İsraiL'İN İslam ülkeleri İle iLGİLİ BÜYÜk stratejiSİ


İSRAİL’İN BEKA STRATEJİSİ



Yüklə 146,99 Kb.
səhifə2/3
tarix25.12.2017
ölçüsü146,99 Kb.
#35949
1   2   3

İSRAİL’İN BEKA STRATEJİSİ

İsrail, kurulduğu günden itibaren kendisini tehdit eden “Hıttin Korkusu”na karşı elbette kayıtsız kalmamıştır ve kalmamaktadır. Yahudi devleti kurulduğu tarihten itibaren amansız düşman gördüğü Müslüman çevre ve buna yakın ülkelerden kendisine karşı yönelecek saldırılara karşı Ortadoğu’da hayatta kalabilmek için çok geniş kapsamlı ve zamanın siyasi şartlarına göre bir “Beka Stratejileri” geliştirdi. Bu stratejinin farklı zaman ve şartlarda görünüşte değişiklikler içermekte idiydi. Ama temel amaç hep aynıydı.

Ortadoğu’da bu bölgeyi İsrail için önce güvenli bir hale getirmek daha sonrada emperyalist amaçlı yayılmacı politikaları için zemin oluşturmaktı.

İsrail için strateji üreten “beyinlerden biri olan “Oded Yinon”, “1980’lerde İsrail için Milli Strateji” başlıklı raporunda bu düzenlemenin mantığını şöyle açıklamaktadır:

“Haçlılar bu ülkeyi ellerinden kaçırdılar, çünkü zaten buralar onların değildi; en başta yabancısıydılar buraların, bugün ise bizim en yüce ve en temel amacımız Ortadoğu başta olmak üzere Müslüman ülkelerin “demografik, stratejik, etnik ve ekonomik bakımından yeni bir dengeye oturtmaktır.”(9)

Bu beka stratejisi, öncelikle Ortadoğu ülkelerinin radikalleşmekten ve İsrail’e karşı birleşik bir cephe oluşturmaktan alıkonmasını öngörüyordu.

İsrail Yahudi Devletinin kurulmasından 1950’lerin başına kadar uygulanan Beka stratejisinin temel görüşü Ortadoğu’da Fransız ve İngiliz sömürgeciliğin devam etmesidir. Araplar Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinden kurtulmak istiyorlardı. İsrail ise bu sömürge düzeninin korunmasının kendisi açısından çok önemli görüyordu. İsrail Başbakanı David Be-Gurion, Ekim 1956’da Fransa ve İsrail liderleri arasında yapılan Sevr Konferansı’nda ortaya attığı “Ortadoğu Yerleşim Planı”nda şöyle bir teklif getirmişti;

“Ürdün’ün var olma hakkı yoktur ve bölünmelidir. Ürdün ırmağının doğu yakası Irak’a katılacaktır ve Arap mültecileri buraya yerleşecektir. Batı Şeria, özerk bir bölge olarak İsrail’e verilecektir. Lübnan, Hıristiyan bölümünün dengesini bozan Müslüman bölgelerden kurtarılacaktır.

Irak, Doğu Şeria ve Güney Arap yarımadası İngilizlerin olacaktır. Süveyş Kanalı milletler arası olacak ve Kızıldeniz boğazları İsrail kontrolü altına alınacaktır.” (10).
İSRAİL VE SÖMÜRGE DÜZENİ

Ben Gurion’a göre, Ortadoğu’nun İsrail açısından güvenli hale getirilmesi için bazı bölgelerin İsrail tarafından işgal edilmesini, bazı bölgelerin de İngiltere gibi batılı güçler tarafından yeniden sömürgeleştirilmesini istiyordu. Bölge tekrar batılı güçler tarafından sömürgeleştirme durumu devam ederse, İsrail’in bekası bakımından önemli olduğu için bu sömürgeleştirme faaliyetlerine de İsrail bilfiil yardımcı olacaktı.

Hayfa Üniversitesi’nde Benjamin Beit-Hallahmi bu konuda şöyle diyor: 1950’lerin ilk yıllarından itibaren, İsrail liderleri Üçüncü Dünya’da ve Ortadoğu’da sömürge düzeninin yıkılmasına yönelik yapılan her türlü milli direnişlerin milliyetçi hareketlerin İsrail için bir tehdit unsuru olduğunun farkındaydılar ve buna göre davranıyorlardı.(II)

Anti-emperyalist hareketler karşı Batılı sömürgeci güçlerin desteklenmesi İsrailliler için yalnızca politik bir strateji değil, aynı zamanda sosyolojik ve psikolojik bir dünya görüşüydü. Yahudi devleti, içinde yaşadığı “üçüncü dünya ve Müslüman ülkelere nefret” ve endişe ile bakıyor, bu dünyayı asırlardır sömürmüş olan Batı’yı ise doğal bir müttefik olarak görüyordu. Bu görüş, İsrail Devleti kurulmadan önce de Siyonist liderlerin zihnine egemendi.

Çanakkale muharebelerinde, İngiliz kuvvetleri içinde ikmal ve iaşe işlerini derühte eden 38.inci Yahudi lejyon taburu (Siyonist Katırcı Taburu) komutan ve Mussolini yakın arkadaşı, İsrail Nazizimin en önemli temsilcisi olan Siyonist liderlerden “Vladimir jabotinsky” bu hususta şöyle diyordu.

“Siyonizmin esas amacı bütün Akdeniz’i Avrupa ellerinde tutmaktır. Bu durumda, örneğin Suriye’nin bağımsızlığı söz konusu bile olamaz. Bu konu Fransa, İtalya ve İngiltere tarafından anlayışla karşılanacaktır. Çünkü kendi sömürge İmparatorluklarının korunmasına yöneliktir. Biz her türlü Doğu-Batı çatışmasında daima batı’dan yana oluruz. Biz bugün bu kültürün en sadık ve en önde gelen taşıyıcılarıyız.. İngiliz imparatorluğunun yayılması “bizim İngilizlerden bile daha çok işimize gelir.”(12).

Ben-Gurion ise aynı mantığı koruyarak Ocak 1957’de şöyle diyordu:

“Bizim varlığımız ve güvenliğimiz açısından, bir Avrupa ülkesinin dostluğunu bütün Asya insanlarının dostluğundan daha önemlidir.(13)


İSRAİL’İN BEKASI İÇİN BATILI SÖMÜRGECİLERLE İTTİFAKI

İsrail’in Nasır’ın 1956 yılında Süveyş Kanalı’nı milleştirme girişiminin ardından İngiltere ve Fransa ile birlikte düzenlediği askeri saldırı, “sömürgecilerle ittifak” stratejisinin faaliyete geçmiş haliydi.

1950’li ve 1960’lı yıllarda İsrail ile Fransa arasında kurulan işbirliği “sömürgecilerle ittifak” stratejisinin en somut ve en verimli olanıydı. Bu dönemde İsrail, Fransa’nın sömürgelerini koruması için çok büyük bir destek verdi. Prof. Hallahmi’ye göre: “Hem Fransa hem İsrail, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslüman halkların Fransız emperyalizminden kurtulmak için başlattıkları milliyetçi hareketlerin durdurulmasında önemli destek verdi. Böylece iki ülkenin arasında Şimoh Peres’in deyimiyle ebedi bir dostluk” oluşmuştu.

Cezayir’den Hindi Çin’e kadar uzanan bir coğrafyada, Fransa’nın sömürge yönetimlerini ayakta tutmak için İsrail ve Fransa arasında “Avrupa Hegemonyası” için birleşik cephe kurulmuştur.

Bu “Birleşik Cephe’nin en önemli parçası Cezayir’deydi. Uzun zamandır Fransız sömürgesi olan Cezayir’in halkı, 1954 yılında büyük bir milli ayaklanma, daha doğrusu bir “bağımsızlık savaşı (Atatürk’ten örnek alarak) başlatmıştı. 1962’ye kadar süren savaş, yaklaşık 1,5 milyon Müslüman hayatını yitirmişti.

İsrail 1954 yılındaki ayaklanmadan önce Cezayir’deki gelişmeleri çok yakından izliyordu.

Özellikle İsrail gizli servisi MOSSAD (Ha-Mossad le-Modiin ule- Tafkidim Meyuhadim “İstihbarat ve özel görevler Enstitüsü), Cezayir’deki bağımsızlık hareketini yakın takibe almıştı. İsrailli askeri uzmanlara, Cezayir’deki askerlere gerilla eğitimi ve gerilla savaşında helikopter kullanma konusunda eğitirler. Fransız birliklerini eğitmek için iki İsrailli General Cezayir’e gitmişti. Bu iki general de oldukça tanınmış olan Yitzak Rabin ve Haim Herzog yani, 90’lı yıllarda İsrail’de Başbakanlık ve devlet Başkanlığı koltuğuna oturan iki önemli isim. (14)

1961 ve 1962’de İsrail’in Cezayir’de Fransız kontrolü sağlamayan çalışan Fransız yerlilerin kurduğu Fransız OAS (Organization de L’Armee Secrete/Gizli Ordu Örgütü) hareketini desteklediğine dair birçok rapor vardı.


İSRAİL’İN BAZI ARAP LİDERLERİNE VERDİĞİ GİZLİ DESTEK

İsrail Ortadoğu’daki milli hareketlere kendisine yönelik olarak algıladığı için karşı durmaya çalışırken, sömürgecilerle yaptığa söz konusu ittifakın yanında bir ikinci “taktik” de bazı Arap monarşilerini ayakta tutulması hususundaki destekleri. Çünkü bazı Arap emirlikleri ve krallıkları da, nerdeyse sömürgeciler kadar, İsrail’in Ortadoğu vizyonuna ve beka stratejisine uygundular.

İsrail, bu sözde muhafazakar monarşilerin yönetimleriyle hep iyi anlaşmıştır. 1950 yılında Irak Başbakanı Mossad’ın kendisine verdiği rüşvetle ülkesindeki Yahudilerin İsrail’e göç etmesine kolaylıklar göstermişti. İran Şahı’nın Başbakanı Muhammed Said ise, İsrail’i resmen tanımak için 400 bin dolarlık rüşvet almıştı(15).

Benzer rüşvetler, benzer ya da farklı işler için Suriye liderlerine de dağıtılmıştı. Mısır Kralı Faruk da Yahudi Devleti’nin Ortadoğu’daki beka stratejisi için uygun bir kişiydi. CIA tarafından “maaşa bağlanmış” olan Ürdün Kralı Hüseyin de aynı stratejiye çok uygun bir kraldı” (16) .

İsrail, kendileriyle çok yakın ilişkileri olan bu monarşilerin yıkılmaması için çok çabalar sarf etmiştir. Fas Kralı Hasan’a yaptığı yardımlar bunun en ilginç örneklerinden biriydi. 1950’lerin sonundan bu yana Kral’ın iktidarda kalmasına destek olup, onun muhaliflerini MOSSAD temizlemiştir. Mesela, Karl muhalifi Mehdi Ben Barka, sürgünde iken Fas Kralı tarafından idama mahkum edilmişti. 1965’de Kral, Ben Barka’yı ortadan kaldırmak için Fas gizli Şefi General Muhammed Oufkir’e emir verir. O da Mossad’dan yardım ister. Mossad, Ben Barka’yı Paris’ten kaçırıp öldürürler.(17)

Aynı Fas Kralı Hasan gibi, Ürdün Kralı Hüseyin de nerdeyse yarım yüzyıldır süren iktidarı boyunca İsraillilerden büyük destek gördü. Ronald Payne’in “Mossad: İsrael’s Most Secret Service” adlı kitabında yazdığına göre, İsrail gizli servisi,1950’li yıllarda kendisine karşı düzenlenen darbe girişimlerini önceden haber vererek Kral Hüseyin’in iktidarında kalmasına yardımcı olmuştu. Ürdün Kralı da Yahudi Devleti’nden gördüğü bu yardımları karşılıksız bırakmamış, Ürdün gizli servisi “El Muhaberat’ın Mossad’a çeşitli konularda yardımcı olmasını sağlamış, adeta Mossad’a Arap dünyasının kapılarını açmıştır(18).


İSRAİL’İN ÇEVRE STRATEJİSİ

İsrail’in 1950’lerin başında tasarladığa ve uygulamaya koyduğu, “beka stratejisi” ile ilgili iki politika, yani “Sömürgecilerle ittifak ve monarşilerin yaşatılması, pek başarılı olmamıştır. Yahudi Devletine Ortadoğu’daki monarşilerin büyük bölümünün birbiri ardına bir “domino taşı” etkisi içinde yıkılmalarını engelleyebildi, ne de yüzyılın ilk yarısında Ortadoğu’daki Batılı sömürgeci güçlerin burada tutunabilmesini sağlayabildi. 1960’lara yaklaşırken Ortadoğu, Nasır’ın başlattığı ve kendisine en büyük hedef olarak İsrail’i belirlediği milliyetçi dalganın etkisi altındaydı.

Yahudi Devleti’nin kurmayları, bu yeni siyasi olgular karşısında daha değişik bir “beka stratejisi” için bir politikalar belirlenmesi için planlar yaptılar. İsrail, bir “Müslüman Arap” denizi tarafından bir “ada” gibi çevrelendiği için bu durumda yapılacak şey, Müslüman Arap denizinin ötesine uzanmak.

Bu denizin çevresindeki ülkeleri ittifak imkanları aramaktı. “Çevre Stratejisi” adı verilen bu politik taktikle, İran, Türkiye ve Etiyopya gibi Arap Ortadoğu’nun çevresindeki Arap olmayan ülkelerle ittifaklar kurmayı öngörüyordu.

1950 yılında Havin Ben-Gurion Şah Rıza Pehlevi’ye “Hür Dünya”ya yönelen tehdide karşı yakın bir ittifak kurmayı öneren bir mektup yazdı. Amerika’nın bölgedeki en iyi dostu olan Şah, doğal olarak bu çağrıya olumlu cevap verdi. İttifak hiç zaman kaybetmeden başlatıldı. Aralık 1958’de İran Hükümeti’nin Tel-Aviv temsilciliği ve İsrail’in Tahran elçiliği genişletildi. İlerleyen yıllarda bu işbirliği iyice büyür. Amerikan siyaset bilimcisi E.A. Bayne iki ülke arasındaki yakın işbirliğinin bir portresini çizerken İran’ın Arap boykotuna rağmen İsrail’in petrol ihtiyacının büyük bir kısmını karşıladığına dikkat çekmiş ve şöyle demiştir: Ayrıca pek bilinmese de İran- İsrail ordu personeliyle yakın askeri bağlantılar içinde olmuştur. İran-İsrail programının çapı genelde gizli tutulmaktaydı”(19).

Şah’ın gizli servisi SAVAK (Sazmanı-Amniyat ve Kisvar -Devlet İstihbarat ve Güvenlik Örgütü) Mossad’dan yardımlar almıştı. Özellikle işkence teknikleri yönünden Mossad Savak’ı eğitmişti.

Şah’ın İsrail ile bağlantı kurmasının önemli sebeplerinden birisi de Amerikan Yahudi’lerinin Amerikan Kongresinde İran’ın çıkarlarını gözetmesine yardım edebileceğini fark etmiş olmasıdır. Nitekim, Yahudi devleti, Şah’ın Batı’daki imajını düzeltme işini de üzerine almıştı. Batı’daki Yahudi sermayelerinin sahip olduğu ve de Yahudi füdüsündeki basın, Şah lehinde propaganda yapma imkanı veriyordu. Şah kendini tamamen İsrail’e bağlı hissediyordu. Mossad’ın eski Afrika Şefi “David Kimche”nin anlattığına göre, Şah, kendisi hakkında Amerikan hatta Batı basınında en ufak olumsuz bir haber çıktığında hemen telefona sarılıyor ve “niçin buna izin verdiniz” diye soruyordu (20). David Kimche ile ilgili bazı bilgi dip notta verilmiştir.
İSRAİL-ETİYOPYA İTTİFAKI

Çevre Stratejisi içinde yer alan ikinci ülke olarak Etiyopya ile de çok yakın ilişkiler kurulur. Kendine ‘imparator’ sıfatı veren ve eski ismi Ras Tafari’den esinlenerek “Rastafarinizm” adlı yeni bir din kuran Etiyopya diktatörü ve İslam düşmanı “Haile Selassie’, Yahudi Devleti’nin en yakın dostlarından biri halene geldi.

Etiyopya’nın kuzeyinde yer alan Eritre Bölgesi, Osmanlı devrinden sonra, önce İtalyanların yönetimine geçmiş, 1952’de ise Birleşmiş Milletler tarafından Etiyopya ile federal bir çatı altında birleştirilmişti. 14 Kasım 1962’de ise İmparator Haile Selassie, Eritre’yi hiçbir özel statü tanımadan- Etiyopya topraklarına katar. Eritreli Müslüman halk buna şiddetle karşı çıkar ve iç savaş başlar.

Selassie teröre karşı mücadele adı altında Eritreli Müslümanlara karşı büyük bir baskı ve işkence politikası başlattı. Eritreli Müslümanlara karşı uyguladığı bu politika ile “anti-İslami” bir stratejik konum ve kimlik kazanan Etiyopya yönetiminin, aynı konum ve kimliğe sahip olan Yahudi Devleti ile stratejik bir ittifak içine girmesinden daha doğal bir şey olamazdı. Nitekim Benjamin Beit Hallahmi’ye göre de, Etiyopya ile İsrail arasındaki “olağanüstü yakın” ilişkiler “anti-İslami” bir temele dayanıyordu(21). Yine Benjamin Beit Hallahmi’ye göre, İsrail ile Etiyopya arasındaki ittifakın arkasında yatan ideolojik temel Etiyopyalıların, İsraillileri de yine kendileri gibi “tehditkar Müslüman denizinin ortasında kendi güçlerini korumaya çalışan cesur bir halk olarak görmeleriydi.

İsrail ve Etiyopya , Eritre Müslümanların kurduğu Eritre Müslüman Cephesine karşı girişilen ortak bir savaşın iki aktörleriydi .1971 yılında İsrailli General Haim Bar-Lev komutasındaki askeri uzmanlar Etiyopya’ya giderek Müslüman Eritre’lilere karşı askerleri eğitirler ve “Acil Durum Pelisi” adı altında bir kontrgerilla timi kurarlar. İsrailli ajanlar sayesinde Haile SElassie, üç kez darbe girişiminden kurtulmuştur (22).

Ancak 1974’deki güçlü Marksist darbeye karşı İsrail ajanları fazla bir müdahale etmediler. Çünkü, Selassie’yi indirip yerine Albay Mengitsu Haile Mariam’ı oturtan darbe İsraillilerin de istediği yönde idi; Yani Anti-İslami bir rejim olacak ve Eritre’ye karşı yürütülen savaş devam edecekti.

Marksist Alb. Mengitsu’nun rejimi, İsrail’le ittifakını sürdürür.1977 yılında yine İsrailli askeri uzmanların Eritreli Müslüman mücahidlere karşı Etiyopyalı kontrgerilla timlerini eğitirler. Hallahmi’nin ifadesiyle Etiyopya ile İsrail arasında devam eden ilişki iki ülkenin, de bölgedeki İslami gruplara olan karşıtlığına dayanıyordu. (23)

İsrail’in Eritre Müslümanlarına karşı yürüttüğü bu örtülü savaş ancak Eritre bağımsızlık hareketinin Müslüman bir kimlikten uzaklaşmasından sonra sona erdi.



1980’lerde İsrail için yeni strateji

İsrail’in sömürgeciler ile ittifak sürecinden sonra 1960-1970 yılları içinde geliştirdiği çevre stratejisinin gayet iyi işlemesine rağmen, bu strateji İsrail’in bekası için yine de yeterli değildi.

İşte bu sebepten dolayı da Yahudi Devleti’nin “akıl” adamları, “beka stratejisini” yalnızca söz konusu stratejiler ile sınırlandırmadılar. Aksine, İsrail’in kuruluşundan beri uygulanan bahsettiğimiz stratejiler birer parça idi. Asıl önemli olan İsrail’in Ortadoğu’da hem ‘baki’ kalması ve hem de büyük İsrail’e gidecek şeklinde Türkiye dahil Müslüman Arap dünyasının bizzat hedeflenmesi yani bölgeyi bir şekilde yeniden düzenlemesi gerekirdi.

Haçlı seferlerinin tarihi tecrübesi ve “Hıttin Korkusu” bu noktada bir kez daha Yahudi Devleti’ne yol gösterdi. Haçlılar, Ortadoğu’daki Müslümanlar birbirleri ile çekiştikleri, parçalanmış olarak (gerek Müslüman Türkler ve gerekse Müslüman Araplar) kaldıkları sürece varlıklarını korumuşlardır. Selahaddin Eyyübi’nin önderliğinde Ortadoğu’daki Müslüman emirlerin bir kısmı birleşerek büyük güç birliği oluşturmasıyla Haçlılar bozguna uğramışlardır.

O halde Yahudi Devleti, muhtemel bir “Hıttin”den sakınmak için, kendisini çevreleyen Müslüman Türkiye dahil ülkelerin birlikteliğine mani olmak gerekirdi. Dahası Osmanlı İmparatorluğunun dışta emperyalistler içeri de ise ‘işbirlikçilerin’ arkadan hançerlemesi ile Ortadoğu batılı emperyalistler eline geçmiş daha sonrada buraları kendi emperyalist amaçları doğrultusunda “bölüm -parçacık devletlere” ayırmışlardı. Yani Ortadoğu bölünmüş bir halde idi. İsrail daha rahat uyumak için bu bölünmüş halde olan Müslüman dünyasını mümkün olduğunca daha da bölmeli, mezhepler, etnik, cemaatler, aşiretler” kimlikleri altında küçük parçalara Aşi,retler, etnik, mezhepler arazisine ayırmak gerekiyordu. Müslüman ülkelerin hem milli birliklerini, bütünlüğünü ve hem de dini bütünlüğünü parçalamak gerekiyordu. Bu şekilde “dilim edilmiş parçalanmış bazı fanatik liberallerin deyimi ile çokçul kültürlü çokçul dilli, çokçul etnik yapılı yani çağdaş çokçul demokrasi” gibi yapılanma, artık emperyalizme karşı direnme gücünü kaybetmiş, kolaylıkla yutulacak “zayıf halkalar” haline gelmiş olacaktır.

İsrailli Siyonist ve dinci liderlere göre böyle bir Müslüman ülkelerdeki mozaik tarzındaki yapılanma Ortadoğu’yu Yahudi Devleti açısından güvenlikli kılabilecek olan yegane uzun vadeli düzenlemeydi.

İsrail’in beka stratejisinin parçalarından olan “sömürgecilerle ittifak” ve “çevre stratejisi” açık açık ilan edilmiş bir politikaydı. Yahudi Devleti, kendisine stratejik olarak yakın gördüğü ülkelerle yakınlaşmak istemişti ve bunu gizli tutmak için de hiçbir sebep yoktu.

Fakat beka stratejisinin daha da, önemli olan bir diğer parçası, bu denli rahat ve açık bir biçimde ifade edilebilecek bir muhtevaya (içeriğe) sahip değildi. Çünkü bu yeni beka stratejisinin en önemli özelliği başta Türkiye olmak üzere Arap devletlerini nasıl parçalayabileceği sorusuna cevap arıyordu. Böyle bir planı İsrail’in diplomatik alanda ifade etmesi kuşkusuz büyük bir gürültü koparırdı. Bu sebeple de, beka, stratejisinin bu parçası, gizlice tasarlandı ve uygulamaya konuldu.

Siyasette zaman zaman görüldüğü gibi, hele iletişimin bu kadar geliştiği, artık birçok gizlilerin deşifre edildiği bir çağda, İsrail’in beka stratejisinin bu gizli parçası ile ilgili bilgiler dış dünyaya ulaşabildi.

İsrail Dışişlerinde uzun zaman stratejik değerlendirme görevinde bulunmuş olan “Oded Yinon’un, 1982 yılında Dünya Siyonist Örgütü’ne bağlı Enformasyon Dairesinin İbranice Yayın organı Kivunim’de yazdığı bir rapor, işte bu yeni stratejinin dışarı sızmış olanıydı. Rapor başlığı 1980’lerde İsrail için Strateji idi. Bu raporda, İsrail’in Ortadoğu’da kendi bekası ve “Tevrat’ın Sınırlarına” ulaşmak için başta Ortadoğu’daki Müslümanlar dahil, diğer Müslüman ülkelerini de parçalayarak, yeniden düzenlemek ve yeniden sınırları çizmek, bütün bölgeyi İsrail için “hayat sahası” haline getirmeyi hedeflendiğini gösteriyordu.



MÜSLÜMAN ÜLKELERİN PARÇALANMASI VE ÇÖZÜLMESİ

Oded Yinon’un raporunun ana teması, Ortadoğu Ülkelerinin başta olmak üzere diğer Müslüman ülkelerin de demografik yapısını (etnik, mezhep, dil farklılıklarını demokrasi silahı ile öne çıkararak) kendisine temel alıyordu. Ortadoğu ülkelerinin hiçbir, homojen yani ne milli ve de dini bütünlükleri olmayan ve de birer “ulus-devlet” değildirler, aksine yapay biçimde birbirine tutturulmuş birer zoraki mozayiktiler.

Bu durum, Ortadoğu’yu 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde İngiliz ve Fransız gibi emperyalist ülkelerin yaptığı bölgesel bir düzenlemenin sonucudur. Sömürgeciler, Irak, Suriye, Lübnan ve Ürdün gibi Ortadoğu ülkelerini nüfus ya da mezhep temeline göre değil, kendi idari bölüşümlerine göre oluşturmuşlar, sınırları da masa üzerinde cetvelle çizmişlerdir. Dolayısıyla bu ülkelerin hiçbiri, sosyolojik bir millet yapısına sahip olmayan yapay ve dolayısıyla da kolaylıkla çözülüp dağılabilecek kağıttan yapılmış devletçiklerdi.

Suriye ya da Irak vardır coğrafi olarak ama “Suriye milleti” ya da “ırak milleti” gibi sosyolojik anlamda gelişmiş gerçek bir millet olgusu yoktur. Dahası bu devletçiklerin sınırları içinde birbirlerine pek de dostça bakmayan farklı dini ve etnik guruplar vardır. Bu yüzden Oded Yinon bu devletleri iskambil kağıdından yapılmış evlere benzeterek şöyle der:

“Ortadoğu’daki ve diğer Müslüman Arap alemi buralarda yaşayan insanların dilek ve siyasi arzuları, görüşleri nazarı itibara alınmadan yabancılar tarafından bir araya getirilmiş, iskambil kağıtlarından yapılma “geçici ev” gibidirler. Keyfi olarak 19 devlete bölünmüştür. Her biri birbirine düşman azınlıklardan ve etnik gruplardan oluşturulmuşlardır. Dolayısıyla her Müslüman Arap devleti içten etnik ve mezhebi toplumsal çöküntü tehdidi altındadır, bazılarında iç savaş başlamıştır bile (24).

Şimdi Ortadoğu’daki Müslüman Arap ülkelerinin nasıl bir yeni düzenleme yapmak istediklerini şöyle anlatmaktadır Oded Yinon:

- Lübnan’ın parçalanması;

“Yinon, her Arap ülkesine sırasıyla değinir ve nasıl parçalanabilecekleri konusunda fikir yürütür. İlk olarak 1975’te başlayarak çok uzun süren İsrail’in büyük katkısı ile Lübnan iç savaşı sebebiyle zaten fiili olarak parçalanmış olan Lübnan’ı ele alır: Lübnan zaten fiilen var olan beş bölgeye bölünecektir. Bu bölgeler;

1- Maruni Hıristiyan bölgesi,

2- Sünni Müslüman bölgesi,

3- Dürzi bölgesi,

4- Şii bölgesi,

5- Falanjist Haddad’ın milisleri aracılığıyla İsrail’in denetimi altındaki bölgeyi içerecektir. (25)

Yinon Lübnan’ı kendisine model alarak diğer Arap ülkelerinin nasıl parçalanabileceği konusunda şunları yazar;

Lübnan’ın beş parçaya bölünmesi Mısır, Irak, Suriye ve diğer Arap yarımadası dahil bütün Arap alemi için emsaldir ve o yolda da ilerlemektedir. Sonradan Suriye ve Irak’ın da Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bakımından ayrı ayrı bölgelere bölünmesi İsrail’in uzun vadede doğu cephesindeki birinci hedefidir. Kısa vadedeki hedefi ise (tabi ki Türkiye de dahil) askeri güçlerinin zayıflatılmasıdır.
SURİYE’NİN PARÇALANMASI

“Suriye etnik ve mezhep yapısına uygun olarak, bugünkü Lübnan’da olduğu gibi çeşitli etnik ve mezhep mensubiyetine göre devletçiklere bölünecektir.

- Akdeniz kıyısında (Hatay dahil) Şii (Nusayri) Alevi devleti.

- Halep bölgesinde bir başka Sünni devletçiği.

- Şam’da buna düşman bir başka Sünni devleti.

- Havran, Kuzey Ürdün ve Golan’da bir Dürzi devleti.

- Kuzeydoğu Suriye’nin de Kuzey Irakta kurulacak Yahudi-Kürdistan hudutları içine alınması.

Suriye’nin böyle beş parçaya birbirlerine de düşman devletlere ayrıştırılması ile İsrail’in beka stratejisine uygun ve gelecek büyük İsrail içinde bölgede uzun vadede bir barış ve güvenliğinin garantisi olacaktır. Bu gün hedefe doğru ilerlenmektedir.

İsrailli stratejisi Yinon, Suriye’nin bu tür bir parçalanmaya nasıl sürüklenebileceği konusunda fikir yürütürken ülkedeki özellikle de Alevi azınlık iktidarının yarattığı gerilime dikkat çeker.

Bugün Suriye ordusunun büyük bölümü Sünni’dir ama başlarında Alevi subaylar vardır. Bunun uzun vadedeki önemi büyüktür ve bunun içindir ki ordunun sadakati uzun ömürlü olamaz. İktidardaki güçlü askeri rejim (Baas rejimi) dışında , Suriye’nin temelde Lübnan’dan hiç bir farkı yoktur. Nitekim bugün Sünni çoğunlukla ile iktidardaki Alevi azınlık (nüfusun yalnızca % 15’i) arasında sürmekte olan gerçek iç savaş içteki sorunun vahimliğini gözler önüne sermektedir” (26).

Yinon’un bu görüş ve amaçları, 1980 yılındaki zamanda yazılmıştı. Bugün gelinen nokta Suriye parçalanmaya doğru gidiyor. Başta George SOROS gibi bir Yahudi asıllı sermaye Lord’unun dünyanın muhtelif bölgelerinde kurduğu vakıflar aracılığıyla, milyonlarca dolar dağıtarak, elde ettiği özellikle gençlik kitleleri sayesinde yaptırdığı çeşitli renkteki devrimlerin bir tipi de Suriye’de başlamıştır. Hafız Esat zamanında 1982 yılında Hama ve Humus’da büyük bir Sünni katliamı olmuştur. Yani iç savaş için geçmişten gelen kaygan bir zemin vardır. Suriye’nin bölünüp parçalanması ile meydana gelecek siyasi fay hattı, Türkiye’ye yönelecektir.
IRAK’IN BÖLÜNMESİ

Oded Yinon diyor kİ aslında “Suriye’den de öncelikli olan hedef Irak’tır diyor. Irak’ın parçalaması, Yahudi Devleti’nin önündeki en önemli bir hedeftir. Yinon 1982 yılında, 1991’deki Körfez Savaşı’nın ardından fiili olarak gerçekleşecek olan Irak’ın parçalanması senaryosunu şöyle çizmektedir:

“Irak bir yandan petrol bakımından zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak İsrail için sağlam bir hedef olmaya adaydır. Irak’ın bölünmesi bizim için Suriye’nin bölünmesinden çok daha önemlidir. Irak çoğunluğun Şii yönetici azınlığın ise Sünni olmasına karşı özde komşularından farklı olmayan bir ülkedir. Nüfusun % 65’nin iktidara hiçbir katılımı yoktur. İktidar %20’lik bir seçkin Baas partisinin tabakanın elindedir. Ayrıca Kuzeyde büyük bir Kürt azınlık vardır. İktidardaki rejimin elinden petrol gelirleri ve ordu alındığında Irak’ın gelecekteki durumu, Lübnan’ın geçmişteki durumundan farklı olmayacaktır. Irak etnik ve mezhep kimlikleri temeli üzerine bölünecektir. Kuzeyde bir Kürt devleti ortada bir Sünni ve güneyde Şii devleti (27).

Irak’ı ilk hedef olarak almalarının tarihi bir sebebi de var; M.Ö. 538’de Babil Hükümdarı Nabukadnazar son Yahudi Devleti olan Yuda devletini yıkmış ve Yahudilerinin çok büyük bir kısmını Babil’e, Irak’a sürgün etmiştir. Yahudiler için Irak’ın hükümdarları, Kralları hep Nabukadnazar olarak görülmüş ve Bağdad’da, sürüldükleri Babil olarak algılanmıştır. Bu tarihi kini hiç unutmamışlardır.

Bugün gelinen nokta’da Kuzey Irak’ta yerel hükümet adı altında bir Yahudi Kürdistan kurulmuştur.

Yahudi Kürdistan dedik çünkü Kuzeyde iktidarın bütün hassas noktaları aslen Yahudi olan Yahudi Kürtlerin eline geçmiştir. Barzaniler bu grup içindedir. Şu anda kuzey Irak’taki Yahudi Kürtleri mevcudu 200 bin kadar olmuş, İsrail’de de 150 bin kadar Yahudi Kürtleri mevcut bunların Kuzey Irak’a getirilmesi için çalışmalar devam etmektedir.

Amerikan emperyalistin istilasından sonra 1,5 milyon Müslüman ölmüş ve öldürülmüş, binlerce Müslüman Arap kadınlarının namusları zedelenmiş ve 2 milyon çocuk öksüz ve yetim kalmıştır. Amerikalılar tarafından kurulan iktidarı oluşturan güçlerin en önemli kesimini Şiiler ve Yahudi Kürtler oluşturmuştur. Süni azınlık da sözde bir yerlere getirilmiştir. Yahudi devletinin ve istihbarat örgütünün Kuzey Irak’taki başta Yahudi Kürtler olmak üzere buradaki isyancı bazı Kürt liderler ile uzun yıllara varan işbirlikleri ve peşmergelere verdikleri askeri ve sabotaj yapına eğitimleri ve diğer hususlardaki ikili faaliyetleri hakkında daha geniş bilgi edinmek isteyenler için, 1991’de bir çalışma ve araştırma eserim olan “Saklanan Gerçek/Kırman ve Zazaalar kimdir” adlı kitaplarda mevcuttur. Şu anda eski baskılar kalmamıştır. Allah kısmet ederse yeni baskısı iki cilt halinde yapılacaktır.


Yüklə 146,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin