökülecekleri haberi yayıldı. Gene feryat ve figan Azerbaycan'ın o dönemdeki yöneticileri, Ahıskalıları Azerbaycan'da iskan etmek istemişti. Ancak Stalin'in kararı kesindi. Azerbaycan yöneticilerini kurşuna dizmekle tehdit etti. Azerbaycan Türklerinin gayretleri de sonuç vermedi. Üç gün sonra vagonlar tekrar hareket etmeye başladı. Ural Dağları'nın soğuk havası bir cok insanın hayatına mal oldu. Onlara kefen ve mezar bile nasip olmadı. Kefenleri Sibirya'nın bembeyaz karları idi. 35 gün süren yolculuk sonunda bu talihsiz insanlar Kazakis-
tan, Kırgızistan ve Özbekistan'a dağıtıldılar. Moskova mihraklı propaganda odaklarınca, Ahıska Türkleri gelmeden önce halk düşmanı, et yiyen bir toplum oldukları yönünde aleyhlerinde kamuoyu oluşturuldu. Bu propagandadan etkilenen Kazak, Kırgız ve Özbek Türkleri Ahıskalıları hep dışladılar. Ahıskalılara, kan ve din kardeşlerinin bu tavrı Rus tehcirinden daha ağır geldi.
Sürüldükleri yerlerde o yıl hava çok soğuktu ve açlık hüküm sürüyordu. Kısa süre sonra özellikle çocuklar ve yaşlılar açlıktan öldüler. Analar bağırlarına taş bastılar. Sürülen diğer milletlerin aksine Almanlarla işbirliği yaptıkları iddia edilmedi. Zaten Almanlar bu bölgeden çok uzakta kalmışlardı. Aslına bakılırsa bu hareket cezai mahiyette nitelenmemiş, bilakis düşmanın ulaşabileceği bir bölgenin tahliyesi olarak gösterilmişti. Fakat bu tarihte Almanların ciddi bir tehlike oluşturması söz konusu değildi. Siyasi ve stratejik motif daha bu tarihte Türkiye ve Batı ile çatışmayı nazari itibara alıyordu. Gerçekten de daha bir yıl geçmeden SSCB'de, Türkiye'nin kuzeydoğusundaki Gürcü vs. azınlıklarla meskun bölgeler üzerinde Sovyetler'in hakkı olduğunu iddia eden makaleler yayınlanmaya başladı.
Sovyet dökümanlarından Balkarlar, Karaçaylar ve Çeçenlerin sürgün gerekçeleri belirtildiği halde Ahıskalılara ait bir suç isnadı olmadı. Anayasal ve idari değişiklikler olmadığı gibi, harp sonrası Sovyet etnolojik atlaslarında Ahıska hala Türklerle meskun gözükmektedir. Bu belki de atlası hazırlayanların durumdan haberdar olmamasından kaynaklanmaktadır.
Diğer sürülen halkların aksine Ahıskalılar, herhangi bir şeyle suçlanmamıştı: Özbekistan'a, Kazakistan'a vs. yerlere vardıkları zaman önce NKVD'nin Özel İskan Kontrolü'ne tabi tutulmadılar. Buna rağmen şartlar, özellikle de asıl sürgün bölgesi olan Özbek Açlık Bozkırı'nda kötüydü. Kontrol takriben 6 ay sonra başladı. Bu tarihten sonra büyük ölçüde kayıplara uğramaya başlayıp, 50.000 kadarı oldu.
1945 yılında Almanlar yenildi, savaş bitti. Ama Türklerin çilesi bitmedi. Savaştan çok az sayıda Ahıskalı geri dönebildi. Dönenlerin çoğu yaralı ve sakattı. Savaştan dönenler su soruyu soruyordu: Biz kim için ve ne için savaştık, bizim ne suçumuz var? Bu tür soru soranlar kısa süre içerisinde tutuklandılar. Gerek Sibirya'ya sürülenler, gerekse Türkistan ülkelerine tehcir edilenler alışmadıkları hava şartları, açlık ve bulaşıcı hastalıklar yüzünden ölüme mahkum oldular.
Ahıska Türkleri'nin, 1944'den 1956 yılına kadar bir ilçeden başka bir ilçeye gitmeleri, yüksek tahsil yapmaları yasaklandı. O seneye kadar kimseyi askere almadılar. 1956 yılında Kruşçev'in, Komünist Partisi'nin 20. Kurultayı'ndaki gizli konuşmasından sonra sürgündeki Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmuklara kendi ülkelerine geri dönme imkanı tanındı. Kırım Türkleri ve Ahıska Türklerinin geri dönmesine ise izin verilmedi. Bununla da kalınmadı, Ahıskalıların ülkelerine misafir olarak gitmelerine bile müsaade edilmedi. O yıllarda Ahıskalı aydınlar, Moskova yetkililerine başvuruda bulunarak geri dönüş izni verilmesi isteğinde bulundular.
31 Ekim 1956'da Yüksek Sovyetler'in yayınlanmamıs bir kararnamesi, Ahıskalılar/ Mesketyalıları MVD kontrolünden kurtardı. Fakat yurtlarına Rus izni verilmediği gibi, müsadere edilen mallarıda iade edilmedi. Müteakip iki yıl boyunca atalarının yurduna dönmelerine müsaade edilmesi için müteaddit başvurularda bulundular. Gürcü KGB'si başı olan Alexei İnauri, toplu dilekçeye; buna müsaade olunmayacağı cevabını verdi. Bazılarına Azerbaycan'a gitme fakat daha yakına gelmeme müsaadesi verildi. Azerbaycan'da bulunan, Ahıska'dan 300 mil uzaktaki Mugan bozkırında iskan edildiler. Ekseriyet Özbekistan'da kaldı. Fakat dağınık gruplar arasındaki irtibatı koparmadılar. 1958 yılında bir grup Ahıskalı Azerbaycan'a, diğer bir grup ise Kabardey-Balkar'a yerleşti. Türkler'in o dönemdeki lideri Enver Odabasov anlatıyor: Ahıska'ya geri dönebilmek için her türlü çareye başvurmaya başladık. Gürcü aydınları bize bir teklifte bulundular; siz, "Biz Meshleri, yani Müslüman Gürcüleriz" diye kabul ederseniz, sizin geri dönme imkanınız olur dediler. Biz de bu şartları kabul ettik. Bu düşünce halkımız arasında kabul görmedi.
1964 Şubat'ında Taşkent vilayetindeki bir kolhozda Mesketya Milli Hareketi'nin bir genel toplantısı oldu. Organizasyon komitesi seçildi, Moskova ve Tiflis'e heyetler gönderildi. Bunlar da, yine Sovyet ve Gürcü makamları ile Gürcü KGB'si tarafından geri çevrildiler ve tevkifler yapıldı. 1968 Haziranı'nda Yüksek Sovyet şaşırtıcı bir şekilde sürülen halkların en sonuncusu olarak Mesketyalıları ele aldı ve onları rehabilite eden daha doğrusu hiç bir zaman suçlanmadıkları için sivil eşitliğe tekrar kavuşturan aleni bir kararname çıkardı. Fakat ikinci paragrafta onların Özbek SSC'i, Kazak SSC'i vs. gibi yerlerde nihai olarak yerleştirildikleri kaydedilmişti. Yani Kırım Tatarları gibi onlarında yurtlarına dönmelerine müsaade olunmuyordu.
Ahıskalıların hikayesi çok daha büyük bir ehemmiyete haizdir. Bütün bir halk, hem de bir hudut bölgesinden sürülüp yurtlarından binlerce mil uzaktaki bir polis rejimine tabi tutuluyor ki bu ağır kayıplara sebep olan bir operasyondur ve bütün bu hadise çeyrek asır boyunca Moskova'da ki bir seri siyasi lider tarafından kesinlikle gizli tutulabiliyor. Bu husus bize Sovyet rejimi hakkında 100 kitaptan fazla bilgi vermektedir.
Kaynaklar:
1. www.ahiskali.com
2. www.ahiska.org.tr
GÜRCÜLER
Gürcüler, kendilerine Gürcü değil "Kartveli" derler. Ancak bugün belli ölçülerde "Gürcü" adı da kullanılır hale gelmiştir. Ülkemizdeki Gürcüler'de Kartveli ya da Gürcü'den çok da "Çveneburi" sözcüğü kullanılmaktadır. Kelime anlamı "bizden"dir. Kendilerini hem Gürcistan'daki Gürcüler'den hem de diğer Osmanlı toplumlarından ayıran bir tanımlama olarak tercih edilmiştir.
Gürcüce; Svanca ve Megrelce-Lazca ile birlikte Kafkas dil ailesinin güney grubunu teşkil eder. Gürcistan devleti ve Gürcü milliyetçileri tarafından Gürcüce, Svanca ve Megrelce –Lazca ‘’Kartveluri’’ denilen ortak bir dil olarak birleştirilmeye çalışılmakta ve Gürcüler, Svanlar ile Megrel-Lazlar ‘’Kartveli’’ denilen ataları ortak bir ulus olarak görülmektedirler. Annesi Gürcü olan Stalin’den itibaren Sovyetler Birliği döneminde de böyle kabul edilmiştir. Sovyet yönetimi tarafından aralarında küçük faklılıklar olan ama aynı dili konuşan diğer halklar için birer alfabe yapılıp onları farklı halklarmış gibi gösterip bölündükleri halde Svanlar ve Megrelller kendilerini Gürcü hissetmeyip, konuştukları dili Gürcülerin anlayabilmesi mümkün olmamasına rağmen Gürcü sayılmışlardır. Kartveli adını Gürcülerden başkası kullanmamakta ve Svanlar ile Megrel-Lazlar kendilerini Gürcü hissetmemektedirler. Türkiye’deki Gürcü aydınların bir çoğu ‘’Kartveli’’ adının bu üç halkın ortak adı olduğu tezini işlemektedir.
Dostları ilə paylaş: |