Köy enstiTÜleri



Yüklə 168,16 Kb.
tarix03.11.2017
ölçüsü168,16 Kb.
#29268

KÖY ENSTİTÜLERİ

YARIM KALMIŞ MUCİZE

Orda Bir Köy VarUzakta..

Yalın ayak, nasırlı ellerle, geceli gündüzlü, alın teriyle, inançla, umutla sürdürülen savaş kazanıldı. Sıra cehaletle savaşa geldi.

Orta çağın karanlığı, kölelik ve ardından gelen yenileşme, özgürleşme hareketleri.Uzun, zorlu mücadelelerden sonra ulaşılan Cumhuriyet... Cumhuriyet özgürlük, aydınlanma demek...Cumhuriyetimizin özgün ve en cesur atılımlarından biri kuşkusuz Köy Enstitüleri. (Ovat )

O dönemde halkın yüzde yetmişbeşi köylerde yaşıyordu ve büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu. Halkı aydınlığa kavuşturmanın, köyü okula kavuşturmanın, köyde eğitimi köyün bünyesine uygun hale getirmenin tek yolu "Köy Enstitüleri" idi. Bunun için bir eğitim politikası belirlendi.

Buna göre:

Köylerdeki eğitmenler; ordudaki onbaşılar ve çavuşlar, okur yazar köylüler olacaktı. Bunlar kısa süreli kurslara tabii tutulacaklardı. Kısa zamanda yetiştirilecek bu öğretmenlere, maaş vermeye mali durumu müsait olmadığından öğretmenlere maaş yerine köylerde ev yaptırılacak, arazi tahsis edilecek, cins tohum dağıtılacak, ziraat aletleriyle koşum ve gelir hayvanları sağlanacak, yardım sandıkları kurularak gerek çalışırken, gerek çalışamayacak duruma geldiklerinde sıkıntıya düşmelerini engellenecekti. Ayrıca her bölgeye gezici başöğretmen verilecekti.



NEDEN KÖY ENSTİTÜLERİ?

Saffet Arıkan 1935 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na atandıktan sonra ilköğretime ve özelikle köy çocuklarının eğitim ve öğretimine önem verdi (Arayıcı 1999,198).

Tonguç’a göre “köylüye birşey öğretebilmek için, ondan birçok şey öğrenmeli”ydik (1938). Şöyle diyor Köy[lüy]ü anlayabilmek, duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek, yediği bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapabilmek gerekir. Bataklığı kurutmak, sıtmalıya kinin rejimi yaptırmak, trahomlunun gözüne ilâç damlatmak, okul binasını yapmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü yapmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fidan dikerek onu büyütmek ve step köylüsünün ‘dal’ diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç hâline getirmek; ulemanın işi değil, kahraman teknisyenler ordusunun işidir...

İsmail Hakkı Tonguç’un da içinde bulunduğu bir heyetin Anadolu gözlemleri şu şekilde özetlenmiştir:

*** Cumhuriyet kurulduğunda halkın yüzde sekseni köylerde yaşıyor ve ilkel bir tarımla yaşamını sürdürmeye çalışıyordu. Köylülerin yüzde seksen beşi okuma yazma bile bilmiyordu. Temel sorun; halkın çoğunluğunu bu yoksulluk ve bilgisizlikten kurtararak gerçek cumhuriyet vatandaşları yapmaktı. Cumhuriyetin temelleri ancak böyle sağlamlaşacaktı.

***Büyük şehirlerde yetiştirilip köylere gönderilen öğretmenler ya dayanamayıp gidiyor ya da kalıp köyün karanlığında kayboluyor, ağanın, imamın yoluna gidiyordu.

***Köy okulunda sadece okuma yazma öğrenen köylü, bunu kullanmadığı için, dört beş sene içinde unutuyordu.

Ama, askerden dönüp tarlasını isteyen çavuşlar, köylü çocuklarına kendilerinden okuma yazma öğretiyor, hem de cumhuriyetin padişahsız bir yönetim olduğunu, sıtmanın sivrisinekten bulaştığını, trenin buharla çalıştığını anlatıyorlar. ( Fidaner,1999)

***Türkiye’de, Köy Enstitülerinin en önemli amacı, yeni bir aydın tipi – yazar öğretmen kuşağı – yaratmaktır. Böylece köye tepeden bakan bir anlayışa karşın, köy sorunlarının içinde pişmiş, her türlü açlığı ve sefaleti görmüş, köyü yakınen tanıyan köylü çocuklarının eğitilerek köye gönderilmesi düşünülmüştür. Köy enstitüleri sadece bir eğitim hamlesi olarak ele alınmamalıdır.(Polat (Mihneti) 1979,61)

***Eğitim ilk kez seçkinlere, babalarının kesesine göre değil, ülke nüfusunun yüzde sekseninin gereksinimine göre düzenleniyordu. Böyle bir düzenleme fırsat eşitliği ve demokratikleşme yönünden büyük bir atılımdı. Uygarlığı yakalamak bir avuç seçkinle, onlara verilecek seçkinci eğitimle olacak iş değildi. Uygarlık, kitleleri çağdaş, hümanist bir eğitimden geçirip onların gizil gücünü kullanarak yakalanabilirdi. Bunun anahtarı öncelikle sağlam bir ilköğretimdi. Bu atılım, yalnız bireyin eğitimi yönünden değil, endüstrileşme sancısı çeken ülkemizin değişimine uygun insan gücünü hazırlamanın politikasını içeriyordu.

**Ayrıca yeni eğitim politikası kadın ile erkek arasında var olan fırsat eşitsizliğini azaltıyordu. Yalnız köylü erkekler değil, köy kızları ve kadınları da toplumun gereksinmeleri ve kendi beklentileri doğrultusunda çağdaş alışkanlıklar, beceriler kazanacaktı. Yeni açılacak kurumlara yeterince kız öğrenci alınarak, eğitim tarihinde ilk kez köy kızları ve erkekleri devlet eliyle ileri öğrenim olanağına kavuşuyordu. Yeni örgütlenmede okulsuz köy kalmayacağı gibi kız-erkek tüm çocuklar ve erişkinler bu eğitim çarkından geçirilecekti.

***Ekonomik ve sosyal olanakları eşit olmayan toplum kesimleri arasında eğitimde fırsat eşitliği yaratmak kolay değildi. İşe köyden başlamanın anlamlarından biri, eğitim hizmetini köylünün ayağına götürerek, onların olanaksızlığını azaltmaktı.

***Kitleyi gerçek bir eğitimden geçirebilen politikalar demokratikleşmeyi de birlikte getiriyordu. Türkiye’nin o günkü yeni eğitim politikası, eğitim görmeyen yüzde seksen nüfusa böylesine bir donanımla yönelirken demokratlaşmayı içinde taşıyordu. Nüfus çoğunluğunun bir an önce eğitilmesi, Atatürk devrimlerinin yurt çapında yayılması demekti.

Yeni uygulama, önceden yapılmakta olan eğitimi “sil baştan” etmeyecek ya da eskinin üstüne eklenmeyecek, düşüncede, amaçta olduğu gibi yapılanmada da yeni olacak, eski kurumların dışında kendi kendini kuracak, kendi yapılanmasını yaratacaktı. Denemeler böyle başlatılmış, iyi sonuç alınmıştı. Türk toplumunun ekonomik, sosyal, kültürel, daha önemlisi politik gücünü ve demokratlaşmanın, yüzde seksen nüfusun bu anlamda okullaşması, canlanması belirleyecekti. Tüm çocukların, gençlerin ve erişkinlerin temel eğitimine, kültürel gelişimine, mesleğe yönelmesine yer verilmesi farklılaşmayı azaltacaktı. (Türkoğlu 2000,159)

40 kişiydiler. Hepsi yoksul ,köylü çocuklarıydı. Aralarında hiç kız yoktu. Eskişehir’e kimi ana babasıyla kimi yalnız geldi. Hızla büyüyecek bir eğitim ordusunun ilk neferleri olduklarından haberleri yoktu. ‘Eğitmen stepin dimağı, ağaç kalbi, su ise kanı olacaktır.’ (Ovat )

1937 yılıydı. Yoksulluk diz boyuydu. O gün yırtık çarıkları, yamalı elbiseleriyle mahzun fotoğraflar çektirdiler. (Dündar 2000,13)

ABDULLAH ÖZKUCUR (Çifteler Köy Enstitüsü Öğrencisi):

“Akşam çorbası verdiler. Ben böyle çorba görmemiştim. Pirinç çorbasıymış, demir kaşık verdiler. Biz tahta kaşığa alışmıştık. Demir kaşıkla adamın ağzına birşey gitmiyor. Dün birisi damağına çatalı sapladı.”

ABDULLAH ÖZKUCUR (Çifteler Köy Enstitüsü Öğrencisi):

Yerimizi gösterdiler. Karyola var. Karyola görmemişim şimdiye kadar. Gece de sabaha kadar yere birkaç kişi düşüp kalktı. “

Ne dil devrimi ne de okuma yazma seferberliği köyün gelişmesine yetmemişti. Ülkenin nüfusu 16 milyondu, okuryazar sayısı sadece 2.5 milyon... Yani 7 kişiden sadece biri okuma yazma biliyordu. Bu cehaleti yenmek istiyorlardı ama nasıl? (Dündar 2000, 16)

Erlerin eğitimini yaptırdıkları çavuşlardan yardım almaya karar verdiler. Askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapan 84 köylü genç, kısa bir eğitimden geçirildikten sonra köy eğitmeni olarak görevlendirildi. Uygulama başarılı oldu, bunun üzerine bu kursların sayısı artırıldı.Orduda çavuş ve onbaşı olarak askerlik yapmış 85 kişi köylerinden çağrılıp Eskişehir Çifteler’de eğitime alındı. 6 ay kurs görecek ve köylerine dönüp çocuklara temel eğitim vereceklerdi. Ayrılırken kendi yaptıkları bavullarla yan yana dizilip fotoğraf çektirdiler. (Dündar 2000, 16)

Mustafa Kemal’in adını koyduğu projenin başına İsmail Hakkı Tonguç getirildi. Eğitmenler 6 aylık kurstan sonra köylerine döndüler. Eğitmen projesinden bir yıl sonra, çavuşlarla bu işin uzun süre yürüyemeyeceği anlaşıldı ve köylere öğretmen yetiştirmek üzere özel bir okul kurulması kararlaştırıldı.

ENSTİTÜLERİN KURUCULARI


Köy Enstitülerinin temeli Atatürk' ün Cumhurbaşkanlığı döneminde onun son Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan' ın yönetiminde atıldı, Atatürk’ün ölümünden sonra Hasan Ali Yücel İnönü’nün desteği ile devam ettirdi.

İlk sene gelen öğrenciler tam kayıt olacakları gün projenin fikir babasından gelen kara haberle sarsıldılar. Atatürk’ün ölüm haberini aldılar. İnönü cumhurbaşkanlığına seçilince Milli Eğitim Bakanlığına Hasan Ali Yücel getirildi. Onu ölümsüzlüğe kavuşturacak projesi ise Köy Enstitüleri oldu.

Ülkeyi 21 bölgeye ayırdılar ve bu 21 bölgenin en uygun yerlerine köy enstitüleri kurma kararı aldılar. İsmail Hakkı Tonguç vekaleten yürüttüğü göreve asli olarak atandı.

Karma eğitim yapılan bu okullarda, "İş İçinde Eğitim" ilkesi benimsendi. Onların adı “enstitü” konuldu, çünkü bilgiyi iş haline getirerek uygulayan bir eğitim sistemi öngörülüyordu. Türkçe, matematik, tabiat bilgisi, musiki, kooperatif, tarih, coğrafya gibi derslerin yanı sıra; tarla ziraati, bağcılık, sebzecilik, ağaçcılık, hayvan bakımı, arıcılık, tavukçuluk, balıkçılık, yapıcılık, demircilik, marangozluk, dülgerlik, dokumacılık, el sanatları gibi uygulamalı derslere de yer verildi.

Eğitmenin dershanesinde çocukların yanı sıra büyüklere mahsus kurslar da vardı. Yaşı on üçten yukarı olanlar, ders saatlerinin dışında buraya toplanıp yazma, okuma, yurt bilgisi, tarih, coğrafya, hesap, ziraat, sıhhat bilgileri öğrenirlerdi.

Beyaz renk, okulun badanasıyla; kiremit, okulun çatısıyla; fidan, kitapla birlikte köye girdi. İklim ve ziraat şartlarına göre yeri belirlenen okullara, köy çocuğu, sırtında torbası, babasının kışlaya gidişi gibi gelirdi.

Açık havada, çadırda ders görülürdü önce. Sonra, taş kırılır, tuğla pişirilir, harç karılır. Her biri, emekle, sevgiyle, alın teriyle birleşir, okul olur... Kitap, toprak, traktör, örs, ağaç, bina, bilgiye susamış insanlardan oluşur bu okullar. Enstitülere alınan öğrenciler, okulun yapım işlerinde olduğu gibi örnek tarım uygulamalarında da görev alırlar. Öğretmen, öğrenci, el ele, gönül gönüle çalışır. Yaz günleri, kavuran güneşin altında, geceleri ay ışığında  sürer çalışmalar.. Kışınsa dondurucu soğuğa rağmen alın teri döker, öğretmeniyle, öğrencisiyle köy enstitülüler. Derslerin yanı sıra, uygulama, spor, temsiller, müsamereler, bayramlar, köy gezileri yapılır.

‘Okul, cumhuriyet köyünün beyaz alnı’ her gün gelişir, büyür... Yaygınlaşır giderek. Gökteki  yıldız gibi ışıl ışıl aydınlatır yanını, yöresini.

Çifteler, Kızılçullu, Gölköy, Kepirtepe öğretmen okulları köy enstitülerine dönüştürülür önce. Ardından, diğer köy enstitüleri açılır. Enstitülerin sayısı, 14, 18, 20, sonra 21 olur...

Kısa sürede çevreyle bütünleşen bu okullarda yanan meş’ale, yurdu ısıtmaya, aydınlatmaya başlar.



TARAFLARI KİMLERDİR?

Hasan Ali Yücel’in cesaretle savunduğu yasa, mecliste kimi eleştirilere muhatap oldu. Eleştiri sahibi milletvekillerinden biri Kazım Karabekir’di.

İddiaya göre enstitülerin köylüyü uyandıracağından endişelenen büyük toprak sahipleri tasarıya muhalefet etmişti.Ve bir temmuz günü bir döneme büyük yankılar yapacak Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün temeline ilk harç konmuştur.

Karşı devrimcilerin bu konudaki yergi ve sövgüleri bir yana, ilerici kesimin konuya yaklaşımı da çoğu kez sağlıksızdı. Çünkü bu kuruluşlar ya burjuvazinin öncülüğüyle gerçekleştirildiği için hiçleniyor, ya da gerekenden büyük bir işlev yüklenerek göklere çıkarılıyordu. Oysa bu yaklaşımların ikisi de yanlıştı. Çünkü bazıları bu kuruluşların burjuva-demokratik niteliğini gözden kaçırıyor; bazılarıysa bu kurulaşların son tahlilde bir eğitim kuruluşu olduklarını, dolayısıyla halkı kurtuluşa götürecek bir toplumsal dönüşüm sağlayamacağını unutuyordu. (Bayrak 1993)

Sağcı kesim solculuk aşılandığı iddialarıyla karşı çıkıyordu. Solcu kesimde de bazıları öğrencileri çalıştırmak ve köydeki öğretmenin zorunlu hizmeti nedeniyle karşı çıkıyordu. Ama aydınlanmayı yakalayan halk sahip çıkıyordu.

Köy Enstitüleri, II. Dünya Savaşı’nın sınıra dayandığı, ülkede kuraklık-kıtlığın kol gezdiği bir dönemde kuruldu. Ülke kaynakları her yönden kıttı. Varolan para ve ürünün de önemli bir kısmı çıktı-çıkacak savaş için ayrılıyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan arta-kalan çocukların oluşturduğu erkek iş gücü de yeniden askere alınmıştı. Köylerde kadın ve çocuklar kalmıştı. Enstitüler “çocuk iş gücü” ile kuruluyordu. Köylüler, tek dayanağı çocuklarını okula vermek istemiyorlardı. Hele kız çocuk bulmak çok zordu. Bir yandan da her bulaşıcı hastalık çocukları alıp götürüyordu. Bugün “Enstitülerde çocukların ezildiğini” eleştiri konusu yapanlar, yaşanan koşulları ve köyde kalan çocukların bulaşıcı hastalıktan kırılıp geçtiğini hesaba katmamaktadırlar. Oysa bu çocuklar, Enstitünün yorucu işlerini yaparken, çağdaş yöntemler kullanarak kendi yetiştirdikleri ürünlerle daha iyi beslenebiliyor, hastalıkları iyileştiriliyordu. Bu koşullarda Enstitülerde 700 bina yapılmış, binlerce dekar boş arazi işlenip ekime açılmış, binlerce hayvan ve milyonlarca ağaç yetiştirilmiştir. Bunları yapmasalar, yaşıtları gibi köylerde sefil olacaklar, yeni doğanlar da on yıllarca okumaz-yazmaz ve bilimin aydınlığından uzak kalacaklardı. (Altunya )

İşte o andan sonra Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş yüzlerce öğrenci, hocalarıyla el ele verip örneği görülmemiş bir çalışmaya başladılar.

Bir köylü, köye gelen memurlara şöyle der:

"Her şeyimizi alın, hepsi feda olsun, fakat burada yapılmış olan mektebi kapatmayın."

Anadolu’nun bilge insanları, okuyan çocukların durumunu gördükçe okuluna daha bir sahip çıkar. Bu okulların mezun vermeye başlamasıyla, uzaklar yakın olur. Köy artık uzakta  bir yerde değil; öğretmeni, öğrencisi, orada yaşayan her yaştan insanıyla bizimdir.

Köy Enstitülerini, sağlık, neşe, hayat kaynağı olan bu okulları ziyaret eden dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü gördükleri karşısında hayranlık duyar. Ve o gün şunları söyler:

"Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişen evlâtlarımızın başarılarını ömrüm oldukça yakından, candan takip edeceğim." Köy Enstitülüler bu sözü yıllar sonra acıyla anımsayacaklardı.



YÜRÜTÜLME GERÇEKLEŞTİRME YÖNTEMLERİ.

Pedegogların yıllardır tartıştığı ve hep tartışacakları iş içinde eğitim, enstitülerde gündelik hayatın bir parçasıydı. Öğrenci yaparak-yaşayarak öğreniyordu.

Köy Enstitülerinde uygulanan eğitim ve öğretim yöntemi, “öğrenciyi merkeze” koymuş ve onun etkin kılınmasını temel almıştı. Ekip çalışmaları ve bireysel etkinlikler, öğrenci kişiliğinin geliştirilmesi açısından vazgeçilmez koşuldu. Enstitülerde, bulunabilen teknolojinin yoğun olarak kullanılması esastı.

EMİN GÜNEY

“Demircilik derslerinde, marangozluk derslerinde, duvar derslerinde, tarım derslerinde, kültür derslerinde öğrendiklerimizi uygulardık. Örneğin matematikte, diküçgen konusunda öğrendiğimiz pisagoru kullanarak binaların temelini kazardık.Kültür derslerinde öğrendiğimiz makaralar dediğimiz prangaları kullanarak , binaları yaparken tuğlaları, kiremitleri, harcı yukarı çıkarırdık. Bunun gibi birçok örnek verebilirim. Yani köy enstitüsünde kültür dersleri ile iş iç içe girmişti, birbirlerini tamamlardı.”

MUSTAFA AYDOĞAN (Çifteler Köy Enstitüsü öğrencisi):

“Yani siz tarımı bugün okulların birçoklarında yapıldığı gibi, saksıda çiçek yetiştirmek, saksıda buğday yetiştirmek şeklinde yaptığınız zaman onu öğretemezsiniz. Bu ezbere birşey olur.”

1953 yılına kadar Köy Enstitülerinin öğretim süresi ilkokul üzerine 5 yıldır. Öğrencilere yazları en çok 45 gün izin verilir.

1946’ya kadar uygulanan Enstitü programlarında öğretmenlik bölümünün haftalık ders yükü 44 saattir. Bunun yarısı genel kültür ve meslek derslerine, dörtte biri iş ve dörtte biri de tarım etkinliklerine ayrılıyordu. Her “Enstitülü”nün öğretmenlik diplomasında bir “İş” (demircilik, yapıcılık, ev işleri gibi), bir de “Tarım” (meyvecilik, kümes hayvancılığı gibi) “ek” branş olarak belirtiliyordu. Öğrencilerin yarısı kültür derslerine, diğer yarısı ziraatla ve yapıcılıklailgili iş alanlarına, işliklere giderlerdi. Okulun günlük ve nöbetle görülecek işlerine ayrılan gruplar da kendilerini bekleyen çeşitli işlerin başına dağılırlar.

Manzara hemen değişir. Ocağın başında, taş kıran taş yontan çocukların olduğu yerden çekiç sesleri yayılır vadiye.

Dik yamaçları aşarak dağlardan su getiren öğrencilerin, arkların içinde kazma salladıkları görülür.   

Her yandan bir başka ses gelir.. Her yerde iş başındaki insan kümeleri görülür.

Hareket, ses, toprağı değerlendirme, yapıcılık hevesi, doğayla haşır neşir olma  coşkusu, öğrenme hırsı, enstitünün bahçesini, yapısını, işliğini mutfağını, her yanını kaplar.

Geniş araziler üzerinde kurulmuş olan enstitülerde öğrenciler, gerçek hayat ve tabiat olayları içinde yetişirler. Yüreklerindeki coşku, dillerinde bir şiir olur bazen, bazen de bir türkü... "Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine,/ Milletin her kazancı milletin kesesine/ Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine/ Toprakla savaş için, ziraat cephesine."

Ovanın her yanında, sebze bahçelerini sulayan çocukların sevinçli sesleri duyulur.

Enstitüden at arabasıyla çıkan iki çocuk hızla değirmene gider. Bir yamacın üstüne dağılmış, sürünün başında dolaşan çocuklardan biri Enstitüye doğru azık almaya gelir.

Yapımı süren okul binasına tuğla, harç çeken, duvar ören öğrencilerin şen kahkahaları derelerin içinde yankılanır.

Penceresi açık bir işlikten gelen dokuma tezgâhının sesi, coşkuyla söylenen türkülere karışır. Mutfakta çocuklar aşçıya yardım eder, kazanın etrafına dizilir patates soyarlar.

Makinelerin başında, arkadaşlarına çamaşır, elbise diken kızlar bir yandan da söyleşir, türküler söyler.

Sınıfların birinde kimya dersi yapılır, diğerinde matematik.. Müzik dersi gören çocukların mandolinlerinden çıkan ezgi uzaklardan duyulur.

Köy Enstitüsü programı, çok yönlü eğitimi benimsemişti. Genel kültür ve beceriler yanında edebiyat, resim, müzik ve spor gibi etkinlikler, her öğrencinin doğal hakkı sayılıyordu. Eğitim yaşamının tümüne sanat, hareket ve yaratıcılık egemendi. Enstitülerde her hafta bir eğlenti düzenlenir, bu etkinliğe yönetici ve öğretmenler de katılırdı. Bu eğlenti programları piyes, müzik, gösteri, halk oyunu, orta oyunu vb. etkinliklerden oluşurdu. Bu etkinlikleri, çevredeki köylüler ve öğrenci velilerinden konuk olanlar da izlerlerdi. Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önündeki büyük alana toplanıyor ve güne, cimnastik yaparak ya da sabah sporu niyetine kızlı erkekli halk oyunları oynayarak türkülerle başlıyorlardı. Sonra,kendilerinden önce kalkıp fırınlarda ekmek pişiren arkdaşlarının hazırladığı kahvaltıya geçiyorlardı.

Sabah yedi buçuktan sonra serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. Teklif, Elektra, Faust, Kırmızı ve Siyah, Vadideki Zambak,  Benim Üniversitelerim, Goriot Baba, Vadideki Zambak, Figaro’nun Düğünü, Nora, Şamdancı, Harp ve Sulh, Venedik Taciri, Germinal gibi kitapları okuyan bu öğrenciler, Zoraki Tabip, Kibarlık Budalası, Bir Yaz Gecesi Rüyası gibi oyunları da oynuyorlardı.

Bu serbest okuma saatlerinde isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. Her öğrencinin bir müzik aleti (genellikle mandolin) çalması zorunlu idi. Halk kültürünün tüm malzemesi enstitülere taşınıp işleniyordu. Âşık Veysel de, Köy Enstitülerinde, halk türküleri öğretmeni olarak görev yapıyordu.

MEHMET BAŞARAN (Kepirtepe köy enstitüsü öğrencisi):

“Paşa sokuluyor kızın yanına ‘ Kızım çantanda ne var görebilir miyiz?’ diyor. ‘Görebilirsiniz paşam’ diyor kız. Çantasından bir çeyrek köfte ekmek ve bir de klasiklerden yeni çıkmış bir kitap çıkarıyor. İnönü yanındakilere dönüyor, ‘Görüyor musunuz?’ diyor, köy enstitülerinde kitap ekmekle bir tutuluyor.”

Akşam... Yatma zamanı... Gece nöbetçilerinden başka bütün öğrenciler yatakhanelere çekilir.

Ortalık aydınlanırken, uzak ufuklardan sesi duyulan kampana vurmaya başlar. Enstitü mensupları, günlük işlerine başlamak üzere uyanırlar. Geceyi dinlenerek geçiren coşku seli yatakhaneden okulun dört bir yanına akar çok geçmeden.

Harmandalı, Somalı, Arpazlı gibi zeybeklerle, halk oyunlarıyla türkülerle güne başlanır.. Mandolin, keman, bağlama gibi sazları  çalabilen öğrenciler, bisiklete, motosiklete de binebilmektedir. Köy Enstitüleri aynı zamanda köy kökenli aydınlar kuşağının yetiştiği bir ocak gibidir. Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Dursun Akçam gibi yazarların yanında, bir çok ressam, politikacı ve eğitimci de bu okullarda yetişmiştir.

PAKİZE TÜRKOĞLU:

“Hava sıcak olduğunda Tonguç, Tonguç köy enstitüsünde tarih dersini derslikte anlatmayı yasak ediyordu. Bizim bir öğretmenimiz vardı, Zühre hanım, bizi Perge harabelerine götürdü.”

TALİP APAYDIN:

“Bize haber verildi, ‘İsmet Paşa geliyor yarın.’ Tabi ona göre yemek çıkıyor, önemli bir konuk olduğu zaman sevinirdik, çünkü iyi yemekler çıkardı o gün. O gün öğrendik ki etli pilav var, bir de incir hoşafı var. İncir hoşafı falan verilemiyordu o zamanlar. Onun için çok sevinmiştik. İsmet Paşa masaların arasında dolaşırken, benim arkama gelince, benim tabağımdaki iki incirden birisini aldı, ağzına götürdü. Ben böyle bakmışım ‘nereye gidiyor benim incir’ diye.Sonradan arkadaşlar söylediler sapsarı olmuşum. Tabii helal olsun İsmet Paşa için bir incir ne ki. Aradan 40 yıl geçti, ben Köy Enstitüler Yılları” kitabımda anlattım bu olayı. Adana’dan biri okumuş bu kitabı ve bana iki kavanoz reçel gönderdi. Katmerli faizi ile incirimi almış oldum.’

Gün boyu süren iş eğitiminin ardından öğrenciler akşam yorgun argın enstitü’ye dönüyorlardı. Ancak enstitü henüz gelişme çağında olan bu çocuklara doyurucu yemek sunamıyordu. Savaş yıllarıydı ve ekmek gramla tartılarak verilebiliyordu.

Bütün enstitülerde Cumartesi günleri eleştiriye ayrılmıştı. O gün bütün okulun öğrencileri, öğretmenleri ve müdürleriyle buluşur, geçen haftanın bir değerlendirmesini yapar, yanlış uygulamaları eleştirirlerdi. Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığında kurulan karargahın komutanı İsmail Hakkı Tonguç’tu. Tonguç 21 enstitü ile de ayrı ayrı ilgileniyor, sık sık gidip denetliyordu.

TALİP APAYDIN (Çifteler Köy Enstitüsü Öğrencisi):

“Diyor ki genelgenin başında, ‘Bu, bütün öğretmen ve öğrencilerin bulunduğu kurulda okunacak. Herkes bunu dinleyecek. Orada diyor ki, ‘Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz. Kötü söz söyleyemez. Küfredemez. Dayak atamaz. Eğer bu dediklerimi yaparsa, öğrencinin de aynı şekilde mukabele etmek hakkıdır.’ “

Bu okullarda, hiçbir öğretmen öğrenciye el kaldıramaz, kötü söz söyleyemez. Öğretmen, bunlardan birini yaparsa öğrencinin de aynı şekilde karşılık verme hakkı doğar. Böylesine bir demokrasi yaşanır burada.

Öğretmenler de öğrencilerle aynı giysiler içinde, iş saatlerinde, derste, yemekte, eğlenmede ve dinlenmede, sabahın ilk saatlerinden akşamları etüt saatlerinin bitimine kadar öğrencilerin arasında kalarak rehberlik görevini sürdürmüşlerdir. Böylece öğretmen ve öğrenci bütünleşmesiyle, köy enstitülerinde karşılıklı sevgi ile saygıya, hoşgörü ve eleştiriye dayanan tam bir demokratik yapı meydana getirilmiştir.


Köy enstitüleri çeşitli yönlerden eleştirilmeye başlandı. En yaygın eleştiri konularından biri, kızlarla erkeklerin birlikte eğitim yapmalarıydı. Gerçi diğer okullarda da karma eğitim yapılıyordu, ancak enstitüler yatılıydı. Ve kız öğrencilerle erkeklerin aynı kampus içinde kalıyor olmaları söylentilere yol açıyordu.

Enstitü müdürler yörelerindeki kız öğrencileri okula kaydettirebilmek için çok uğraşmışlar, ailelerine dil dökmüşler ve köy kızlarının kaderini değiştirebilmek uğruna seferber olmuşlardı. Ancak ucuz iş gücünden ya da başlık parasından olacağını anlayan aileler “kızınız orada ahlaksız olur” söylentilerine daha kolay inanmaya basladılar. Ve aile içinde tartışmalar başladı.



ENSTİTÜLERİN FİNANSMANI NASIL SAĞLANIYORDU?

3238 sayılı kanuna dayanılarak açılmış bulunan eğitmen kurslarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere Maarif Vekilinin isteği üzerine devlete ait bulunan tarla, çiftlik, bağ, bahçe vs. arazinin İcra Vekilleri Heyetince tahsis edilmesi öngörülmüştü. Kanun ayrıca Köy Öğretmen Okullarının ihtiyaçlarında kullanılmak üzere Maarif Vekaleti bütçesinden 20 bin liraya kadar bir döner sermaye verilmesini, köy öğretmen okulları ve eğitmen kurslarında Ziraat Vekaletine ait demirbaş eşyanın da Maarif Vekaletine devredilmesini, bu okulların döner sermayelerine bu eşyaların demirbaş kaydedilmelerini kararlaştırmıştı. Köy ilkokullarındaki öğretmenleri teşvik için de bu öğretmenlere kıdem ve ikramiye verilmesi karara bağlandı.

Köy Enstitüsünde gerekli olan tüketim maddelerini hem daha ucuza almak hem de zaman kaybını önlemek için enstitü yönetimi serbest pazarlık yolu ile alıyordu. Küçük alımlar ihale kanununun dışında yapılıyordu Öğrenciler o yıllarda kendi çevre temizliklerini yapmayı, okulun bakım ve onarımına katkıda bulunmayı, okulda revir ve döner sermaye düzenini kurmayı başarmışlardır.

Köy Enstitüleri giderlerini en aza indirmek için bir çok gereksinimini kendisi üreterek karşılıyordu. Binaların yapımından yiyecek ve giyeceklerin üretimine kadar birçok şey okuldaki öğretmen, usta öğretici ve öğrencilerin el emeği idi.

Marangozluk ve demircilik işlerinde komşu köylerin gereksinimleri de karşılanırdı. Çoğu kez parasız ya da maliyetin altında bir miktar alınırdı. Bu durum çevrede enstitüye büyük ilgi ve saygınlık sağlardı. (Atakul )

O yılların savaş yılları olması nedeniyle yokluğun, kıtlığın, karaborsanın olduğu bir dönemde çok az bir para ile köy enstitülerinin kuruluşunu tamamlaması, paranın çok akıllıca kullanıldığını göstermektedir (Türkkaan, 1996).

Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu, enstitülerde tüketim ve üretim kooperatifleri kurulmasını öngörmektedir. Öğrencilerce çalıştırılan bu kooperatifler, enstitülerin ve çevre köylerin gereksinimlerini karşılayıcı boyutlara ulaşmıştır (Oğuzkan, 1995).

KÖY ENSTİTÜLERİNE NEDEN KARŞI ÇIKILDI?


  1. Siyasal nedenler: 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası Mecliste kabul edilmişti ama 151 milletvekili oylamaya katılmamıştı. Oylamada bulunmayanlar arasında Demokrat Parti kurucuları Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü gibi etkili milletvekillerinin de olduğu bilinmelidir.

  2. Toplumsal nedenler: Köye yeni okulun ve öğretmenlerin girmesiyle çıkarı bozulacaklar vardı. Bazı köylerde ağalar, din adamları, tarikat liderleri köy yaşamını etkiliyordu. Köye gelecek öğretmen bunların çıkarlarına engel olabilirdi.

  3. Ekonomik nedenler: Özellikle bazı bölgelerde toprak ağaları vardı. Bu köylerde oturanlar, ağalar tarafından kötü koşullarda çalıştırılıyorlar, emeklerinin tam karşılığını alamıyorlardı. Bunlar aydınlanırsa başlarına gelmiş olanı yazgı kabul etmezler, razı olmazlardı; değişik isteklerde bulunabilirlerdi. Bu istekler toprak ağalarının işine gelmezdi.

  4. Yönetsel nedenler:Bu sistemde, herkesin çalışması gerekiyordu. Milli Eğitim Bakanlığında ve başka bakanlıklarda çalışanlara çok iş düşüyordu. Böyle çalışma, ona ayak uyduramayanların işine gelmiyordu; çalışmak yerine olumsuz eleştiri yeğleniyordu. Bir de köy enstitülerinde yetişenlerin demokratik davranışları tartışma yaratabiliyordu.

e) Eğitsel nedenler: Bazı eğitimciler öğrencinin ön planda olduğu bu eğitimi değilde, klasik eğitimi savunuyorlardı. (Atakul )

PAKİZE TÜRKOĞLU

“Tonguç’ta bir pedagogda bulunması gereken en önemli şey vardı: Siz zannedersiniz ki en çok beni seviyor, en çok bana ilgi gösteriyor, öbürü zanneder ki en çok beni seviyor. Tonguç öyle bir pedagogdu. Hepimizi çok sever hepimize ilgi gösterirdi. İsmen herkesi tanırdı. Çocuklar diye hitap etmez, adıyla hitap ederdi herkese.”

Eleştiriler burada kalmadı. Peşinden “enstitülerin yeterince milliyetçi olmadığı” eleştirisi geldi.

Çifteler Köy Enstitüsüne atanan bir öğretmenin öğrencilere tavsiye ettiği kitaplar, bir ihbar sonucu emniyete bildirildi:

TALİP APAYDIN:

“ ‘Burada bir bayan öğretmen, solculuk aşılıyor’ diye, polis geldi aradı bizi, sınıfta dolaplarımıza baktılar, defterlerimize baktılar, tabii bunlar çocukça şeylerdi, birşey bulunamadı. İlk solculuk hikayesi oradan çıktı.”

İşin ilginç yanı sağcılar tarafından “solculuk”la suçlanan enstitüler, solcular tarafından da bir başka açıdan eleştiri konusu olacaklardı.

TALİP APAYDIN:

Karşı cinsle ilişkiler:

Kızlar çok sıkı denetim altındaydı. Kadın öğretmenler alıcı kuş gibi, hep etraflarındaydılar. Şunu söyleyeyim, ‘köy enstitülerinde erkek kız ilişkileri başıbozuk imiş, kontrol altında değilmiş.’ Hayır tam tersiydi. Son derece dikkat edildi buna. Çünkü kız öğrenci bulmakta çok zorlandılar.”

Enstitülerin yapımında öğrencilerin kullanılıyor olması ve okuldan mezun olduktan sonra 20 yıl köylerinde zorunlu hizmetle görevlendirilmeleri de soldan bazı aydınların enstitülere karşı tavır almasına yol açtı.

TALİP APAYDIN:

“Gerçekten çok çalıştık itiraf ederim. Ama köyde olsaydık çalışmayacak mıydık sanki? Hiç değilse burada kendimiz için çalıştık,başkasına ırgatlık yapmadık. Kendi yaptığımız binalarda okuduk, kendi diktiğimiz fidanların meyvesini, kendi yetiştirdiğimiz sebzeleri yedik.”

Ancak savaş yıllarının ateşi içinde, enstitülerde eğitim gören öğrencilerin sayısı ile birlikte eleştiriler de artacak ve o eleştiriler birgün, heyecanla kurulan köy enstitülerinin hüzünle sona erişine neden olacaktı.

PAKİZE TÜRKOĞLU (Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencisi):

“Sonra trene bindik...gardan...Çankaya’yı görünce, Ankara’yı görünce heyecanla şiirler okuduk.”

YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ

Köy Enstitülerinin en önemli sorunlarından biri de kendi yönetici ve öğretmen kadrosunu oluşturamamaktı. Hizmete uygun yüksek okul, ilköğretmen okulu ve her türlü orta dereceli meslek okulları mezunları öğretmen olarak atandığı gibi, hiç okur-yazar olmayan kişilerden, enstitülere yararlı olabilecek becerisi bulunanlar da “usta öğretici” olarak atanıyorlardı. Kuşkusuz kadro sorunu sür-git böyle çözümlenemezdi. Bu sorunu kökten çözmek, köy eğitimi ile ilgili diğer personeli yetiştirmek ve bir “Köy İncelemeleri Merkezi” olmak üzere, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde bir de “Yüksek Köy Enstitüsü” açıldı (Altunya, 2002).

Türkiye eğitim sisteminde son derece önemli bir yere sahip olan Yüksek Köy Enstitüsü 1942 yılında Ankara’daki Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde kuruldu. Yüksek Köy Enstitüsünün kuruluş amaçları aşağıdakilerdi ( Apaydın ve diğerleri, 1990; Arayıcı, 1999; Kirby, 2002);


  1. Köy Enstitüsü öğretmenleri, bölge müfettişleri, gezici başöğretmenler yetiştirmek,

  2. Köy Enstitüsü harekatının ruhuna, yöntemlerine ve ülkülerine göre yetiştirilmiş personel sağlamak ,

  3. Köy incelemelerine merkez ve kaynak teşkil etmek üzere, köy okullarını ve Köy Enstitülerini ilgilendiren çeşitli konular üzerinde bilimsel araştırmalar yapmak.

Araştırmaların yayımlanması ve Enstitülerde yaygınlaştırılması da Yüksek Köy Enstitüsünün görevleri arasındaydı.

YASAL DAYANAKLAR

İlköğretimi yayma işi hızla ve kolay başarılmak istendiğinde, her şeyden önce gerekli elemanı yetiştirmek ve bu uğurda 15 yıl durmadan çalışmak gerekir. Bunu sağlamak için yasa taslağı hazırlanmıştır. 17 Nisan 1940 tarihli 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası ile dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve ilk öğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde kurulan Köy Enstitüleri dünya eğit bilim literatüründe özgün bir yer edinmiştir.


Bu yasanın yürürlüğe girmesi ile ilköğretim işi devletçe planlanmış olacaktır. (Türkoğlu 2000,163) Köy Enstitülerinin en önemli özelliklerinden biri de, günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı ezberci, öğretmen merkezli eğitim sistemine değil, “öğrenci merkezli, yaparak-yaşayarak öğrenme” nin hakim olduğu eğitim-öğretim ortamına sahip olmalarıdır.

KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇOKLU ZEKA

Köy Enstitüsü’nde öğrenme temelli eğitim, öğrencilerin yeteneklerine göre çeşitlendiriliyor ve öğrenciler bu yönde eğitim alıyorlardı. Verilen bu eğitim. Daha yeni yeni telaffuz edilen “Çoklu Zeka Kuramı” na dayalı eğitimden başka bir şey değildir.


Köy Enstitüleri’nde öğrencilerin yeteneklerine göre verilen eğitim, o öğrencinin gelişmiş zeka alanı üstüne verilen bir eğitimdir, yaklaşık 60 yıl önce “Çağdaş Eğitim Yöntemi”, Türkiye’de uygulanmıştır.

Howard Gardner’ın adlandırılıp, ayrıntılandırdığı bu yönteme göre 8 zeka alanı vardır. Bunlar:

1.Sözel-Dilsel Zeka
2.Mantıksal-Matematiksel Zeka
3.Görsel-Uzaysal Zeka
4.Bedensel-Kinest Zeka
5.Müziksel-Ritmik Zeka
6.Sosyal Zeka
7.İçsel Zeka
8.Doğacı Zeka

Klopf ve diğerleri etkili okulu, “öğrencilerin bilişsel, duyuşsal, psikomotor, sosyal ve estetik gelişimlerinin en uygun sağlandığı optimum bir öğrenme çevresinin yaratıldığı okul” olarak tanımlamaktadırlar (Balcı, 2001:10). “İş içinde eğitim” yaklaşımını benimseyen Köy Enstitülerinde, öğrenciler bilişsel becerilerini uygulamalar aracılığıyla geliştirmekte, bisiklet ve motosiklet, motorlu deniz araçları kullanmakta, mandolin, flüt gibi müzik aletleri çalmakta, ulusal oyunları oynamaktadırlar. Bunun yanı sıra, öğrenciler okul kütüphaneleri oluşturarak bu kütüphaneleri etkin bir şekilde kullanmakta, öğretmenlerle birlikte görev aldıkları eğlenceler düzenlemektedirler. Bir başka değişle Enstitülerde öğrencilerin çok yönlü gelişimleri için oldukça çeşitli seçenekler sunulmaktadır. Bu nedenle Köy Enstitülerini “etkili okullar” olarak değerlendirebiliriz.

PAKİZE TÜRKOĞLU:

“Yüksek Köy Enstitü binasının inşaatı sırasında 13 kız, bütün yatak takımlarını, elbiseleri diktik. Gece de çalıştık sabaha kadar, çabuk bitmesi için. Sabahları eşyaları, sandalyeleri, masaları, kitaplığı boyadık ve yüksek kısım binası bitti.”

Bunun üzerine Hasanoğlan Köy Enstitüsü açıldı. Sadece köylü çocuklarının gideceği bu yüksek okul, bir anlamda Türkiye’nin ilk “köy üniversitesi” olacaktı.

Ve üniversite, köylüye gerçek anlamda milletin efendisi olma kapısını açacaktı.

3 yıllık bu yüksek enstitü, öğrencilerine bir dalda uzmanlaşma olanağı veriyordu. 5 yıllık enstitüyü bitirip öğretmenliğe hak kazanan öğrenciler, sınavı kazanırlarsa, bu yüksek okulda güzel sanatlar, yapı işleri, zirai işletme gibi 8 daldan birinde, enstitülere öğretmen olmak üzere eğitim görüyorlardı. Yüksek enstitüyü bitirebilmek için akademik bir araştırma yapmaları gerekiyordu. Tez niteliğindeki bu araştırma kimi zaman yörede çocuk bakımı üzerine bir inceleme, kimi zaman yerel türkülerin derlemesi, kimi zaman ise Türkiye’de yetişen otların bir haritası oluyordu. (Dündar 2000, 16)

TALİP APAYDIN:

Parmaklarının ucundan öpülen kız

“ ‘Bir süprizimiz var dendi, piyano çekildi ortaya, baktık ufacık bir kız geldi, lüle lüle saçları, sandalyeye oturttular, kolu yetişmedi; kalın kitaplar koydular sandalyenin üzerine, ondan sonra çaldı. İdil Biret 4 yaşında bir kızdı. Çok güzel şeyler çaldı, hayret ettik. Bu kadar küçük yaşta. İsmet Paşa çağırdı ve parmaklarının ucunu öptü. Alkışladık. Suna Kan da aynı şekilde. 10 yaşında falandı. Cılız, zayıf, ince bir kızdı.”

Sanat derslerinde Ankara konservatuvarının en iyi hocaları geliyordu. Batı Edebiyatı derslerini Sabahattin Eyüboğlu, müzik derslerini Ruhi Su veriyordu. Köy öğrencileri, Fransızca’yı Vedat Günyol’dan, tiyatroyu Mahir Canova’dan öğreniyorlardı.

Enstitünün hemen yanı başında bir amfiteatr inşa edilmişti. Bu Anadolu’da binlerce yıl sonra kurulan ilk amfiteatrdı. Adeta bir düş gerçek olmuştu. Köy çocukları Gogol, Moliere, Shakespeare, Çehov oynuyor, köylüler izliyorlardı.

Enstitü içinde sağ-sol gruplaşmaları su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Gerginlik büyüyünce konu İsmail Hakkı Tonguç’a iletildi. Tonguç hemen Hasanoğlan’a gelip öğrencileri uyardı; “Ateşle oynuyorsunuz, kendi yaptığınız binanın temellerini oyuyorsunuz” dedi ve yaklaşan tehlikenin ilk sinyalini orada verdi: “Yapılamaz sanıyorsunuz, ama bir gün bu enstitüleri kapatırlar. Aklınızı başınıza toplayın” dedi.

Seçimlere 3 ay kalmış ve söylentiler her tarafa yayılmıştı. İsmet Paşa kendi yarattığı eseri sürdürmekle durdurmak arasında kalmıştı.

Bir yanda ömür boyu korumaya söz verdiği enstitüler vardı, diğer yanda kendisine seçim kaybettirecek komünistlik iddiaları... Hayatının en zor kararlarından birini vermek zorundaydı. Düşündü, taşındı ve sonunda doğru bildiğini seçti:

Enstitülerden vazgeçti. (Dündar 2000, 75)

TALİP APAYDIN (Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisi):

“Biz bunu sonradan Tonguç’a sorduk. ‘Neden böyle yaptı?’ dedik, yani neden engelleyemedi?. ‘İnönü her şeyden evvel politikacı’ dedi, ve bir partinin bunca yıllık genel başkanı. O genel başkanlığını sürdürebilmesi için hangi kanat ağırlıkta ise o yandan olabilir.”

Enstitüler 1942’de ilk mezunlarını verdi. Genel kültür ve pratik bilgilerle donanan  103 genç öğretmen, Anadolu’nun aydınlık bekleyen köylerine dağıldı.

17 Nisan 1946’da Hasanoğlan Köy Enstitüsünde bayram havası esti. Köy Enstitülerinin kuruluşunun 6. yılı büyük bir coşkuyla kutlandı.

İnönü, bir yanında  Hasan Âli Yücel, diğer yanında İsmail Hakkı Tonguç, öğrenci etkinliklerini kalabalık bir seyirci kitlesiyle birlikte izlediler. Konuşmalardan sonra şiirler okundu; marşlar, türküler söylendi; milli oyunlar oynandı. Büyük bir coşku yaşandı. İnönü, Hasanoğlan’dan ayrılırken, enstitü müdürü Rauf İnan’a, "Seni merkeze aldık, orada birlikte çalışacağız" dedi. İnan, terfi ettirildiğini, ödüllendirildiğini sandı. Ne var ki, gerçek acıydı. Rüzgâr tersten esmeye başlamıştı.

TALİP APAYDIN:

Rusya’ya kaçış hikayesi

“Bir gün arkadaşlar dediler ki, ‘Talip baban geldi koş. İnanamadım ben. Babam niye gelsin ki?, Babam yoksul, nereden para bulacak da, otobüse binecek de Hasanoğlan’a gelecek. Hiç gelmemiş ömründe şimdi mi gelecek? Ben anlayamadım, ama yine de koştum baktım. Hakikaten duvarın dibine oturmuş ihtiyar, zayıf bir adam. Beni görünce bir dua okudu. ‘Hayrola baba’ dedim, ‘ne oldu?’, ‘oğlum sen hayatta mısın?” dedi. Ben şaşırdım, “niye hayatta olmayayım” dedim. “Hasanoğlan’da bir grup öğrenci, Rusya’ya kaçarken hudutta yakalanmışsınız, sizi hapse atmışlar. Onun için geldim” dedi. Donup kaldım. “Biz niye kaçalım Rusya’ya, biz bu memleketi seviyoruz” dedim. Ben anlamıyorum nasıl böyle iftira edilir bu kadar. Fakat çok sonra anladık, köy enstitülerini kapatacaklar yol hazırlıyorlar.”

TALİP APAYDIN (Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisi):

“İnönü’ye çok kırıldık tabii o zamanlar. Nasıl göz yumdu bunlara, nasıl olur, ‘cumhuriyetin eserleri içinde en sevgilisi’ dediği, ‘haklarını ömrüm boyunca takip edeceğim’ dediği halde, nasıl böyle unuttu diye içimizden kırıldık. İsmail Hakkı Tonguç bir defa olsun gitmedi İnönü’yü ziyarete...”

Hükümet programı radyoda okunurken “Köy enstitülerinin daha milli bir çizgiye sokulacağı “ söylendi. Bu cümle yakında kopacak fırtınanın habercisiydi. Bundan sonrası köy enstitüleri için acı olacaktı. O günlerde emniyete imzasız bir ihbar mektubu geldi. Mektupta Hasanoğlan’ın kominist yuvası haline geldiği öne sürülüyor, Nazım Hikmet ile rejim aleyhtarlığı yapıldığı bildiriliyordu. Mektubun sonuna komünist öğrencilerin bir listesi de eklenmişti. Listede Talip Apaydın’ın adı ilk sıradaydı. (Dündar 2000, 81)

İzleyen günlerde, Köy Enstitülerindeki atılım durur. Yeni kabinede Hasan Âli Yücel’e görev verilmez. Eğitimde mucizelerin yaratıldığı dönem sona erer.

Eylül 1946’da Tonguç görevden alınır.

1947’de, bu okulların eğitim programlarında ciddî değişiklikler yapılır.

Aynı yıl, Mahir Canova, Ruhi Su, Sabahattin Eyuboğlu gibi öğretmenlerin ders verdiği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ‘benzer başka okullar olduğu’ gerekçesiyle kapatılır.

Köy Enstitülülerinin yöneticileri, öğretmenleri değiştirilir.  Eğitmen kurslarına son verilir.

PAKİZE TÜRKOĞLU

Cerrahi ameliyat

“ Yeni İlköğretim genel müdürü Yunus Kazım Köni Hasanoğlan’a geldi. Bütün öğretmen ve öğrencileri toplayıp bir konuşma yaptı. ‘ Bizim de bir ideolojimiz var, biz nasyonalistiz’ dedi. ‘Ohalde ben sizi cerrahi ameliyata tutacağım, müdahale edeceğim’ dedi.”

İhbar metubundan sonra hemen bir soruşturma başlatıldı ve soruşturma için Meclis başkanı Kazım Karabekir, yanında üç milletvekili ile Hasanoğlan’a geldi.

MEHMET BASARAN (Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisi):

“Karabekir bize döndü, ‘Sizin Hakkı Tonguç’la bir marşınız varmış, onu söyleyin bakalım’ dedi. Herkes birbirine baktı.” Böyle bir marşımız yoktu. ‘Canım işte içinde köylü, toprak moprak geçiyormuş’ dedi. Ziraat marşından söz ettiğini anladık. Söylemeye başladık. ‘Sürer eker biçeriz/ güvenin ötesine/ uyduk baş çiftçi Atatürk’ün sesine...’ derken kestirdi. Sanki bir düşmanla karşılaşmış gibi, Atatürk sözünü söyletmedi tam olarak.”

Okullarda okutulan klasikler “öğrencilerin düzeyine uygun olmadığı” gerekçesiyle yasaklandı. Serbest okuma ve tartışma saatleri iptal edildi. Aynı kampus içinde okuyan kız ve erkek öğrenciler birbirinden ayrıldı.

1947


Bel kırılmıştı.

Ve kırılan yer, bir daha kaynamayacaktı.

1950 seçimlerinden sonra, Köy Enstitülerinin sağlık bölümleri kapatıldı.

1954’te köy enstitüleri kapatıldı.

Bir dönem sona erdi.

Bu okulları bitirenler Anadolu’nun dört bir yanını aydınlatmayı sürdürdü.. O gün dikilen fidanlar ağaç oldu. Bozkır yeşile döndü. Yıldızların ışıltısı arttı giderek...

Köy Enstitülerinin kapanmasına karşın köy enstitülü öğrencilerin sanat etkinlikleri, türküleri, sahneye koyduğu oyunlar, sanki daha dün gibi belleklerde yaşamayı sürdürür...

Köy Enstitüleri ve onları kuranlar unutulmadı. Bu güzel eğitim ocağına emek verenler, yazılarda, kadirbilir insanların beyninde ve yüreğinde yaşamayı sürdürüyor.

Köy Enstitülerine emeği geçen o güzel insanları saygıyla anıyoruz..

SONRA NELER OLDU?

GÜNÜMÜZDE ULAŞILAN DURUMU

Hasan Ali Yücel

“Ben...güneşin altın sarısından içtiği şarapla mest ve birbirine sokularak bahtiyar bir insanlığın istikbalini kendi milletimin ilerideki mesut günlerinde gören ve bu hayal içinde bütün saadetini bulan biriyim.” diyen Hasan Ali Yücel koministlikle suçlandı.

“Beni yıllardan beri zorla kominist yapmaya uğraşanlşar iyice bilsinler ki, ben ne kominist oldum ne de olacağım” dedi. Dinle Benden’deki kominist tasviri, bu konuda Hasan Ali’nin yazıya döktüğü en aşık ve aynı zamanda en sivri tavrıdır:

“Dedikodu denilen bu bulaşıcı hastalık,

Öyle nüksetmişti ki, vermiyordu aralık.

Türkiye’de benmişim kominizmin banisi,

Biraz daha hafif: koministler hamisi!...

Bu söz yargıç önünde söylendi çekinmeden;

Allah’ın huzurunda şimdi neyler söyleyen?

Kafalar işlemeden bol bol dırdır edildi;

Bu ne biçim ağızdı, bu ne zehirli dildi?

Kaç kişi bilir bizde, kominist kime derler?

Kominizmi bilmeden boşuna laf ederler.

Kominist ne düşünür anladın mı şimdi sen?

Her önüne geleni suçlar mısın bilmeden?

Sürülürse ezberden vatandaşa bu leke,

Koministlik o zaman olur büyük tehlike.”

Bakanlıktan alındıktan sonra komünistlik suçlamalarını göğüslemek üzere, 3 yıl boyunca mahkemelerde savaş verdi.

İsmail Hakkı Tonguç

Oradan oraya sürüldü. İnönü’yü bir daha hiç görmedi. 1960 Haziranında Hasanoğlan Köy Enstitüsüne yaptığı son ziyaretten bir hafta sonra, geçirdiği iç kanamayla öldü.

Köy Enstitüleri:

CHP, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü kapattıktan sonra, 1948’den itibaren, ilahiyat fakülteleriyle imam hatip kursları açılmasına izin verdi. Ancak buna rağmen 1950 seçimlerini kaybetti. İktidara gelen Demokrat Parti, 1953 yılında bütün köy enstitülerini kapattı.


Köy Enstitülüler:

Köy enstitülülerin birçoğu mezun olduktan sonra köylerine öğretmen olarak atandılar. Ama bazıları bu kadar şanslı değildi. Kimileri yıllarca polis takibinde yaşadı, evleri basıldı, hapse atılıp sürgün edildiler. Onlar, herşeye rağmen, yazdıkları kitaplar, şiirler, öyküler, romanlarla Türkiye’de yepyeni bir köylü aydınlar kuşağının ilk öncüleri oldular.

Yıllar sonra Köy Enstitülerinin 60. yıldönümünde Ankara’da yeniden bir araya geldiler ve eski günlerin anısına son bir kez hep bir ağızdan Ziraat Marşı’nı söylediler.

TALİP APAYDIN:

Yıllarca köylerde öğretmenlik yaptıktan sonra, 60’lardan itibaren yazarlığa ağırlık verdi.

Köy Enstitülerinin 60. yıldönümünde Hasanoğlan’ı yeniden ziyaret etti. Halen öğretmen okulu olarak kullanılan Hasanoğlan arazisinde terk edilmiş köy enstitü binalarını, 60 yıllık bir enkaza gezer gibi gezdi.

Ne kendisini, ne Hasan Ali Yücel’i, ne İsmail Hakkı Tonguç’u tanıyan, ne de aynı kampus içinde bu garip binaların ve orada yaşananların öyküsünü bilen çocukların arasında dolaştı.

Ziraat Marşı çınladı kulaklarında...

“Sürer eker biçeriz güvenip ötesine

Milletin Her kazancı milletin kesesine

Toplandık baş çiftçinin, Atatürk’ün sesine

Toprakla savaş için ziraat cephesine

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.

Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz”.

TALİP APAYDIN

“Bunu 1000 kişi hep bir ağızdan söylerdik, inanırdık... Milletin efendisi olacaktı köylü... Ne kadar aldanmışız. Ah...ah...Ne kadar aldanmışız...”

KÖY ENSTİTÜSÜ UYGULAMASININ SONUÇLARI

Köy Enstitüleri, öğrenci merkezli,konuşan-kendini ifade edebilen-üreten öğrencilerin özgür köylünün olduğu, halkın çıkarlarını savunan, democrat, bilimsel düşünen insanlar yetiştirmek amacında olan eğitim kurumlardır ve ülkemizin de önde gelen birçok bilim ve edebiyat insanı bu kurumlarda yetişmiştir. Mezunlar arasında Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Fakir Baykurt ve Mahmut Makal gibi yazarlar da bulunmaktadır.

Hayatın içinde, hayatla içiçe eğitm verilmiştir. Öğretmen adayları ve öğrenciler herşeyi yaparak, yaşayarak öğrenmişlerdir.

Halk türkülerinin, halk oyunlarının öğrenilmesi, yaygınlaştırılması köy enstitüleri yoluyla gerçekleşmiştir..Hafta Sonu Toplantıları ve bir Serbest Okuma Saatlerine önem verilmiştir.

Köy Enstitüsü hareketi; kendi ülkemizin beyin gücü, yaratıcılığı ve yurtseverliği örgütlenerek, toplumun en yoksul çocuklarının kendi emekleriyle ücretsiz öğrenim görebileceklerini, kıt olanaklarla da çağdaş eğitimin olabileceğini, demokrasinin sözle değil yaşanarak öğrenilebileceğini kanıtlamıştır (Altunya, 2002).

 

BUGÜNKÜ EĞİTİM DÜZEYİ İLE KÖY ENSTİTÜSÜ  EĞİTİMİNİN  KARŞILAŞTIRILMASI

Bu günkü ezberci eğitim köy enstitülerinde yoktu. Testler içinde boğulan değil, düşünen, okuyan, üreten, kendini ifade edebilen öğrenciler yetiştiriliyordu. Tüm köyler okul, öğretmen, sağlık memuru, ebeye kavuşacaktı. Bugün hala okulsuz köylerimiz vardır. 2.dünya savaşı sonrası, yoksulluk yıllarında bile parasız eğitim verilirken, bugün eğitim sistemimiz paralı hale gelmiştir. Şimdiki gibi koltuğunda oturan değil, bilinçli ve çalışkan yöneticiler, mesleğine daha duyarlı, işine saygılı öğretmenler vardı. Kısıtlı imkanlarda birçok öğretmen yetiştirilmişken şimdi birçok öğretmen açığımız var. Şimdiki gibi sadece öğretim değil, eğitim ve öğretim veriliyordu ve öğrencilerin özel ilgi ve yetenekleri gözardı edilmiyordu.



KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASAYDI...

Fırsat ve imkan eşitliği sağlanırdı. Ezberleyen öğrenci değilde okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu. Okullarda bitmek tükenmek bilmeyen bağışlar toplanmazdı. Demokrasi sadece kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu. Öğrenciler okuldan nefret etmez, okulu severlerdi. Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi.



BUGÜN YENİDEN KÖY ENSTİTÜLERİ AÇILABİLİR Mİ?

Köy Enstitülerinin yeniden açılmasını istemek yeterince gerçekçi değil. Siyasal anlamda gerekli koşullar oluşmadıkça Köy Enstitüleri yeniden açılamaz. Ekonomimizi IMF ve Dünya Bankası denetliyorsa bu zaten mümkün değildir. Çünkü Köy Enstitüleri ulusal kapitalizm fikrine dayanıyordu.

Köy Enstitülerini bence bağımsız bir dönemin okulları olarak düşünmek lazım. Köy Enstitülerinin kapatılışı Kemalizmin durgunlaşmaya, öte yandan ülkemizin ABD etkisi altına girmeye başladığı bir dönemdedir. Köy Enstitülerinin kapatılışını bu noktadan görmek gerektiğini düşünüyorum. (Sarıhan 1999, 45)

ÇIKABİLECEK DERSLER

Köy Enstitülerini, 1940’lı yıllardaki özgünlüğü ile kurma düşüncesi gerçekçi değildir. Tonguç Baba, bugün yaşasaydı bugünün koşullarına göre bir enstitü kurardı. Onun dünya görüşü ve gerçekçiliği bunu gerektirir. O, bugün bir enstitü kursaydı; orada çocuklar değil, gençler bulunur, öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı. Bu enstitüde yine “serbest okuma” saatleri bulunur, çocuklar ve gençler doya doya roman, öykü, şiir, genel kültür kitapları okurlar, zamanlarını test çözerek tüketmezlerdi. Bu enstitü; müziği, resimi, sporuyla her zaman neşeli, sevilen ve özlenen bir yuva olurdu. Öğrenciler laf dinlemezler, araştırır, bulur ve tartışırlardı. Okullarını ağaçlandırıp çiçeklendirirler, çevreyi korurlardı. Güç durumdaki arkadaşlarına yardım ederlerdi. Boş zamanlarını kaset dinleyerek değil çalgı çalarak; takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi. Bu enstitünün kuşkusuz bilgisayarları da bulunurdu.



KÖY ENSTİTÜLERİ İLE İLGİLİ BAZI SAYISAL BİLGİLER

Ders Yılları

Enstitü Sayısı

Öğretmen Sayısı

Öğrenci Sayısı

Toplam

Mezunlar

 

 

 

Erkek

Kız

 

Öğretmen

Sağlık Memuru

1937-38

2

12

128



128





1938-39

3

25

325

16

341





1939-40

4

40

1.074

107

1.181





1940-41

14

234

4.933

438

5.371





1941-42

17

294

6.987

705

7.692

103



1942-43

18

354

8.834

837

9.671

254



1943-44

18

368

11.563

1.276

12.839

1.911



1944-45

20

487

12.761

1.475

14.236

1.797

221

1945-46

20

505

13.068

1.396

14.464

1.460

252

1946-47

20

547

12.822

1.336

14.158

2.089

228

1947-48

20

642

11.814

1.078

12.892

2.162

336

1948-49

21

209

11.244

773

12.071

2.269

220

1949-50

21

672

13.251

721

13.972

1.741

91

1950-51

21

597

13.322

773

14.095

1.760



1951-52

21

570

12.647

706

13.173

1.795



 

(Kaynak: DİE. Milli Eğitim Hareketleri 1967, s.32-35, 41, 47; DİE. İstatistik Yıllığı. 1953, s.149-50)



YORUM:

“ Köy Enstitüleri” ile ilgili kitaplar okurken, içimi acıtan eğitimde gitgide gerilemek duygusunu bir kez daha yaşadım. Biz şu an sadece matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz. Hepsi bu... Ötesi yok.





Kaynakça


  1. Akyüz, Yahya. Başlangıçtan 2001’e Türk Eğitim Tarihi. İstanbul,2001. Alfa Yayınları.

  2. Altunya, Niyazi. Köy Enstitüleri. Web adresi: www.ogretmenlersitesi.com

  3. Arayıcı, Ali. Kemalist dönem türkiyesi’nde Eğitim Politikaları ve Köy Enstitüleri. Ağustos 1999. Ceylan Yayınları.

  4. Atakul, Sevgi. Köy Enstitüleri. Eğitimde Reform dersi ödevi.

  5. Aydoğan, Mustafa. Köy Enstitülerinde Ezbersiz Eğitim. Öğretmen Dünyası Dergisi. sayı 233, 1999

  6. Balkır, Süleyman Edip. Eski Bir Öğretmenin Anıları. 1998, Cumhuriyet yayınları.

  7. Bayrak, Mehmet. Köy Enstitülerinin Sunduğu Gerçekler. Alevilerin sesi. Nisan 2002.

  8. Bayram, Feridun. Eğitmenler “öğrenmeyi öğretme ustaları”, Ankara. T.C. Kültür Bakanlığı başvuru kitapları.

  9. Ergül, Tülay. Eğitim Tarihinde bir Reform. Köy Enstitüleri. Eğitimde Reform dersi ödevi. Ankara, 2004.

  10. Eyüboğlu, Sabahattin. Köy Enstitüleri Üzerine. 1999, Cumhuriyet Yayınları.

  11. Ovat, Fuat. Köy Enstitüleri. Web adresi: www.ogretmenlersitesi.com

  12. Polat (Mihneti), V.Emekçinin Türküsü, Ankara, 1979, Aşık Matbaası.

  13. Sarıhan, Zeki. Cumartesi söyleşileri. Köy Enstitüleri Sınıf Bilincini Geliştirdi. Öğretmen Dünyası Dergisi. sayı 243, 2000

  14. Şengör, A.M.C. Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması. Ankara, 2003. Tübitak Yayınları.

  15. Türkoğlu, Pakize. Tonguç ve Enstitüleri. Mart 2000. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

  16. Yücel, Hasan Ali. 1993. Milli Eğitimle İlgili Söylev Ve Demeçler. T.C. Kültür Bakanlığı Türk Klasikleri.

  17. Köy Enstitüleri Bülteni. Sayı 3, 2003. Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı.

  18. http://www.egitimsen.org.tr

  19. http://www.meb.gov.tr

  20. Köy Enstitüleri ve Çoklu Zeka. Web sitesi: http:// yayim.meb.gov.tr


Yüklə 168,16 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin