384 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
tında bulunduğuna işaret ediyor ve cahilliğin mahvedici etkisinden
ve saray kadınlarının tuzaklarının harekete geçmesinden kurtul-masının, bu tuzakların Allah tarafından uzağında tutulmasına bağ-lıolduğunu ifade ediyor. Böylece işi Allah'a havale ediyor ve susu-yor.
Yüce Allah da duasınıkabul ederek, onu saray kadınlarının tu-zaklarından uzak tuttu. Bu tuzak, ya onlara meyletmek olmak ve-ya hapse girmektir. Yüce Allah onu hem zinadan, hem de hapse
girmekten kurtardı. Bundan anlaşılıyor ki, saray kadınlarının tuza-ğından söz ederken zina ile hapse girmeyi birlikte kastetmiştir.
"Rabbim, dedi, zin-dan... iyidir." şeklindeki sözü ise, iki şık arasın-da sıkıştığıtakdirde kalbinin hapse girme eğiliminde olduğunu be-lirtmek, zinaya yönelik nef-retini ifade etmek için söylemiştir. Yoksa
hapse girmeyi istediğini söylemek istememiştir. TıpkıHz.
Hüseyn'in (a.s) şu beyitte dediği gibi:
"Ölmek, utanç yükü altına girmekten iyidir. / Utanç yükü altı-na girmek de ateşe girmekten iyidir."
Yoksa bazılarının sanabilecekleri gibi, Yusuf Peygamber hapse
gir-meyi istemişve bu yüzden hapse atılmasına hükmedilmiş, de-ğildir. Bunun delili, yüce Allah'ın bu ayetin hemen arkasından,
"Sonra kesin delilleri görmelerine rağmen, onu bir zamana kadar
mutlaka zindana atmalarıkendilerine gerekli göründü." şeklin-deki buyruğudur. Bu ayette Yusuf Peygamberin o olaydan sonra
[Mısır Azizi ve arkadaşlarıtarafından] gerekli görüldüğü için hapse
atıldığıbelirtiliyor. Yoksa yüce Allah daha önce [hapse atılma olayı
gündeme gelmeden önce] saray kadınlarının zina teklifinden ve
hapse atma tehditlerinden onu korumuş, kadınların komploların-dan uzak tutmuştu.
Yusuf Peygamberin (a.s) Allah'a yönelik bir başka övgüsünü ve
duasınıKur'ân bize şöyle naklediyor: "Yusuf'un yanına girdikleri
zaman, ana-babasınıkucakladıve 'Allah'ın izni ile Mısır'a güvenle
girin' dedi. Ana-babasınıtahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi
onun için secdeye kapandılar. (Bunun üzerine Yusuf,) dedi ki:
'Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur.
Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lüt-fetti. Çünkü beni zindandan çıkardıve şeytanın benimle kardeş-
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 385
lerimin arasınıbozmasından sonra sizi çölden (kaldırıp yanıma)
getirdi. Hiç şüphesiz Rabbim dilediklerine karşılütfedicidir. Kuş-kusuz O (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir. Ey Rabbim! Mülkten
(egemenlikten) bana pay verdin vebana (rüyalarda görülen) olay-ların yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da,
ahirette de velim sensin. Benim canımı(sana) teslim olmuşola-rak al ve beni salihler arasına kat!" (Yûsuf, 99-101)
Bu ayetleri inceleyenler, bu ayetlerde yansıyan peygamberlik
edebi üzerinde iyice düşünmelidirler. Bunun yanısıra Yusuf Pey-gamberin (a.s) sahip olduğu egemenliği ve devlet otoritesini, ana-babasının bir an önce ona kavuşmanın özleminden kaynaklanan
yüksek heyecanlarınıve kardeşlerinin takındıklarıalçak gönüllü-lüğü aklında canlandırmalı, iyi değerlendirmelidirler. Oysa ki bun-ların hepsi onun, kaybettikleri günden buluştuklarıgüne kadar ge-çen hayat hikâyesini hatırlıyor, o ise şimdi bir devlet yetkilisi ola-rak, izzet ve otorite koltuğuna oturmuşhâlde karşılarına çıkıyor.
Ağzından çıkan her sözün ya tamamında veya bir bölümünde
Allah'a yer veriyor. Sadece sözlerinin başındaki, "Allah'ın izni ile
Mısır'a güvenle girin." ifadesi böyle değil. Bu sözlerinde ailesine
şehre girmelerini emrediyor ve onlara güvence tanıyor. Fakat bu
sözlerini bile hemen Allah'ın dileğini içeren bir istisna ile bağlıyor.
Böylece bu hükmü Allah'ın iradesini hesaba katmadan, tamamı
ile kendine mal ettiğinin sanılmasına meydan vermiyor. Zira o,
"Hüküm sadece Allah'a mahsustur."diyen kişidir.
Arkasından Rabbini övmeye başlıyor. Bu övgü, ailesinden ay-rıldığıgünden tekrar onlara kavuştuğu güne kadar geçen zamanın
olaylarınıkapsıyor. Önce görmüşolduğu rüyayıgündeme getirerek
onun gerçekleştiğini ifade ediyor. Babasının hem rüyayıyorumla-mada, hem de sözlerinin sonundaki Allah'ın ilmine ve hikmetine
vurgu yapan ifadelerde haklıçıktığınıifade ediyor. Bu hatırlatma-yı, Allah'ıdaha çok övmüşolmak için yapıyor. Babasıo zaman
şöyle demişti: "Böylece Rabbin seni seçecek ve sana düşlerin yo-rumundan bir parça öğretecek... Hiç şüphesiz Rabbin (her şeyi)
bilendir ve hikmet sahibidir." (Yûsuf, 6)Burada Yusuf Peygamber,
babasının o rüyayıdoğru yorumladığınıbelirttikten sonra şöyle
diyor: "Hiç şüphesiz, Rabbim dilediklerine karşılütfedicidir. Kuş-kusuz, O (her şeyi) bilendir, hikmet sahibidir." (Yûsuf, 100)
386 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Sonra rüyasıile bu rüyanın gerçekleşmesi arasında geçen o-laylarıözetliyor ve bunlarıRabbine bağladıktan sonra onlarıgüzel
olmakla niteliyor, bunların Allah'ın ihsanıolduğunu dile getiriyor.
[Hz. Yusuf'un ilâhî edebini gösteren bir diğer husus da şudur:]
Bi-lindiği gibi kardeşleri onu kuyuya atmışlar, arkasından onu çok
az bir bedel karşılığında satmışlar ve hırsızlıkla suçlamışlardı. Oy-sa Yusuf Peygamber son derece nazik bir edeple bu olayları, "şey-tanın benimle kardeşlerimin arasınıbozma" olarak niteliyor.
Arkasından Rabbinin nimetlerini saymayıve bu nimetlere öv-gülerle karşılık vermeyi sürdürüyor. Öyle ki, "Rabbim, Rabbim!"
diye diye O'nun aşkıbütün vücudunu sarıyor, aklınıalıyor, ilâhî
cezbeye geliyor ve bu duygu seli içinde Rabbiyle meşgul oluyor,
âdeta aile fertlerini tanımaz hâle geliyor. İşte onlarıbırakarak
Rabbine yönelerek, "Ey Rabbim! Mülkten (egemenlikten) bana
pay verdin ve bana (rüyalarda görülen) olayların yorumunu öğret-tin."diyor.
Bu sözleri ile mülk (egemenlik) ve rüyalarıyorumlama bilgisi
nimetleri karşılığında Allah'ıövüyor. Sonra bu nimetleri kendisine
Rabbinin verdiğni anımsıyor. Çünkü O, göklerin ve yeryüzünün ya-ratıcısıdır, her şeyi kesin yokluktan varlık sahnesine çıkarandır.
Öyle ki, bu süreçte varlıklardan hiçbirinin fayda ile menfaati kaza-nıp zarar ile belâyıdefetmede kendilerinden yana hiçbir çaba gös-termemiş, kendi dünya ve ahiret işlerini düzenleme yetkisi türün-den bir fonksiyonlarıolmamıştır.
Yüce Allah, her şeyi yoktan var ettiğine göre, aynızamanda
her şeyin velisidir. İşte böyle olduğu için Yusuf Peygamber, "gökle-ri ve yeri yaratan"dedikten sonra şu gerçekleri dile getiriyor: Ken-disi âciz bir kuldur; ne dünyada ve ne ahiretteki işlerini kendisinin
düzenlemeye gücü yetmez. O, Allah'ın velâyeti altındadır; Allah
onun hesabına dilediği iyiliği seçer ve onu dilediği makama otur-tur. Bu gerçekleri, "dünyada da, ahirette de benim velim sensin."
diye ifade ediyor.
Böyle deyince, ancak Rabbinin karşılayacağıbir dileğini ses-lendiriyor. Bu dileği, dünyadan ahirete Rabbine teslim olmuşola-rak göçmektir. Ataları İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a ve Yakub'a su-nulan bu nimet ve ayrıcalığın aynen kendisine de verilmesini
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 387
istiyor. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: "Biz onu (İbra-him'i) dünyada seçtik, ahirette de şüphe yok ki o, salihlerdendir.
Hani Rabbi ona, 'Teslim ol.' dedi,-ki bu, seçme işlemine işarettir-o da, 'Âlemlerin Rabbine teslim oldum.' dedi. İbrahim de bunu
oğullarına tavsiye etti. Yakup da, Oğullarım, dedi, Allah sizin için
bu dini seçti, siz de artık (Allah'a) teslim olmuşlar olarak ölün."
(Bakara, 130-132)
İşte bu, Yusuf Peygamberin, "Benim canımı(sana) teslim ol-muşolarak al ve beni salihler arasına kat." sözleri ile dile getirdi-ği duadır. Hz. Yusuf burada teslim olmuş(Müslüman) olarak öl-meyi ve sonra da iyi kullar arasına katılmayıistiyor. Atası İbrahim
Peygamber de, "Rabbim! Bana egemenlik ver ve beni salihler a-rasına kat." (Şuarâ, 83)diyerek aynıisteği dile getirmişve yukarıda
belirtildiği üzere bu isteği kabul edilmişti. Böylece Yusuf Peygam-ber hakkında anlatılanlar ve onun hayat hikâyesi bununla nokta-lanıyor ve "Sonunda senin Rabbine varılacaktır."Bu, Kur'ân'ın an-latımlarıiçinde ilginç lütuflardan biridir.
Bu edepli dua örneklerinden biri de Musa Peygambere (a.s) a-ittir. İlk gençlik yıllarında Mısır'da bir Kıptîyi yumruklayarak öldür-düğünde yaptığıbu duayıKur'ân bize şöyle naklediyor: "Rabbim,
ben kendime zulmettim, beni bağışla, dedi. (Allah da) onu bağış-ladı. Çünkü O, bağışlayan ve esirgeyendir." (Kasas, 16)Daha sonra
Mısır'dan kaçışısırasında Medyen'e vardığında ve Şuayb Peygam-berin iki kızıiçin kuyudan su çıkarıp gölgeye oturduğunda şu duayı
yaptı: "Rabbim, dedi, ben senin bana indireceğin hayra muhta-cım." (Kasas, 24)
Bu iki duada Allah'a sığınıp O'nun Rablık sıfatına bağlılığınıarz
ettikten sonra şöyle bir edep takındı: İlk duasında açıkça dilekte
bulundu. Çünkü dileği affedilmekle ilgili idi ve yüce Allah kendi-sinden bağışlanma dilenmesinden hoşlanır. Nitekim, "Allah'tan
bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah bağışlayan ve esirgeyendir."
(Bakara, 199)buyurmuştur. Gerek Nuh Peygamber, gerekse onun
arkasından gelen peygamberler (hepsine selâm olsun) insanları
buna [Allah'tan bağışlanma dilemeye] çağırmışlardır. Hz. Musa
(a.s) ikinci duasında ise, sözlerinin akışından anlaşıldığına göre,
beslenme ve barınma gibi ihtiyaçlarının karşılanmasınıistedi.
Ama bu isteğini açıkça ifade etmedi, sadece ihtiyacınıdile getirdi
388 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
ve sustu. Çünkü Allah katında dünyanın hiçbir değeri yoktur.
Şunu bilmek gerekir ki: Musa Peygamberin, "Rabbim, ben
kendime zulmettim, beni bağışla." şeklindeki duası, zulmü itiraf
etme ve af dileme bakımından Âdem Peygamber ile eşinin, "Ey
Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize
acımazsan, kesinlikle ziyana uğrayanlardan oluruz." (A'râf, 23) şek-lindeki dualarının benzeridir. Şu anlamda ki, buradaki zulümden
maksat, tıpkıÂdem Peygamber ile eşinin durumlarında olduğu
gibi, hayatının selâmetine, maslahatına aykırıbir hareket yaptığı
için kendine zulmetmesidir.
Çünkü Hz. Musa (a.s) yaptığıeylemi, adam öldürmeyi yasakla-yan şeriatının gelişinden önce yapmışve o sırada can saygınlığı
olmayan bir kâfiri öldürmüştü. Kendi şeriatından önce böyle bir
adam öldürme olayının yasak olduğuna dair bir delil de yoktur.
Âdem Peygamber ile eşinin Allah'ın emrine karşıgelmeleri de bu
türden bir olaydı. Çünkü onlar yasak ağacın meyvesinden yemekle
nefislerine zulmettiklerinde, Allah'ın insanlara yönelik bir şeriatı
yoktu. Yüce Allah şeriat denen hukuk sistemlerini Âdem Peygam-ber ile eşinin cennetten yeryüzüne indirilmelerinden sonra ortaya
koydu.
Sadece o ağaca yanaşmanın yasaklanmışolması, o yasağın
çiğnenmesinin bildiğimiz anlamdaki günahın gerçekleşmişolma-sınıgerektiren mevlevî bir yasak olduğuna delil olamaz. Üstelik
Tâhâ suresindeki ayetlerde olduğu gibi, onlarla ilgili bu yasağın
irşadî nitelikli bir yasak olduğunu gösteren karineler vardır. Birinci
ciltte Âdem Peygamberin kaldığıcennet ile ilgili ayetleri tefsir e-derken bu hususu açıklamıştık.
Üstelik Kur'ân'ıKerim, Musa Peygamberin (a.s) halis kılınmış
seçkin bir kul olduğunu bildiriyor ve Allah'ın ihlâslıkullarının şey-tan tarafından yoldan çıkarılmalarımümkün değildir. Bilindiği gibi
de, günah olayının meydana gelebilmesi için şeytanın yoldan çı-karma girişiminin mutlaka varolmasıgerekir. Yüce Allah şöyle bu-yuruyor: "Kitapta, Musa'yıda hatırla. Doğrusu o halis kılınmışve
elçi bir peygamberdi." (Meryem, 51) "(İblis) dedi: Senin izzetine
andolsun ki, onların hepsini azdırıp yoldan çıkaracağım. Yalnız
onlardan halis kılınmışkulların hariç." (Sâd, 82-83)
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 389
Bundan anlaşılıyor ki, Musa Peygamberin duasında istediği af-tan maksat, Âdem Peygamber ile eşinin dualarında olduğu gibi,
Allah'ın mevlevî suçlarda suçlular hesabına yazdığıcezanın silin-mesi değil, hayatın akışıiçinde nefse zulmedilmesi sonucunu ve-ren suç izlerinin silinmesidir. Musa Peygamber (a.s) yaptığıeyle-min ortaya çıkmasından ve o toplumda suç sayılan bir fiili işledi-ğinin belli olmasından korkuyordu. Bu yüzden Allah'tan bu eyle-min örtülmesini ve bu anlamda affedilmesini istedi. Kur'ân dilinde
mağfiret=bağışlama, cezanın silinmesinden genişkapsamlıbir
kavramdır; hatta mağfiret aslında her türlü kötü sonucun ortadan
kaldırılması, yok edilmesi demektir. Ve şüphe yoktur ki, bütün
bunların hepsi Allah'ın elindedir.
Nuh Peygamberin (a.s) daha önce aktardığımız duasında ge-çen, "Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan..." (Hûd, 47) şeklin-deki sözleri bir bakıma bunun benzeridir. Yani, "Eğer sen beni
kendi edebinle edeplendirmez, kendi ismetinle korumaz, kendi
rahmetinin kapsamıiçine almazsan, ben hüsrana uğrarım." Bu-nun üzerinde iyi düşün.
Bu edep örneklerinden bir diğeri, Musa Peygamberin vahye ilk
mu-hatap oluşu ve kavmine peygamber olarak gönderilmesi üze-rine yaptığıduadır. Kur'ân bize bu duayı şöyle naklediyor: "(Musa)
dedi ki: Rabbim, göğsümü benim için aç, işimi bana kolaylaştır,
dilimden düğümü çöz ki, söylediklerimi anlasınlar ve ailemden
bana bir yardımcıkıl, kardeşim Harun'u. Onunla arkamıgüçlen-dir ve onu işime ortak et. Ta ki seni çokça tesbih edelim. Ve seni
çok analım. Şüphesiz sen bizigörmektesin." (Tâhâ, 25-35)
Hz. Musa (a.s), görevlendirildiği dinî çağrıhakkında iyilik dile-ğinde bulunuyor; söylediği sözlerdenbulunduğu konum itibariyle
anlaşılacağıüzere Rabbine şunlarısöylüyor: "Sen benim ve karde-şimin durumunu bilmektesin, ikimizin de hâlini görmektesin. Biz
küçük yaş-larımızdan beri seni tesbih etmeyi severiz. Bu gece o-muzlarıma peygamberlik yükünü yükledin. Ben öfkeli [ve titiz] bir
insanım ve dilimde düğüm var. Bunlarısen iyi bilirsin. Eğer insan-larısana çağırır, onlara mesajınıtebliğedersem, korkarım ki beni
yalanlarlar. O zaman göğsüm daralır (canım sıkılır) ve dilim
dönmez olur. Bunun için göğsümü açıp genişlet ve işimi bana ko-laylaştır. -Bu dua, yüce Allah'ın şu ayette sözünü ettiği zorluğun ve
390 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
güçlüğün giderilmesini istemek anlamına gelir: 'Allah'ın kendisine
takdir ettiği her şeyi yerine getirmekte peygambere herhangi bir
güçlük yoktur. Sizden önce geçenler arasında da Allah'ın yasası
böyleydi.' (Ahzâb, 38)- Dilimdeki düğümü çöz ki, söylediklerimi an-lasınlar. Kardeşim Harun benden daha güzel konuşur. Hem o ai-lemin bir ferdidir. Onu bu işe ortak et, bana yardımcıyap ki, -öteden beri istediğimiz üzere- seni çok tesbih edelim ve birbirimizi
destekleyerek senin adınıinsanların önünde çok analım."
Musa Peygamberin (a.s) çağrıve tebliğaraçlarıolarak Allah'-tan özetle istedikleri bunlardır. Bu duada gözettiği edep kuralları-na gelince, sorduğu sorularıkendi çıkarıiçin sorduğu sanılmasın
diye bu sorularısormaktaki maksadını, "Ta ki seni çokça tesbih
edelim. Ve seni çok analım." şeklindeki ifadesi ile açıkça belirti-yor. Allah'ın kendisini bildiğini, bu söylediğinin doğruluğuna delil
gösteriyor. Bunun için "Şüphesiz sen bizi görmektesin."diyerek,
kendinin ve kardeşinin nefsini Allah'a sunuyor. Muhtaç bir kişinin
dileğini zengin ve cömert bir mercie sunarken nefsini ortaya koy-ması, merhamet duygusunu harekete geçiren en kuvvetli faktör-lerden biridir. Çünkü bu tutum, ihtiyacıdil ile söylemeye göre daha
etkili bir şekilde ifade eder. Oysa dilin yalan söylemesi her zaman
mümkündür.
Bu edep örneklerinin bir başkasıda, Musa Peygamberin (a.s)
Firavun'a ve yakın adamlarına yaptığıbedduadır. Bu bedduayı
Kur'ân bize şöyle naklediyor: "Musa dedi ki: Rabbimiz! Sen dünya
hayatında Firavun'a ve adamlarına debdebe ve nice mallar ver-din. Rabbi-miz! Senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz!
Onların mallarınısil-süpür ve kalplerini şiddetle sık ki, acıazabı
görünceye kadar inanmasınlar. (Allah) dedi ki: İkinizin duasıka-bul edildi. Doğruluktan şaşmayın ve bilmezlerin yoluna uymayın."
(Yûnus, 89)
Bu dua Musa ile Harun'un her ikisine aittir. Bu yüzden ona,
"Rabbimiz!"diye başlandı. Bir sonraki ayetteki, "İkinizin duasıka-bul edildi."ifadesi bunun delilidir. Musa ile Harun ilk olarak Fira-vun ile yakın çevresini oluşturanların mallarına yönelik isteklerini
dile getirip, mallarınısilip-süpürmesi, yok etmesi için Allah'a dua
ediyorlar, arkasından da kendilerine beddua ederek kalplerinin
şiddetle sıkılmasını, sıkıca mühürlenmesini yüce Allah'tan
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 391
istiyorlar; ta ki acıazabıgörünceye kadar inanmasınlar ve böylece
imanlarıkabul edilmesin.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Rabbinin bazıayetleri
geldiği gün, daha önce inanmamışveya imanında bir hayır ka-zanmamışolan kimseye, artık inanmasıfayda sağlamaz." (En'âm,
158)Yani, [Musa ile kardeşi Harun şöyle demek istiyorlar:] Onlar
nasıl kullarınıyoldan çıkararak imandan mahrum bıraktılar ise,
sen de onlarıaniden azapla karşıkarşıya bırakarak imandan
mahrum bırakmak suretiyle kendilerinden intikam al. Bu, bir kişi-ye yapılabilecek en ağır bedduadır. Çünkü bu, daimî bedbahtlık i-çin yapılan duadır ve bir insan için bundan daha kötü bir şey
düşünülemez.
Beddua hüküm bakımından hayır dua gibi değildir. Çünkü Al-lah'ın rahmeti gazabından ileridedir, rahmeti gazabından öne
geçmiştir. Nitekim Musa'ya yönelik bir vahiyde, "Azabıma, diledi-ğimi çarptırırım; rahmetim ise her şeyi kapsamıştır." (A'râf, 156)
buyurmuştur. Allah'ın rahmetinin genişkapsamlıoluşu, zalim de
olsa herhangi bir kulunun kötülüğe ve zarara uğramasından hoş-lanmamasınıgerektirir.
Bunun somut delili şudur: Yüce Allah kullarına nimetlerini bol
bol akıtıyor, onların kusurlarınıörtüyor, kullarına birbirlerinin cahil-likleri ve aykırıdavranışlarıkarşısında yumuşak ve sabırlıbir tu-tum takınmalarınıemrediyor. Yalnız gerekli bir hakkısahibine
vermek veya zulmü ortadan kaldırmak söz konusu olduğunda, di-nin veya dine mensup olanların maslahatıgibi gözetilmesi gerekli
olan bir maslahatın, sabırlıve yumuşak davranmamayıgerektir-diğine dair kesin bilgileri olduğu takdirde, insanlar sert tutum ta-kınabilirler.
Bunun yanısıra hayır ve mutluluk tezahürleri, ne kadar ince,
zarif ve ayrıntılara yönelik olursa, insan nefsini o kadar daha çok
etkiler. Bu, Allah tarafından biçimlendirilen insan fıtratının özellik-lerindendir. Fakat kötülük ve bedbahtlık tezahürleri böyle değildir.
İnsan, tabiatıgereği onlara vâkıf olmaktan kaçar. Onların ayrıntı-larına inmek bir yana, asıllarına bile dönüp bakmak istemez. Bu
gerçek, edep açısından beddua ile hayır duanın farklıolmasınıge-rektirir.
392 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr'il-Kur'ân – c.6
Bu yüzden bedduada gözetilmesi gereken edep kurallarından
biri, bu duanın gerekçelerinin üstü kapalıbir biçimde dile getiril-mesidir. Özellikle utanç verici ve yüz kızartıcıdurumlarda bu edep
kurallarına uymak daha çok önem kazanır. Hayır duada ise bunun
tersi geçerlidir. Yani o dualarda, o duanın gerekçelerinin açıkça
belirtilmesi aranır. Musa Peygamber (a.s) bu bedduasında bu e-dep kuralınıgözetmiştir. Çünkü "Senin yolundan saptırsınlar diye
mi?" şeklinde üstü kapalıbir gerekçeye parmak basmış, Firavun-lar rejiminin iğrenç uygulamalarının ayrıntılarına girmemiştir.
Bedduada gözetilecek bir başka edep kuralıda, yalvarma ve
yardım dileme içerikli ifadelere çokça yer vermektir. Musa Pey-gamberin bu edebi de gözettiği görülüyor. Çünkü duasının kısa
olmasına rağmen defalarca "Rabbimiz!"ifadesini kullanıyor.
Bedduada gözetilecek bir diğer edep kuralıda, bunun dinin
veya din mensuplarının lehine olduğu bilinmedikçe yapılmaması,
zanna ve itham mantığına dayanarak beddua edilmemesidir. Mu-sa Peygamber (a.s) ise Firavun hakkında bilgi sahibi idi. Çünkü
yüce Allah onun hakkında, "Andolsun biz ona (Firavun'a) ayetle-rimizin hepsini gösterdik, yine de yalanladıve dayattı." (Tâhâ, 56)
buyurmuştur. Denebilir ki: Yüce Allah'ın, Musa ile kardeşine bu
bedduayıkabul ettiğini bildirdiği sırada onlara, "Doğruluktan
şaşmayın ve bilmezlerin yoluna uymayın." şeklinde emir verme-sinin sebebi budur. Yine de doğrusunu Allah herkesten daha iyi bi-lir.
Musa Peygamberin bir başka duasıKur'ân'da şöyle nakledili-yor: "Musa, bizimle buluşma vakti için kavminden yetmişadam
seçti. Şiddetli sarsıntıonlarıyakalayınca, Musa dedi ki: 'Rabbim!
Dileseydin onlarıda, beni de daha önce helâk ederdin. Aramız-daki beyinsizlerin yaptıklarıyüzünden bizi helâk eder misin? Bu
(iş), senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini
saptırırsın, dilediğini doğru yola iletirsin. Sen bizim velimizsin; bi-zi bağışla, bize acı! Sen bağışlayanların en hayırlısısın. Bize bu
dünyada da, ahi-rette de iyilik yaz. Biz sana yöneldik." (A'râf, 155-156)
Musa Peygamber duasına "bizi bağışla..."diye başlıyor. Fakat
içinde bulunduklarıdurum zor bir durumdur. Onlarıkarşı
konulmaz ilâhî öfke ve şiddetli sarsıntıyakalamıştır. Saygınlığı
Mâide Sûresi 116-120 .......................................................................................... 393
çiğnenmişve yüceliği hafife alınmışöfkeli bir efendiden bir şey is-temek, normal durumdaki bir efendiden bir şey istemek gibi de-ğildir. Bu yüzden Musa Peygamber (a.s) af ve rahmet dileğine ze-min hazırlamak düşüncesiyle ilâhî öfkeyi dindirmeye öncelik tanı-yarak, "Rabbim! Dileseydin onlarıda, beni de daha önce helâk
ederdin." diyor. Sözlerinin akışından anlaşılacağıüzere şöyle de-mek istiyor:
"Benim ve onların nefisleri bütünü ile senin güçlü avcunda 4ve
dileğinin emrindedir. Eğer isteseydin bugün nasıl onlarıyok edip
beni sağbıraktın ise, daha önce beni de, onlarıda yok ederdin.
Kavmimin yanına döndüğümde ve onlar tarafından yanımdakileri
öldürmekle suçlandığımda ne diyeceğim? Kavmimin durumunu
sen çok iyi biliyorsun. Bu durum davetimi geçersiz ve çalışmaları-mıetkisiz hâle getirir."
Arkasından, yanındaki yetmişkişinin helâk edilmesini kendi-sinin ve kavminin helâk edilmesi olarak saydığınısöyledi; onların
kavminin beyinsizleri olduklarınıbu sebeple davranışlarına önem
verilmemesini ifade etti. Daha sonra Rabbinin merhametine sı-ğındı. Çünkü aralarındaki beyinsizler yüzünden bir kavmi toptan
helâk etmek Allah'ın âdeti değildir. Bu uygulama, insanlar arasın-da öteden beri geçerli olan genel bir imtihan uygulamasından
başka bir şey değildir. Allah böylesine imtihanlarla birçoklarını
saptırırken, birçok kişiyi de doğru yola iletir. Sen bu durumu göz
yumma ve örtme ile karşılarsın.
Dostları ilə paylaş: |