Mes'ele (Kulların Fiilleri Ve Onların İspat Edilmesi)
Hamd-ü sena, kadîm olma, ebedî olma ve ilâh, rab olmada bir ve tek olan Allah'a mahsustur. O Allah ki parlak delil, büyük mülk sahibidir. O Allah ki, mahlûkatı kudretiyle yaratmış, geçmişteki ilmi ve dileğine uygun olarak hikmeti ile onları hareketlendirmiştir. Mahlûkatm hepsinin...'340 bir yerden bîr yere hareket etmesi onun lûtfu ve ihsanı iledir. O, eşyayı nasıl dilediyse öyle yaratmıştır. Çünkü O, Kur'an-ı Ke-rîm'inde «Allah, yaptığından sorumlu olmaz. Kullar ise sorumlu olur.»341 buyurmaktadır. Kullardan bazılarında sefeh ve hikmet bulunduğu için suâlden menolundular. Sonra sefehden dolayı da cezalandırıldılar. Onların hikmete rağbet etmeleri istenmiştir. Allah-u Teâlâ'dan bize tevfîkini ikram etmesini ve doğruya olan azmimizi yenilemesini, kalblerimizi tev-hîd nuru le nûrlandırnıasmı niyaz ederiz. Şüphesiz ki O, Hamîd'dir, Me-cîd'dir.
Bundan sonra vaktaki Allah-u Teâlâ, beşerî, kendilerini temyiz ehli kıldığı şey ile mihnet için yarattı ve işlerden mezmum olanı ve övüleni bildi, yapılanlardan mezmum olam insanların akıllarında çirkin ve kötü olarak, övülenleri de güzel olarak meyadana getirdi. İnsanların zihinlerinde ve fikirlerinde büyüyüp çoğunluğu meyadana getiren hususun çirkin olanı güzele, zemolunan §eye olan rağbeti de metholunan şeye olan rağbetin üzerine tercih edildi. Onları kapandıkları şey üzerine ve kendilerine ikram ettiği hususlar ile bir emri, diğer bir emir üzerine tercih etmelerine çağırdı. Onların akıllarında o gibilerin ihtimal dahilinde olmasını çirkinlegtirdi. Bunun için Allah-u Teâlâ, insanların içinde bulundukları hususları kendisinden korunacak zararla kendisine rağbet edilecek menfaatli şeyler arasında değişik olarak meydana getirmiştir ki, onlar insanlar için kendisine rağbet edilecek şeylerden vaadolunanîan ve kaçınılması gereken hususların bilineceği alâmet ve işaretler olsun. Sonra, insanları eşyadan nefret edip uzaklaşan, eşyayı benimseyip ona meyleden tabiatlar üzere yaratmıştır. Onların akıllarına, tabiatların kendisinden nefret edip uzaklaştığı şeylerden bazılarım sonuçlarının güzel ve övülmeye lâyık-olması ile güzel olarak göstermiştir. Tabiatların kendisine meylettiği bazı şeyleri de, akıbetlerinin kötü olmasıyla girkin olduğunu göstermiştir. Böylece Allah-u Teâlâ, insanları âkibeti güzel ve tatlı olan şey ile tabiatlar üzerine iyi görünmeyen hususları tahammül etme ve nihayetin istekli olmasıyla kendisine çağırdıkları şeyden tabiatı uzaklaştırma kabiliyetinde yarattı. Sonra da onları imtihana tâbi tuttu. Çünkü onların benzerlerinin bulunmasının ihtimali dahilinde olmasından akıllan kaçmıştır. Amellerin çirkin olanından içtinap etmek ve güzel olanlarını benimsemek suretiyle üstün ahlâk ve güzel amellerde342 bulunmalarını teşvik etmiştir. Sonra insanların mihnet ve musibetini icabettiren hususu iki şeyde meydana getirmiştir : Güçlük, kolaylık... Çünkü insanlar, her iki hususu birden raihnetsiz olarak birbirlerine alıp verirler. Çünkü onda üzerine343 yöneldikleri ve kendisinden kaçındıkları hususlar mevcuttur.
Bu esaslara göre insanların her türlü fazilete nail olmaları istenilen dereceye yükselmeyi temin edecek asla ulaştıracak olan sebepler vardır ki, o da iki yönde mütalâa edilen ilimdir. Birincisi, zahir ve ayan -beyân olan ilim, ikincisi de gizli ve kapalı olan ilimdir. Bunun böyle olması, onlarla akıl sahiplerinin çalışmalarda ve nefsin kendisinden nefret ettiği tabiatların istemediği hususların ihtimali dahilinde olması bakımından birbirlerinden üstün olmaları kadannea yekdiğerine üstünlük sağhyabilmelerf içindir. Bunlara göre de ilmin yolu iki kısım olarak ifade ediliyor : Birincisi, ayan - beyân olan ki, o sebeplerin en özüdür. Ve onunla beraber kendisinden gidi olan için asıl olduğundan cehalet bulunmaz. İkincisi : Mahlûkatın delâlet etmesiyle işitilerek bilmen nakîî delildir ki, onun doğru ve yalan olduğu bilinir. Sonra nakli deliler iki kısma ayrılıyor : Birincisi, «muhkem-i müteşâbih» olan., İkincisi, «mü-fesser» ve «müphem» olan. Bu hususun böyle olması da marifetlerin nihayetinin onları icabettiren hususlardan menetmek ve kendisine lâzım olan hususa yönelmeyi açıklamak içindir. Kim ki, «müphemi», «müfesser» üzerine hanüederse, «muhkemi» kabul etmiş ve mihnet ehlinin kendisine ihtiyaç duyduğu şeylerden bilmesini lâzım kılan hususun kendisinde bulunmasını mümkün kılacak olan «müteşâbihi» onun üzerine ham-letmigtir. Veyahut ta kendisindeki hakikati bilip Öğrenmekten müstağni olmasmm mümkün kıldığı husuta onlara o mevzulara dalmayı terketme-ğe hamletmiştir. Böylece durma mihneti olmuş olur. Çünkü Al!ah-u Teâlâ,344 iki yönden imtihan eder. ilk olarak teslim olmakla, ikinci olarak da talep, yani ilk olarak îman etme, ikinci olarak da îmanın iktizâsının yerine getirilmesini talep etme. Kulun üzerine dügen ise ancak emir kadannea itaat etmektir. Vaktaki Allah-u Teâlâ, kitabını iki emir üzerine cem'etti ki insanlar, dini bilirler, o kitabı kabul edip tasdik ettiler ki O, Allah tarafından hak olarak gelmiştir, bu noktadan rücu' etmek ba§ka bir fikirlere saplanmak, hiç kimsenin gücü ve takati dahilinde değildir. Ve gerçekten o kitabı kim benimserse onun hükümleri İle, emirleri ile amel etmek gerektiği lüzumunu hissederse kurtulmuştur, felah bulmuştur. Dünya ve âhiret refah ve saadetine kavuşmuştur. Kim ki o kitaptan yüzçevirmiş, onun emir ve yasaklarına riayet etmemişse zarar etmiş, hüsranda kalmış, isyan ehlinden olduğu için dünya ve Âhiret nimetlerinden mahrum olmuştur. Hatta her fırka Kur'an-ı Kerîm'den muhkem olana isabet ettiğini ve onun lâzım olduğunu sanmıştır. Ve hasmının gitmiş olduğu hususta kendisine o noktada durmayı veyahut da kendi itikat ettiği hususta kendince tekarrür eden üzere icmal etmeği vazife bilmiştir. Onların param -parça olmaları, her birinin muhkemi müteşabihten ayırd etmeğe ve belirlemeye muhtaç olduğunu ilzam eder ki, bu da müteşabihle ondan muhkem olanın tenakuz etmemesinin bilinmesini gerektirir.
Sonra şu husus bilinen bir şeydir ki, Kur'ân-ı Kerîm'in birbirine muhalif bir şekilde olması imkân ve ihtimal dahilinde değildir. Bu sıfatla Allah-u Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'i vasfetmek üzere «Onlar, hâlâ Kur'ân'm Allah Kelâmı olduğunu ve mânâsım düşünmiyecekler mi ? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan bir çok söz ve ifadeler bulunurdu.»345 buyurmaktadır. Kendisinin delilleri bulunanda delillerin aklen birbirine zıt düşmesi onun sefih ve cahil olmasının delilidir. Bunlarla346 sabit olmuştur ki, kendisi için ayrılığa düşülen husus Kur'an olması bakımından ve kendisinde açıklamanın bulunmamasından olmadığı sabit olur. Bilâkis o, hususun Kur'ana reddedilmesinin teklif edilmesi ve Kur'an'a tâbi olmanın lüzumlu görülmesi delâlet eder ki, gerçekten Kur'an'da o hususun beyânı ve açıklanması vardır. Muhkem olanın kendisine ulaşmayan kimseye gizli kalması ancak birkaç mânâdan dolayı gizli kalır. Gizli kalması, ya cevherin tabiatının kendisiyle lezzet duyduğu şeye meyletmesiyle veyahut itiyat ettiği şeyin bazısına fansiyet kesbettiği veyahut kendisine güvendiği kimseyi taklid ettiği veyahut talep etme ve araştırmada kusur ettiği veya işitmesine ilka* edilen şeye aklının tâbi olmamasıyla rubûbiyet hikmetinin üzerinde müsâvî olmasının daha fazla sevdiğinden kendi aklına güveni olduğu içindir. Böylece bu hususlarla muhkem olan kendi katında müteşabih olur. Veyahut bahsetme ve araştırmada noksan kaldığından ileri gelir. Çünkü tevhîd'den rücu' edenlerin üzerine şüpheli olan yönlerin vecihleri eşyanın hepsinin bu hususlarla kendisine şehadet etmesiyledir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Bu hususların aslı şudur ki : Gerçekten Allah-u Teâlâ, beşeri mevcut olan lezzetli şeylere meyleden tabiatlar üzere yaratmıştır. Bu tabiatlar sahibini ona çağırır ve o lezzetli şeyleri kendisinde yerleştirilen tabiatına uygun olan şeylerden şehevî isteklerle, nefsanî arzularla gözüne süsler ve güzel gösterir.347 Hal bu ise onlar, kendisinde bulunan elem ve yorgunluk gibi hususlardan nefret ederler, kaçarlar, öyle ise insanın yaratılışı ve tabiatı güzelleştirme ve çirkinleştirme hakkında aklının düşmanlarından biri olur.
Akim güzel ve çirkin kıldıığ şey, eğer zavallı olmıyan ve bir halden başka bir hale girip değişiklik kabul etmeyen olur ise, tabiatın güzel ve çirkin gördüğü şeyin değişme kabiliyetinde olması348 ve bir halden349 başka bir hale geçmek suretiyle değişikliği kabul etmesi, terbiye ile olur. Onları ayakta tutmak da ünsiyet kesbettiği şeyden menetmekle olur. Kendisinden nefret edip uzaklaştığı şeye yöneltilmesi ise onunla ayakta durmasını güzelleştirir. Oysa ki, tabiatın onu kabul etmesi muhtemel olan bir husustur. Tıpkı hayvanlar ve kuşların işlerinden bilinenler gibi. Çünkü onlar yaratılışları itibariyle kendileri ile, insanların, yararlı hususIardan istenilenleri kabul etmeyip nefret ederler. Ve bunları yerine getirmekten kaçınırlar. Sonra vahşi hayvanlarda olduğu gibi kendisine meyletmek suretiyle hayvanların yaratılmış oldukları hallerin güzelleştirilmesi için görüş sahibi olan kimsenin onlarla bulunmaları ehlileştirü-mesiyle elde edildiği için güzel olur. Kendisinden nefret edip uzaklaşma üzere yaratılmış olan hususlar da böyledir. O da aynı hal üzene yaratılmış olan gibidir. Beşerde kesme ve öldürmekten tabiatın uzaklaşma, nefret etme işi de buna göre değerlendirüir. Sonra bu hususun hayvanda gerçekleştirilmesi ve güzelliği, çirkinliği akılla idrâk edilen hususta kolay olur. Hallerin açık - seçik bir durumda olmasıyla kendisinde olan, idrâk edilme hususu devamlı olarak ziyâdeleşir. Bunun içindir ki, Allah-u Teâlâ, tabiatların meylini değil, akılları hüccet ve delil yapmıştırr Çünkü Cenab-ı Allah ezelde akıllıların mükellef olduğunu takdir buyurmuştur. Her ne kadar kendilerine, tabiatlarında aklî selim olmayanlardan kendilerinden başkaları katılmış olsalar bile. Akü sahibi olanlara akim kendilerine güzel gösterdiğine tâbi olmalarım tabiatları ondan nefret etseler de onlara lâzım kıldığı gibi, her ne kadar tabiatın cevheri onu kabul etse de, akim çirkin gördüğünden kaçınmalarını emretmiştir. Çünkü akıl, sahibine §ey'in bulunduğu hususun hakikatini ve gerçeğini gösterir. Cevherin tabiatı ise bu hususu izah etmez. Çünkü tabiatın cevheri ile göremez ve bulunanın gayrini de örnek veremez. Akıl ise, kendisi ile hazır ve gaip olan §ey idrâk olunur. Onunla tabiata gaip olan şey hazır olur. Hatta kendisine, kendisi ile lezzetlendiği ve hoşlanmadığı şeylerden görünen gibi olur. Onun katında mihnet kolaylaşır, tabiatın ikrah ettiği ağır yük de hafifleşir. Söz ve ibarelerin takdir edilmesi ona göredir. Gerçekten söz ve ifadelerin güzel ve çirkin olması her ne kadar işitmelere muhtelif olursa da, onlar hukukda değişmezler. Çünkü onlar tegayyür ederler. Bir ibarenin iki dilde ifade edilmesi caizdir ki, onlardan biri diğerinden tatlı olur. Güzel, kendi nefsiyle güzeldir. Hak350 ise ifade edenlerin başka, başka şahıslar olmasıyla muhtelif olmaz. Bunun içindir ki, eşyanın güzelliğini ve yaratılıştaki tabiatla ve ne de ibare ve ifadenin güzel olmasıyla takdir olunur.351 Eşyanın güzelliği ancak güzeli çirkin görmeyen akıl ile takdir olunur. O işlerden her işin kendisinde birleşmesi gereken bir asıldır. Tıpkı değişikliğe uğraması muhtemel olmayan, kendisini cehlin nakzetmediği mahlûkatı bilmek gibi. Böylece o her gizli ve kapalı olan için asıl olur. Aklın durumu ve gösterdiği her352 yaratılmış olanın hali böyledir.
Tabiatların düşünülenin güzelleştirmesi ve çirkinleştirmesinde bir birlerine uymamaları hususunda açıkladığımıza göre, insanlardan çoğuna aklın ve tabiatın kendilerine gösterdikleri şeyi idrâk etmeleri güçleşir. Bunun içindir ki, muhkem olan onların katında müteşâbih olur. Mü-teşâbih olan da muhkem suretinde görülür. îşte böylece hergeyin kendi yolunun gayri ile idrâk edildiğini ifade etmek isterim. Allah-u Teâlâ'-dan bizi bâtılı hak olarak, hakkı, bâtıl suretinde görmemizden korumasını niyaz ederiz. O, kuvvet ve kudret sahibidir. Her şeye kadirdir, her-şeyin idarecisi de odur. 353
Dostları ilə paylaş: |