ANATOMİ ve FİZYOLOJİ BİLGİLERİ - BEDENİN YAPISI ve UZUVLARIN İŞLEYİŞİ
Eski uygarlıkların bir kısmında, bedenin anatomisinden ve organların gerçek yapısından önemli olan, onlara yüklenen nitelikler ve etkileriydi. Örneği, soluğun kesilmesinin ölümle sonuçlandığını ve soluk alıp vermenin canlılık demek olduğunu değerlendiren eski Mısır hekimleri solunumu hayatın temel unsuru olarak kabul etti. Burundan ve kulaklardan giren hayat rüzgârı başta bulunan damarlara geçer, kalbi çalıştırarak canlılığı temin ederdi. Damar yollarının merkezi kalp idi. Kalbin, aklın ve duyuların da merkezi olduğu var sayılırdı. Heyecan sinir sistemini etkilediğinde en çok kalbin atımlarında hissedilirdi. Çeşitli vücut sıvılarının (gözyaşı, balgam, idrar vs.) kaynağı da kalpti. İnsanın sevap ve günahları da kalpte yazılı olduğundan, ölümden sonra dirildiğinde bedenin bozulmadan korunması amacıyla mumyalanan ölü bedenlerin kalpleri ayrı bir kavanozda muhafaza edilirdi. Binlerce yıl süregelen bu gelenek sayesinde, mumyaları inceleyenler Eski Mısır’da yaşayan insanların ne gibi hastalıklardan muzdarip olduklarını keşfedilebilmektedir. Yine bu sayede Mısırlılar çok sayıda anatomi sözcüğü ortaya koymuştur. Ancak, binlerce ceset açılmış olmasına karşılık anatomi bilgisi ilerlememişti. Çünkü ölüyü açanlar hekim değildi ve ölü açma işlemi bilgi edinme amacıyla yapılmamıştı. Mısır’da anatomi bilgisi ancak M.Ö. III yüzyılda İskenderiye tıp okulunda gelişecekti.
İlk Çağ’dan itibaren gelişen Çin düşüncesine göre, insan bedeni evrenin yansıması, hatta küçük bir benzeri olup beşli sınıflamaya tabidir. Bedende beş temel uzuv ( akciğer, kalp, karaciğer, dalak ve böbrek) ve beş yardımcı uzuv (mide, safra kesesi, ince bağırsak, kalın bağırsak ve mesane) bulunur. Bedenin beş yapı unsuru vardır (kemikler, adaleler, kan damarları, sinirler, tüyler). Bedeni oluşturan uzuvlar da birbiriyle uyumlu ya da uyumsuzdur. Örneği, suyun bedende karşılığı olduğu düşünülen böbreklerin kalp ile uyuşmadığı düşünülür. Çin tıbbında uzuvların yapısı değil, işlevi önemlidir. Tıp bilgisi yin-yang düşüncesi çerçevesinde akıl yürütmeye ve varsayıma dayanır. Çin tıbbına göre, insan bedeninde bazı uzuvlar yin, bazıları yang’dır. Alınan soluğun içinde bulunan yang temel uzuvlara, yin ise yardımcı uzuvlara dağıtılır. Yang, karaciğer, kalp, akciğer, böbrek ve dalakta; yin, mide, safra kesesi, ince ve kalın bağırsaklarda ve mesanede bulunur. Bedenin çeşitli kısımları da yin ve yang özelliğine sahiptir. Örneği, insanın sağ tarafı yin, sol tarafı yang özelliğini taşır. Vücudun işleyişi, yani fizyolojisi de buna göre sınıflanır. Örneği, kasılma-gevşeme, soluk alma-verme yin ve yang zıt güçleri ile açıklanır. Eski Çin tıbbı binlerce yıl değişmeden günümüze kadar uygulana gelmiştir.
Eski Yunan tıbbında ise ruh kavramı önemli bir yer tutardı. Örneği Alkmaion’a göre (M.Ö. – 450) dış uyarılar beş duyu organı aracılığıyla beyinde bulunduğunu varsaydığı ruha ulaşır, düşünceyi ve duyguları yönetir. Hayvanlar üzerine yaptığı anatomi çalışmalarıyla görme sinirini; ve ileride keşfin atfedileceği Eustachi’nin adı verilen kanalı tespit etmişti. Sıcak, soğuk, nemli, kuru nitelikleri olduğu varsayılan vücut sıvılarının dengede olmasının sağlığa, birinin azalıp çoğalmasının ise hastalığa işaret ettiği düşüncesi Hipokrat’ın tıp nazariyesini etkileyecekti. Hıltlar ya da unsurlar nazariyesi adı verilen bu görüşe göre; kan kalpte, sarı safra karaciğerde, kara safra dalakta, balgam beyinde bulunurdu. Bilgi edinme amacıyla yapılan anatomi çalışmaları hayvanlar üzerinde yürütülmüş ve 16’ıncı yüzyılda Vesalius durumun farkına varana dek insan anatomisi hayvan anatomisi bulguları ile tanımlanabilmişti. Aristotales’in (M.Ö. 384-322) omurgalı ve omurgasız hayvanların anatomisi üzerine yazdıkları onun mukayeseli anatominin kurucusu olarak tanınmasını sağladı. Embriyoloji konusunda da önemli bazı tanımlamalar yaptı. Platon’un öğrencisi olan Aristotales’in kendinden sonra gelen hekimlere, özellikle İslâm dönemi yazarlarına yoğun etkisi oldu.
M.Ö. III yüzyılda İskenderiye tıp mektebinde çalışan hekimler ölü açarak gözledikleri insan anatomisine ve fizyolojisine ait yeni bilgiler edindiler. İskenderiye’de kısa bir süre için ilk defa insan anatomisi üzerine çalışmalar yapıldı ve belki de ilk defa ölüler bilgi edinme amacıyla düzenli bir şekilde kesilip açıldı (disseksiyon). Burada, anatominin kurucusu kabul edilen Herophilos (M.Ö. 335-280) insan anatomisine ait birçok yeni tanım yaptı ve yeni tespitlerde bulundu. Örneği, atar ve toplardamarları birbirinden ayırdı; nabzın kalp atımlarıyla ilişkisini tespit etti; hareket ve duyu sinirlerini ayırdı ve beynin aklın merkezi olduğunu bildirdi; gözün damar tabakasını ve görme sinirini tarif etti; onikiparmak bağırsağını vd. tanımladı ve isimlendirdi. Beyin kanallarının birleştiği bölgeye verilen Tortucular Herophili (Herophilos Sarnıcı) terimi beynin kanallarını inceleyen Herophilos’un adını taşımaktadır.
Fizyoloji deneyleri ile ünlü olan ve fizyolojinin kurucusu kabul edilen Erasistratos’un (M.Ö. 304-250) da insan ve hayvanlar üzerinde anatomi araştırmaları vardır. Örneği, beyin ile beyinciği ayırmıştı. Erasistratos’un bedende dolaşan ruh (pneuma) varsayımı Roma döneminde Galen’in kan dolaşımı nazariyesine temel oluşturacak ve Harvey’in büyük kan dolaşımını bulduğu 17’inci yüz yıla kadar tıp dünyasınca benimsenecekti. Bu görüşe göre, solunumla havadan alınan ruh önce akciğerlere yayılır, sonra kalbin sol karıncığına giderek hayati ruha, sonra da beyinde hayvani ruha dönüşür. Yüz yıllar sonra Celsus (M.Ö. 10-M.S. 50), canlı insan ve hayvan üzerinde de anatomi ve fizyoloji çalışmaları yapan Herophilos ve Erasistratos’u şöyle savunuyordu: “Canlı iken kesilmiş bu insanlar kralın emriyle hapishaneden getirilmiş suçlular olup henüz nefes alırken doğanın gizlediği organları gözlemek mümkün olmuştu. Bazı insanların suçluların ölüm cezalarının infazını zalimce nitelendirmelerine karşılık diyebiliriz ki bu kişiler sayesinde gelecekteki masum insanların dertlerine çare bulunabilecektir”. (Günümüzde mahkûmlar üzerinde tıp araştırmalarının yapılması, özgür iradelerini kullanamayacak durumda ve baskı altında olmalarından ötürü yasaklanmıştır.)
Roma döneminin en ünlü hekimi Bergamalı Galen (Calinos, M.S. 129-200) anatomi ve fizyoloji çalışmaları sırasında önemli buluşlar yapmıştı. Örneği, nervus laringeus recurrens’i bulmuş ve gırtlak kıkırdaklarının hareketini denetlediğini belirlemiş; konuşma merkezinin eskiden sanıldığı gibi göğüste olmayıp beyinde bulunduğunu bildirmiş; yedi kafa sinirini tanımlamış; omuriliği hasarlarının meydana geldiği omurun seviyesine göre ne gibi arazlara yol açtığını anlatmış; atar damarların hava değil, kan taşıdığını göstererek dört yüz yıllık bir yanlışı düzeltmiş; idrarın böbreklerde meydana geldiğini; ve solunumda göğüs kaslarının işlevini açıklamıştı. Hipokrat’ın unsurlar nazariyesi ile Erasistratos’un ruhlar (pneuma) nazariyesinden yararlanan Galen’in oluşturduğu tıbbi görüşler 1400 yıl boyunca hiç şüphe uyandırmadan kabul gördü. Avrupa ve İslâm tıbbını yoğun olarak etkileyen Galen’in doğruları kadar yanlışları da kendinden sonraki hekimler tarafından tartışmasız benimsenecekti. Örneği, kan dolaşımı ve kalbin yapısı ile ilgili yanlış bilgileri çok sonraları İbnü’n Nefis, Vesalius ve Harvey düzeltebilecekti. Tıp tarihinde Galen kadar çok ve uzun süre yetkili/otorite kabul edilen bir başka hekime rastlanmaz.
Dostları ilə paylaş: |