Mete Tuncay _ Eleştirel Tarih Yazıları
UYARI:
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki tüm e-kitaplar, 5846 sayılı kanun'un ilgili maddesine istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran ve benzeri yardımcı araçlara, uyumlu olacak şekilde, "TXT", "DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görme engelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki e-kitaplar, "engelli-engelsiz elele" düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbir şekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Aksi kullanımdan doğabilecek tüm yasal sorumluluklar kullanana aittir.
Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum. Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Yaşar Mutlu
İLGİLİ KANUN:
5846 sayılı kanun'un "Altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaç güdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
Bu e-kitap görme engelliler için düzenlenmiştir.
Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp, kitapsevenler@gmail.com adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.
Bu kitaplar, size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek, lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
www.kitapsevenler.com
Tarayan Gökhan Aydıner
Mete Tuncay _ Eleştirel Tarih Yazıları
ELEŞTİREL TARİH YAZILARI
METE TUNCAY
YAYINA HAZIRLAYANLAR H. BAHADIR TÖRK & H. EMRAH BERİŞ
İÇİNDEKİLER
Mele Tuncay
Eleştirel Tarih Yazıları
Liberte Yayınları: 122 Libeıle Yayınlan, Nisan 2006 İlk baskı Aralık 2005 © Liberte Yayınları Tüm haklan saklıdır. ISBN: 975-6201-06-1
Yayına Hazırlayanlar: H. Bahadır Türk,
H. Emrah Beriş
İç Tasarım: Buğra Kalkan
Kapak: Nilüfer Korkmaz
Basını: Turhan Kilapevi Ofset Matbaacılık Tesisleri
Tel; (312) 341 18 13
Liberte Yayınları
GMK Bulvarı No: 108/16 06570 Maltepe - Ankara Tel: (312) 230 87 03 Faks:(312)230 80 03 e-maü: liberte@liberte.com.tr www.liberte.com.tr
Sunuş.......................................................................................7
Özgeçmiş.................................................................................8
A. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e.............................................9
Türk Siyasal Düşüncesinin Son Yüz Yılında Üç Ana Yönelimin Ortak Çıkmazı: Dogmatizm..................................9
1293 Kanun-u Esasisinin Son Tâdilleri.................................16
Osmanlı Devleti'nde So! Akımlar ve Partiler.......................25
Hüseyin Hiîmi Çevresi ve Osmanlı Sosyalist Fırkası...........37
Siyasal Miras.........................................................................45
Siyasal Gelişmenin Evreleri..................................................50
Ankara İstiklâl Mahkemesinde Bir Heyet-i Fesadiye Davası ve Kuva-yı Milliye......................................................................97
B. Tek Parti Dönemi ve Kemalizm..................................121
Tek Parti Döneminde Basın................................................121
Atatürk'e Nasıl Bakmak......................................................127
Atatürk'ün Yöntemi ve Yönetimi Üzerine..........................135
Atatürk Konusunda Yanıtlara Yanıt....................................144
İkna (İnandırma) Yerine Tecebbür (Zorlama).....................155
Sol Kemalizm'e Bakıyor'dan [Bir Söyleşi]........................163
C. Türkiye'de Siyasal Kültür...........................................175
Laiklik.................................................................................175
Laiklik ve Halkçılık.............................................................183
Türkiye Cumhuriyeti'nde Siyasal Düşünce Akımları.........194
İstanbul Adaları [Rumlara Dair]..........................................202
Yahudiler Üstüne Bir Söyleşi..............................................209
Ermeni Sorunuyla İlgili Bir Söyleşi....................................221
D. Türkiye'Din Eğitim Sorununa Bakışlar......................228
Eğitim, Özelliklede Yüksek Öğretim Üstüne Düşünceler... 229
Tarih Yazımının Bazı Sorunları Üstüne Düşünceler...........238
İlk ve Orta Öğretimde Tarih................................................245
E. Kitabiyal........................................................................257
Mahmut Goloğlu'nun Son Eseri..........................................257
Atatürk ve Tanyol................................................................263
O Zaman Öyle [mi] Gerekiyordu [?]...................................272
Niyazi Berkes'in Siyah-Beyaz Anıları................................278
Karabekir'in -Uğur Mutncu'nun İzin Verdiği
Kadar- An [attıkları................................................................282
Birinci Meclis......................................................................284
Sunuş
H. Bahadır Türk ile H. Emrah Beriş'in hazırlamayı önerdikleri. Önermekle de kalmayıp eski yazılarımdan seçerek topladıkları bu kitabın yayımlanması beni pek mutlu etti.
Aslında, ben fazla yazmadım. Başlıca iki kitabım var: Türkiye'de Sol Akımlar I: 1908-25 (ve //. 1925-36) ile T.C'nde Tek-Parti Yöneliminin Kurulması: 1923-31. Bunların ilki 1967'de (ve devam cildi 1991 'de), ikincisi de 1981'de çıktı. Her ikisinin sonradan genişletilmiş çeşitli basımları oldu. Ama çok çeviri yaptım: Aristoteles'ten D. Hume'a, Th. Jefferson'a, S. M. Lipset'e, E. Barker'a, Kari R. Popper'den, P. Burke'e, I. Berlin'e, I. Diakonoff a kadar birçok önemli yazarın yapıtlarını Türkçe'ye çevirdim. Ayrıca çeviri editörlükleri yaptım. İki de antoloji derledim: Batı 'da Siyasal Düşünceler Tarihi (üç cilt) ve Sosyalist Düşünüş Tarihi (iki cilt). Tarih ve Toplum (1984-93) ile Toplumsal Tarih (1994-97) dergilerini kurdum ve yönettim.
Özyaşamöyküm (benimle söyleşi yapan Ayşe ETdem ve Yücel Demirel arkadaşlarımın bir dipnotunda belirttikleri gibi "monolog" niteliğindeki) uzun bir metin halinde yayımlandı: "Bir Tarihçinin Tarihçesi" [Cogito, Sayı 32 (Yaz 2002), s. 42-67).
Hiçbir siyasal partiye girmedim, her zaman muhalif kaldım; fakat yıllar boyu sivil toplum kuruluşlarında çalıştım: Siyasî İlimler Türk Derneği'nde, Helsinki Yurttaşlar Derneği'nde, Tarih Vakfı'nda.
Özgürlük, eşitlik, dürüstlüğe inandığım için, yapmaya çalıştığım incelemelerde hep eleştirici oldum. Genellikle kendi çevremden övgüler aldım, başkaları da bana saygı gösterdiler. Ne yazık ki, benim çalışmalarımı çok az kişi eleştirdi. Bir istisnayı burada memnuniyetle anmak istiyorum: Mete Çelik'in Toplum ve Bilim dergisinin "literatür eleştirisi" sayfalarında yayımlanan "Mete Tuncay'ın Türkiye'de Sol Akımlar'ı Üzerine" başlıklı yazısı (Sayı 78, Güz 1998, s. 244-52). Benim başka araştırmalarımı da kapsayan bu eleştirinin çoğu savlarını haklı ve düşündürücü buldum.
Bu kitapta biraraya getirilen otuza yakın yazı, benim otuz yıldır ilgilendiğim sorunların bir panoramasını verdikten başka, düşün-celerimdeki değişim ve gelişime de ışık tutuyor. Hazırlayanlara ve okuma zahmetine katlanacak olanlara teşekkür ederim.
Mete Tuncay
Özgeçmiş
Mete Tuncay, 1936'da İstanbul'da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okudu. Aynı kurumda 1961'de Siyasal Bilimler Doktoru, 1966'da Siyasal Teoriler Doçenti oldu. 1961'de Rockefeller bursuyla Londra İktisat ve Siyasal Bilimler Okulu'nda incelemeler, 1967-69'da Ankara'daki Muhabere Okulu'nda ve Harb Tarihi Dairesi'nde askerlik yaptı. 1972-1973 yıllarında bir yıl süreyle DİSK'te araştırma uzmanlığı görevini yürüttü. 1974-75'te Kültür Bakanlığı Yayınlar ve Tanıtma Dairesi Başkanlığında, 1975-77'de Millî Kütüphane Danışmanlığı'nda bulundu. 1979'da SSCB Bilimler Akademisi konuğu olarak Sovyetler Birliği'nde, 1979-80'de Fulbright bursuyla ABD'deki Stanford Üniversitesi Hoover Kurumu'nda araştırmalar yaptı. 1987-88'de Hür Berlin Üniversitesi Cari von Ossietzsky Profesörü oldu. 1967'de Türkiye'de Sol Akımlar 1908-1925 kitabını yayımladı. 1981'de Türkiye Cumhuriyeti'nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması 1923-193! kitabı basıldı. 1982'de (Sıkıyönetimce toplatılan ve mahkemede aklandığı halde imha edilen) Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler kitabı yayımlandı. 1983'te bazı yazılarını Bilineceği Bilmek'te topladı. Aynı yıl Şubat'ında 1402 sayılı yasa uyarınca üniversiteden çıkarıldı. 1990'da Mahkeme kararıyla görevine iade edildi, ama kendisi emekliliğini istedi. 1984 başından itibaren on yıl, aylık Tarih ve Toplum, 1994-96 arasında da Toplumsal Tarih dergilerini yönetti. Halen Bilgi Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı.
A. Osmanlı'dan Cumhuriyete
Türk Siyasal Düşüncesinin Son Yüz Yılında
Üç Ana Yönelimin Ortak Çıkmazı:
Dogmatizm*
Türkiye yüz yıldır, sırasıyla İslamcı, Pozitivist-Batıcı ve Sosyalist olmak üzere üç düşünce ikliminde yaşamıştır dersem, sanırım, çok yanlış bir genelleme yapmış olmam. Bunların bağdaşmaz olduklarını, birbirleriyle eşit ağırlık taşıdıklarını, Türk düşüncesinin bu evrelerden birini tamamladıktan sonra ötekine girdiğini, üçünün benzer Ölçülerde yaygınlık kazandığını, yüz yıldan beri başka hiçbir düşünce akımı doğmadığını söylemek istemiyorum. Yalnızca, bunları ana yönelişler olarak ayırmak bana Önemli göründü.
Türk düşüncesi, en azından yüz yıldır, hemen hiçbir alanda gerçek anlamıyla yaratıcı olmamıştır -ne özgün bir kuramsal yapı ortaya koyabilmiş, hatta ne de yabancı kökenli bir düşünceyi yerli koşullara uyarlamakta ciddi bir başarı gösterebilmiştir. Aydınlarımız genellikle, epigon olmaktan ileri gidememiştir.
Bu iki tespiti şöyle bağlayacağım: Çağdaş Türk düşüncesindeki üç ana akım içinde, dogmatizm ortak bir parantez meydana getirmektedir. Düşünürlerimizin benimsedikleri görüşlere dogmatikçe bağlanmaları, eleştirici ve dolayısıyla yaratıcı olmamalarına yol açmıştır, işte, burada savunmaya çalışacağım tez, en sivri bir biçimde böyle özetlenebilir.
Hemen söyleyeyim ki, bu bir çeşit özeleştiridir. Bununla, Türk düşüncesine karşı haksızlık etmeyi amaçlamıyorum. Hatta, nedenini ve çarelerini araştırarak dogmatiklikten kurtulabileceğimiz gibi, safdilce bir umudum da var.
Önce, dogmatizmden ne anladığımı açıklamaya çalışayım. Dogmatizm, kuşkuculuğun karşı kutbudur. Bu bakımdan önko-
Mete Tuncay
şulu, "İnsanlarca bilinebilecek nesnel gerçeklerin varolduğu" yolunda epistemolojik/ontolojik bir metafiziği kabul etmektir; bundan sonra "nitekim, o gerçeklik falan kuramla yanılmaz, sarsılmaz bir biçimde kavranmıştır" dersek, dogmatik bir tutum takınmış oluruz. Verdiğim tanımda önemli olan, yanılmazlık, sar-sılmazlık iddiasıdır; yoksa onun yerine "hipotetik" bir tutum ta-kınılsa, pekâlâ bilimsel bir kalıba uyulmuş olurdu.
Daha basitçe, dogmatizm kavramının herhangi bir alandaki herhangi bir kuram üstünde inatla direnmek anlamına geldiğini görüyoruz. Ama acaba bu, bazı alanlarda geliştirilen kuramların yapısal gereği midir? Öyle olduğunu sanıyorum. Her türlü düşünce gerçeğe erişmek ister; ama gerçeği bilgi yoluyla değil de, inanç yoluyla kavramaya çalışan yaklaşımlarda, yani bilime karşılık dinde dogmatizm doğaldır.
Bilim alanında akıl, din alanında duygu egemen olduğu İçin, inanılan gerçekler yanıltmaz, sarsılmaz gerçeklerdir; bilinen gerçeklerse, ancak yanlışlıkları ortaya çıkarılıncaya değin öyle imişler gibi kabul edilir.
Bu basmakalıp sözlerden sonra, şurasını önemle belirtmek isterim ki, insandan çıktığına göre, hangi alanda olursa olsun, her kuramın dayandığı bir "inanç sistemi" vardır. Bunların yanlışlığı akılla gösterilemez; dolayısıyla, bilimsel kuramların gerisindeki inançlarda dogmatizmden büsbütün kurtulmayı bekleyemeyiz. Ancak bu değer yargıları, kalmaları gereken yerden öteye, kuramın ampirik ya da rasyonel olmak gereken asıl bedenine karışırsa, İşte o zaman kötü olur.
Vahiye dayanan dinlerin, hatta ayrıntılar bir yana, salt Tanrı inancının (deizmin) ciddi olarak savunulabileceği kanısında değilim. Çünkü, temel varsayımları, ya ilkece bilinebilir nitelikte olan, ama şimdilik bilinmeyen, ya da zaten bilinemeyecek soruların (çoğu kez, sözde-sorulann) inanç yoluyla cevaplandırılmasına dayanmaktadır. Fakat bundan sonra, bir anlamda iç tutarlılıkları olduğunu, hiç değilse özlerine dokunmadan kendi içlerinde tutarlı bir biçimde yeniden formüle edilebileceklerini söyleyebiliriz.
10
Eleştirel Tarih Yazıları
Dogmatizmin, böylece dinsel bir kuramda, bağışlanabilirlik anlamında olmasa bile, alışılmışlıktan gelen bir doğallığı vardır. Zihin zevkimizi, asıl, din-dışı alanlardaki dinsel tutum incitmektedir. Burada, İslâmiyet'in akılcı bir din olduğu iddiasını tartışmaya gerek görmüyorum. Bütün dinlerin tarihlerinde zaman zaman akılla temellendirmeye çalışıldığını biliyoruz; ama böyle çabalar hem gerçekte dinin özüne aykırı, hem de boşunadır. Ayrıca, İslâm'ın Tanrı sözü sayılan kutsal kitabında son derece ayrıntılı kurallar konulmuş olması, başka dinlere oranla onun daha dogmatik bir nitelik taşımasını zorunlu kılmaktadır.
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde Osmanlı-Türk düşüncesinin ne ölçüde İslamcı olduğunu uzun boylu anlatmayacağım. Şu kadarına dokunmakla yetineyim ki, İslâmi renk, yalnız Batı etkisinde çağdaşlaşma eğilimini temsil eden ilericilerin karşılaştıkları tepkide değil, bu ilericilerin kendilerinde de vardır. Hem galiba, siyasal çöküş yıllarında İslâmlığın üstünde eskiden daha çok durulmuş, dine daim çok önem verilmişti. Batıcılığın bizde İslâm'a karşı döndükten sonra bile, dogmatik bir tutumla benimsenmesi, belki kendi iç nedenleri kadar, uzun yıllar İslamcılıkla yanyana ve onunla uzlaştırılarak savunulmasından ileri gelmiştir.
Bu noktada iki şey söylüyorum: Biri, Türk Batıcılığının pozi-tivist olduğu; öteki, Pozitivizmin dogmatizmi içerdiği. Bizim Batıcılığımızın, özellikle İttihat ve Terakki ideolojisinin bir devamı olarak görünen Kemalizm'in pozitivistliği benim fikrim değildir. Fikir tarihçilerimiz çoktan bu tanımlamada birleştiler. Batı düşüncesinin mutlaka pozitivist olması gerekmez, elbette. Fakat Pozitivizmin, Batıda 1789 öncesinin Akıl ve Aydınlanma çağlarının meşru çocuğu olduğunu, onların iyimser akla inançlarını sürdürdüğünü, bizim de siyasal ve toplumsal yapımız gereği, özellikle 1789'u hazırlayan düşüncelerden etkilendiğimizi unutmayalım. Dinden, böyle bir kesin metafızik-düşmanı programa geçmek, eskilere pek zor gelmiş olmamalı. Öyle ki, terminolojinin bile değiştirilmesi gerekmemiş, yalnız bazı kavramlara yeni bir yorum getirilmiştir. Din yerine, bilime inanılmıştır. Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözünü alalım. Bura-
II
Mete Tuncay
dakî ilim yeni bir terim değildi, din bilimi demekti; onun için böyle söylendiğinde, çarpıcı bir yanı yoktu: sanki dinîn üstünlüğü bir kez daha açıklanmış oluyordu. Aynı sözdeki irşat etme deyimine de dikkatimizi çekmek isterim. Ayrıca, "aydın" diye çevirdiğimiz "münevver" terimi de, bu yönden son derece ilginçtir. Batı dillerindeki zekâ adamının yanında, bizim Tanrısal ışıkla aydınlanmış adamımız buram buram din kokar.
Pozitivizmin dogmatikliği içermesi, bir genel felsefe sorunu. Onun için, şimdi bu noktayı tartışmam gerekli değildir, sanırım. İngilizce sözcüklerin özdeş ve anlamdaşlarını veren Roget's Thesaurus'tz 'dogmatism'in karşısında şunlar yazılı: Pozitivizm, pragmatizm, keyfîlik, diktatörlük...
Bu sunuş içinde sosyalizm konusunu en sona bıraktım, çünkü sosyalist akım ülkemizde İslamcılıktan da, Batıcılıktan da daha yeni. Ama dogmatizm sorununu düşünürken, benim kafamdaki sıra bunun tam tersineydi. Kendimi içinde saydığım sosyalistliğin bazı kanatlarındaki dogmatizmden huzursuzluk duymakla başladım. Türkiye'de solun gelişmesi açısından en kritik bir dönemde, yani 1970 sonlarıyla 1971 başlarında, dogmatik kanatların, tartışmaya, düşünmeye açık, daha hoşgörülü gruplara ağır basmasına üzülüyordum. Evet, sosyalizmin başka ülkelerde de dogmatik türleri -yahut sız de benim gibi sosyalizmi tek bir akım sayıyorsanız, yorumları- vardır. Türk sosyalizmindeki dogmatik eğilimin başka ülkelerdeki bu dogmatizmlerden esinlenmiş, onlara öykünme yoluyla meydana gelmiş olması, kolay ve doğru bir açıklamaydı. Ama bununla yetinmek istemedim. Ülkemizde sosyalist düşünceyi benimseyenlerin büyük bir çoğunluğu dogmatik tutumu seçiyorsa, bu olgunun bir nedeni olmalıydı. ("İşin kötüsü" mü diyeyim, yoksa "Neyse ki" mi bilemiyorum: sosyalistler arasındaki dogmatizm tek yönlü de değildi.)
Solda da niçin çoğunlukla dogmatik modellerin seçildiğini açıklamak isterken, aklıma bizdeki Batıcılığın laik bir islâmlık olduğu gibi, bu çeşit sosyalistliğin de yeni bir eski tür Batıcılık olabileceği geldi. İtiraf ederim ki, bu koşutluğu bana düşündüren, bazı sosyalist eylemci gençlerin, özü itibariyle bizim tek parti ideolojisini
12
Eleştirel Tarih Yazıları
diriltmek isteyen birtakım cuntacı çevrelerle güç birliği yapmaya kalkışmaları olmuştu. Madem ki, onlarla anlaşmayı umabiliyorlardı, öyleyse ortak bir yanları bulunmalıydı. Bu ortak yanın, metodolojik açıdan "dogmatizm" olduğuna karar verdim.
Sosyalizmin, biliyorsunuz, bilimsel bir sistem olma iddiası da vardır. Birçokları, bundan, insan toplumlarının gelişme çizgisi içinde sosyalizmin kapitalizmi izleyen bir evre olmasını, öznel etkenlerden bağımsız olarak gerçekleşme zorunluluğunda bulunmasını anlarlar. Bana bu daha çok, tarih felsefesine giren bir varsayım gibi görünüyor. Öte yandan, sosyalizmin gerçekten bilimsel bir yanı olduğunu da düşünüyorum. Bilimsellik, herhalde sosyalizmin dayandığı değer yargılarında değildir. İnsanların insan olma sıfatıyla eşitliği bilimsel bir önerme değil, bir ahlâk kuralıdır. Bu gibi değerler üstüne kurulu olan sosyalizmin, ancak ekonomik ve toplumsal güçleri çözümleyişi bilimsel olabilir. Bundan sonra, sosyalist bir düzenin kurulması için neler yapılması gerekeceğini belirten "eylem kılavuzu" bölümü ise, mantıksal bir çıkarımdan ibarettir.
Sosyalizm bize, toplumların maddi temelinin üst yapılarını belirlediği gibi bilimsel bir yaklaşım öneriyor. Bu çerçeve içinde, toplumumuzun çözümlemesini yapmak, ekonomik güçlerin ve sınıfsal ilişkilerin niteliğini ampirik olarak saptamak, bize düşmektedir. Bunlar, ayrı yerlerde ve zamanlarda doğal olarak başka başkadır. Böyle bir görecelik değeri yokmuş gibi, diyelim, 1920'lerin Çin'inde kurulan bir sosyalizme geçiş modelini, 1970'lerin Türkiye'sinde uygulamaya kalkışmak düpedüz dog-matiklik olur. Tıpkı, 1820'lerin Fransa'sında, 1870'lerin Almanya'sında geçerli bir modeli 1920'lerde, 1930'larda Batılılaşmak için Türkiye'de yürütmeye kalkışmak gibi.
Sosyalizmin tarihinde ünlü bir sorun, tek ülkede kurulup kurulamayacağıydı. 1840'larda, Marx ve Engels, kapitalizmin o zamanki koşullarına bakarak böyle bir şeyin olamayacağını düşünmüşlerdi. 1920'lerde ise, Lenin ve Stalin, dünyada tekelci kapitalizm dönemine girildiğini söyleyerek, yalnız başına Rusya'da sosyalizmin kurulabileceğine karar verdiler ve ustalarının
13
Mete Tuncay
yargısıyla kendilerine karşı çıkanları dogmatiklikle suçladılar. Kapitalizmin nitelik değiştirmesinin, buna gerçekten izin verip vermediğini tartışmayacağım; fakat savundukları ilke haklıydı: ilgili koşullar değişince, sonuç da değişebilir.
Sosyalizm ve dogmatiklik konusunda, ele alınacak daha birçok sorunlar var. Bunların ayrıntılarına girmek istemiyorum. Yalnız, sosyalizm-düşmanlarının öteden beri ileri sürdükleri bir noktaya dokunmadan geçemeyeceğim, Sosyalistler kendi saflarında dogmatikliğe karşı çıkarak, ellerindeki kuramın eleştirici ve yaratıcı bir biçimde uygulanmasını savundukları zaman, hasımları bu esnekliğin, sosyalist öğretinin yanlışlığının kanıtlanmasından kurtulmak için benimsenmiş bir kolaylık olduğunu söylerler. Bir kurama ne yapılırsa yapılsın yanlışlığının kanıtla-namayacağı bir esneklik vermek elbet yine dogmatizm olur.
Bence, sosyalist kurama belli bir değerler sisteminin gerçekleştirmesinin aracı diye bakılmalı, kendi içinde bir amaç olmaya dönüştürülmemelidir. Bugün dayandıkları kavramlar ve çıkarımlar, gerçekler karşısında işe yaramaz hale gelirse, onlarda ısrar etmenin ne anlamı olur? Evet, bilimsel bir kuramı bile, dogmatikçe savunarak bir din haline getirmek mümkündür. Ama böyle bir şey olursa ve olmuşsa, suç kuramın değil, onu bu yolda kullananlarındır.
Moda akımlar değişse de, dogmatizmin aramızda başat bir eğilim olarak hüküm sürmesi, sanıyorum, gerçekten düşünmenin zor bir şey olmasından ileri geliyor. Dogmatik olmak için, çoğu kez, uslu bir çocuk gibi söz dinlemek yeter; dogmatik olmamak için ise, deneye yanıla düşünmeyi öğrenmek gerekir. Buysa, Özgür bir siyasal ve toplumsal ortamın varlığına bağlıdır. Türkiye'de özgürlük sürekli olmamış, kısa dönemler halinde parıl-dayıp sönmüştür. Öte yandan, bağımsız düşüncenin bir ön koşulu olan topluma başkaldırma eğilimi bile, bizde yine başkalarına öykünmeden ibaret kalmış, bir türlü kendimize özgü biçimler kazanamamıştır. Sırtı parkalı, ayağı postallı genç, nerede var diskotek düşkünü akranları kadar özgünlükten yoksundur, adeta onun kadar kolayına kaçmaktadır.
14
Eleştirel Tarih Yazılan
Sözlerimi bir kuşkumu belirterek bitirmek istiyorum. Bizler belki bireyi' aşan güçlerin önemini vurgulamakta abartmaya kaçıyoruz Doğrusu, ortam koşulları ne olursa olsun, dogmatizmin zincirlerini kırmakta ve özgün yollar aramakta, bireysel yiğitliğe iş düşmüyor mu?
15
1293 Kanun-u Esasisinin Son Tâdilleri*
Yaptığım bir çalışma sırasında, elimdeki Kanun-u Esasî'yi (1916-17 yıllarına ait olmakla birlikte, 1918'de yayımlanan 68'inci basım) son Osmanlı Devlet Salnamesi 'ndeki metinle karşılaştırdım. Bir takım maddeler değişik çıktı. Bunun üzerine, ikinci tertip Düslur'un son ciltlerini tarayarak, 7, 35, 69, 72 ve 76'ncı maddeleri değiştiren yasaları bulmam uzun sürmedi. Ben o vakte kadar, Ş. Gözübüyük ile S. Kili'nin Türk Anayasa Metinleri (Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1957) derlemesini kullanıyordum.' S. Feridun'un Anayasalar ve Siyasal Belgeler (İst., 1962) derlemesine de baktım; orada da, Kanun-u Esasî'nin yalnızca 1909, 1914 ve 1915'teki tâdilleri gösteriliyor, 1916-18 yıllarındaki dört tâdil verilmiyordu. Bunun üzerine, merak edip, Türk Anayasa Hukuku tarihini inceleyen belli başlı kitapları karıştırdım. Hiçbirinde bu değişikliklerden söz edilmiyordu :
Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı, Anayasa Ruhumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası (İst. Hukuk R, 1973), 2. bas., s. 68'de Kanun-u Esasî'nin «1914'te kabul edilen son tâdili»nin üstünde durmaktadır.
Prof. Dr. İlhan Arsel, Türk Anayasa Hukukunun Umumî Esasları, /(Ankara, 1965), s. 40'ta, Vahdettin'in 1918 yılı sonlarında, 191 l'de yapılan 35'inci madde tâdili sayesinde Meclis-i Meb'usan'ı kolayca feshedebildiğini ileri sürmektedir. (Oysa, 35' İnci madde 1916'daki bir değiştirmeyle büsbütün kaldırılmış ve 7'nci maddeye fesih yetkisi yeniden konulmuştur. 1918 feshi hakkındaki İrade-i Seniyeye de baktım: gerçekten 7'nci maddeye dayanıyor.)
Ord. Prof. Dr. Alİ Fuat Başgil, Türkiye'de Siyasî Rejim ve Anayasa Prensipleri, I (İst., 1957) adlı kitabında, Kanun-u Esasî'nin en son Haziran 1912 (tasdiki: Mayıs 1914) tâdiline değinmektedir.
1 Bu yapıtın 1982'de yapılan ve 1839-1980 yıllarını kapsayan ikinci basımında, Kanun-u Esasî'nin son dön değişikliğine yer verilmiştir: s. 84-85.
16
Eleştirel Tarih Yazılan
Prof. Dr. Hüseyin Nail Kübalı, Türk Esas Teşkilâtı Hukuku Dersleri (İst., 1962), s. 111'de keza en son bu tâdili belirtmekte, üstelik Mayıs 1330 tasdikini 1915 diye çevirmektedir.2
Ord. Prof. Dr. Recai Galip Okandan, Amme Hukukumuzun Ana Hatları (İst. Hukuk F., 1971), 5. bas.: 1915'ten sonraki tâdillerden hiç söz açmamaktadır.
Daha genç kuşaktan arkadaşlarım da, aynı yanlışlığa kapılmışlardır. Örneğin: Rona Aybay, Karşılaştırmalı 1961 Ana-yasası-Metin Kitabı (İst Hukuk F., 1963) ve Cem Eroğul, Anayasayı Değiştirme Sorunu (Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1974), s. 170. Eksiklik, «değişikliklerin hepsi bu kadardır» deyince, yanlışlık oluyor. Nitekim, Dr. Burhan Gürdoğan, «İkinci Meşrutiyet Devrinde Anayasa Değişiklikleri», Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XVI, (1959), Sayı 1-4, s. 104-5'te, en son 1915 tâdilini inceledikten sonra, «Gerek bu devrede [Sait Halim Paşanın sadaretinde] ve gerekse müteakip sadrazamlar devrinde bir anayasa değişikliği vâki olmamıştır» demektedir.
En sonunda, 1918 Martındaki de dahil olmak üzere Kanun-u Esası değişikliklerinin hepsinden haberdar olduğunu gösteren bir hukukçumuzu buldum.3 Bu, rahmetli hocam Prof. Dr. Yavuz Abadan'dı. Onun, Prof. Bahri Savcı ile birlikte yayımladığı, Türkiye' de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış adlı küçük kitapta, kendi yazdığı bölümde s. 50'ye bakınız (Siyasal Bilgiler Fakültesi, 1959). Ama, Abadan da iki Almanca kaynağa gönderme yapmaktadır:
7 1330 yılı, 13 Mart 1914'ien 12 Mart 1915'e kadar sürer, ikinci tâdilin tasdik tarihi olan 15 Mayıs 1330, 28 Mayıs 1914'e denk düşer. Başka birçok kaynakta ise, Kanun-u Esasî'nin üçüncü tâdilinin tasdik tarihi (29 Kânunusani 1330), 1914 diye çevrilmektedir; oysa bu, II Şubat 1915 demektir.
3 Tarihçilerimizden Ord. Prof. Y. Hikmet Bayur ise, Türk inkılâbı Tarihi.cilt III, kısım 4'te (Türk Tarih Kurumu, 1967), Birinci Dünya Savaşı -■yıllarında yapılan Kanun-u Esası değişikliklerine değinmekte ve bunlardan, 9 Mart 1916 tarihlisinin üstünde durmaktadır.
17
Mete Tuncay
Friedrich von Krealitz - Greifenhorst, Die Verfassungsgesetze des Osmanischen Reiches (Wien, 1919) ve Gotthardt Jaeschke, «Dıe Entwicklung des Osmanischen Verfassungsgesetzes von den anfangen bis zur Gegenwart,» Die Weil des Islams (Berlin, 1923).
Ben bu durumun, ülkemizde geçerli bilgi üretimi yöntemleri bakımından düşündürücü bir örnek olduğu kanısındayım. Üstelik, Abadan'ın yazısı, Başgil'inki dışında, andığım bütün kitaplardan daha eski tarihlidir. Abadan, Almanlardan öğreniyor; ötekilerse, asıl kaynaklara gitmedikten başka, bir meslekdaşlarının yazdıklarını da okumuyorlar. Tek bir örnekten genelleme yapmanın doğru olmadığını; ayrıca, üzerlerinde durulmayan değişikliklerin, örneğin 1909 tâdilleri kadar önemli sayı lamayacaklarını biliyorum. Ama, yine de, bu rahatsız edici bir saptamadır. Üstelik, sorunu biraz daha araştırınca, elimizdeki hukuk kitaplarında anlatılan ilk anayasal gelişmeler konusunun, 1923'te Paris'te yapılan bir doktora teziyle (Feridoun Fıkry [Düşünsel], le mouvement constitutionnel en Turquie et la loi sur l'organisation fondamentale d'Angora - Presses unıversitaires), 1929'da onun yaklaşımını aktaran bir ders kitabından (Ahmet Mitat, T. C. 'nde Hukuk-u Esasiye Hareketi - İst.) bilinçli ya da bilinçsiz olarak esinlendiği de anlaşılıyor, sanırım.
Bu yazıda üstünde duracağım dört anayasa değişikliği şunlardır:
/. Kanun-u Esasinin 5 Şaban 1327 Tarihli 76'ncı Madde-i Muaddelesini Muaddil Kanun:
4 Cemaziyülevvel 1334
25 Şubat 1331 (9 Mart 1916)
Madde 76. Meclis-i meb'usan âzasından herbirine her sene içtimai için elli bin kuruş tahsisat ve şehrî dört bin kuruş üzerinden azimet ve avdet harcırahı verilir. Müddet-i içtimain temdidi ve meclisin fevkalâde içtimai halinde ayrıca tahsisat
18
Eleştirel Tarih Yazıları
verilmez. Fesihten sonra içtima' eden meclis azasına tahsisatın nısfı verilir.
İkinci Tertip Düstur, cilt 8, s. 483. Takvim-i Vekâyi, No. 2466 (29 Şubat 1331).
***
2. Kanun-u Esasinin 26 Rebiülevvel 1333 Tarihti 7'inci Madde-i Muaddelesinin Tâdili ile 2 Recep 1332 Tarihli 35'inci Madde-i Muaddelesinin Tayyı Hakkında Kanun :
4 Cemaziyülevvel 1334
25 Şubat" 1331 (9 Mart 1916)
Madde 7...................dört ay zarfında bilintihap içtima' etmek
üzere Iedeliktiza hey'et-i meb'usanın feshi hukuk-u mukaddese-i padi sabidendir.
Madde 35. Tayy edilmiştir. İkinci Tertip Düstur, cilt 8f s. 484. Takvim-i Vekâyi, No. 2467 (1 Mart 1332)
***
3. 7 Zilhicce 1293 Tarihli Kanun-u Esasî'nin 72'nci Maddesini Muaddil Kanun :
15 Cemaziyülevvel 1334
7 Mart 1332 (20 Mart 1916)
Madde 72. Müntehipler evsaf-ı matlubeyi haiz her Osmanlıyı meb'us intihap edebilirler. Ancak bir kimse aynı zamanda üçten ziyade daire-ı intihabiyede namzetliğini vaz' edemez.
İkinci Tertip Düstur, cilt 8, s. 754. Takrim-i Vekâyi, No. 2486 (20 Mart 1332)
Dostları ilə paylaş: |