ZAHİRİ VE MANEVİ YÖNÜ İLE FETİH İstanbul’un fethinin 29 Mayıs’a denk düşmesi Mayıs ayının ülkemizde fetih ayı olarak kutlanmasının bir vesilesidir.1 Savaşların, yıkımların, istilaların ve soykırımların gündemden düşmediği günümüz dünyasında, İslam fethinin farkının ne olduğu iyi anlaşılmalı ve anlatılmalıdır. Tarih sayfalarımızı dolduran olayların muhasebesini yapabilmek için fetih ruhunu anlamak zorundayız. Ancak bu şekilde bunalımını yaşadığımız kimlik sorunumuzu aşabilir, tarihimizle yeniden barışabiliriz.
Fetih, sözlükte “kapalı veya örtülü bir şeyi açmak” demek. Küffar hakimiyetindeki bir belde veya ülkenin savaş yoluyla müslümanlar tarafından ele geçirilip zapt edilmesine, o yerin ve sakinlerinin İslâm’ın tebliğine açılması sebebiyle “fetih” denilmiştir. Çünkü küfür, “hakikatin görülmesini engelleyen örtü, karanlık” anlamına gelir. Küfrün hakim olduğu yerlerde karanlığa mahkûm edilen insanların idrakleri İslâm’ın nuruna kapatılmıştır.
Allaha karşı mükellefiyetlerin yerine getirilmesini amaçlamayan ve sadece toprak, ganimet, ün kazanmak için yapılan savaşlarla elde edilen zaferler “fetih” sayılmaz.
Fetih, aynı zamanda en temel sorumluluklarımızdan biri olan “cihad”ın ilk aşaması, ilk maksadıdır. Nitekim cihat da Kur’an-ı Kerim’deki ifade ile sadece “fî sebilillâh: Allah yolunda, Allah için" yapılır. Hedef “îlâ-yı kelimetullah”, yani Allah Tealâ’nın adını, beyan buyurduğu tevhit akidesini, hak ve hakikatleri tebliğ edip hakim kılarak yüceltmektir. Daha önemlisi, cihadın da onun bir aşaması olan fethin de illâ savaş şeklinde yapılması gerekmez. Maksat İslâm’ı yaşama, tanıtma, yayma ve yaşatma olduğuna göre, bu uğurda gösterilen İlmî, kültürel, ekonomik... her türlü gayret cihat; bu gayretlerle ulaşılan her güzel netice de fetihtir.2 Gerçekte fetih ruhu müminlere Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) miras kalmıştır. O, önce insanların gönüllerini fethetti sonra bağrında Beytullahı barındıran Mekke şehrini...
Her iki fetih de aynı amaç için yapılmıştı. İnsanın içinde ve Mekke şehrindeki Beytullah’ı, yani Allah’ın evini Allah’tan gayrı olanlardan temizlemek. Böylece fethi manevi ve maddi diye ayırsak da, amacın Allah için olması esastır. Bir hadis-i şerifte Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “Kim Allah’ın adını duyurmak ve dinini yaymak için savaşırsa o Allah yolundadır; diğerleri değil”3 buyuruyor.
Eğer fetih Allah için olmaz ise o mücadele Allah katında boş bir dava olmaktan öte gidemez. Buna fetih de denemez. Yani pay alma, işgal etme, üstün olma ve sömürü davasıdır. İşte fethi diğer mücadelelerden ayıran temel fark da budur.4
Güzel komutan, güzel asker Efendimiz (s.a.v)’in İstanbul’un fethini müjdeleyen ve onu fethedecek komutan ile askerlerini öven meşhur hadis-i şerifinde, fatihlerin önce kendi kalplerini fethetmeleri gerektiğine dair işaret vardır. Türkçeye mealen “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. (Onu fetheden) komutan ne güzel komutan, (onu fetheden) ordu ne güzel ordudur.”5 şeklinde aktarılan hadisin orijinal metninde komutan (emîr) ve onun ordusu veya askerleri (ceyş) “ne güzel” diye övülürken “ni’me” kelimesi kullanılır.
Ni’me; İhsan, lütuf, ikram anlamındaki bildiğimiz "nimet"in ta kendisidir. Arapçada birisi başkalarının imreneceği, övünülecek, sevinilecek büyük bir nimete nail olduğunda onun bu halini tebrik etmek üzere “ne mutlu, ne güzel” anlamında “ni’me" kelimesi kullanılır. Ni’me kelimesinin seçilmesi; sevinci, övüncü, mutluluğu yaşatan asıl unsura, yani nail olunan nimete vurgu yapmak içindir.
Bir insanın bu dünyada nail olabileceği en büyük nimet imandır. Şu halde “ne güzel komutan” “kâmil imana sahip komutan”; “ne güzel asker" de “kâmil imana sahip asker” diye anlamak mümkündür. Kaldı ki insanı iman güzelleştirir ve büyük fetihler imanını kemale erdirmiş güzel insanlara müyesser olur. Hz. Peygamber (s.a.v), İstanbul’un fethedileceğini asırlar öncesinden haber vermek suretiyle bir mucize göstermiştir. O haber müslümanların kâfirlere üstün geleceğinin de müjdesidir. Fatih bu müjdeyi kendisinin ve devletinin gerçekleştirmesi için niyazda bulunurken, fatih olabilmenin bir şartına daha işaret etmektedir. O şart Rasul-i Ekrem’in verdiği her habere yürekten inanmak ve o imanın mucibince amel etmektir.6 Kalbimizi Fethetmek Fetihte esas olan, hangi yol veya yöntemle yapılırsa yapılsın, bir karanlığı ışık tutarak aydınlatmaktır. O ışık da imandır, iman ise kalbin fiilidir. Başkalarını aydınlatmak için iman nurunun öncelikle fethe soyunanların kalbini aydınlatması gerekir. Yani müslüman, önce kendi kalbini fethetmek, kendi kalbini iman nuruyla doldurmak suretiyle o nuru dışarıya yansıtmak durumundadır.
Kalp fethini her an yenilemek gerekir. Bu yenilemenin yegâne metodu zikirdir. Nitekim fetih maksadıyla fî-sebilillâh girişilen savaş tarzındaki cihatlarda mücahitler, göğüs göğse çarpışmayı gerektiren nihaî hücuma kalktıklarında düşman üstüne 'Allah Allah!” nidalarıyla atılırlar. Çünkü Cenab-ı Mevlâ, Enfal suresinin 45. ayetinde, “Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” buyurmaktadır.
Fethi müyesser kılan hücumlardaki “Allah Allah!” nidaları, Alemlerin Rabbi adına cihat edildiğinin, O’nun yardımını talebin ifadesidir. Kainattaki zikir korosuna iştirakle, akışı asla durdurulamayacak en doğru yörüngeye girerek netice almak demektir.
Kalpler de tıpkı böyle zikirle fethedilir. Zikir ise elbette Allah Tealâ’nın güzel isimlerini lafzen söylemekten ibaret değildir. Zikirde esas olan Cenab-ı Mevlâ’yı hatırlamak, böylece her daim O’nun rızasını gözeterek, emir ve yasaklarına uyarak, kulluk sorumluluğumuzu hakkıyla yerine getirmektir. Bunun tahakkuku için gösterilen gayrete “mücahede” veya “büyük cihat” denmiştir. Şeytana, nefse, masivaya karşı verilen kesintisiz ve amansız bir savaştır.
İşte zikir bizi böyle bir mücahedeye sevk ediyorsa zikirdir ve devamlı olmalıdır. Kendi kalbimizi fethetmek için yapılan mücahede hem zorluğu hem de sürekliliği sebebiyle “büyük cihat” sayılmıştır. Mutlaka sıkı bir talimden geçerek hazırlıklı olmayı icap ettirir. Bu talimin adına tasavvuf denilmiştir. Bundandır ki Ebu Nasr es-Serrâc (k.s) “el-Lüma"da tasavvufa “ilm-i fütûh: fetihler ilmi” adını vermiş, yine aynı sebeple zikir, tasavvuf terbiyesinin en temel metodu olmuştur.
Hasıl-ı kelam, Fatih’in Akşemseddin’den talim eylediği gibi, bizim de önce kendi kalbimizi fetheylemek üzere usta mücahitlerin talimine ihtiyacımız var. Zira başka türlü “Fatih” olunamıyor.7 Fethin çağrıştırdığı en önemli mana şudur: Yeryüzünün kalbi hükmündeki Kabe’nin putlardan temizlenmesi insanlığın kurtuluşu için nasıl hayati bir önem taşıyorsa, beden ülkesinin merkezi olan insan kalbinin de, her türlü putlardan ve masivadan temizlenmesi de aynı şekilde hayati önem taşımaktadır. Mekke-i Mükerreme’de nasıl Kabe Beytullah ise kalbimiz de Beytullah’tır. Unutulmamalıdır ki bedenimizdeki Beytullah’ın yıkılması Mekke-i Mükerreme’de bulunan Beytullah’ın yıkılmasından daha büyük bir cürümdür. Çünkü Beytullah, Allah’ın evi olarak vasf edilmekle beraber insan eliyle inşa edilmiştir. Oysa insan kalbi bizzat Rabbimizin yaratmasıyladır. Dolayısıyla yaratıcısına binaen kalbin fethi daha hayati bir önem taşımaktadır.
Büyük fethin işaret ettiği diğer bir önemli mana da şudur:
Bu fetih göstermiştir ki, fetihler kâmil rehberlerin eliyle nefsini terbiye ve tezkiye edebilmiş vasıflı müminlerin gayretleriyle gerçekleşebilir. Nefs terbiyelerini tamamlayamayanlar ne gönülleri fethedebilir ne de ülkeleri...8