Tefsir'ul-Ayyâşî'de Sa'lebe b. Meymun, mezhebimize mensup
bazıravilerden İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s), yüce Allah'ın İsa
Peygambere yönelik, "Sen mi insanlara, 'Allah'tan başka beni ve
annemi de iki tanrıedinin.' dedin?" şeklindeki sorusu hakkında
şöyle dediğini nakleder: "Yüce Allah bu soruyu daha sormamış,
onu ileride soracak. Allah bir olayın mutlaka olacağınıbildiği za-man o olayıolmuşgibi anlatır." [c.1, s.351, h:228]
Ben derim ki:Yine aynıeserde, Süleyman b. Halid kanalıyla bu
rivayetin bir benzeri İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilmiştir.
Rivayette ileride gerçekleşeceği kesin olan bir olayda geçmiş
zaman kipinin kullanılabileceği bildiriliyor. Ki bu, Arap dilinde
352 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
kipinin kullanılabileceği bildiriliyor. Ki bu, Arap dilinde yaygın olan
bir kullanım şeklidir.
Yine aynıeserde Cabir Cu'fî'ye dayanılarak verilen bilgiye göre
İmam Muhammed Bâkır (a.s), "Sen benim içimdekini bilirsin, fa-kat ben senin özündekini bilemem. Çünkü gaypleri yalnız sen bi-lirsin." ayeti hakkında şunlarısöyledi: "Allah'ın en büyük ismi
yetmişüç harf-tir. Yüce Allah bu harflerden biriyle yaratıklarından
saklandı. Bundan dolayıhiç kimse Allah'ın özündekini bilmiyor. Bu
yetmişüç harfin yetmişikisini Âdem Peygambere verdi. Bu harfler
peygamberden peygambere intikal ederek Hz. İsa'ya (a.s) geldi.
İşte Hz. İsa, 'Sen benim içimdekini bilirsin.' derken bunu kastedi-yor. Yani, en büyük isminin bu yetmişiki harfini sen bana öğrettin.
Buna göre sen onlarıbilirsin, fakat ben senin özündekini bilemem.
Çünkü sen o harf ile gizli ve saklıkaldın, bu yüzden kmse senin
özündekini bilmez." [c.1, s.351, h:229 ve 230]
Ben derim ki: "En güzel isimler Allah'ındır. O hâlde O'na onlar-la dua edin." (A'râf, 180)ayetinin tefsiri sırasında, Allah'ın güzel i-simleri ve en büyük ismi (ism-i azam) hakkında genişbir inceleme
yapacağız. Orada yapacağımız açıklamalarda görüleceği üzere,
ism-i ekber (en büyük isim) veya ism-i azam (en yüce isim), alfa-bedeki harflerden oluşmuşkelime türünden bir isim değildir. Bu
gibi durumlarda sözü edilen isimden lafzî isim ile ifade edilen bir
isim kastedilir, ki bu da sıfatlarından biri ile veya yönlerinden biri
ile de anılan zattır. Böyle olunca ileride anlaşılacağıüzere lafzî i-sim, gerçekte ismin ismine dönük olup, onu açıklamayıamaçla-makta ve o anlama gelmektedir.
Buna göre gerek İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) "Allah'ın en
büyük ismi yetmişüç harften oluşmuştur." şeklindeki sözü ve ge-rekse bu konuda gelen çok sayıdaki benzer rivayetler -ki bunlarda
ism-i azamın (en yüce ismin) şu kadar harften olduğu ve bu harfle-rin falanca sureye veya filân ayete dağılmışolduğu bildirilmekte-dir- tamamen sembolik açıklamalar ve gerçekleri anlatılabilecek
miktarda anlatabilmek için verilen örneklerdir. Çünkü her gerçeği
kinaye sanatına başvurmadan açık bir dille ve örneğe dayanma-dan somut bir çıplaklıkla anlatmak kolay değildir.
İmamın (a.s) bu sözlerinin anlamınıbelirli oranda açıklamak
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 353
için şöyle denebilir: Hiç şüphesiz, yüce Allah'ın güzel isimleri, var-lıkların kendilerinin ortaya çıkmasının ve sayısız olaylarının ger-çekleşmesinin vasıtalarıdır. Hiç şüphe etmeyiz ki, yüce Allah me-selâ yaratıcı, cömert ve yoktan var edici olduğu için yaratıklarıya-rattı; yoksa intikam alıcıve şiddetle yakalayıcıolduğu için değil.
Yine meselâ rızk verdiklerine râzık (rızk verici) ve bağışlayıcıoldu-ğu için rızk veriyor; yoksa geriye alıcıve engelleyici olduğu için de-ğil. Yine O, diri ve diriltici, can verici olduğu için canlılara hayat ve-riyor; yoksa can alıcıve tekrar diriltici olduğu için değil. Bu gerçe-ğin en sadık şahidi Kur'ân'ın ayetleridir. Biz ayetlerin metinlerinde
anlatılan bilgilerin, o ayetlerin sonunda yer alan ilâhî isimlerle ge-rekçelendiklerini görürüz. Bazen bir ayet, anlamınıaçıklayan bir
Allah ismi ile, kimi zaman da ayetin anlamınıbirlikte açıklayan iki
Allah ismi ile sona eriyor.
Bundan şu ortaya çıkıyor: Aramızdan birine Allah'ın isimleri
hakkındaki bilgi verilse ve bu kişi Allah'ın isimleri ile varlıklar ara-sındaki ilişkiyi ve bu isimlerin gerek tek tek, gerekse birlikte ola-rak gerektirdikleri sonuçlarıbilse, kâinatın düzenini ve bu kâinatta
işlemişve işlemekte olan genel kanunları, bu kanunların kâinatın
tek tek çeşitli alanlarında nasıl yürüdüklerini bilme imkânınıelde
eder.
Kur'ân-ıKerim, zahirinden anlaşıldığıüzere kâinatın başlangıcı
ve ahiret hayatıhakkında çeşitli genel kurallarıve bu kanunların
sonucu olan mutluluğu ve bedbahtlığıanlattıktan sonra Peygam-ber efendimize (s.a.a), "Sana bu kitabıher şeyi açıklayan... olarak
indirdik." (Nahl, 89)diye hitap etmektedir.
Gerçi bu kanunlar genel ve zorunludur; fakat bu zorunluluk o
kanunların kendilerinden ve özlerinin gereklerinden
kaynaklanmıyor, yüce Allah'ın onlara tanıdığızorunluluktan ve ge-reklilikten kaynaklanıyor. Kâinat üzerindeki bu kesin aklî hâkimiyet
ve genel kanunlar Allah'tan kaynaklandığına, O'nun emri ve iradesi
ile ortaya çıktığına göre, açıktır ki Allah'ın eseri, fiili olan bunlar O'-nu hiçbir şeye mecbur edemez, O'nu zatında mağlup edemez. Yüce
Allah kahir ve galiptir. Böyle olunca her yönüile O'na varan, özü ve
etkisi ile O'na muhtaç olan bir şey O'nu nasıl mağlup edebilir? Bu
nokta üzerinde iyice düşünmelisin.
Verdiği hükümleri Allah'ın bağışladığıimkânla veren aklın ve-
354 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
ya hükümleri ve eserleri Allah sayesinde varolabilen gerçeklerin
Allah'a hâkim olmaları, O'na hüküm ve gereklilik dayatmalarıim-kânsızdır. O hüküm ve gereklilik ki, kalıcılıklarınıAllah'a borçlu-durlar ve O'nun ezici ve üstün gücünün kontrolü altındadırlar. Di-ğer bir ifadeyle, nesneler için söz konusu olan gereklilik ve hü-küm, Allah tarafından o nesnelere sunulmuşbir mülkün sonucu-dur. Herhangi bir şeyin, Allah tarafından kendisine verilen bir mül-ke tıpkıAllah gibi sahip olmasıanlamsızdır. O hâlde yüce Allah
mutlak anlamda maliktir ve kesinlikle hiçbir bakımdan başkası-nın mülkü değildir.
Buna göre eğer Allah günahkârımükâfatlandırsa veya sevap
işleyeni cezalandırsa ya da istediği herhangi bir işi yapsa, bunları
yapabilir; ne akıl ve ne de dışbir faktör O'na engel olamaz. Yalnız
O'nun kendisi bize mutluluğu ve mükâfatıvaat ettiği gibi, bizi
bedbahtlıkla ve ceza ile tehdit etmiştir. O bize sözünden caymaya-cağınıbildirmiştir. Yine O bize vahiy veya akıl yolu ile birçok husu-su bildirmişve arkasında sadece gerçeği söylediğini ilân etmiştir.
Bu şüphesiz güvenceler sonunda vicdanlarımız rahatlamışve kalp-lerimiz tatmin olmuştur. Şu ayetlerde buyrulduğu gibi: "Doğrusu
Allah, vaadinden dönmez." (Âl-i İmrân, 9) "Ben sadece doğruyu söy-lerim." (Sâd, 84)Aklî hükümlerdeki zorunluluk da bu ayetlerin para-lelinde bir anlam verir.
Bu açıklamalar, Allah'ın bize öğrettiği kadarıile, O'nun isimle-rinin gerektirdiği sonuçlardır. Fakat bunun ötesinde O mutlak ma-lik sıfatıile dilediğini yapar ve istediği hükmü verir. Nitekim şöyle
buyurmuştur: "O'na yaptıklarısorulmaz; ama onlara, yaptıkları
sorulur." (Enbiyâ, 23)Bu gerçek aynen O'nun isimlerinden biridir;
özü meçhuldür, yaratıklarından hiçbirinin O'nu öğrenmesinin yolu
yoktur. Çünkü O'nun isimleri hakkındaki bütün bildiklerimiz, kav-ramların bize anlattıkları, sonra da o kavramlar oranında onların
varlık âleminde belirlediğimiz eserleridir. Varlık âleminde belir-lenmesi mümkün olmayan eserlere gelince, bunlar kesinlikle an-lamınıbilmediğimiz ismin eserleridir. Şöyle de denebilir: Bu isim
hiçbir kavramla avlanamayan, yakalanamayan bir isimdir. O isme
sadece Allah'ın mutlak egemenlik sıfatıbelirli bir oranda işaret
eder.
Bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki, Allah'ın isimleri içinde,
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 355
yaratıklardan hiçbirinin bilgisinin eremediği ismi vardır. İşte Allah
bu bilinmeyen ismiyle yaratıklarından saklanmaktadır, yaratıkla-rına gizli kalmaktadır. Bu gerçek üzerinde iyice düşün.
Dostları ilə paylaş: |