Beş Duyu (Havâs-ı Hamse-i Selîme):
Beş duyu dediğimiz görme, işitme, dokunma, tatma ve koklama gibi niteliklerle insan eşya hakkında bilgi sahibi olur. Kelamcılar duyuları dolaysız bilginin kaynağı olarak görürler ve duyuların bilgisini zorunlu bilgi olarak kabul ederler. Zira Kur’an’da âlemdeki pek çok oluşum Allah’ın varlığına birer delil olarak sunulmuştur. Bunlar da ancak duyularla elde edilebilir ve duyularla bilinebilir.
-
Doğru Haber (Haber-i Sadık)
Haber: “kendisinde doğruluk ve yalan bulunabilen veya bu ikisine de muhtemel olan sözdür.” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan hareketle haberi kendi arasında, doğruluğu kesin olan haber, yanlışlığı kesin olan haber ve doğruluğu ve yanlışlığı kesin olmayan haber şeklinde üçe ayırmak mümkündür. Burada bilgiye kaynaklık eden haber “doğruluğu kesin olan haber yani “doğru haber” (haber-i sadık)dir. Kelamcılar, haberin bilgi kaynağı olabilmesi için gerçeğe uygun olmasını temel şart olarak belirlemişlerdir. Doğru olmayan ya da doğru ya da yanlış olma ihtimali bulunan haberler bilgiye kaynaklık etmesi bakımından bir değer taşımazlar. İşte bilgi veren ve bilginin sebebi olan haber, gerçekle uyum halinde (vakıaya mutabık) olan haberdir. Bu bağlamda “Doğru Haber”; “Vakıaya yani olaylara ve hadiselere uygun olan haberdir” şeklinde tanımlanabilir. Bu özelliklere sahip olan doğru haber, “mütevatir haber” ve “peygamberin haberi” (haber-i rasul) olmak üzere iki çeşittir.
1. Mütevatir Haber: “Bir konu hakkında yalan üzere birleşmeleri ve anlaşmaları aklen mümkün olmayan bir topluluğun naklettiği haberdir.” Kelamcılar mütevatir özelliğini taşıyan haberlerin kesin bilgi ifade ettiği konusunda ittifak halindedir. Mütevatir haberde önemli olan nokta, kabul veya tasdik edilen haberin, doğruluğunda asla şüphe kalmayacak şekilde bir bilginin meydana gelmesi için yeterli olabilmesidir. Yoksa haber verenlerin çokluğu veya belirli bir miktarda oluşu onun doğruluğuna işaret etmez.
2. Peygamberin Haberi (Haber-i Rasul): Peygamberliği mucize ile sabit olan bir peygamberin vermiş olduğu bilgilere “Haber-i Rasul” denilmiştir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, peygamberin haberiyle sabit olan bir bilgi her şeyden önce peygamberliği mucize ile ispatlanan bir peygamberin nübüvvet ve risaletle görevlendirildiğini bilmeye bağlıdır. Onun Allah tarafından görevlendirildiği ancak göstereceği mucize ile ispatlanmış olur. Ancak bundan sonra onun haberi zorunlu (zarurî) bilgi ifade eder ve hükmü de devamlı sabit kalır. Peygamberin haberi de beş duyudan biriyle ve mütevatir haberle elde edilen bilgiler gibi kesindir. Burada “haber-i resul” ile yapılan esas vurgu peygamberin vahiy yoluyla getirdiği haberler/bilgilerdir.
Peygamberden gelen, vahiy dışındaki rivayetlerin delil olabilmesi için bu rivayetlerin peygambere aidiyetinin kesin olması gerekir. Onun için ahad haberler itikatta delil olarak kullanılmaz.
-
Akıl
Bilginin kaynağı olması bakımından akıl oldukça önemli bir konuma sahiptir. Doğru ve gerçek bilgi için akıl zorunlu bir bilgi kaynağıdır. Duyular ve haber yoluyla elde edilen bilgilerin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda tek ölçüt akıldır. Yine akıl, kendi başına bağımsız bir bilgi kaynağı olmanın yanında, öteki bilgi elde etme yollarının da denetleyicisi konumundadır. Diğer kaynaklardan gelen bilgiler akıl tarafından tasnif edilir ve o bilgilerin güvenilirliğine akıl karar verir. Bunun yanında akıl, mevcut bilgilerden yararlanarak yeni ve başka bilgiler üretme yeteneğine sahiptir.
Bilgi elde etmede oldukça önemli bir role sahip olan aklın önemi Kur’an’da sıklıkla vurgulanmış, aklın ve düşüncenin insan için ne kadar büyük bir nimet olduğu “düşünmez misiniz?”; “akletmez misiniz?” gibi ifadelerle dile getirilmiştir.
Mâtürîdî, aklın yegâne işlevini, analiz gerektiren özelliklere sahip nesne ve olayları analize, sentez gerektiren özellikler taşıyanları ise senteze tabi tutmaktan ibaret olarak görür. Ona göre bunun yapılabilmesi için tefekkür ve istidlalin devreye sokulması gerekir. Akıl bu yolla evrende birleşebilenleri bir araya getirebilen, ayrılması gerekenleri ise ayırabilen bir özelliğe sahiptir. Buradan hareketle Sönmez Kutlu, Mâturidî’nin akla yüklediği işlevi şu şekilde formüle etmektedir: “Olay ve olguları inceleyen, onların iyi ve kötülüğünü belirleyebilen, tikel olaylar arasında ilişki kuran ve onları karşılaştırıp sınıflandıran, bunun sonucunda genel hükümler elde edebilen hem zihnî hem zihin dışı bir varlıktır.”8
-
İlham Bir Bilgi Kaynağı mıdır?
Düşünce tarihimizde, insanın aklî ve duyusal yetenekleriyle elde edilen bilgilerin yetersizliğini ileri sürerek ilhama dayanan bilgiye güvenmek gerektiğini dile getirenler olmuştur. Buna karşın, ilhamın sübjektifliği dolayısıyla kesin bilgi sağlamayacağını söyleyenler de olmuştur. Kelamın genel yaklaşımı ilhamın güvenilir bir bilgi kaynağı olmayacağı şeklindedir. İlhamın dinde herhangi bir konunun doğruluğuna delil olarak kullanılamayacağını, dolaysıyla bilgisel bir değerinin olmadığı ilk kez Mâtürîdî tarafından dile getirilmiştir. Matüridî’ye göre, eğer ilham genel-geçer bir bilgi kaynağı olsaydı aklî bilgilerde olduğu gibi, ilham sahiplerinin de aynı bilgilere bu vasıta ile ulaşmaları gerekirdi. Halbuki bu vasıta ile elde edilen bilgiler diden dine hatta kişiden kişiye değişiklik arz etmektedir. Dolayısıyla ilham sübjektif bir özellik taşıdığı için genel-geçer bir bilgi kaynağı olamaz9.
Nesefî ilhamla ilgili olarak şöyle demektedir; “Bana ilhamın dinlerin sıhhatinin bilinmesinde bir bilgi vasıtası olduğunun yanlış olduğu ilham edildi. Benim bu ilhamım sahih mi, yoksa sahih değil midir? Artık, bu soruya muarızın vereceği her cevap ilhamın bir genel-geçer bilgi vasıtası olmadığını ispat etmektedir. Muarız “bu ilhâmın sahihtir” dese bu durumda ilhâmın geçerliliğini kendisi inkâr etmiş olacak. “Hayır, bu ilhamın sahih değildir” dese bu defa da işi daha da güçleşiyor. Çünkü artık ilhamlardan bir kısmı doğru bilgi, bir kısmı da yanlış bilgi veriyor demektir. O halde, doğru ilhamı yanlış ilhamdan ayırt etmek ilhamla mümkün değildir. Bu durumda başka bir kaynağa ihtiyaç vardır. Bu da o ilhamın doğru olduğunu belirten bir delille olur. Bu durumda ise bilgi kaynağı olan artık ilham değil, o delildir ki, bu da ya aklîdir ya da naklîdir.”10
“İlhamla bilgi hâsıl olduğunu iddia edenin davası burhandan yoksundur”11 diyen Pezdevî de bu görüşünü şu şekilde temellendirmektedir; “Eğer bir kimse, “şu şeyin helâl olduğuna dair Allah kalbime ilham ederek kalbimde bilgi hâsıl oldu” derse, ona denecek şudur; “Sen yalan söylüyorsun.” Ayrıca bu sözün doğruluğunu gösteren bir delil de yoktur. Aynı şekilde bir başkası bunun haram olduğunu Allah’ın kendisine ilham ettiğini iddia edebilir. O halde, bu ikisinin sözlerinden birini tercih için delil bulunmadığından ikisi arasında anlaşmazlık olur ki, bu da fesada götürür.”12
İlhamı bilgi kaynağı olarak görmeyenler, bu iddialarını Kur’an’da hiçbir zaman bir bilgi kaynağı olarak ilhamdan bahsedilmemesine dayanırlar. Kur’an bilgi kaynağı olarak; duyuları, akıl yürütmeyi ve vahyi temel almakta; bilgiden ve bilginin nesnesi durumundaki varlık alanlarından bahsederken bu üç alana göndermede bulunmaktadır. Kaldı ki, ilhama dayalı bilgiler; denetimi mümkün olmayan, öznel (sübjektif) özellik taşıyan, hem doğruluk hem de yanlışlık ihtimali taşıyan bilgi olma özelliğine sahiptir. Daha önce de söylediğimiz gibi, inanç esaslarının belirlemesinde ve bilinmesinde zannî bilgiye güvenilmez. İnanç esaslarının belirlenmesi ve bilinmesinde esas olan deliller ile ispatlanmış sağlam ve kesin bilgidir. Bundan dolayı kesin bilgi özelliği taşımayan ilham kelam açısından güvenilir bir bilgi kaynağı olarak görülmez.
“İlham, bir bilgi değil, bilgiye zemin oluşturan temel insani yetenek olarak görülmelidir. Aynı şekilde, ilhamın varlığını temellendirmek üzere işarette bulunan Enfal 79. Ayette, aslında, insanın iyiyi kötüden ayıracak yeteneğine, kısaca kalbin, sadrın, lübbün, fuadın bir bütün olarak kullanılmasıyla ortaya çıkan aklî yeteneğine “Furkan” adı altında işaret edilmektedir.”13
-
Dostları ilə paylaş: |