Mes'ele (Tevhidi İfade Eden Yollar Hakkında) 4 Mes'ele



Yüklə 1,02 Mb.
səhifə20/23
tarix17.11.2018
ölçüsü1,02 Mb.
#82929
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23

Onun itiraz ettiği şey, fasiddir. Çünkü onun iki yönden kullanılması muhtemel değildir. Binâenaleyh o husustan bu vecih için reddetme bu­lunmaz. Kuvvet ise ancak onlardan biri ile muhtemel olur. Onlardan bi­rinin kuvvetle vukûbulmasından hâli kalması caiz olmaz. Bu ise muhak­kak bilinir. Binâenaleyh onun gayrini reddetmeyi ifade etmeye muhte­mel olmaz. Sonra şöyle diyor : Eğer sen «Asî ve günahkâr olan yaptığını Allah'ın kudreti ile yapar» dersen niçin «Gerçekten mâsiyet Allah'tan­dır» demiyorsun?

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : O gerçekten iki yönden hata etmiştir. Birincisi, onun hasımları, masiyetin Allah'tan olduğunu ifade etmiyorlar, ikincisi : Kulun fiili, Allah'ın kudreti ile vaki olur denmez. Fakat onu Allah'tan talep etme kudreti ile vaki' olur denir. Buna birin­cisine verdiği cevap gibi cevap verdi ki gerçekten Allah, itaat etsin için verdi ve bunu tamam kıldı. Biz, birincisinin yönünü ve bu sualdeki hata­sını beyan ettik.

Sonra, kendisine kudret hayır için yaratıldığına göre kul, onu başka yöne çevirmeye nasıl kadir oldu? diye itiraz olundu. Bunun üzerine şu id­diada bulundu : Gerçekten (enne)544 o, ısıtan ve soğutan gibi değildir. Fa­kat kılıç ve para gibidir.

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Ona, kudret ne iki fiilin yapılmasına ve ne de onların yapılmamasına muhtemildir, denir. Senin karşılaştığın hu­sus ise, her ikisine muhtemeldir. Binâenaleyh kudretin, her ikisi için de­ğil, biri için yaratılmış olduğu sabit olur. Sonra kendisi ile soğuyan ve ısı­nan şeylerden senin zikrettiklerin gibi yaratılmış olanı kudretin onu bir yönden değiştirmesi ihtimali yoktur. Niçin kudretin onlardan biri için -yaratılmış olmasın. Halbuki o, biri için olan şeydir. Mahlûkat hakkında açıkça cari olan örf, bu hususu sana hayır üzere kudret sahibi olması için talep etmesini beyan eder. Eğer kudret şerre muhtemel olmasaydı, ona tahsis edilmesinin hiç bir manâsı, olmazdı. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra, kendisine zenginlikle itirazda bulunuldu : Bunun üzerine «Maazallah; çünkü o, herşeyden ganîdir.» dedi ve kılıç ve para ile kendi­sine itiraz edildi.

Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : O, bu hususta haddi tecavüz et­miştir. Çünkü kuvvetin baki kalması ihtimali yoktur. Halbuki ihtiyacı kud­ret ile vacip kılmıştır. Bu husus, müstahil olduğu zaman bununla gani ol­mağa arız olacak şey lâzım gelir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Onun karşılaştığı şey ise, varlık yararı idame ettirmez. Bilakis onu Tbekâ idame ettirir. Onun baki kılınmağa ihtiyacı vardır. O, kuvvette yok­tur. Bunun içindir ki, kendisinden sığındığın şey sana lâzımdır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra hasmına öyle bir soru sordu ki, onun susturup bir şey deme­sine meydan vermedi. O, soru Allah-u a'lem şundan ibarettir : Hakikaten, mu'tezile iddia da bulunup diyor ki : Gerçekten Allah-u Teâlâ, kişinin öm­rünü bir müddet olarak verir, kişi o müddet içinde ömrünü tüketir. Al­lah-u Teâlâ'nın o, kişiyi kendisine verdiği müddet içinde baki kılması Al­lah'ın fiilidir. Allah bunu yapmasını murad eder. Allah, o kişiye bu müd­det içinde rızıklar takdir buyurmuş idi. Sonra Allah kullarından birine Öy­le bir kuvvet verdi ki, onunla Allah-u Teâlâ'nın kendisine verdiği müd­det içinde yaşayıp, nimetlerinden yararlanmasını o kimseden meneder. Alemlerin Rabb'isi olan Cenab-ı Hakk'ı da, o kimseye verdiği sözünü ye­rine getirmekten meneder. Böylece Allah'la, o kimsenin hayatını cesedin­de baki kılacak olan Allah'ın fi'li arasına girmiş olur. Ve Rabb'isini ken­disinden menetmek suretiyle, düşmanının kendisini öldürmesi sebebiyle bunun kendi fiilinden olmasını murad etmiştir. Bu hususun tahakkuk et­mesinde, vadi yerine getirmeme, kahretme, mecbur kılma, ve fi'ilinden menetme gibi hususlar ortaya çıkar. Bunların hepsi de, Cenâb-ı Hakk'm o kimseyi bunlara kadir kılmasiyle olur, Bunlar da, acizlikten, sözde dur­mamakta, makbul elan yoldan olur, veyahut olmaz.

Müslümanların verdikleri cevaba, cevap vermek üzere der ki : Ger­çekten mesele her iş hakkında ifade edilen hakkındadır. Eğer o, olmamış olaydı, Allah'ın ilminde olması nasıl düşünülür idi? îgte müslümanlarm katında ifade edilen budur ki, gerçekten Allah'ın ilminde var olan şey o idi. Onun ilminde ve kudretinde, kendisinin başlangıçta o müddetin gay­rini meydana getirmeye salihti. İlmin de onun olmasını kılmış olsaydı, bu olan meydana gelmezdi.

Sonra sözünün hakikatine dönerek şöyle der : Zalim olan onu ancak eceli geldiği için öldürmüş idi ise, o malûm değil idi. Yine bazan başkasmm koyununu kestiği için övülür. Çünkü eğer koyunu kesmemiş ol­saydı muhakkak ölecekti. Sonra muhakkak sen, «Onu eğer öldürmemiş olsaydı eceli gelmezdi» dersin diye kendisine itiraz olununca «Maazallah, bilakis belki de onu benden başkası öldürür, yahut eceli bitmiş olur» dedi. Sonra, Allah-u Teâlâ'nın «... Kendisine ömür verilenin ömrünün uzatılma­sı, ömründen eksiltilmesi muhakkak bir kitabta (Levh-i Mahfuz'da veya Allah'ın ilminde) yazılıdır. Şüphe yok ki, bu Allah'a kolaydır,545 kavl-i celîli ile ve Resûlüîlah'm (s.a.v.) «Sıla-i rahim (yakın akrabayı ziyaret etmek) ömrü ziyadeleştirir»546 hadis-i şerifi ile ihticac etti. Bununla öm­rün bilinen bir miktarı olup sıla-i rahimle fazlalaşac ağını haber verdi. Buna göre Haclis-i Şerifin anlamı; eğer sıla-i rahimde bulunursa Levh-i Mahfuz'da eceli şu kadar olur, eğer bulunmazsa eceli şu kadar olur, şeklin­dedir. Sonra kendi aptallığına dönüp mutlak olan bir mevhumla itirazda bulundu. Eğer «Bu hususta, başka bir ş$y değil, men'i reddetmek vardır. Kudrette ise fiili men'etmek vardır», denirse buna «Kudrette de aczi men'etmek vardır, başka bir şey yoktur», diye cevap verdi. Ve devamla eğer ben kudretin icap ettiğini söylersem, kendisine ithal etmiş ve onun üzerine hamletmiş olurum. O fiil de benim gayrimin olur.

Allame Ebu Mansur (r.h.) der ki : Onun dediğini ve kendisi ile karşı­laştığı şeyi kim iyi düşünürse, onun cevabın dışına çıktığını yakinen anlar. Fakat biz, onun ciddi olduğu hususlardaki gafletini anlatırız ki, hasım­larının kendisi ile ayrıldıkları hususun tümü hakkındaki özrünü bilsinler. Çünkü bu onun ilmînin, Allah hakkında ulaştığı yerdir. Biz ona deriz ki, Alîah-u Teâlâ, onu Öldüreceğini bilir mi, yahut bilmez mi? Eğer evet bilir derse, kendisine «onun öldürmesi, hayatını yok edip ömrünü giderir mi? Yahut gidermez mi?» diye sorulur. Eğer hayır derse, var olan onu yalan­lar. Eğer evet derse, kendisine §öyle denir; «Onun ömrünün bitmesini, ru­hunun cesedinden çıkmasını başkası ile nasıl yaptı? Evet, eğer bu hususu biliyordu ise nasıl yaptı? Ve Levh-i Mahfuz'da, o, böyle yaparsa, şöyle olur; eğer böyle yapmazsa, şöyle olur; diye nasıl yazdı?» Bu olanı bilmî-yen kimsenin işidir. Amma olanı bilen kimse, böyle olur diye yazar. Eğer o, böyle olmamış olsaydı, felan böylece küfrederdi de Allah'ın gadabma müstahak olur. Eğer o, küfretnıemiş olsaydı, iman ederdi ve Allah'ın sev­gi ve muhabbetini kazanır. Amma o, yahut şu olur, diye olan hususu ke­sinlikle ifade etmeksizin konuşmak ise, sonuçları bilmeyen cahillerin iğidir. Sonra o, nereden ve nasıl, ilimden elde edilen bir haber olur ki, onu olmadan önce tesbit etmiştir. Bu kadarım bütün insanlar bilir. Yani, insan­lar felan, ya öldürülerek hayatını kaybeder, yahut tabii olarak ölür, iman eder, yahut küfreder, şu vakitte harekette bulunur, şu vakitte de bulun­maz diye herkes bilir. Levhden bu kadarı, her gemide bulunur. Ve her geminin levhidir. Yoksa Levh-i Mahfuz547 değildir, fakat zayi edenin levhi olur.

Onun «Eceli gelirse, gerçekten onun eceli, Allah'ın ilminde olana göre katlin gayri ile değildir, sözü ise, o, gerçekten Allah'ın ilminde ol­duğu gibi öldürür. Fakat kendisinden nehyedilen katil ile yahut, Allah'ın ilminde olana göre emredilenle öldürür. O, Allah'ın ilminde olduğu gibi, iman eder ve küfreder. İşte Allah'ın ilminde olan bu husustur. Onların hepsi onun akıbetinin nereye varacağı Allah'ın bildiği hususlara dahildir.

Eğer onu işlememiş olsaydı, akıbetinin ne olacağı ve sonunun nereye varacağı hususu Allah'ın ilminde idi. Ecel de bunun gibidir. Buna göre, Allah-u Teâlâ, onun sıla-i rahimde bulunacağını bildiği için onun ömrü­nü kendi ilminde sıla-i rahimde bulunmayandan daha çok ve uzun kılmış­tır. Âyeti celîlenin emri de böyledir. Zira onun fiilinin, ilminin dışında ol­ması mümkün değil. Onların dedikleri, bu hususta makul olanıdır, te'vil ehli âyet-i celîle hakkında şöyle diyor : «O, ömrünün sonunu ve ömrün­den geçen her vaktin noksanlaştığmı beyân ediyor. Bir grup da, o, ancak mahlûkatm, uzun ömürlü, kısa ömürlü olmaları arasında bulunan muh­telif ömürlerdir. Yoksa, Allah-u Teâlâ, birine bir ömür verir de sonra ken­disine zahir olan lüzuma binâen ömrünü ziyadeleştirir veyahut noksan-laştınr anlamına değildir. Tıpkı cahillerin ve işlerinde şek ve şüphe eden­lerin yaptığı gibi. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Allah-u Teâlâ, «Her ümmet için takdir edilen bir zaman (ecel) var. Müddetleri gelince bir an geri kalmazlar ve öne de geçmezler»548 buyuru­yor. Onun ifade ettiğine göre; onların ecelleri gelmez, bilakis, ecelleri gel­mezden önce öldürülürler. Yine Allah, ömrü ziyade kılmaz.

Şu vakte kadar ömrünün idâme ettireceğine garanti verdiği hususu bakî kılmaya kadir olmayan kimse sıla-i rahim sebebiyle diğer bir ömrü ziyadeleştirmeye nasıl kadir olur? Bilakis ona düşmanını kadir kılmıştır. Hatta kendisini ondan menetti. Cenab-i Allah, bu gibi vasıflardan yüce­dir, berî ve münezzehtir.

Sonra kendisine denir ki, ona verilen müddetten zikrolunan husus, Levh-i Mahfuz'da onu, ecelinin gelmesi anına kadar Allah'ın bakî kılmam, yahut o vakte kadar bakî kalması, yahut eğer Öldürülmezse idi, onun baki kalması veyahut Allah'ın onu baki kılması yazılmış değil miydi? Eğer bi­rinci ve ikincisini yani Allah'ın onu, o müddete kadar bakî kılacağını ifade ederse, Allah'ın haberinde yalan olduğunu ve Allah'ın vadinden hulf et­tiğini iddia etmiş olur. Eğer üçüncüyü kabul eder, öylece konuşursa, ken­disine «Onun öldürüleceğini Allah biliyor mu idi, yoksa bilmiyor muydu?» denir. Eğer hayır bilmiyordu derse, o, kellesinin bedeninden ayrılmasına ve Allah'ın azabında ebedi kalmasına müstahak olmuştur. Eğer evet bili­yordu derse, kendisine «bilmediğini niçin yazdı?549 denir. Çünkü bu, örfte cahillerin yaptığı iştir. Allah-u Teâlâ'yı bilen akıllı kimselerin onu söy­lemekten kaçındığı hususlardandır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra, kendisine Allah-u Teâlâ'nın öldürülmiyeceğini bildiği kimse ile itiraz olundu. Çünkü onu öldürmeyi nıurad ediyorlar, onu etkilendiri­yorlar ve güçlerinin ihtimal ettiği tüm varlıkları ile onu öldürmeyi kas­tediyorlar. Sonra Allah'ın bildiği şey üzere oluyor. Bunlar Öyle sebebler-dir ki, onlardan birinden bu sebeble fiilin vaki olduğunu göremiyorsun. Fiilin vukubulması da onun yalanıdır. Ancak şöyle demesi hariç : Onu meneder, buna göre Allah-u Teâlâ'nın bildiği kimselerin hepsi hakkında Iruvvetle beraber men olmaz demesi kendisine lâzım olur. Bu husus ken­disine lâzım olduğu zaman da Allah'ın bildiği her şey hakkında, kul ona razı olmadığı vakit olur demesini reddetmesi lâzım gelir. Bunun üzerine, her hayır ve şer olan, düşmanlarının sözünün ona götürdüğünü zannet­tikleri red ve menetmekle olur ki, onları bulundukları görüşlerine ileten de budur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Serbest bırakmak ve hâli kılmaktan zikrolunan husus ise üç yönden mütalea edilebilir bir sözdür; güçlüğü kaldırmak ve menetmek. Yahut onunla emretmek. Veyahut da güçlüğü mubah kılmak. Bunların hepsi hayır hakkında mutlak olarak yani kayıtsız şartsız olur. Şer hakkında ise ancak kayıtlı olur ki, o, mecbur ve güç olmaz. Böyle olduğu zaman da zikrolunan şeyle onun itirazda bulunması fasit ve batıl olur. Bizden men' ile cevap verilen de haktır. Allah-u Teâlâ, kavl-i celîlinde : Men'i zikret­tikten sonra «... Eğer tevbe ederlerse, Namaz kılıp zekâtlarını verirlerse kendilerini serbest bırakın...»550 buyuruyor. İnsanların «Ey Allahım, sana itaat etmek için bize güç ver», diye dua etmeleri hoş karşılanır, fakat «Ey Allah'ım bizimle sana olan teatimizin arasını serbest bırak!», diye niyaz­da bulunmaları iyi karşılanmaz. Binâenaleyh onlardan birinde bulunan halin, diğerinde bulunmadığı sabit olur. Ve böylece o, kudretin yok olduğu zaman fiilin işlendiğini söyler. Halbuki kendisinde kudret bulunmaz. Fa­kat fiilîn işlendiği vakit hâli kalma ve serbest bırakmanın kaldırıldığını söylemez ki onunla sonra kadir olduğu şeyi bilsin. Kuvvet ancak Allah'­tandır.

Sonra rızıkla ilgili sual sorarken Öyle bir kelam etti ki; o verihle soru­lan suâle kimse razı olmaz. Bilâkis, onun hakkındaki suâlin vechi şöyledir : Gerçekten Allah-u Teâlâ, «Yerde yürüyen ne kadar canlı varsa, hepsinin rızkı ancak Allah'a aittir...»551, kavl-i celîli ile rızık vermeğe vaadedmce ona mülkü ile veyahut ona itham ettiği ile malik olmuştur. Amma her hangi birisinin Allah-u Teâlâ'yı vaadettiği hususu yerine getirmekten menetmeye kadir olması, hatta, kendisine sözünde durmamak ve vaadini yerine getirmekten aciz kalmak gibi hususların lâhik olması, Allah-u Te-âîâ'nın fülinin başkasının kudreti altında olduğunu ifade eder. Böylece gayri ile sözünü yerine getirmeğe vaadettiği geyi vermeğe kadir olur. Bu ise çok büyük bir iştir. Yahut o kimse bu hususlara kadir olmaz. Böylece herhangi birisinin hakikatte o yönden başkasının rızkı olan ile rızık ver­mesi batıl olur. Veyahut ona kadir olur. Bu husus eğer kendisi ile beraber olan kudret hakkında olursa bu kendisine lâhik olan bir552 vahşet olur. Çünkü o bilir ki rızkını o yönden talep etmiştir.

Der ki: Verrâk suâl sorup onlara şöyle denir dedi; Allah-u Teâlâ'yı düşünüp murakabe etmeğe kadir olduğu halde, Allah'a isyan etmekten kendisini koruyan bir kimse var mıdır? Eğer hayır, yoktur, derse pey­gamberleri vasfetmekte büyük konuşmuşlardır. Çünkü onlar bunu işle­memişlerdir. Eğer evet derlerse; fiilden Önce masiyetin bulunduğunu söy­lemeleri lâzım gelir.

Allah'ın izni ve tevfikiyle kendisine deriz ki; eğer sen kudretle, kulun zayi etmesi olmasaydı, muhakkak arız olacağı kudretin hallerinden ibaret olanı kastediyorsan ne ala, ne güzel. Bütün peygamberler ve Allah'ın seç­kin kulları böyle idiler. Eğer onunla fiille beraber olan kudreti kastedi­yorsan suâli başka noktaya intikal ettirdin. Ve «Kendisi masıyeti işlediği halde, günahları baki kılmakta Allah'ı murakabe eden biri var mıdır?» diyen kimse gibi oldun. Bu ise hiç bir manâsı olmayan hususlardandır. O da sana itiraz ederek «Peygamberlerden bir peygamber, Allah'tan bil­diği, yahut Allah'tan alarak haber verdiğinden masiyeti baki kılmada Al­lah'ı murakabe etti mi?» diyor. Her ne şekilde bir şey hakkında verirse, birinci sorunun cevabı da onun gibidir. Sonra şöyle denir : «Allah-u Teâlâ, velilerinden birine, kendisine düşman olmayı meydana getirecek kudreti ondan menetmekle ihsanda bulundu mu?» Eğer evet bulundu derse biz ona deriz ki;553 Cenab-i Allah, gerçekten kendisine isyan etmeleri için ve­lilerine kudret vermez. Binâenaleyh düşmanlarına da kendisine itaat etme kuvvetini vermemesi kendisine vacip olur. Bunda ise az önce inkâr ettiği husus vardır. Eğer hayır derse Cenab-ı Hakk'ın velilerine kendisine düş­manlık yapmaları için kuvvet verdiğini iddia ediyor. Onların sözlerinden biri de «Allah-u Teâlâ, düşmanlarına düşmanlık kuvvetini vermemiştir.» sözüdür. Binâenaleyh .şimdi, «Cenab-ı Hak velilerine düşmanlık kuvvetini verdi», demeleri gerekir ki, bu da çok büyük bir sözdür.

Sonra denir ki; «Allah-u Teâlâ tââtda bulunduğu zaman, veliye, o taat için kuvvet verdi mi?» Eğer hayır derse, denir ki : «Yapmaya gücü ve kuvveti olmayan taattan uzaklaşması, kendisini58 yapmaya gücü ve kuvveti olmayan masiyetten içtinap etmesi, taata güçsüz olmasından de­ğildir. Bilakis, onun masiyeti terk etmeğe kuvveti vardı. Onların katında ise onun taat üzerine kuvveti yoktur. Bu ise en kötü bir düşünce ve ifa­dedir. Sonra, «Üzerine kadir olduğu fiil ile Allah'a dostluk yapan bir veli, yahut düşmanlıkta bulunan bir düşman var mıdır?» denir. Eğer evet vardır derse fiille beraber kudretin bulunduğunu ikrar etmiştir. Eğer hayır yoktur, derse, dostluk ve düşmanlığı kadir olmadığı 554eyle yapmıştır ki bu da çok uzaktır. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Ve dedi : «Kime hamd ederim? Kim masiyete kadir olursa is^an eder?555 O, peygamberdir. Kim itaat etmeğe kadir olsaydı, Allah'a it pat ederdi? O da İblistir.» Bu ifadelerine karşı denir ki : «Eğer sebebleri kastediyorsan birincisidir. Eğer kendisiyle fiil bulunan kudreti ka^d'-t-tinse, onu mümkün kılmadım. îlim ve haber hakkında da onun gabi söy­lemen gerekir.» Sonra, kendisine şöyle denir : «Kim Allah'a boyun eder­se, eğer Allah onu sevip dost edinse idi o, Allah'a itaat eder mi? Kim kr Allah kendisini sevmez, ona buğzederse, o kimse Allah'a isyan eder mi?» Buna hangi şeyle cevap verirse birinciye de o cevabı verir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Başka biri de şöyle diyor : Kul için dünyada, kendisine «Niçin şunu yapmadın?» dendiğinde «Çünkü ben ona kadir değildim» demesinden da­ha büyük bir özür yoktur. Ahiret hakkında ki sözü de onun gibidir. Bu hususa cevap olarak denir ki : Bu kendisinden kudretin menedildiği şey hakkında özür olur.

Yoksa kudreti zayi ettiği şey hakkında ve kudretin meydana gedme­sini meneden için kesinlikle556 Özür olmaz.

Yine böylece, dünyada şöyle demesinden daha kapsamlı özür olmaz : «Ben senin ne emrini biliyordum ve nede yasağını. Benim iğimin seni kız­dırıp öfkelendireceğini bilmiyordum. Eğer terk etmeseydi ona ulaşmağı taleb edeceği şeyi, kendisine verdiği hususlar Özür olmazdı ise de kuvvet de onun gibidir.

Sonra, o hususta yine o husus hakkında «Çünkü sen bana onu yap­mayacağımı haber verdin. Ve ben de onu böylece bilirim.» demesinden daha büyük Özür yoktur. Bunun üzerine şöyle denir : «Eğer sen onu ya­parsan, mutlaka, ben de seni cahil ve yalancı yaparım.»

Sonra, onun iğin, o husus hakkında şöyle demesinden daha büyük bir Özür yoktur : «Çünkü sen, benim yapmayacağımı bana haber verdin. Sen böyle bildiğin için buna : «Eğer sen onun yaparsan mutlaka ben seni cahil ve yalancı yaparım dedin de, ben de bunun için yapmadım.» Ve yine şöyle ifade etmesi onun için bundan daha büyük Özür bulunmaz : «Senin üzerinde benim en büyük nimetim vardır557. Çünkü sen beni onun üzerine kadir kıldın. Senin Rububiyet işini benim elime bıraktın ve beni onu nakzet­meğe kadir kıldın. Benim ni'm etlerimin en büyüğü senin üzerindedir61 nimetlerin en çoğu senin nezdindedir. Ona ne şeyle cevap verirse, onun için en büyük cevabı budur. Kuvvet ancak Allah'tandır. 558




1 Kitabın aslında «turukun» kelimesi «tarîkun» olarak yazılmıştır. Fakat «ya» nok­tasızdır.

2 Kitabın aslında «ev- harfi mükerrerdir.

3 Kitabın aslında «kavluhum» kelimesi «kavluhû» olarak yazılmıştır.

4 Kitabın aslında «ğayruhû* kelimesi «ğayru» olarak yazılmıştır.

5 «ve alâ hâze'l kavi» cümlesi kitab metninin dip notunda varid olmuştur.

6 230 H. / 844 M. yılı dolaylarında vefat eden Hüseyin bin Muhammed En-Neccar'm mu'tezile ile Ehli Sünnet arasında bir mezhebi vardır ki o, kendi ismi ile isimlenen bir fırkanın reisi idi- O fırkadan «Neccariye» adı ile başka bir fırka meydana çıkarak bazı işlerde Neccar'a muvafakat edip bazı işlerde de muhalefet eden ta­raftarlarının isimleri ile müstakil olarak bulundu. Muhammed bin îsa İd, Berğus lâkabı ile bilinir. Buna tabi olanların fırkası bu fırkalardan olup kendisine, «Ber-ğûsiyye. fırkası denir. Bak: (El-Fark Beyne'l-Firak, 120, 127.) İbn Murtaza, (El-Munye Ve'l - Emel) nam eserinin 27- sayfasında şöyle der : O, Ebu'l - Hüzeyl El-Allâf m meclisinde bulunurdu. Ebu'l Huzeyl'in vefat tarihi: 235 H. / 849 M. ve bak: Neybrıç'm incelemesi, «El-İntisar», s. 133, 134 ve 216-230.

7 Kitabın aslında «kâlû» kelimesi «kale. olarak yazılmıştır.

8 Zındık sözü, âlemin iki asıl olan ziya ve karanlıktan meydana geldiğini söyliyen mecûsilere ve maniviyye mezhebine bağlı olanlara söyleniyor idi. Sonra bu sözün anlamı genişliyerek her mulhid ve bîd'at sahibi olanlara söylenir oldu. Ve sonra daha ileri varılarak mâzhebi ehli sünnet mezhebine muhalif olan herkese veyahut ozanlar ve yazarlardan içki âleminde bulunup o yaşantıyı sürdüren kimselere söy­lenir oldu- Bak: «Tarîh-ul îlhâd Fi'l-İslâm» s. 23-53. Dr. Abdurrahman Bedevi'nin. T. Kahire, 1945 kitabının «Ez'zendeke. bahsine. Ve bak: «El-Fihrist Libn'in-Ne­dim», s. 445-473, T. El-Mektebet'üt - Ticariyye, Kahire.

9 Seneviyye : Âlemin var olması için iki, kadîm ve idare kudretinde olan asıl ispat eden mecûsîlerden ibarettir- Bunlar, hayır ile şerri, ziya ile karanlık arasında taksim ediyorlar. Bak: Şehristânî'nin «El - Miîel ve'n - Nihal» adındaki eseri, c. II, s. 72, 23; T- Bağdat ve «El-Fihrist Libn'in-Nedim», s. 442-484; T. Kahire. El-Mektebet'üt - Ticariye.

10 Kitabın aslında «mea» kelimesi «ve ilâ* olarak yazılmıştır.

11 Kitabın aslında «bi'l kıdemi» kelimesi «bi'l ademî» olarak yazılmıştır.

12 Kitabın aslında *bi kıdemi» kelimesi noktasızdır.

13 Kitabın aslında *ve kezâlike küllü cveherin» bu ibare mükerrerdir.

14 Ebu Bekir Muhammed bin Şebib, mu'tezile mezhebinin ileri gelen âlimlerinden biridir. îbni Murtaza onu, mezhebin yedinci tabakasında sayıp tevhîd hakkında bir kitap yazdığını zikreder- O, Nezzam'ın taraftarlarından

biri idi. Böylece ken­disi Hicrî üçüncü yüzyılın ortalarında yaşıyan bilginlerden olmuş olur. Mu'tezile, onun, mürcie mezhebini benimsemekle itham etmiştir. Bak: «El-Munye ve'1-Emel», s. 40 ve «El-Farku Beyne'l - Firak., s. 20, 69. 122, 125.



15 Kitabın aslında «kezâlike» kelimesi «zallke» olarak yazılmıştır.

16 Kitabın aslında «innemâ» kelimesi mükerrer olarak yarılmıştır.

17 Kitabın aslında «es'iletun» kelimesi «esviletu» olarak yazılmıştır

18 Bu ibare, kitabın aslının dip notunda varid olmuştur. Kendisi ile mânâ doğru ifade edilmektedir.

19 Kitabın aslında ... kelime okunamamıştır. Kitabı yazan da buna işaret etmekte­dir. Bu işaretin de kelimenin zait oiduğunu göstermektedir. Mânâ ise onsuz da doğrudur.

20 Kitabın aslında «haleka halkan bilâ hacetin limenâfiihîm» ibaresi, «haleka haikan bilâ hacetin tesbutu lehû limenâfühim» olarak yazılmıştır. Biz, bu ibare-siz de mânânın doğru olduğuna inanmaktayız.

21 Kitabın aslında «limenâfü'n. kelimesi «elmenâfiu* olarak yazılmıştır.

22 Kitabın aslında .ve kavluhû. kelimesi «vehuve kavluhû» olarak yazılmıştır.

23 Kitabın aslında «tahte» kelimesi noktasız "te" harfi ile yazılmıştır.

24 «Ebu Mansur rahimehullah* ibaresi, kitabın aslından tam naânâsiyle silinmiştir-İbareden hip bir iz yoktur.

25 Kitabın aslında -velâ muhdesen* kelimesi mükerrer olarak yazılmıştır.

26 Kitabın aslında «sebekat kudretühû» cümlesi «sebeka kadruhû» olarak yazıl­mıştır.

27 Kitabın aslında «zâtuhû» kelimesi «fi'luhû» olarak yazılmıştır.

28 Kitabın aslında «vahd&niyyetl mûcidihî» cümlesi «vahdaniyyetuhû mevcûduhû» olarak yaalmıgür.

29 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 227-248.

30 Kitabın aslında -yulâimuhû» kelimesi «yulâvimuhû» olarak yazılmıştır.

31 Kitabın aslında .fimâ yedulluhû. cümlesi «fîmâ lehû yedüllühû. olarak yazılmıştır.

Yüklə 1,02 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin