"İşte bu yüzden bütün vardiyaların bir araya gelmesi ve bilgilerini birleştirmesi..."
"Bunu bir şeye bağlayacak mısın?" diye sordu başatusta sinirli bir şekilde. Başağrısı midesini bulandırmaya başlamıştı.
"Şey, evet." Limbeck huzursuz bir tavırla gözlüklerini taktı. "Bunları düşünüyordum ve halkın anlamasını nasıl sağlayacağımı merak ediyordum. Nereye gittiğime dikkat etmiyordum. Sonra çevreme baktım ve Het kasabası sınırlarını aştığımı fark
ı-î EJDEK
ettim. İnanın, tamamen kazara oldu bu! " ''
"O sırada fırtına yoktu ve biraz çevreme bakınıp, başımı soktuğum derdi biraz unutayım, diye düşündüm. Yürümek zordu ve sanırım bastığım yere dikkat etmeye yoğunlaşmıştım, çünkü birden fırtına koptu. Korunaklı bir yere ihtiyaç duydum. Yerde yatan büyük bir nesne gördüm ve ona koştum.
"Sayın Yargıç," dedi Limbeck kalın gözlüklerinin ardından başatustaya göz kırpıştırarak, "bunun bir Welf ejder gemisi olduğunu fark ettiğimde nasıl şaşırdığımı tahmin bile edemezsiniz."
Ciyakanlatanlardan yankılanan sözcükler, Fapprika'da yinelendiler. Gegler kıpırdanıp kendi aralarında mırıldandılar.
"Yerde mi? Olanaksız! Welfler asla Drevlin'e inmezler!" diye haykırdı başpapaz dindar, kendini beğenmiş ve memnun bir tarzda. Başatusta huzursuzdu, ama -kalabalığın tepkisine bakılırsa- artık bu duruma engel olması mümkün değildi. "İnmemişlerdi," diye açıkladı Limbeck. "Düşmüşlerdi..." Bu, duruşma salonunda sansasyon yarattı. Başpapaz ayağa ** fırladı. Gegler heyecanlı seslerle konuşuyor, çoğu "Susturun şunu!" diye bağırıyordu ve diğerleri "Sen kes sesini! Bırakın konuşsun!" diye yanıt veriyordu. Başatusta bekçilere işaret etti. Bekçiler "gökgürültüsü"nü salladılar ve düzen sağlandı.
"Bu Yargı bozmasının hemen durdurulmasını talep ediyorum!" diye gümbürdedi başpapaz.
Başatusta da tam olarak bunu yapmayı düşünüyordu. Duruşmayı şimdi sona erdirmek üç şeyle sonuçlanacaktı: onu bu çılgın Geg'den kurtaracak, başağrısını durduracak ve organlarında kan dolaşımını yeniden canlandıracaktı. Fakat ne yazık ki yurttaşlarına, kilise karşısında gerilediği fikrini verecekti, artı, bacanağı bunu unutmasına asla izin vermeyecekti Hayır, şu
Limbeck'in devam edip diyeceğini demesine izin vermek daha iyi olacaktı. Kuşkusuz kendi ipini hazırlaması uzun sürnıe-yecekti.
"Ben hükmümü verdim," dedi başatusta korkunç bir sesle, kalabalığa ve başpapaza dik dik bakarak. "Ve bu hüküm geçerli!" Dik bakışlarını Limbeck'e kaydırdı. "Devam et."
"Aslında geminin gerçekten düşüp düşmediğini kesin olarak bilmiyorum," diye beyanını değiştirdi Limbeck, "ama düştüğünü tahmin ettim, çünkü kayaların üzerinde kırık ve hasar görmüş bir biçimde yatıyordu. Çevrede, gemiden başka sığınabileceğim bir yer yoktu. Dış derisinde büyük bir delik vardı, ben de içeri girdim."
"Söylediğin doğruysa, Welfler cüretine karşı seni çarpmadığı için şanslısın!" diye haykırdı başpapaz.
"Welfler pek beni çarpabilecek durumda değildi," diye ya- , •, nıt verdi Limbeck. "Bu, sizin deyişinizle ölümsüz Welfler -ölmüştü."
Öfke bağırışları, korku haykırışları ve bastırılmış bir alkış Fapprika'da yankılandı. Dehşet içindeki başpapaz sandalyesine çöktü. İddia Sesi onu mendiliyle yelpazeledi ve bir bardak su için seslendi. Başatusta dimdik oturdu ve kendini koltuğuna sıkıca, çıkılamaz bir biçimde sıkıştınnayı başardı. Düzen sağlamak üzere ayağa kalkamadığından, tek yapabildiği yerinde kıvranmak, öfkeden tütmek ve kendisini kaldırmaya çabalayan bekçileri körleştirerek parlayanlambasını sallamak oldu. "Beni dinleyin!" diye bağırdı, kalabalıkları bastıran sesiyle. Esin geldiği zaman, GGIBIT'teki hiçbir konuşmacı, Jarre dahil, Limbeck kadar etkili ve karizmatik olamıyordu. Tutuklanmasına izin vermesinin sebebi bu konuşmaydı. Belki de bu, mesajını halkına aktarması için son şansıydı. Bu yüzden, şansını so
II'.
nuna kadar kullanmalıydı.
Demirden varilin üzerine fırlayarak ayağının altındaki kâğıtları dağıttı ve kalabalığın dikkatini çekmek için kollarını salladı.
•• "Yukarı âlemden gelen bu Welfler, bizi inandırdıkları gibi tanrı değiller! Ölümsüz değiller, bizim gibi et, kan ve kemikten yapılmışlar! Biliyoaım, çünkü o etin çürüdüğünü gördüm. O parçalanmış enkazda cesetlerini gördüm. İ "Ve dünyalarını da gördüm. O 'harikulade cenneti' gördüm. Yanlarında kitaplar getirmişlerdi, bazılarına baktım. Ve orası gerçekten de cennet! Zenginlik ve ihtişam içinde yaşıyorlar. Hayal etmeye başlamayı ancak becerebileceğimiz bir güzellik içinde. Bizim terimiz, bizim emeğimizin sağladığı bir rahatlık içinde! Ve size şunu da söyleyeyim! Papazların söyleyip durdukları gibi, 'bizi buna değer bulurlarsa o dünyaya götürmeye' niyetleri de yok! Neden götürsünler ki? Burada bizi gönüllü köleler olarak kullanabiliyorlar! Burada pislik içinde yaşayıp, Yıksı-diksi'ye hizmet ediyoruz ki, onlar hayatta kalabilmek için ihtiyaç duydukları suya kavuşabilsinler. Bu sefil hayatımızın her gününde fırtınayla savaşıyoruz! Ki onlar bizim gözyaşlarımız sayesinde lüks içinde yaşayabilsinler!
"İşte bu yüzden diyorum ki," diye bağırdı Limbeck yükselen kargaşanın üstünden, "bu Yıksı-diksi hakkında her şeyi öğrenmeli, kontrolünü ele geçirmeli ve Welfleri, tann değil, bizler gibi ölümlü olan Welfleri, hakkımızı vermeleri için zorlamalıyız!"
Kargaşa patlak verdi. Gegler bağırıp çağırıyor, ittirip kaktırıyordu. Bilmeden serbest bıraktığı canavar karşısında şaşkına dönen başatusta -sonunda koltuğundan çıkmayı başardığında- ayaklarını yere vurdu ve parlayanlambasının arka ucunu
EJDEK. beton zemine öyle bir güçle vurdu ki, kuyruğunun ucunu heykelden kopardı ve ışığın sönmesine sebep oldu.
"Salonu boşaltın! Salonu boşaltın!"
Aynasızlar içeri daldı, fakat heyecanlı Geglerin Fapprika'yı terk etmeye ikna edilmeleri için bir süre geçmesi gerekti. Sonra koridorlarda biraz oyalandılar, fakat başatustanın şansına vardiya değişim düdüğü çaldı ve kalabalık dağıldı -ya Yıksı-diksi'ye olan görevlerini yerine getirmek, ya da eve gitmek üzere.
Başatusta, başpapaz, İddia Sesi, Limbeck ve yüzlerindeki boya dağılmış iki bekçi, Fapprika'da yalnız kalmışlardı.
"Sen tehlikeli bir genç adamsın," dedi başatusta. "Bu yalanlara..." w '••<*' '<'*' s'tft^.t'.A ;H!';H '"fimwf m! iM0L",Y" â&tK'Âfjt
"Onlar yalan değildi! Gerçekti! Yemin ederim..." H
"Bu yalanlara, elbette, halkımız asla inanmayacak, ama bugün gördüğümüz gibi, tekrarlandıklarında kargaşa ve huzursuzluk yaratıyorlar! Sonunu kendin hazırladın. Artık kaderin Yemleyen'in ellerinde. Malıkûmu yakalayın ve sessiz durmasını sağlayın!" diye emretti başatusta bekçilere. Bekçiler Lim-beck'i sıkıca, fakat isteksizce, sanki ona dokununca kirlene-ceklermiş gibi tuttu.
Başpapaz yavaş yavaş kapıldığı dehşetten kurtulmuş, yine kibirli ve dindar görünmeye başlamıştı. Bu ifade adil bir öfkeyle, günahın cezalandırılacağına, bedelin ödeneceğine ilişkin kesin bir kanaatle birleşti.
Daha yeni kan dolaşımı sağlanan ayaklarının üzerinde sendeleyerek yürüyen başatusta, başı zonklayarak Yemleyen heykeline doğru yöneldi. Bekçilerin arasındaki Limbeck takip etti. İçinde bulunduğu tehlikeye rağmen, her zamanki gibi merak içindeydi ve vereceği karardan çok, Yemleyen hey
kelinin kendisiyle ilgileniyordu. Başpapaz ile Ses, görmek için yaklaştılar. Defalarca eğilen, mırıldandığı duaları başpapaz tarafından saygıyla yinelenen başatusta, uzandı, Yemleyen'in sol elini yakaladı ve asıldı.
Yemleyen'in sağ elinde tuttuğu göz aniden kapanıp açıldı ve canlandı. Bir ışık parladı ve hareket eden resimler gözün içinden geçmeye başladı. Başatusta başpapaza ve Ses'e zafer dolu bir bakışla baktı. Limbeck büyülenmiş bir şekilde izliyor du. ,A5, ".!", >!,>',, J. ,
"Yemleyen bizimle konuşuyor!" diye haykırdı başpapaz, dizlerinin üzerine çökerek.
"Büyülü bir fener!" dedi Limbeck heyecanla, gözün içine bakarak. "Yalnız bu büyülü değil, Welflerin büyüsü gibi değil. Bu mekanik bir büyü! Yıksı-diksi'nin başka bir yerinde bundan bir tane bulmuştum ve içini açmıştım. Bu hareket edermiş gibi görünen resimler aslında içerideki ışığın çevresinde hızla dönüyor, böylece bakan göz aldanarak..." *>* "Sessiz ol, sapkın!" diye gürledi başatusta. "Hüküm verildi. Yenileyenler, seni ellerine teslim etmemizi emrettiler."
"Böyle bir şey dediklerini hiç sanmıyorum, Sayın Yargıç," diye itiraz etti Limbeck. "Aslında, ne dediklerinden pek emin değilim. Acaba neden..."
"Neden? Neden! Fırtınanın göbeğinde düşerken kendine neden diye sorabileceğin çok zamanın olacak!" diye bağırdı
Darral.
Aynı şeyi tekrar tekrar göstermekte olan büyülü fenere dalmış olan Limbeck, başatustanın söylediklerini tam olarak duymadı "Fırtınanın göbeği mi, Sayın Yargıç?" Kalın gözlük camlan gözlerini büyütmüş, Limbeck'e, başatustanın özellikle tiksindirici bulduğu, boceksı bir görüntü vermişti.
s
"Evet, Yenileyenler seni mahkûm etti." Başatusta eli tekrar çekti, göz kapanıp açıldı ve söndü.
"Ne? O resimlerle mi? Hayır, etmediler, Sayın Yargıç," diye tartışmaya başladı Limbeck. "Ne olduğundan emin değilim, ama bana inceleme fırsatı verirseniz..."
"Yarın sabah," diye sözünü kesti başatusta, "Terrel Fen basamaklarını ineceksin. Yenileyenler ruhuna merhamet et sin!" Topallayan ve bir eliyle hissizleşen arkasını, diğeriyle de zonklayan başını ovuşturan Darral Uzunkıyılı, topukları üzerinde döndü ve uzun adımlarla Fapprika'yı terk etti. ı
*•*"(.{ -ı
it').
ONİKİNCİ BÖLÜM
RAHM, DREVLIN AŞAĞI ÂLEM
Ziyaretçi," dedi anahtarçeviren, demir parmaklıklann ardın dan. -J
"Ne?" Limbeck karyolasında doğrulup oturdu. > *
"Ziyaretçin var. Kız kardeşin. Hadi, yürü."
Anahtarlar şıngırdadı. Kapatgaç tıkırdadı ve kapı açıldı. İr-kilen ve oldukça kafası karışan Limbeck karyolasından kalktı, anahtarçevireni ziyaretçi kazanına doğru takip etti. Bildiği kadarıyla Limbeck'in bir kız kardeşi yoktu. Tabii, evden aynlalı birkaç yıl olmuştu. Çocuk büyütmekten pek anlamazdı, fakat bir çocuğun doğması, ortalıklarda gezinmeye başlaması ve hapisteki abisini ziyaret edebilmesi için dikkate değer bir zamanın geçmesi gerektiği yönünde bir izlenimi vardı.
Limbeck gerekli hesaplamalan yaparken ziyaretçi kazanına girdi. Genç bir kadın öylesine bir güçle üzerine atladı ki, neredeyse Limbeck'i yere yıkacaktı.
"Ah, sevgili kardeşim!" diye haykırarak kollarını boynuna doladı. Genelde kardeşler arasında gösterilmesi beklenen sevgiden çok daha fazlasını gösteriyordu.
"Bir sonraki vardiyayı işaret eden düttürü-düdük ötene kadar zamanınız var," dedi anahtarçeviren sıkılmış bir sesle ve
kapıyı çarpıp, kapatgaçla kilitledi.
"Jarre?" dedi Limbeck, gözlerini kırpıştırarak. Gözlüklerini hücresinde bırakmıştı. '< >
"E, elbette!" dedi Jarre, ona sıkıca sanlarak. "Başka kim ola bilirdi ki?"
"Ben... emin değildim," diye kekeledi Limbeck. Jarre'yi gördüğüne çok memnun olmuştu, fakat kız kardeşini kaybettiği için küçük bir sızı hissetmekten kendini alamıyordu. Böyle bir zamanda, aile denen şeyin ne kadar rahatlatıcı olabileceğini düşündü. "Nasıl girdin buraya?"
"Odwin Vidagevşeten'in, fırlayansal vardiyalarından birinde çalışan bir kayınbiraderi var. Beni o bindirdi. Halkımızın esaretini," dedi Jarre, kollarını Limbeck'in boynundan gevşeterek, "kendi gözlerinle görmek seni de öfkelendirmedi mi?"
"Evet, öfkelendirdi," diye yanıtladı Limbeck. Jarre'nin de fırlayansal yolculuğu sırasında aynı duygulara kapılıp, aynı şeyleri düşünmesi onu şaşırtmıştı. Bunu sık sık yaşarlardı.
Jarre, büyük şalını kafasından çıkararak Limbeck'e sırtını döndü. Limbeck emin değildi -Jarre'nin yüzü, gözlükleri yokken bulanık bir lekeden başka bir şey değildi onun için- ama sanki Jarre'nin ifadesi tedirgin gibi geldi ona. Tabii, infaz hükmü verildiği için olabilirdi bu, fakat Limbeck kuşkuluydu. Jarre bu tür şeylerin üzerinde pek durmazdı. Bu daha farklı, daha derin bir şeydi.
"Birlik ne durumda?" diye sordu Limbeck.
Jarre göğüs geçirdi. Şimdi, diye düşündü Limbeck, bir yerlere varıyoruz.
"Alı, Limbeck," dedi Jarre yarı sinirli, yan üzgün, "neden duruşmada gidip o saçma hikâyeleri anlattın?"
"Hikâyeler mi?" Limbeck'in çalı gibi kaşları kıvırcık saçları
nın dibine kadar kalktı. "Ne hikâyesi?"
"Biliyorsun işte -ölü Welfler ve cennet resimleri olan kitaplar gibi."
"Habersöyleyenler onları anlattı öyleyse." Limbeck'in yüzü sevinçle parladı.
"Anlatmak mı?" Jarre ellerini ovuşturdu. "Her vardiya değişiminde onlan bağırdılar. Herkes duydu o hikâyeleri -"
"Neden onlara hikâye deyip duaıyorsun!" Sonra, Limbeck birden anladı. "Bana inanmadın! Duruşmada söylediklerim doğruydu, Jarre! Tanrılar üzerine yemin ederim."
"Yemin falan etme," diye sözünü kesti Jarre soğuk bir sesle. "Biz tanrılara inanmıyoruz, unuttun mu?"
"Sana olan aşkımın üzerine yemin ederim ki, hayatım," dedi Limbeck, "tüm söylediklerim doğruydu. Bütün bunlar gerçekten başımdan geçti. Birliği kurmak için bana esin veren o görüntü ve o bilgiydi -Welflerın ölümsüz olmadıkları, tıpkı bizim gibi ölümlü oldukları bilgisi. Şimdi karşı karşıya kaldığım durumla yüzleşme cesaretini bana veren de o görüntünün anısı," dedi Jarre'nin içine dokunan bir sesle.
Ağlamaya başlayan Jarre, yine Limbeck'in kollarına atıldı. Geniş sırtını teselli edercesine okşayan Limbeck hafifçe, "davamıza çok mu zarar verdim?" diye sordu.
"Haaayır," diye kaçamak cevap verdi Jarre boğuk bir sesle, yüzünü Limbeck'in gözyaşıyla ıslanmış gömleğinden kaldırmadan. "Aslında, m, hayatım, şeyin... eee.. merhametsiz emperyalistlerin elinde çektiğin acı ve işkencelerin herkesçe bilinmesini..."
"Ama bana işkence yapmadılar ki. Aslında çok iyi davrandılar, hayatım."
"Of, Limbeck!" diye haykırdı Jarre, ondan kızgınlıkla uzak laşarak. "Umutsuz vakasın!"
"Üzgünüm," dedi Limbeck.
"Şimdi, beni dinle," diye devam etti Jarre sertçe, gözlerini silerek. "Fazla zamanımız yok. Bizim için şu anda en önemli şey, senin infazın, onu da mahvetme! Sakın!" -parmağını uya-rırcasına kaldırdı- "Sakın ölü Welflerden falan bahsetme."
Limbeck içini çekti. "Bahsetmem," diye söz verdi. ''
"Sen davanın kahramanısın. Bunu unutma. Ve dava aşkına, rolünü oynamaya bak." Şişman bedenine eleştirircesine baktı. "Korkarım kilo da almışsın!"
"Hapishane yemeği oldukça..."
"Böyle bir zamanda kendinden başkasını düşünmez misin, Limbeck," diye azarladı Jarre. "Yalnız bu gecen kaldı. Sanırım bu kadar kısa sürede açlıktan sıskalaşmış görünemezsin, ama elinden geleni yap. Kendi kendini kana bulayabilir misin?"
"Sanmıyorum," dedi Limbeck umutsuzca, engellerin farkında.
"Pekâlâ, elimizdekiyle yetineceğiz." Jarre içini çekti. "Ne yaparsan yap, en azından şehit olmaya gidiyormuş gibi görünmeye bak."
"Nasıl yapacağımdan emin değilim."
"Ah, bilirsin -cesur, vakur, meydan okur, bağışlayıcı."
"Hepsi birden mi?"
"Bağışlayıcılık kısmı çok önemli Seni yıldırım kuşuna bağlarlarken birşeyler söyleyebilirsen daha da iyi."
"Bağışlayıcı," diye mırıldandı Limbeck, zihnine yerleştirmeye çalışarak.
"Ve seni kenardan atarlarken meydan okurcasına bir şey haykırmalısın Mesela, 'GGIBIT ölmeyecek... bizi yenmeyi asla başaramayacaklar,' gibi. Ve bir de geri döneceğini, tabii."
"Meydan okurcasına. GGIBIT ölmeyecek. Döneceğim." Limbeck miyop gözleriyle Jarre'ye baktı. "Dönecek miyim?"
"Ee, elbette. Seni çıkaracağımızı söyledim ve samimiydim. Seni gerçekten idam etmelerine izin vereceğimizi düşünmedin, değil mi?" "Şey, ben..."
"Öyle safsın ki!" dedi Jarre, şakayla saçlarını karıştırırken.
"Şimdi, bu kuş şeysinin nasıl çalıştığını biliyorsun..."
Düttürü-düdük çaldı ve sesi tüm kentte yankılandı.
"Vakit tamam!" diye bağırdı anahtarçeviren. Şişman yüzü nü ziyaretçi kazanının demir çubuklarına bastırdı. Açkıyı kapatgaçta takırdatmaya başladı. '?,$. A:t
Yüzünde kızgın bir ifade olan Jarre kapıya yürüdü ve çubukların arasından baktı. "Beş tık daha." Anahtarçeviren kaşlarını çattı.
"Unutma," dedi Jarre, tehditkâr görünen yumruğunu kaldırarak, "beni dışarı çıkaracak sen olacaksın yine."
Anlaşılmaz bir şey mırıldanan anahtarçeviren uzaklaştı. * "Şimdi," dedi Jarre, arkasına dönerek, "nerede kalmıştım? Ah, evet. Şu kuş şeysi. Lof Lektrik'e göre..."
" O ne bilir ki?" diye sordu Limbeck kıskançlıkla. "O Lektrikyapanlar vardiyasında," diye yanıtladı Jarre çalımlı bir tavırla. "Yıldırım kuşlarım uçurup Yıksı-diksi için lekt-rik toplayan onlar. Lof diyor ki, seni kabloyla bağlanmış, tahta ve bağkuşu tüylerinden iki iri kanada benzeyen bir şeye bağlayacaklarmış. Sonra da seni Terrel Fen Basamakları'na alacaklarmış. Sonra fırtınanın içinde yüzüyormuşsun, dolu, yağmur ve kar seni dövüyörmüş..."
"Yıldırım yok muymuş?" diye sordu Limbeck kaygıyla. "Hayır," dedi Jarre endişelerini giderircesine.
"Ama adı yıldırım kuşu." "",<, ,H r.jr>t*,>f
"Yalnızca adı bu."
"Ama benim ağırlığım da üzerine binince, uçmayıp düşme yecek mi?" ,"> "Elbette! Sözümü kesmeyi bırakır mısın?" * *
"Peki," dedi Limbeck uysallıkla.
"Düşmeye başladıktan sonra kablo kopacak. Yıldırım kuşu yavaş yavaş Terrel Fen'deki adalardan birine düşecek."
"Öyle mi?" Limbeck solgundu.
"Ama endişelenme. Lof anayapının çarpışmaya dayanacağından neredeyse emin. Çok dayanıklı. Tahta sopaları Yıksı-diksi üretiyor..."
"Neden acaba?" diye düşündü Limbeck. "Neden Yıksı-dik-si tahta sopa yapsın ki?"
"Nereden bileyim!" diye bağırdı Jarre. "Zaten ne farkeder ki! Şimdi beni dinle." Her iki eliyle Limbeck'in sakalını yakaladı ve gözlerinden yaş gelene kadar çekiştirdi. Deneyimleri, düşünceleri ilgisiz bir konuya kaydığında Limbeck'in dikkatini çekmenin en güvenli yolunun bu olduğunu öğretmişti Jarre'ye- "Terrel Fen adalarından birine ineceksin. Yıksı-diksi bu adalardan maden çıkarıyor. Kazı-pençeleri cevher çıkarmak için indiğinde, birine işaret koymalısın. Bunu bekliyor olacağız ve sonra kazı-pençesi yukarı çıktığında işareti görüp, hangi adada olduğunu anlayacağız."
"Bu çok iyi bir plan, hayatım!" Limbeck hayranlıkla gülümsedi.
"Teşekkür ederim." Jarre memnuniyetle kızardı. "Tek yapman gereken kazı-pençelerinden uzak durmak, yoksa seni de kazıverirler."
"Peki, dikkat ederim."
"Kazı-pençelerinin bir sonraki gelişinde, yardım-elini indireceğiz." Şaşkın görünen Limbeck'i görünce, sabırla açıkladı. "Bilirsin -mercankayaya saplanan bir pençeyi kurtarmak için aşağı bir Geg taşıyan, pençelerden birinin üzerine takılan kabarcık."
"Böyle mi yapıyorlar?" Limbeck hayrete düşmüştü. "Keşke sen de Yıksı-diksi'ye hizmet etmiş olsaydın!" dedi Jarre, sinirle Limbeck'in sakalını çekiştirerek. "Alı, afedersin. Bunu kastetmemiştim " Onu öptü ve acısını dindirmek için yanaklarını ovaladı. "Her şey yolunda gidecek. Bunu hatırla, yeter. Seni geri getirdiğimizde, senin yargılandığını ve masum bulunduğunu yayacağız. Yemleyenler'in seni ve ülkümüzü desteklediği açıkça görülecek. Gegler sürülerle aramıza katılacak! Devrim günü gelecek!" Jarre'nin gözleri parlıyordu. "Evet! Harika!" Limbeck Jarre'nin heyecanına kapılmıştı. Burnunu parmaklıkların arasından uzatan anahtarçeviren, anlamlı anlamlı öksürdü. "ÖTamam, geliyoaım!" Jarre şalını tekrar başına örttü. Şal ta)W0*~ rafından kaplanmış bir biçimde, güçlükle Limbeck'i son kez öptü ve Limbeck'in ağzında hav tutamlan bıraktı. Anahtarçeviren kapıyı açtı. "Unutma," dedi Jarre gizemli bir biçimde, "şehit gibi."
"Şehit gibi," diye onayladı Limbeck uysallıkla.
"Ve ölü tanrılar hakkında hikâye de yok!" Anahtarçeviren onu aceleyle dışarı çıkarırken, delici bir fısıltıyla söylemişti son sözleri.
"Ama onlar..." diye başladı Limbeck "...hikâye değil ki." Son sözleri iç çekerek söyledi Jarre çoktan gitmişti
C,1.* I , ""!>; ı '"• '*•%!' â t'-ry fi'1. ' .(",' 4'lfS
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM RAHM, DREVLİN,
* l J*?1-1 ' L "> "l* ^ *yf w 1
AŞAĞI ALEM
Son derece nazik ve iyi huylu bir halk olan Gegler, tarihleri boyunca (hatırladıkları kadarıyla) hiç savaşa girmemişlerdi. Başka bir Geg'in canını almak duyulmamış, hayal edilmemiş ve düşünülemez bir şeydi. Yalnızca Yıksı-diksi'nin bir '• Gegi öldürmeye hakkı vardı ve bu da genellikle kazara olurdu. Belirli kötü suçlar için yasa kitaplarında idam cezası bu- < lunsa da, halklarından birini öldürmeye elleri asla varmazdı. Bu yüzden idam cezasına çarptırılanları, itiraz edecek durumda olmayan Yemleyenler'in kucağına atarlardı Yenileyenler malıkûmun yaşamasına karar verirlerse, yaşamasını sağlarlardı. Ölmesine karar verirlerse, ölürdü.
Terrel Fen Basamaklarını inmek, istenmeyen ırkdaşlardan kurtulmanın Gegcesiydi. Terrel Fen, Drevlin'in alt tarafında yüzen bir dizi küçük adadan oluşur Aşağı doğnı, asla durmayan bir spiral halinde dönerler, sonunda Zifiri-Karanlık'ın gir-daplanan bulutları arasında kaybolurlar. Eski günlerde, Kopa-rılış'tan hemen sonra, Terrel Fen'de gerçekten "yürünebildiği", adalar birbirine çok yakın olduğundan, bir Gegin birinden ötekine kolaylıkla atlayabildiği söylenir Muhtemelen eski Gegler suçlularını bunu yapmaya zorlamışlardır.
Fakat yüzyıllar içinde adalar yavaş yavaş Maelstrom'a doğru çökmüş, böylece, yalnızca fırtına dindiğinde, en yakın adanın belirsiz şekli ancak seçilir olmuştu. Açıkyürekli bir başa-tustanm zamanında belirttiği gibi, bir Gegin Yemleyenler'in yargılaması için aşağıya ulaşabilmesi, ancak kanatlarının çıkması şartıyla gerçekleşebilirdi. Bunun sonucunda, düşünceli Gegler mahkûmlara bir çift kanat sağladılar ve bu da, Jarre'nin tanımladığı "kuş şeysi"nin geliştirilmesine yol açtı. ( ^
Bunun resmi adı "Yargı Tüyleri" idi. Yıksı-diksi'nin lektrik-yapanlar için tükürdüğü tahta parçaların güzelce şekillendirilmesi ve budanması ile elde ediliyordu.
• Bir buçuk metre enindeki ahşap çerçeve, yaklaşık dört buçuk metrelik bir kanat açıklığına sahipti. Çerçevenin üzerine örme bir materyal (yine Yıksı-diksi'nin ürünü) gerilmişti. Bu materyal bağkuşu tüyleriyle süslenmiş, tüyler yerlerine un ve sudan hazırlanan yapışkan bir maddeyle tutturulmuştu. Normalde, lektrikyapana takılı bir kablo, onu fırtınanın ortasına çekip, yıldırım toplamasına yeterli oluyordu. Fakat doğal olarak, üzerinde iki yüz taş ağırlığındaki bir Geg varken bunu yapması pek mümkün olmuyordu.
Fırtınaların dindiği bir sırada, kanunlara karşı gelen Geg Drevlin'in kıyısına götürülür ve Yargı Tüyleri'nin ortasına yerleştirilirdi. Bilekleri güvenli bir şekilde ahşap çerçeveye bağlanır, ayakları arkadan sarkardı. Altı papaz, kuşu kaldırır, başa-tustanın komutuyla adanın ucuna kadar koşar ve kuşu aşağı atarlardı.
İnfazı izlemeye gelen Gegler, başatusta, başpapaz ve Yargı Tüylerini havaya fırlatmak için gerekli olan altı önemsiz papaz olurdu. Uzun zaman önce, Yıksı-diksi'ye hizmet etmek zorunda olmayan tüm Gegler infazlara katılırdı. Fakat sonra
ünlü Dirk Vida'nın sansasyonel "yürüyüşü" gerçekleşmişti. İşe sarhoş gelen Dirk uyuyakalmış, kabarcık-kaynatgacın üzerin deki düttürü-düdüğün küçük kolunun şiddetle seyirdiğini fark etmemişti. Bunun sonucunda gerçekleşen patlama, pek çok
Gegi haşlamış ve -daha da kötüsü- Yıksı-diksi'ye ciddi bir şe kilde hasar vermişti. Yıksı-diksi gerekli onarımları yapmak için kendisini bir buçuk gün boyunca kapalı tutmak zorunda kal mıştı. '
Kendisi de fena halde haşlanan Dirk canlı yakalanmış ve
Basamakları İnmeye mahkûm edilmişti. İnfazı seyretmeye yüz lerce Geg gelmişti. Göremediklerinden şikâyet eden arka sıra lardakiler itişmeye başlamış ve öne geçmeye çalışmışlardı. So nuçta adanın kenarında duran pek çok Geg, beklenmedik
"yürüyüşlere" çıkmak zorunda kalmışlardı. Bu olaydan sonra başatusta infazların halka açık olması uygulamasını sona erdir mişti.
Bu seferkinde halk pek de bir şey kaçırmıyordu. Olup bitenler Limbeck'i öyle büyülemişti ki, şehit olmaya gittiğini unuttu ve ellerini ahşap çerçeveye bağlayan papazları, bitmek tükenmek bilmez sorularıyla oldukça rahatsız etti.
"Bu şey neyden yapılmış?" diye sordu, yapışkan maddeyi kastederek. "Çerçeveyi bir arada tutan ne? Çerçeveye sanlı kumaşların büyüklüğü ne? O kadar büyük mü çıkıyorlar? Gerçekten mi? Peki Yıksı-diksi kumaşı neden yapıyor?"
Sonunda başatusta, masumları korumak adına, Limbeck'in ağzının tıkanması emrini verdi. Emir yerine getirildi ve başı ağrıyla çatlayan ve infazın tadını birazcık bile çıkartaınayan ba-şatustanın telaşlı komutuyla fırlatılmaya hazırlandı.
Dostları ilə paylaş: |