HAC VE UMRE RİSALESİ
‘Hac’ kelimesinin anlamı ‘ziyaret’tir. Kur’ân-ı Kerim Âl-i İmran Sûresi 7. ayette “Orada açık alâmetlerle İbrahim’in makâmı vardır. Kim oraya girerse taarruzdan emin olur. Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten herkese Kâbe’yi haccetmesi Allah’ın kulları üzerinde hakkıdır. Kim inkâr ederse bilsin ki Allah âlemlerden müstağnidir.” ve yine Kur’ân-ı Kerim Hac Suresi 27. ayette “Bütün insanlara haccı ilân et. Gerek yaya olarak gerekse bineklerle senin huzuruna gelsinler.” buyrulmaktadır.
Peygamber Efendimiz de “Ey insanlar üzerinize hac farz kılınmıştır. O halde haccediniz” buyurmuşlardır.
Haccın üç farzı vardır. Bunlar:
1- İhrama girmek,
2- Arafat’ta vakfeye durmak,
3- Kâbe’yi tavaf etmektir.
1- İhrama girmek zahirde her ne kadar Kâbe’ye giden bir mü’min mîkât denilen yerde dikişsiz iki parçadan ibaret olan elbise giymesi gerekli ise de, Allah’ın Zatını remzeden o Kâbe’ye varmadan kendisine nisbet ettiği ef’âlini, sıfatını ve Zatını ifna ederek “Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni’mete vel-mülke lâ şerike leke” “Buyur Allah’ım, buyur çağrına koşup geldim. Buyur. Ortağın yoktur Sen’in. Buyur. Hamd Sana’dır. Nimet Sen’indir. Ortağın yoktur Sen’in.”telbiyesi ile tecelli-i ef’âli, tecelli-i sıfatı, tecelli-i Zatını görmesini istemesinden ibarettir.
Kesif olan kulun kesafetinden fena olmadan Hakk’a şühûd ve müşahedesi mümkün olmaz. Ayrıca, bir kişi zahir olan icraatının batınını bilmeden veya batınını bilip de zahirini yapmadan, sîretin suretten tecellisini Tevhîd yaparak yaşamadığı için, Allah’ın muradı olan hac farzını hakikatta yapmış olamaz. İşte, fena-i ef’al, fena-i sıfat, fena-i Zat nisbiyetlerinden soyunmayı zevk ederek tecelli-i ef’al, tecelli-i sıfat ve tecelli-i Zatı idrak edenler, Zatı Ahadiyyet olan o Kâbe’yi şühûd ve müşahede edebilirler. Onun için bu şühûd ve müşahede bir Mürşîdsiz olamayacağı için Mürşide gitmek farz denmiştir.
Şu halde ihrama girmek kişinin kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok etmesi demektir. Kendi varlığı yok olan bir kişi ihtiyari bir ölüm hâlinde olduğu için
Meyyit gibidir önünde cismim
Karşında göründü böyle resmim
İhram tenimde bir kefendir
Altındaki bir ölü bedendir
Ama bu bedende can senindir
Can mı yalnız cihan senindir.
Diyerek gönül tecellilerini dillendirir.
2- Arafat’ta vakfeye durmak: Arafat demek, Hakk’a ârifiyet demektir. Kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok edenler, kesafet olan zanlarındaki o vücûdlarını ifna ettikleri için, Hakk’ı zahir halkı batın olarak görmeye başlarlar. Orası Hakk’a ârifiyet yeridir. Bakara Suresi 115. ayette “Doğu ve batı Cenâb-ı Allah’ındır. Hangi tarafa yönelirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” buyrulmuştur. Kesret kalabalık her ne kadar halk ise de onların hepsinden tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyetidir. Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet örtüsünü zevk edenler halkı göremezler. Zira halk dediğimiz kesret butûna geçmiştir.
Yani kişinin Hakk’a arif olmasıdır. Arafat’ta vakfe nasıl ayakta Kâbe’ye doğru dönerek dua etmekse, bu vücûd ülkesinde Rûhullah olan bir kişinin tırnağından saç teline kadar bütün sıfatlarından ruhun ilânıdır. Onun için ‘Arafat’ta yapılan dualar anında kabul edilir’ buyrulmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın kendisinin yaptığı dua elbette reddolunmaz. Bütün tafsilât-ı Muhammediyyeden tecelli eden Allah’ın Vahdâniyyetidir. Ayrıca Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri ‘Enallah’ diyen ikidir. Biri ‘Enallah’ ifadesinde Allah ismidir. Biri dahi İnsan-ı kâmildir. İnsan-ı Kâmili bulup onun gönlüne girenler,
Harem-i şerif’e girmişlerdir. Girmeyenler dışarıda kalmışlardır. Onun için “Fedhûli fi ibâdi fedhuli cenneti” ayeti bunun şahididir. Bunu idrak ettinse Arafat’ta vakfenin ne demek olduğunu anlamışsın demektir.
3- Kâbe’yi tavaf etmek: Zahirde nasıl taştan yapılmış, Allah’ın Zatını remzeden Kâbe’yi üçü çalımlı dördü de sakin olarak etrafında dönerek tavaf ediyorsak aynen onun gibi bir salik de Mürşid-i Kâmilinde üç fena, dört beka merâtibini tahsil ederek yeryüzünde Allah’ın Zatını remzeden canlı Kâbe durumundaki İnsan-ı kâmilleri tavaf etmeleridir. Çünkü bu ilim ve irfâniyeti başka hiçbir yerde elde etmek mümkün değildir. İbrahim Hakkı Hazretlerinin hocası Fakrullah Efendi bir gün hüccâcın önüne geçip nereye gittiklerini sormuş. Onlar da hacca gittiklerini söylemişler. Onlara cevaben “Gelin beni yedi defa tavaf edin sizleri hacc-ı ekber yani büyük hacı edeyim.” demiştir. Yani beni tavaf edin demekten gaye onun etrafını dönmek değil, onda yedi merâtib-i İlâhînin tahsil edilmesidir. Çünkü “Kâbe, Kâbe olalı Allah hiçbir zaman oraya girmedi. Fakat bu fakirin gönlünden de hiçbir zaman çıkmadı” buyurmuşlardır. Onun için tavaf Hacer-ül Esved köşesinden başlar. Zira Kâbe’nin dört köşesi vardır:
1- Hacer-ül Esved köşesi
2- Irakî köşesi
3- Şâmî köşesi
4- Yemânî köşe
Cenâb-ı Hakk’ın Zatı Ahadiyyet tecellisi, Rahman olan sıfatından zahir olduğu için ister Kâbe’deki tavafa, Hacer-ül Esved köşesinden veya kâinattaki Allah’ın halifesi Rahman olan, İnsan-ı Kâmil sıfatından tavafa başlarız. İnsan-ı Kâmiller kâinatta Allah’ın hüviyyet ve eniyyetini cem ederek kemâlâtıyla zuhura getirdikleri için tavaf oradan başlar. Onların elini öpmek de Hacer-ül Esvedi öpmek demektir. El ele, el Hakk’adır. Yoksa taş şahîdlik yapamaz onun remzettiği ancak şahîdlik yapabilir.
Kur’ân-ı Kerim Araf Suresi 172. ayet “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Diye buyrulduğu vakit onlar da ‘Evet sen bizim Rabbimizsin şahîd olduk demişlerdi”sözüne binaen evvelâ Hacer-ül Esved’i istilâm ederek ilm-i ezelîyyetimiz olan ervah âleminde sizi ziyaret edeceğime söz vermiştim. İşte sözümde durarak ziyaretinize gelip sizi tavaf ediyorum şahîd ol diyerek “Bismillâhî Allahü Ekber” le tavafa başlarız.
İnsan-ı Kâmille de saliklerin elestü bezmi olan diz dize telkin aldığı andaki verdiği sözle Mürşidindeki merâtîb-i İlâhiyye tahsiline başlaması aynıdır.
Bir kişinin nefs-i emmâre yırtıcı hayvan sıfat olan şeytani hâlinden, sakinleşmiş hayvan sıfatına, oradan da melekleşmiş mutmain hâli olan Yemânî köşesine kadar “Subhanallahu velhamdülüllahi velâ ilahe illalahu Allahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâbillahil aziym” tesbih zikriyle şeytani, nefsa’ni ve melekî tecellileri geçer. Yemânî köşesi ile Hacer-ül Esved köşesi arasında mutmain olmuş nefsin kemâlât hâline dönesiye kadar iki köşe arasında da “Rabbena atina fiddünya haseneten vefil âhireti haseneten vegina azabennar.” “Ey Rabbimiz, bize dünyada iyi hâl ver, âhirette de merhamet ihsan et ve bizi Cehennem azabından koru” “Rabbena firliğ veli valideyye velil mü’mînine yevme yekümul hisâb” “Ey Rabbim, annemi babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde mağfiret et.” tesbihâtıyle tavaflarını yaparak Cenâb- Hakk’ın Rahman olan kemâlât sıfatını elde etmiş olur. Üçünü koşarak ve çalımlı dördü de sakin olarak tavaf yapılır. Her tavafın şahîdliği için Hacer-ül Esved taşına istilam edilir.
İster vücûd ülkesindeki üç batın olan hayat, ilim, irade sıfatlarını zahire çıkarmak için acele et, isterse ikilik olan nisbîyyet hâlinden bir an evvel kurtulmak için ef’alini, sıfatı, Zatını ifna et. Çünkü bunları fiillerinle zahir olarak yaşayamazsan tavaf etmiş olamazsın. Dördü de sakin olarak yapılır. Duymak, görmek, kelâm ve kudreti zahir olarak kendinde fiillerinle yaşamak demektir. Nasıl Kâbe’de bu şekilde dönülüyorsa gönül Kâbe’sinde de mutmain olmuş sıfatlar olarak, Cenâb- Hakk’ın Rahmaniyyetine mazhar olmak demektir.
Siretin suretten zuhuru ile hem Fena fillahı hem de Bekâbillahı zevk ederek yaşayanlar hac farzını yapmışlardır. Niyazi-i Mısri Hazretleri
Savm u salât hac ile sanma zâhid biter işin
İnsan-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfan imiş
Sözü ile bu sırrı ifşa etmişlerdir. Kâbe’de nasıl dört köşe varsa insanın gönül Kâbe’sinde de dört köşenin tecellileri vardır:
1- Şeytani tecelliler
2- Nefsa’ni tecelliler
3- Melekî tecelliler
4- Rahmani tecellilerdir.
Gönül Kâbe’sinin,
Hannan (Hakk) (çok merhametli),
Mennan (Muhammed) (ihsanı bol),
Deyyan (Herkesin hakkını ve hesabını en iyi bilen, veren),
Subhan (Yarattıklarına benzemekten münezzeh olan Allah)
Köşelerinin idrakini geçmeden Fena fillah olup Bekâbillah zevkleriyle zevkiyâb olamaz. Hacer-ül Esved taşı Allah’ın sağ elidir. Onu kim öperse Allah’ın elini öpmüş olur. İşte İnsan-ı Kâmiller de yeryüzünde Allah’ın halifeleridir. Onların ellerini öpmek Cenâb- Hakk’ın elini öpmek demektir. Onun için tahsil ve Kâbe’deki tavafa oradan başlanır. Onun için hac ibadeti de bir kişinin kendi insan-ı asliyyesini bulmasıdır. Tavaftan sonra İbrahim makamında iki rek’at şükranî namaz kılmak, dua etmek ve zemzem suyunu da ayakta üç yudum hâlinde “Allah’ım Senden faydalı ilim, geniş rızık, kabul edilmiş amel ve her hastalıktan şifa diliyorum.” diye dua etmek güzel olur. Zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerin iki dudaklarının arasından gönül Tur-i Sina'sından tecellisi olan ilm-i ledünü remzetmektedir.
Cenâb- Hakk’ın Vahdet tecellilerini, kesret olan Hakk’ın kemâlât sıfatlarında Tevhîd yaparak Allah’ın Muhammed’le nasıl seviştiğini görenler mutluluk içinde kulluklarını, acziyet ve muhtaç oluşlarını dillendireceklerdir. Bize bu idrâk ve zevkleri ihsân ettiğin için teşekkürlerini dua halinde arz edeceklerdir. Zira İbrahim makamı emin beldedir, neden emin beldedir. Çünkü İbrahim makamının bulunduğu yerde, bir cemakân içinde İbrahim a.s’ın mermer üstünde ayağının izi vardır. Bu ne demektir. Tevhid babası olan İbrahim a.s. ın yolunda gittiği ve tarif ettiği tevhid yolunda gidenlerin kurtuluşa ererek emin beldeye ayak bastıklarının tastikidir. Zira o İbrahim makamında iki rekât kılınan şükür namazıda bunu pekleştirmektedir. Ayrıca haccın Safa ile Merve arasında sa’y yapmak, Mina’da şeytan taşlamak, Müzdelife’de vakfeye durmak, saçları traş etmek, veda tavafı yapmak gibi vacîbleri de vardır.
Safa ile Merve arasında yedi defa üçü koşarak dördü sakin olmak üzere sa’y yapmak kişinin ikilik hâli olan Fena mertebelerinde celâl tecelliler kişiyi huzursuz ve mutsuz yapar. Bunlardan bir an evvel kurtulmak için, Kâbe’de koşmak gereklidir, İnsan-ı Kâmil tahsilinde de cehaletten, nisbîyyetten ve şirklerden bir an evvel kurtulmak lâzımdır.
Yani ikilikten kurtulmak için çok çalışmak gereklidir. Dördü ise sakindir. Zira kula nisbîyyet kalmadığı için Beka mertebelerinde de sakin sakin Hakk’ın her an ayrı tecellilerinin zevki vardır. Merve demek kulluk demektir. Safa demek ise selâmete çıkmak demektir. Bizler de kulluktan yani ikilikten yedi sa’y sonunda selâmete çıkanlardan olmuş oluyoruz. Sa’y Safa tepesinde bitince hiçbir gayrîyyet kalmadığı idraki olan traş olunarak ihramdan çıkılır.
Ayakta zemzem suyunu içme sırrı: Zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerden tahsil edilen ilm-i ledün diye vasıflandırdığımız sır ilimleri, esrar ilimlerini remzeder. Çünkü İnsan-ı Kâmiller Tuba ağacıdırlar. Onların kökleri arş-ı âlâda, dal ve meyveleri yerdedir. Onlar ilhamlarıyla ledün ilmini bizlere bardak bardak sunmaktadırlar. Bu zemzem suyunu da onlardan başka hiçbir yerde ve kitaplarda taze taze bulmak mümkün değildir. Onların bu ilm-i ledünü kelâm fiili ile zuhura geldiği için ayakta içilmektedir. Zira kıyamda durmak da Hakk’ın fiilleri ile açığa çıkışını remzetmektedir.
Mina’da şeytan taşlamak: Yetmiş taş yedişer yedişer büyük şeytan, orta şeytan, küçük şeytan diyerek üç gün atılmaktadır. İşte bunlarda büyük şeytan dediğimiz kendi varlığımızı, orta şeytan dediğimiz kendi sıfatlarımızı, küçük şeytan dediğimiz kendi ef’alimizi taşlıyoruz. Yani bunların bizim olmadığını yedi sıfatımızla kabullenme ameliyesini şeklen ve bâtınen yapıyoruz. Büyük şeytana yedi taş attıktan sonra kurbiyyetimiz gereği kurban kesiyoruz. Yani varlığımızı Hakk’ın varlığında yok edip Rûhullah sahibi olduğumuzda ruhun sıfatlara tecelli ederek aslını göstermesi kurban olmuş oluyor. Kurban kurbiyet demektir, yani teslim olmaktır. Sıfatlarımızın tecelli pınarı olan ruhun her emrine teslim olduğunu gösterir. Yani kurban, ruhun sıfatlarımızdan kemâlâtıyle zuhura gelmesi anlamındadır.
Hüccac Arafat’ta öğle ile ikindi namazlarını ikindi vaktinde (cem-i tehir) cem ediyor. Müzdelife’de de akşam namazı ile yatsı namazını cem ediyor. Bunların remzettiği mana da ikilikteki sıfatlarımız Zat’a vuslat bulunduğunda yani Zat’ın idaresi altında cem olduğunu zevk edince sıfat ayrı Zat ayrı mütalaa edilemez. Öğle namazı sıfatı, ikindi namazı da Zat’ı remzetmektedir.
Namaz mü’minin Mi’racı, Mi’rac da Allah’la beraber olmak, konuşmaktır. Sıfatlardaki tecellilerin Zat’ın olduğunu irfâniyetle bilmek öğle ile ikindiyi cem etmektir. Akşam ile yatsı namazının cem’i ise Müzdelife’de olmaktadır. Yani ruhun sıfatlarından zuhur etmesiyle cem edilmiş olunur. Kısaca şunu anlıyoruz ki halkın Hakk’ta birleşme idrakı Vahdaniyette olduğu için Arafat’ta cem ettik. Hakk’ın da halkta tecellisi ile yani kesrette zuhuratıyla Müzdelife’de cem ettik demektir.
Kâbe dışında kadınların erkeklerin arkasından namaz kılmaları gerekli iken Kâbe’de erkeklerin önünde namaz kılabiliyor. Neden? Çünkü Kâbe Allah’ın Zat’ını remzettiği için orada kadın erkek diye kesret yoktur. Yalnız insan vardır. Bütün nehirlerin suları deryaya ulaştığında deryadaki suların hiç biri ‘Ben şu nehrin suyuyum, diğeri ben bu nehrin suyuyum’ diyemediği gibi Kâbe’de kadın erkek diye bir şey olamaz. Yalnız insan vardır. Oradaki kılınan namaz gönül Kâbe’sinde kılınmaktadır.
Cenâb-ı Hakk’ın Muhammed sıfatlarından cinsi, ırkı, rengi, dili ayrı ayrı oldukları halde Âdem diye vasıflandırılan bu insanlardan Allah ve Muhammed’in nasıl seviştiğini, nasıl âyan beyan görüldüğünü,
Herkesin Cennet-i âlâ’da yaşadığını görmemek mümkün değildir. Orada süflî nefse yer yoktur. Vahdette, yalnız insan vardır. Bir ağaçın ana gövdesinde dalların olmadığı gibi. İşte onun için kadınların önde erkeklerin arkada namaz kılmaları dahi mahzurlu sayılmaz.
Genel olarak zahirde emr-i İlâhî olarak ömrümüzde bir defa hac farizası yapılmalı, aslında da batînen bir İnsan-ı Kâmilden bu merâtib-i İlâhiyye olan Fena ve Beka tahsilini yapıp zevk etmemizden ibarettir. Batın haccını bir İnsan-ı Kâmilden tahsil ettikten sonra zahirini de bizzat yerinde Resûlullah Efendimizin yaptığı gibi oralarda zahir ve batını Tevhîd yaparak yaşama geçirmek lâzımdır. Yoksa yalnız imkânları varsa haccın zahirini yapanlar veya yalnız batınını yapanlar eksiktirler.
O sîretteki zevklerini bizzat remzedildiği mahallerde zahir ve batınını birleştirerek Tevhid zevkiyle zevklenmeleri Cenâb-ı Hakk’ın muradı olacaktır. Yoksa tek kanatlı kuş gibidirler. Tek kanatlı kuşun uçması mümkün değildir.
Haccın sırrı Mekke şehrindeki Kâbe’yi ziyaretten gaye bir rumuzâttır. Onun taşıdığı manalar İnsan-ı Kâmilden meratîb-i İlâhîyyeyi tahsil ederek yedi mertebedeki Hakk’ın tecellilerini zevk etmekten ibarettir.
Umre haccının iki farzı vardır:
1 - İhrama girmek
2 - Kâbe’yi tavaf etmek
Safa ile Merve arasında sa’y yapmak, traş olmak gibi vacîbleri de vardır. Umre hacca göre çok kolaydır. Arafat’ta vakfe yoktur. Şeytan taşlama yoktur. Kurban kesme yoktur. Tevhidde Fena fillah olan kardeşlerimiz umre yapmış sayılırlar. Allah cümlemize bu zevkleri ihsan eylesin. Âmin.
TEVHİD RİSALESİ
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Allah’a laikiyle kul, Resuluna ümmet olmak isteyen Hakk ve hakikat yolcularının, Nefs hastalıklarından kurtularak, Hakk’ın zat’ının sıfat’larına, sıfat’larından Esma alarak, fiilleriyle eserlerini nasıl zuhura getirme tecellilerini bilmek, görmek ve olmak olan maddi ve manevi bir Tevhid tahsili olduğunu görüyoruz.
Zaten insanoğlunun bu Âleme gönderilmesindeki gayede, zanda ve hayaldeki bir Allaha ibadet etmek değildir, onun zerreden kürreye kadar, bütün sıfat’larında vahdaniyet’inin zuhurunu bilerek görmek ve farkıyla yaşamaktan ibarettir, bir kişi kendi noksanlıklarını bir kâmil’e gitmeden düzeltmesi mümkün değildir. İşte bunun içinde bir İnsanı kâmil’e giderek, Tevhid ilmindeki Meratibi ilahiye makamlarını tahsil etmek lazımdır.
Kuran’ı kerimdeki Muhammed’e tabilik nasıl Allah’a tabi olmaksa, günümüzde Peygamber olmadığına göre, Peygamberimizin varisleri olan “El ülamâyı verasetül enbiya”Peygamberlerin varislerine tabi olarakta, bu manevi Tevhid tahsilini yapmaları demektir. Mürşidi kâmiller, cehalet, nisbiyet ve şirk gibi irfaniyet ve kemaletsızlık durumunda olanların gözlerinden hicap perdesini kaldıran manevi göz Doktor’larıdır.
İnanan kardeşlerimiz, bir kâmil’in yalnız sohbetlerine değil, onların oturmaları, kalkmaları, ahlaklarını sergilemeleri gibi birçok yönlerinden ders almalıdır. Hatta salik uzak bir yerde ise, sesini telefonda duymak, cemal’ini görmek, hatta onun olmadığı bir yerde ondan bahsetmek bile aşıklar’a sonsuz zevk verecektir. teslimiyatı tam olan salik’lere ana trafodan gözle görülmeyen manevi bir Elektirik ceyranı geldiğini hissettirecek, dalga ve frakans tecellilerine gönlünde şahitlik yaparak, gönül cennetinde mutluluk duyacaktır, aynı zamanda o salik’in vuslatın da çok merhaleler kazandını gösterecektir. Onun için Allah’ın mukayyet olan bu Âlem ve Âdemdeki, zat’ından sıfat’larına, sıfat’larından Esma alarak fiilleriyle asarını bilme ve görme olan, tecelli hasletlerine vakıfiyet, kitap okumakla veya yalnız sohbet dinlemekle olmaz.
Zahir ve Batın Mürşidi kâmil’ler den himmet almakla olur, onların bizlerdeki İnsanı asliyemizi bizlere bildirmeleriyle olur, buda bir kişinin hakk Mürşidine teslimiyet ve kurbiyeti nisbetindedir.
Enbiya suresi ayet 7 “Hakk ve hakikatı bilmiyorsanız ehlinden öğreniniz”Mâide suresi ayet 35 “Ey iman edenler, Allahtan korkun ve onun rahmetine yaklaşmak için yol arayın. Onun yolunda mücadele yapınki kurtuluşa eresiniz”buyurulmaktadır.
Onun için bizlerde, Allah ve Resul’una inanıyor, Allah ve Resul’unu bilmek ve zerreden küreye kadar vahdaniyet tecellilerini görmek istiyorsak, kendi İnsan’i asliyemizi öğrenmekten geçtiği için, bir Hakk Mürşidinden bu Meratibi ilahiye tahsilini yapmamız gerekmektedir.
Araf suresi ayet 172 “Âdemoğullarının zürriyetlerini arkalarından çıkartarak, Nefis’lerini şâhid tutarak; ben sizin Rabbınız değilmiyim dedik. Onlarda evet sen bizim Rabbimizsın dediler” buyurulmaktadır. İşte bu gün Elest bezmi hitabını, Mürşidi kâmil’ler mazharından Cenabı Hakk talip olanlara ayni tebliği yapıp durmaktadır. Mürşidi kâmil bir deryadır.
Onun uzuruna varan kişilerin, üzüntü ve kederlerinin izale olduğunu, bütün dert ve müşküllerinin hal olduğunu, mıknatıs gibi çekiciliğiyle biraz anlatsada biraz dinlesem diye kişilere mutluluk ve ferahlik veren mübarek Hakk dostlarıdır. Talip olan kişilerin sıkıntı ve dertlerini artıran, İnsanı kâmil değildir onlar yalancıdır. İnsanı kâmil’in yolu gayet kolaydır.
İnsanı Kâmil evvela, Nasuh tövbesiyle Tövbe ettirir. Zira Peygamberimiz bir defa Nasuh Tövbesiyle Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir, buyurmuşlardır.
Bu güne kadar, Fiziksel beden içinde bir Can sahibi olan kişi, Hayvan’atı Ruh’a sahip olduğu halde, henüz İnsanı Kâmil mazharından Rab’bının ona, Nefehtü ayeti gereğince, İnsan Ruh’unu üfürmediği için, surette İnsan fakat siyrette Hayvan’atı Ruh durumunda idi. Mürşidi kâmil’e gelen bir kişiye, işte o andan itibaren, zahir’i olan Şeriat uygulamaları ile, batın’ı olan Zikir Ruh’unu onun gönül bahçesine eker, böylece batın temizliğinide yapmış olur
Bu kişi Abdestsiz yere ayağını basmadan, yalan söylemeden, beş vakit Namaz’ını vaktinde kılarak hiç terk etmeden, Ramazan ayında bir ay oruç tutarak, hiç kimsede eksiklik aramadan(eksiklik görecekse kendi eksikliğini görüp düzeltecek)
Elinden geldiği kadar insanlara faydalı olmaya çalışarak, kurân’ı kerimin emrettiklerini yapıp, yasak ettiklerinden kaçarsa, o kişinin dışı temizlenmiş olur. Fakat bir kişinin içi olan gönlünün temizliği içinde, zikrullah yapması lazımdır, zira “zikirle gönüller huzur ve sukûn’a kavuşur ve zikirle Kalp’ler mutma’in olur” ayeti kerimeleri bize bunu açık açık göstermektedir.
Zikir üç türlüdür.
1-Cehri zikir
2-Kalbi zikir
3-Tefekkürü zikir
1- Cehri zikir, bütün dergâhlarda ve zikir toplantılarında halka olunarak veya ayakta bir tempo halinde, ahenk içinde ilahilerle yapılan, zikir halidir. Bunda uyanması geç olan salik’lerin, Aşk ve şevkle gönül kapı ve pencerelerinin açılmasına, vesile olduğu ehlince malumdur. Peygamber Efendimiz: “sizler Cennet bahçelerinden bir bahçede bulunmak istiyorsanız, zikir ve sohbet meclislerine devam ediniz” buyurmuşlardır.
2-Kalbi zikir; ağız kapalı olarak dilin damağa yapıştırılarak küçük dille, Akıl nimetinin takibi ile Kalben Allah, Allah, Allah diyerek yapılan bir zikir halidir. Bu zikir yapılırken bu zikri kendisinden başkası yanındada olsa duyamaz, zira Aklın gönülde yaptığı bir Zikir halidir. Bakara suresi ayet 152 “Fesküruni ezkürküm veşküruli vela tekfürun” (siz beni zikrederseniz bende sizi zikrederim) buyurulduğu gibi, evvela kendisinin zikrettiğini zan eden salik, kendisinin güç ve kuvvetinin olmadığını,(Lâ havle velâ kuvvete illâ billâ)demekle güç ve kuvvet sahibinin Cenabı Hakk olduğunu, dolayısıylada kendisinin güç ve kuvvetsiz zikredemiyeceği için, kendisinden zikr’edeninde Cenabı Hakk olduğunu anlayacaktır. zira salik’e sen Allah’ı zikret denilmez, ona Allah’ı Allah’la zikret denilmektedir. Çünkü kendisinin zikredecek güç ve kuvveti yoktur. Kendisini yakın takibe alan salik, daima kendisinden zikreden Cenabı Hakk’ı dinleyecek, gaflete girmeden hakkın zikri onu Hakk’la beraber olma zevkini vereceği için, daha zikirde iken huzur ve mutluluğa kavuşturacaktır. Akıl nimetini Nefsin emrinde değilde, Rabbının istekleri doğrultusunda Ruh’un emrinde kullanarak, Ruh güneşi tarafından Nur ziyasının gönül evini aydınlattığını, Kalp ayı ile sıfat yıldızlarının,
Kendi cehalet, nisbiyet, şirk gibi zulmâni günah karanlıklarını yok ettiğini zevk edecektir.
İstemeyerekte olsa gaflete giren bir kişi zikirden kesileceği için hemen, vehim hayal ve vesvese vadisine geçmesiyle, Hakk’ın zikri onda duracaktır, onun için her salike, ayakta, otururken, yatarken, yolda, işinde, Nefes aldığı her yerde Allah, Allah, Allah demekle adetsiz zikredeceksin denmektedir, zira salikler gönüllerini saat gibi Zikirle kurduklarında gafletten kurtulmuş olurlar. Cenabı Hakk kul’una verdiği iki nimeti geri almaz.
1- Zikirle Kalbini saat gibi kurduktan sonra onu bir daha durdurmaz.
2- Hicaplarını açtıktan sonra, onun hicaplarını bir daha kapatmaz, zira cenabı Hakkın şanından değildir. Zikir yalnız anmaktan ibarette değildir. Zikir Fikir olmalıdırki Fikir işte o zaman Zikir olsun, böylece Tefekkürü Zikir’de başlamış olur.
Aslında Zikir iki bölümde müteala edilir.
1- Telvin Zikri
2- Temkin Zikri
Telvin Zikri; kesret Âlemindeki tavsilatı Muhammed’iye mazharlarından her bir sıfat’ın ayrı ayrı kendi istidat ve kabiliyetlerine göre hal ve kal lisanıyla Zikridir. Sıfat’lardan meydana gelen fiillerin, Allahın indinde malumiyeti derecesinde tecelli ettiğini, dolayısıylada ona göre tavır takınmamız gerektiğini anlamalıyız. Ahzab suresi ayet 41-42 “Ey iman edenler Allahı Sabah ve Akşam çok zikrediniz” buyurulmaktadı, yani Nefis ve Ruh mertebesinde Allahı çok zikrederseniz, hesapsız mükafatlara nayil olursunuz demektir.
Nefis mertebeleri ikilikteki halimizdir. Ruh mertebesi ise, teklik olan cenabı hakkın vahdaniyet halinin kulundaki tecellisidir. Kesret Âleminde Zikir, Allahın üç yüzünü yani Ef’al yüzünü, Sıfat yüzünü ve Zat yüzünü remzetmektedir. Müslümanlar her yerde, üç ihlâs bir Fatiha okumak suretiyle, sevabını ölülere gönderirler. Aslında bu üç ihlâs bir fatiha’yı bizim vücut kabristanındaki henüz İnsan Ruh’u ile dirilmeyen hayvan’atı Ruh’umuzun dirilmesi için okumalıyız.
İnsanı kâmil bizlere telkinden sonrada üç ihlâs bir fatiha okuyarak Resulullah Efendimizin Ruh’una hediye edelim demeside, bizdeki gizli ve henüz açığa çıkmamış Muhammed’i Ruh’unun dirilip açığa çıkması içindir. Bizdeki Muhammed’in gönlümüzde hapis olması ne demektir. Fena mertebelerinde salik şirk’ten henüz kurtulmadığı için, Cenab-ı Hakk o mazharlarda Rahman sıfatlarını, mutmain Nefs olarak zuhura getirmemiştir.
Onlarda kişinin kendi varlığı perde olduğu için, Muhammed olan Cenabı Hakk’ın Rahman sıfatları gizlidir, görünüp bilinmediği içinde, hicaplı olanlarda Muhammed hapistir denilir. Zira o saliklerde henüz Hz.Muhammedin güzel Ahlak, Edep ve güzel iffeti gibi bütün yücelikleri sıfatlarından henüz sergilenmez. Besmeleyi şerifteki Bismillah Allah’ın zatını, Rahman Allahın sıfatlarını, Rahim Allahın Ef’al-i ilahiyesini remzetmesi nedeniyle, kurân’ı kerimin sırrı olmuş oluyor
Allah lafsındaki, Elif Allah’ın zat’ını, Lâmelif Allah’ın sıfat’larını, Hu’da Allah’ın tavsilatı Muhammed’iyeden fiilleriyle açığa çıktığını göstermektedir. Onun için 99 Esmaül hüsnanın cemi olan Allah lafzı, kâinattaki bütün varlıklarca zikredilmektedir.
Görmüyormusun, Âl-i İmran suresi ayet 191 “Onlar ayakta iken, otururken ve yatarak Allah’ı zikrederler ve yarabbi, abes hiçbir şey yaratmamışsın bizi Cehennem ateşinden koru derler” buyurulmuştur, onun için Zikir Ahadiyeti vurur denmişdir. Ey kardeşim, bütün Nebâdat ayakta zikrederken, bütün Hayvanat rükûda zikrederken, bütün Cemadat yatarak zikrederken sen hala zikir’siz ve Fikir’siz Cehennem ateşinin dışına çıkmıyacakmısın.
Temkin Zikri ise; Cenabı Hakk’ın Vahdaniyet Zikri veya Âlemi Kübra olan İnsanı Kâmil’lerin 18 bin Âlem’deki vahdaniyet tecellisinin Zikri diyebiliriz. Ankebût suresi ayet 45 “Kuran okuyunuz, Namaz kılınız, zira Namaz insanları bütün kötülüklerden kurtarır. Zikir yapınız zira Zikir en büyük ibadettir” buyurulmakla Temkin zikrinin en büyük ibadet olduğunu bizlere bildirmektedir. Tevhid’de Zikir, bütün meratibi ilahiyeyi ihate ettiği için, Rabıtası yoktur. Makam değildir. Ahadiyeti bildiren derstir.
Tevhidin yedi makamı vardır. bunların hepsine birden Tevhid denir. Pirimiz Seyyid Muhammed-i Nûr’ül Arabi Hz.leri, Meratibi
Tevhidi iki bölümde müteala etmişlerdir,
Birinci bölümünü anlatan “ilk üçüne Fena mertebeleri, (yokluk mertebeleri)” ikilikten birlik deryasına uruç mertebeleri), İkinci bölümüne de Beka mertebeleri (ölümsüzlük sırrı) denir.
FENA MERTEBELERİ
1- Tevhîd-i Ef’âl
2- Tevhîd-i Sıfat
3-Tevhîd-i Zat
BEKA MERTEBELERİ
1- Makam’ı Cem
2-Hazret’ül Cem
3-Cem’ül Cem
4-Ahadiyet
TEVHİD-İ EF’ÂL: Tevhid mertebelerinin birincisi ve başlangıcıdır. Tevhid birlemek demektir. Ef’al kalabalık işlere, fiilde tek bir işe denir. Bizdeki tecellilerine fiil, bizden gayri başkalarındaki fiillerede işler denir. Fiil ve işlerin hepsine Ef’al denilir.
Tevhid’i Ef’al: Enfûsta (kendi vücudumuzda) Afakta (bizden gayri olanlarda)Sükûn(hareket etmeyen sabit)ve hareket’te(kuşların uçması, insanların yörümesi, suların akması, rüzgârın esmesi, dünyanın dönmesi gibi) görünen fiiller hakkındır. Bu Âlem’de bütün fiiller, iki makam ve iki mertebede tecellisini göstermektedir.
ya Enfûs ve Afakta, veya Sukûn ve hareket halinde görülür. İşte bizim bu elimizden işleyen Allah’ın Kudret elidir, bizim elimiz bir mazhardır. Mazhar demek, Hakk’ın açığa çıktığı yer demektir, nasıl elimize aldığımız bir Kalem elimiz yazdığı zaman yazar, aynen onun gibi bu Âlem’dede, Allahın Kudret eli olmasa hiçbir varlık fiil işleyemez. Onlarda Cenabı Hakk’ın birer mazharıdırlar, onun için bizi ve bütün Âlemi halk eden Cenabı Hakk’ın fiili olmuş oluyor. Saffât suresi ayet 96 “sizleri ve sizlerin fiillerinide Allah yarattı” buyurulmaktadır. Demek oluyorki, kulun kendisine ait bir fiili yoktur, faili muhtar Hakk’tır. Kulun mazharından tecelli eden ve görünen Hakk’ın fiilidir, her şey Hakk’ın dilemesi ve takdiri ile olmaktadır. Amentüde okuduğumuz : “Vebil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala” da gördüğümüz gibi, bize gerek hayır, gerekse şer her ne gelirse Allah’ın takdiri ile olduğunu kabul edeceğiz.
Salik Enfüsde, Afakta, Sükûn ve hareket halinde bütün fiilleri birleyerek, bunların hepsini Hakk’a nisbet eder, fiillerin iyilik ve kötülüğü, kula nisbet edildiğinde belirlenir ve o zaman iyi ve kötü diyerek adlandırılır. İyilik ve kötülükler bizler içindir, yoksa Hakk’a nisbet edildiğinde hepsi hayırdır.
Arifler fiillerin cümlesini Hakk’a nisbet ederler, kötü fiilleri Hakk yaptı denilmez, zira o fiil, tecelli ettiği mazharın nakısiyetinin bir zuhurudur, suyun girdiği kabın renginde göründüğü gibi.
Bir salik’in bu mertebeye gelebilmesi için, her Nefeste zikir’le Kalb’inin Mutmain olması lazımdır. fecr suresi ayet 27-28 “Ey Mutmain olmuş Nefs dön Rabb’ına”hitabına mazhar olması nedeniyle, Tevhid’i Ef’al telkin ve talim edilir. Tevhid’i Ef’alin 4 şuhûd’u vardır.
1-Tevhid’i Ef’al (Ef’al birliği)
2-Fena’yı Ef’al (senin ve senden başkalarının kendilerine ait fiillerinin olmamas
3-Tecelli Ef’al ( Cenabı hakk’ın ilahi bir kudretiyle sende ve senden başkalarında tecellisinin görünmesi)
4-Cennet’ül Ef’al veya irfan Cennet’i(bu Şuhut’ların görünüp zevkine ve kalbin tastik etmesidir)
Bizden ve bütün Âlem’den hayır ve şerri işleyen ve halk edenin, Cenabı Hakk olduğunu bilmeye Tevhid’i Ef’al denir. Kendimizin ve bütün Âlemin bir iş işlemeye ve halk etmeye kadir olmadığımızı ve her an kendi fiilimizin fâni, yani yok olduğunu idrak etmeye, fenayı Ef’al denir. Tecelli Ef’al, tecelli görmek manasınadır, yani bu Âlemde görünen işlerin iyisi ve kötüsünün tecelli ilahiye olduğunu bilmeye tecelli Ef’al denir.
Dostları ilə paylaş: |