Kur’ÂN'in tüRKÇe meâLİ



Yüklə 3,65 Mb.
səhifə30/30
tarix08.01.2019
ölçüsü3,65 Mb.
#92052
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   30

Bilinen aylar

Geleneksel açıklamalarda, ayetteki “bilinen aylar” ifadesi hakkında; “Şevval, Zülkade ve Zülhicce” aylarıdır, “Şevval, Zülkade ve Zülhicce'nin ilk on günüdür.” tarzında farklı anlayışlar ortaya konmuştur. Bu anlayışlar, bir bakıma Kur’an inmeden önceki anlayışın devamıdır. Uzun yıllardan beri de hacc, maalesef sadece “zilhicce” ayında uygulanmaktadır.

Rabbimiz, Bakara/ 197. ayetten (422. necm)açık olarak anlaşıldığı gibi, hacc için ayları (en az üç ay) kapsayan bir süreç öngörmüştür. Bu demektir ki, Müslümanlar bir “Hacc organize komitesi veya Hacc emiri” oluşturacaklar, bu kurum Hacc dönemlerini belirleyerek ilan edip herkese bildirecek, herkes de ilan edilen dönemlerde gidip Komite’ye veya Emir’e teslim olacaktır.

 Hedy

Hedy, “hacc yapanların yiyeceğini karşılamak için Ka’be’ye sevk edilen (hediye olarak gönderilen) canlı hayvan” demektir. Kur’an’ın indiği çağda Arabistan coğrafyasında en uygunu canlı hayvandır.

İhram

 Hem Bakara/ 196. Ayetinin (422. necm) ifadelerinden, hem de Maide; 1,2, 95, 96. Ayetlerinden (672 ve 690. No.lu necmler) anlaşıldığına göre; hacc yapan kimse, başını tıraş etmeyecek, refesten (kötü, çirkin söz, cinsel ilişki), küçük suç-büyük suç işlemek, kavga-düşmanlık gibi davranışlardan uzak duracak ve de avlanmayacaktır.

 İşte bu hükümler literatüre “ihram (yasaklama)” adıyla girmiştir. Ama “ihram” aynı zamanda şekilsel olarak da bir anlam kazanmış, dikişsiz, kefen benzeri bir giysinin de adı olmuştur. Bunun sebebi; hacca niyet etmiş, gelip hacc emirine teslim olmuş, İbrahimî eğitim alan kişilerin; iş, mevki, sosyal sınıf, ırk, cinsiyet, mal, mülk, çoluk çocuk gibi varlıklarını, kısaca bundan önceki hayatlarını; mal ve evlatlarını geride bırakıp İbrahim peygamber gibi “Ben Rabbime; Rabbime hizmete gidiyorum” demeyi sembolize eder. Bunların yapılmaması ise, işi ciddiye almamak bir nevi askerin üniformasını çıkarıp askerden kaçması mahiyetindedir. O nedenle de keffaret öngörülmüştür. Keffaret sayesinde kişi, işin önemini kavrayabilecektir.

 

Arafat ve el Meş’aril Haram (müzdelife)



 

Rabbimiz Bakara/ 198. Ayette (422. necm); hacc görevini yerine getiren müminlere “Artık Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da hemen Allah’ı anın” buyurmaktadır. Bu emri uygulayabilmek için de, “Arafat” ile “Meş’ar-i Haram” ifadelerini iyi anlamak gerekmektedir.



Arafat

Arafat sözcüğü “bilgi, irfan” anlamındaki “arf” sözcüğünün türevlerindendir. Bilindiği gibi “Arafat”, Mekke civarında bir bölgenin adı olarak meşhurlaşmıştır. Aslında Kur’a’da Arafat, “Öğretmen ve öğrencilerin bulundukları yerler; eğitim öğretim merkezleri”dir. hacc döneminde, Mekke civarında sabit veya seyyar olarak oluşturulan ve oluşturulacak olan tüm eğitim-öğretim merkezlerini kapsar.



Meş’ar-i Haram

Ayetteki “Meş’ar-i Haram” ifadesi “el Meşar’il Harami” diye marife (belirtili) olarak gelmiştir, sanki özel isim hükmündedir. Anlamı, “dokunulmaz, bilgilenilen-bilinçlenilen yer” demektir. Burası, Arafat bölgesi ile Mina bölgesi arasındaki bölgenin adıdır (bazıları bir bölümünün adı olabilir demişlerdir).

Rabbimizin “Artık Arafat’tan ayrılıp akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da hemen Allah’ı anın” emrinin gereği; Mekke civarında oluşturulmuş olan okullardaki müminlerin, belirlenmiş sayılı günlerde akın akın MEŞ’AR-İ HARAM’a gelmeleri ve orada topluca “Allah Anma” merasimi yapmalarıdır.

 

Allah’ın zikri

 

“Zikrullah = Allah'ın anılması”, halk arasında uygulandığı şekliyle elde tespih, dil ile "Allah, Allah …" demek değildir. “Zikrullah = Allah'ın anılması”; Allah'ın, biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip (karşılık ödeyip) nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmaktır.



Sayılı günler

 

Rabbimiz Bakara/ 203. ayette(422. necm) “Ve Allah’ı sayılı günlerde  anın.” diye buyurmaktadır. Rabbimizin burada konu ettiği “sayılı günler” ifadesi hem çoğul hem de nekredir (belirtisizdir). Dolayısıyla, bu günlerin hangi günler olacağı, yine Hacc Organize Komitesi tarafından, Hacc Emiri’i tarafından belirlenecektir.



 

Bara’e (ültimatom); sonuç bildirgesi

 

Bilindiği üzere Rasülüllah, hicri 10. yılda bizzat kendisinin de katılımı ile hacc yapmış ve onun katılması sebebiyle bu hacca “Hacc-ı ekber (En büyük hacc)” adı verilmiştir. Nakillere göre bu hacca, sayıları yüz on dört bin civarında Müslüman katılmıştır. Bu hacc’ın sonuç bildirgesini ise bizzat Rabbimiz, Tevbe suresinin ilk on dokuz ayetini (695. Nolu necm) indirerek yapmıştır.



Hacc konusu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi Tebyinül’Kur’an’da verilmiştir.


341Bu pasajda da âyetleri, anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

342Oruç, “yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak” demektir. “Konuşmama” maddesi dikkate alınmadan tutulan oruç, İslâm dininde, insanı takvâya/Allah'ın koruması altına ulaştırmak için öngörülen oruç değildir. Zorunlu işi olanlar ve hastalar oruç tutmak zorunda değildir; ama tutanlar doğru dürüst tutmalıdırlar.

343Bu pasajda da âyetleri, anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

344“Kocanın, yemin, adak veya şarta bağlayarak, belirli veya belirsiz bir süre kendisini eşiyle cinsel ilişkiden menetmesi” anlamında bir terim olan îlâ, evlilik akdinin sona ermesine yol açabilen bir yemin türüdür. Eşlerine kızan erkekler bu yolla kadına eziyet ederlerdi.

İslâm'dan önce Hicaz yöresi Arapları tarafından bir boşama yöntemi olarak da uygulanan îlâ, genellikle uzun vadeli veya süresiz olması nedeniyle, kadını baskı altına almak, ona sıkıntı ve zarar vermek için kullanılmaktaydı. Çünkü karısına îlâ yapan erkek kocalık görevini yapmaz, îlâ süresinin sonuna kadar evlilik akdi devam ettiği için kadın boşanmış da sayılmaz, bunalım içinde günlerini geçirirdi. Kur’ân bu zulme son vererek, îlâ'yı dört ay ile sınırladı. Koca bu süre içinde ya kefâret vererek eşine dönecek, ya da dört aylık süre dolunca evlilik sona erecektir. İslâm dini, aile hukukuyla ilgili bu ve benzeri birçok hususta yeni ilkeler ve köklü çözümler getirmiş, erkeğin ailedeki mutlak hâkimiyetini ortadan kaldırmıştır.



345Kur’ân'a göre mehir; kadının “geçim sigortası”dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, onun –sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda “iddet” süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz, tecavüz ve sarkıntıya uğramak riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir. Konunun ayrıntıları için bkz. Tebyîn.

346Bu âyetle, es-salâtu'l-vusta olarak zikredilen salât, “Cuma/toplantı günü yapılan salât”tır. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.

347Bkz. 246 nolu not.

348Riba kelimesi; “artma, çoğalma, şişme” demektir. Riba, Türkçe'deki “faiz” anlamına geldiği gibi, bir hukuk terimi olarak, değiş-tokuştaki “karşılıksız fazlalık” anlamında kullanılmaktadır. Yani riba, sadece parasal işlemlerdeki fazlalıkları değil, mal takası işlemlerindeki fazlalıkları da kapsar. Allah'ın yasakladığı er-riba, herhangi bir masraf veya hizmet karşılığı olmadan alınan, yani ödeyenin kazancına risksiz bir şekilde ortak olmak anlamına gelen ribadır. Başka bir deyişle Allah, “karşılıksız” ve “risksiz” olan “fazla”yı yasaklamıştır. Riba ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Tebyînu'l-Kur’ân.

349Burada konu edilecek savaş ve savaş esanasındaki olaylar, Bedir savaşı'yla ilgilidir. Medîne'nin güney-batısında, Medîne'ye 120, Kızıldeniz'e ise 20 km. mesafede bulunan Bedir, baharat yolu konak yerlerinden biridir.

Mekke müşrikleri, Medîne'ye yerleşen Rasûlullah ve arkadaşlarının tekrar geleceklerinden korktukları için zaman zaman bazı çeteler yollayıp onlara zarar vermekteydiler. Ayrıca Medîne'de, Rasûlullah ve mü’minlerin Medîne'ye gelişinden rahatsızlık duyan bir kesim; bunların başında da o günlerde taç giyip kral olmak üzere olan, Rasûlullah'ın gelişiyle unutulan– Abdullah b. Übey b. Selül vardı. Zira Medîne halkı, Abdullah b. Übey b. Selül yerine Rasûlullah'ı devlet başkanı yapmışlardı.

Halkın bu tercihi ve akrabalarından birçoğunun Müslüman olması nedeniyle Abdullah b. Übey b. Selül, Müslümanlara katılmanın kendisi ve arkadaşları için daha uygun olacağına karar vererek görünürde Müslüman oldular. Böylece Medîne'de münâfıklık hareketi başladı.

Mekke yönetimindeki kinci müşrikler, Medîne'deki dostları Abdullah b. Selül ile işbirliği yaparak Rasûlullah ve arkadaşlarını Medîne'den çıkarmayı, hatta onları yok etmeyi plânladılar ve Abdullah b. Übey b. Selül'e şu mektubu yazdılar: “Siz bizimkileri barındırdınız. Siz ya Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut da biz topluca üzerinize saldırır, erkeklerinizi öldürüp kadınlarınızı esir alırız.”

Bu mektuptan sonra Mekke müşrikleri ile Medîne münâfıkları işbirliği yaptılar. Buna göre Rasûlullah ve mü’minler öldürülecek veya Medîne'den sürüleceklerdi.

Rasûlullah ve mü’minler bu plânı öğrendiler ve karşı tedbir almaya başladılar. İşte bu dönemde Allah mü’minler için yeni strateji belirliyor; fitne, haksızlık ve yeryüzünde kargaşanın ortadan kalkması için gerektiğinde savaşmaları [ölmeleri ve öldürmeleri] gerektiğini bildiriyordu. Artık mü’minler, dinlerini, canlarını ve yurtlarını korumak için savaşmak zorundaydılar.

Bu esnada Mekkeli müşrikler Müslümanları tehdit ediyor, Medîne yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikler yoluyla onlara zararlar veriyorlardı. Son olarak da Mekke müşriklerinin ortaklığıyla oluşturulan ve Ebû Süfyân tarafından idare edilen bir ticaret kervanını Sûriye'ye gönderdiler; amaçları bundan elde edilen kâr ile savaş hazırlığı yapmak ve Müslümanlara son darbeyi indirmekti.

Bunu haber alan Rasûlullah (s.a), durumu ashâbıyla istişare etti. Sözkonusu ervanın Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararlaştırılıp –83'ü Muhâcirlerden, 61'i Evs'den, geri kalanları da Hazrec'den olmak üzere toplam– 305 kişilik bir ordu hazırlandı. 3 atları ve 70 develeri vardı.



350Kur’ân indiği dönemin en mükemmel savaş araçları olan “atları”, bugün, “hava filoloları, uçak gemileri, kıtalar arası füzeler, nükleer silâhlar vs.” olarak anlamak gerekir.

351Bkz. 8 nolu not.

352Hristiyanlığın yanlış inançlarının deşifre edildiği bu pasaj, Necran'dan Medîne'ye gelip Rasûlullah ile tartışan bir heyet hakkında inmiştir.

353Bu pasajı, teknik ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

Burada İsa peygamberin israiloğullarına gönderilişi ve gönderiliş nedenleri açıklanıyor. Musa ve Harun peygamberler, hem israiloğullarına vahyi, tevhidi öğretmek hem de israiloğullarını Mısır´daki esaretten kurtarmak için gönderilmişlerdi. Buradaki pasajda İsa peygamberin vahyi tebliğ etmesiyle birlikte israiloğullarını salgın halde kuşatmış olan hastalıklardan kurtarmak, onlara karşı önceden önlem almak ve onlara rahat bir geçim sağlatmak için;  koruyucu hekimlik, göz hekimliği, cilt hekimliği ve sağlıklı gıda tüketimi ve konserve, turşu, pekmez, salamura yapımı, arpa, buğday,  kuru bakliyat stoklaması ve bunların nem ve haşereden korunmasının öğretilmesi  gibi görevlerle gönderildiği  özet olarak açıklanmaktadır.

 Bizim "şüphesiz ben, sizin için, çamurdan; kilden; seramikten kuş şekli gibi bir şey; "buhurdan (tütsülük") tasarlarım" diye çevirdiğimiz ayetteki "tasarlarım" fiilinin tümleci ayetin orijinalinde yer almamış bu paragrafın söz akışı içinde okurun takdirine bırakılmıştır. Ayette "kuş figürü", " kuş maketi" yaparım denilmeyip "kuş şekli, kuş figürü, kuş maketi gibi bir şey" yaparım denilmektedir. Ki burada İsa´nın kuş şeklinde kilden buhurdanlık yapıp, içerisine koyduğu baharata  üfleyerek, çıkan duman ve koku ile göz hastalığı vs.ye neden olan sivrisinek, karasinek gibi böcekleri çevreden uzaklaştırdığı açıklanmaktadır. Bu gün mevcut olan seramik buhurdanların çoğunun kuş şeklinde olduğu aşikardır.

Yine ayette "feyekünü (oluverir)" fiilinin öznesi de yer almamış bu da söz akışından anlaşılmaya bırakılmıştır.



 Ayetlerin lafzi manalarından anlaşılan bu gerçekler yakın zamanda deşifre edilen Esseniler´e ait Kumran yazıtlarıyla da teyit edilmektedir. Anlaşılan o ki, İsa doğduğu toplumdan ayrılmış, esensiler arasında tıp ve gıda üretim ve korunmasına yönelik eğitim almış ve olgunluk çağında israiloğullarına peygamber olarak gönderilmiştir. (KUMRAN YAZITLARI: Cilt Hastalığının Teşhisi:[4Q266, böl. 6 i (4Q272 1, 273 4 ii, 269 7), 4Q266, böl. 6], Hasat Toplama ve Harç İle İlgili Kurallar :[4Q271, böl. 2 (4Q269, böl. 8 i-ii; 270, 3 iii)], Savaşın Kitabı: [4Q285, 8. böl.], Savaşın Kitabı: (11Q14), Tapınak Parşömeni: [(11QT=11Q19-21, 4Q365a, 4Q524), XLVI, XLVIII, XLIX], Tohorot (Saflıklar): (4Q274 3 i-ii), Hasat Toplama: [(4Q284a) Bölüm 1]“Ölü Deniz Parşömenleri Kumran Yazıtları” Geza VERMES Çev. Nurfer ÇELEBİOĞLU)

354Burada (121-122, 140-144, 155-157, 165-168. âyetler,) Uhud savaşı'nın nedenleri ve sonuçları ile ilgili kısa bilgiler verilir. Konuya dair ansiklopedik düzeyde bilgi yararlı olur.

355Bu âyetle, Arap câhilî örfündeki bir uygulama [zıhar] ortadan kaldırılmaktadır. Arap örfüne göre bir erkek, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, “Sen bana anamın sırtı gibisin” derdi. Bunun üzerine aralarındaki aile bağları kopmasa bile helâl kabul edilmezdi. Ancak tam anlamıyla boşanmış da sayılmadığı için kadın, başka bir yol seçemez, çileye mahkum olurdu. Buna Mücâdele/1-4'de (641. necm) değinilmiştir.

356Bu âyetler, H. 5. yılda meydana gelen Hendek savaşı'na değinmektedir. Bedir savaşında olduğu gibi bu savaşta da Allah açık mucizeler yaratmıştır. Bu pasajda, Hendek ve Benû Kurayza savaşlarının bazı sahnelerine değinilmiştir. Hem pasajı doğru anlamak, hem de olayın ayrıntılarını öğrenmek açısından Hendek savaşı ile ilgili ansiklopedik bilgi sahibi olunması çok iyi olur.

Ahzâb, “hizipler” [karşıt gruplar, partiler] demek olup bununla, Müslümanlarla savaşmak için birleşen Mekke, Gatafan, Benî Kurayza ve diğer Arap kabileleri (birleşik müşrik grupları) kastedilmiştir.

357Zeyd, Kelb kabilesindendir. Çocuk yaşta kabile savaşlarında esir alınıp Ukaz pazarında köle olarak satıldı. Hatice'nin yeğenlerinden Hâkim b. Hizâm Zeyd'i satın alıp Mekke'ye getirdi ve halasına hediye etti. Rasûlullah Hatice ile evlendiğinde Zeyd'i eşinin hizmetinde buldu. İyi davranışlarından ve hâlinden hoşlandığı için onu eşinden istedi. Böylece bu şanslı çocuk bir kaç yıl sonra kendisine peygamberlik verilecek olan bu mükemmel insanın hizmetine girdi. Zeyd o sırada 15 yaşındaydı. Sonraları babası ve amcası onun Mekke'de olduğunu öğrendiklerinde, Muhammed'e geldiler ve fidye karşılığı oğullarını geri almak istediler. Muhammed, “Çocuğa soracağım; sizinle mi gidecek, yoksa benimle mi kalacak, buna kendisi karar verecek. Eğer benimle kalmayı tercih ederse, ben benimle kalmayı seçen birini geri göndermem” dedi. Onlar da, buna razı oldular. Zeyd Rasûlullah'ın yanında kalmayı tercih etti. Muhammed hemen Zeyd'i azat etti ve Ka‘be'de bir grup Kureyşli önünde, “Şâhit olun, şu andan itibaren Zeyd benim oğlumdur. Ben ona vârisim, o da bana vâristir” diye ilan edip Zeydi evlat edindi. Bundan sonra o, Zeyd b. Muhammed diye çağırılmaya başlandı. Tüm bunlar Muhammed'e peygamberlik gelmeden önce olmuştu. Daha sonra Muhammed elçilik ile görevlendirilince o'na inanan ilk dört kişiden biri oldu. Zeyd o sıralarda 30 yaşındaydı ve 15 yıl boyunca Rasûlullah'a hizmet etmişti. H. 4. yılda Rasûlullah onu halasının kızı Zeyneb'le evlendirdi.

358Kur’ân'ı koruyarak, korutarak bundan sonra yeni bir kitap indirmeyecektir. Yeni bir kitap indirilmeyeceğine göre, yeni bir elçi de gönderilmeyecektir demektir.

Allah, Muahammed'i (a.s) son peygamber yapmış ve böylece elçi gönderme uygulamasına son vermiştir. Ancak elçinin görevi olan, uyarı, müjdeleme, öğüt verme, ma‘rûfu emretme, münkerden nehyetme görevlerini, –Bakara/143 (421. necm), Âl-i İmrân/104, 110 (494. necm) ve Hacc/78'den (638. necm ) açıkça anlaşılacağı üzere– bu ümmete vermiştir.



359Bkz. 345 nolu not.

360Bkz. 303 nolu not.

361Bkz. 303 nolu not.

362Resmi Mushaf'taki 73. âyeti, teknik ve anlam bilgisi gereği 63. âyet ile birleştirdik. Ayrıntılar için bkz. Tebyîn.

363Bkz. 345 nolu not.

364Bkz. 303 nolu not.

365Bkz. 345 nolu not.

366Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Tebyîn.

367Bkz. 303 nolu not.

368Bkz. 345 nolu not.

369Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.

370Bkz. 303 nolu not.

371Cünüb sözcüğü, “uzak olan/kopuk” anlamına gelir. Nisâ/43 ve Mâide 6 âyetleri ışığında değerlendirildiğinde bu sözcüğün, “şehvetin kabarması, nefsin uyanması sebebiyle hayattan kopuk olan, dengesini yitirmiş, sağduyulu davranamayan” demek olduğu anlaşılır. Zira bu hâldeki insan; hayattan, dünyadan kopuk olur, sağduyusunu yitirir. Buradan anlaşılan odur ki cünüplük; meninin gelmesi ile yıkanma arasındaki hâl değil, şehvetin kabarması ile meninin inmesi arasındaki gergin hâldir.

372Yahudilerden tefekkür günü nedeniyle imtihana çekilen toplum, A‘râf sûresi'nde konu edilmiştir.

373Bkz. 246 nolu not.

374Bkz. 246 nolu not.

375Bu ifadeler, genellikle “hayvanları burmak, insanları iğdiş etmek” vs. şeklinde anlaşılmıştır. Ama burada konu edilen bozma'nın, “varlıkların genleriyle oynamak, insanların yararlanması için yaratılmış ay, güneş, taş, toprak vs. gibi varlıkları kutsallaştırarak ilâhlaştırmak, sırtlarına binilsin, etleri yenilsin diye yaratılan hayvanları haramlaştırmak, Bahire, Sâibe, Vasîle ve Ham gibi hayvanları kutsallaştırmak, meşru cinsel sınırın dışına çıkarak homoseksüellik ve lezbiyenlik yapmak, mâzeretsiz hitan/sünnet yapmak, kısacası doğayı, doğadaki dengeyi bozmak” şeklinde geniş manada anlaşılması daha uygun olur.

376Bkz. 333 nolu not.

377Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.

378Bu pasajı, –teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği– Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Tebyîn.

379Bu pasajın âyetlerini, –teknik ve anlam bilgisi gereği– Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıca Resmi Mushaf'taki Zilzâl sûresi'ni de, 172. âyetin durum zarfı olarak verdik. Ayrıntılar için bkz. Tebyîn.

380Bu pasajı, teknik ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

381Bkz. 8 nolu not.

382Bkz. 37 ve 52 nolu notlar.

383Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.

384Bu pasajı, teknik ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

385Bu pasajı, teknik ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

386Bkz. 49 nolu not.

387Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.

388Bkz. 450, 452, 514 ve 601 nolu necmler.

389Bu pasajda, mü’minlerle yaptıkları antlaşmalara ihanet eden, Mekkeli müşrikler ve yerli münâfıklar ile işbirliği yapan Yahudi kabilelerinin Medîne'den sürgün edilişleri konu edilmektedir. Pasajı okurken bu tarihi arka plân dikkate alınmalı ve ansiklopedik düzeyde de olsa bu olaya ait bilgi sahibi olunmalıdır.

390Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Tebyîn.

391“İfk” hâdisesi, münâfıkların Rasûlullah'ı ve mü’minleri yıpratmak, İslâm toplumunu parçalamak, başta Ebû Bekr olmak üzere Rasûlullah ile yakın arkadaşlarının arasını açmak, Muhâcirler ile Ensâr'ı birbirine düşürmek amacıyla Rasûlullah'ın aile mahremiyetini hedef alarak, bölge ve kabile taassubunu kullanmak sûretiyle başvurdukları bir menfî propaganda ve karalama hareketidir. Bu hareket başarılı olmuş, iki Müslüman grubu birbirlerine karşı kılıca sarılacak hâle getirmiştir. Olaylar Rasûlullah'ın müdahalesi ile önlenmiştir. Konunun ayrıntıları için bkz. Tebyîn.

392Bu pasajı, teknik ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik.

393Bkz. 303 nolu not.

394Bkz. 303 nolu not.

395Âyetin lafzî çevirisi, “Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen semaya bir sebep uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?” şeklindedir. Kur’ân âyetleri dikkate alındığında, semaya yönelme'nin, “Allah'ın rahmetini beklemek olduğu ve Allah'ın göklerden iyilik yağdırdığı” anlaşılır. Konunun ayrıntılı incelemesi için bkz. Tebyîn.

396Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Tebyîn.

397Bkz. 355 nolu not.

398Buradaki, “kendilerini olduklarından daha büyük göstermelerinin” istenmesi, savaş vs. gibi olağandışı durumlarda hasımlara korku verebilmek için uygulanacak bir stratejidir. Yoksa bulundukları yerden kalkıp gitmek değildir.

399Bkz. 91 nolu not.

400Burada Hudeybiye Barış Antlaşması ve Rıdvan Bitati'nden bahsedilmektedir. Hicretin üzerinden 6 yıl geçmiş ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı. Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Ensâr'da da Ka‘be'ye karşı özlem oluşmuştu. Bu nedenle Rasûlullah, Mekke'ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi. Zilkâde'nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi ile Mekke'ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar. Durumu öğrenen Mekkeli müşrikler, ne pahasına olursa olsun Rasûlullah'ı Mekke'ye sokmama kararı aldılar ve o'nun Mekke'ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak için de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler. Bu arada Rasûlullah ile mü’minler Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi. Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin tutumunu öğrenmek için Mekke'ye, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be'yi ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildiren bir elçi gönderdi. Buna rağmen müşrikler devesine vurup elçiyi yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan bazı kimseler araya girip elçiyi kurtardılar. Elçi geri dönerek durumu Rasûlullah'a anlattı. Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke'ye girmesini kendileri için büyük onursuzluk sayıyor ve Arapların gözünden düşeceklerini düşünüyorlardı. Mekke'de hâlâ hatırı sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman'ın elçi olarak gönderilmesi önerisi üzerine Rasûlullah Osman'ı Kureyş'e gönderdi. Osman, önce Rasûlullah'ın mesajını iletti ve, “Biz muharebeye gelmedik, yalnızca umre yapmak için geldik” dedi. Kureyşliler Osman'a, “İstersen Ka‘be'yi tavaf et; ancak hepinizin Mekke'ye girmesine ve Ka‘be'yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Reddetmesi üzerine de Osman'ı Mekke'de alıkoyup göz hapsinde tuttular. Müslümanlar arasında, Osman'ın öldürüldüğü şayiasının çıkması üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün mü’minler, ölüm pahasına da olsa savaştan kaçmamak üzere o'na biat ettiler. Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden hareketle bu biata, “Biatu'r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biat esnasında altında durulan ağaca da “Şeceretu'r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir. Sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşıldı. Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler Müslümanları Mekke'ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be'yi ziyarettir, umre yapmaktır. Kureyşliler savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış öneriyordu. Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü'nün kararlılığı yüzünden savaşı göze alamayarak; Osman'ı ve Mekke'deki bir kısım Müslümanı serbest bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr'ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Rasûlullah'a gönderdiler. Burada “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı. Buna göre; 1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl savaşmayacaklar. 2) Müslümanlar bu yıl Ka‘be'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silâh taşımayacaklar. 3) Mekke'den birisi Müslüman olarak Medîne'ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medîne'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecek. 4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklar.

Şartlarının, görünüşte Müslümanların aleyhine olması sebebiyle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar ve Rasûlullah'a, “Sen Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hak dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye serzenişte bulundular. Hudeybiye'de 19 gün kalındıktan sonra Medîne'ye doğru yola çıkıldı. Yolda, bu sûre indi.



401Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Tebyîn.

402Bkz. 345 nolu not.

403103. âyetteki, Allah bahîre'den, sâibe'den, vasîle'den ve hâm'dan hiç birini kılmamıştır. Ancak inkâr eden kimseler, Allah'a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve onların pek çoğu akıl erdirmez ifadesiyle, câhiliye Araplarının bazı dinî inançları reddedilmektedir. Câhiliye Araplarının hayvanlar ile ilgili birçok bâtıl inançları bulunuyordu: Şöyle ki: BAHÎRE: Araplar, dişi deve beş kez doğurduğu zaman, ona binmeyi ve sırtına yük yüklemeyi haram sayarlar; yünlerini de kesmezlerdi Beşinci yavrusu erkek olursa kurban ederler, dişi olursa kulaklarını yararlardı. Bu onun adandığını gösterirdi. SÂİBE: İçlerinden biri hastalandığında, ya da bir şeyi kaybolduğunda veya acı bir durum baş gösterdiğinde bir deveyi salıvermeyi adarlardı. Hasta iyileştiğinde veya kayıp olan şey bulunduğunda yahut acıklı durumdan kurtulduklarında deveyi azat eder; ona yük vurmazlar, sırtına binmezler ve onu kesmezlerdi. Onu başıboş salıverirlerdi. VASÎLE: Koyun, biri erkek biri dişi olmak üzere ikiz doğurduğunda erkeğini boğazlamazlar, “Kız kardeşi ona ulaştı” derlerdi. Bu tür koyunlara da vasîle derlerdi. HÂM: Bir erkek devenin sulbünden on tane deve dünyaya geldiğinde ya da bu deve, yavrusunun yavrusunu gördüğünde (yani, dede olduğunda), ona yük vurmazlar ve onun sırtına binmez, “Kendini korudu” [himaye etti] derlerdi.

404En büyük hac, Peygamber'in de katılıp bizzat yönettiği hacdır.

405Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.

406Huneyn, Mekke ile Tâif arasında, Tihame bölgesinde geniş bir vâdidir. Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlarla Havazin müşrikleri burada savaşmıştı.

407“Erteleme, geciktirme” demek olan nesî, Arapların haram aylara riâyet etmekten kaçınmalarını, yozlaştırma çabalarını ifade eder.

408Bu âyetlerde mü’minlere sitem edilmekte, münâfıkların ve keyif düşkünü kimselerin davranışları kınanmakta ve Müslümanlara; herhangi bir özür beyân etmeden ağır ve hafif olarak her şartta Allah yolunda malları ve canlarıyla çaba harcamaları etmeleri emredilmektedir.

Bu pasajda konu edilen Tebük seferi, (–Tebük, Medîne ile Şam arasında, suyu ve hurmalıkları bol olan bir yerin adıdır–) hicrî 9. yılda, Şam'da toplanan 40.000 kişilik Bizans ordusuna karşı çarpışmak üzere Medîne'den Şam'a doğru düzenlenen askerî bir harekettir. Konunun iyi anlaşılması için Tebük seferi ile ilgili ansiklopedik düzeyde bilgi sahibi olunması gerekir.




Yüklə 3,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   30




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin