Misra-i berceste



Yüklə 16,07 Kb.
tarix07.01.2019
ölçüsü16,07 Kb.
#90982

MISRA-I BERCESTE

TDK’nin sözlüğünde; “ 1. Sağlam ve latif. 2. Seçilmiş, seçme. 3. Sanat değeri yüksek anlamlar taşıyan dize” şeklinde açıklanmış berceste kelimesi.

F. Devellioğlu ise; “zahmetsizce akla geliveren, fakat yüksek bir mânâ taşıyan mısra” diye izah etmiş konuyu.

Mısra da her kes tarafından bilindiğine göre, “MISRA-I BERCESTE’Yİ”; sanat değeri yüksek, bellekte kolaylıkla yer edinen ve söyleyiş özellikleri bakımından kolayca hatırlanan dizeler olarak açıklamak mümkündür.

Ancak, bu mısraların genellikle tek başlarına değil, ait oldukları beyit ya da dörtlükle beraber zikredildikleri de unutulmamalıdır.

Şiirimizin zirve dönemlerinde pek çok örneği bulunan ve çok rağbet gören bu dizeler, koca koca ciltleri bünyesinde barındıran bir öz, bir usaredir.

“Şiir, darası alınmış söz ise, mısra-ı bercesteler imbikten geçirilmiş şiirdir.” Yani özün içindeki öz, güzelliğin içindeki letafettir berceste.

Bu kısa izahattan sonra asıl amacımız olan mısra-ı berceste örneklerine geçebiliriz.

İlk örneğimiz, mısra-ı bercestenin değerini ve tanımını da ihtiva etmesi bakımında önemli.

Eğer, maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir

Acep hayretteyim ben seddi-i İskender hususunda.

(Koca Ragıp Paşa)

Bazı kaynaklarda Zülkarneyn Peygamber olduğu söylenen Büyük İskender’in Yecüc ve Mecüc kavimlerini hapsetmek için yaptırdığı efsanevi seddin neden yapıldığını anlayamadığını söyleyen şair, zira amaç eğer kalıcı bir eser bırakmaksa bir tek mısra-ı bercestenin kâfi olduğunu söyleyerek bir tek dizeyi Seddi-i İskender’den üstün tutuyor.

İkinci örneğimiz, az bilinen bir isme, Aşki’ye ait;

“ Varam ya aşk ile başa ya aşk ile verem başı.”

Anlamı bilinmeyen, günümüzde kullanılmayan tek kelime olmadığı için her hangi bir açıklamaya gerek görmüyoruz. Ancak açıklamaya kalkışsak sayfalar dolduracağı aşikâr. İnsanın, Dünya’nın, hatta bütün kâinatın varoluş sebebini saklamış Aşki on kelimelik bir dizeye.

MISRA-I BERCESTELERİN bir kısmı, şairinin elinden çıkmış, artık onun olmaktan vazgeçip bütün toplumun malı olma vasfına ulaşmıştır. Erbabı dışında kimse bilmez onun kime ait olduğunu.

Hatta şiir olduğu bile unutulmuştur bazen ve ata sözü, deyim gibi edebiyat ehlinden tutun da sokaktaki her vatandaşın dimağına yerleşme payesini taşır artık.

İşte birkaç örnek;
Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur ( Yahyâ Bey)


Sağ gözü eylemesün sol göze Allah muhtaç (Sünbülzade Vehbi)

Ãdet budur en sonra gelir bezme ekabir (Nev’i)
( Meclise büyüklerin en sonra gelmesi adettir.)

Sözü insan olur amma özü insan olmaz.(Fuzuli)
Söyleyenler hikmetin bilmez bilenler söylemez (Şeyhülislam Yahya)
Hasmın sitemin anlamamak hasma sitemdir (Nef’i)
Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz (Bursalı Talip)
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz (Ziya Paşa)
Meseldir gülşeni âlemde bir gülle bahar olmaz. (İzzet Molla)
O mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler (Hayali)
Ya Rab bu aferin ne tükenmez hazinedir. (Nabi)
Olmayınca hasta, kadrin bilmez âdem sıhhatin. (Fitnat)
Gül yağını eller sürünür çatlasa bülbül. (Osman Nevres)
Bazıları ise, hat sanatının ölümsüz örnekleri gibi zevk sahibi insanların hafızalarına kazılmış, şiir defterlerinin ilk sayfalarına yazılmıştır. Kelime dağarcığımızın kifayetsiz kaldığı anlarda imdadımıza koşarlar; dosta derdimizi, eşe sevgimizi anlatırlar.

Mesela;
Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni



Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni (Fuzûlî)

(Allahım, beni aşk belası (derdi) ile bir eyle, bütün eyle ve bir an bile beni aşk belasından ayırma)


Şîrler pençe-i kahrımda olurker lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebun etdi
felek (Yavuz Sultan Selim)

(Aslanlar bile benim korkumdan titrerken felek beni bir ahu gözlü (karşısında) çaresiz bıraktı)


Çeşmini gördüm unutdum derdi de dermânı da (Şeyh Gâlib )
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi (Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman))
Ölmek kaderde var; yaşayıp köhnemek hazin

Buna bir çâre yok mudur ya Rabbilâlemin (Yahya Kemal Beyatlı )
Su uyur düşmen uyur hasta-i hicrân uyumaz (Şeyh Galib )
Dest bûsi arzusuyla ger ölürsem dostar,

Kuze eylen toprağımdan sunun anınla yâre su. (Fuzûlî)

(O sevgiliyi öpmek arzusu ile ( onu öpemeden ) ölürsem, ben mezarımda çürüyüp toprağa karıştıktan sonra, o toprakla testi yapın ve o sevgiliye onunla su verin. (Böylece ben onun dudağını öpmüş olurum.)


Gülli dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder

Nâzenînim sâye-i hâr- gül-i dîbâ seni. (Nedim)

(Sevgilim, üstünde gül resmi olan bir elbise giymişsin ama, korkarım ki elbisenin üstündeki gül resminin dikeninin gölgesi senin tenini incitir)


Yazıya başlarken yorum yapmama, sadece şiir örneklerini okuyucu ile paylaşma kakarında idim. Ancak şu son iki örnekten sonra “ vay be “ demekten kendimi alamıyorum. Yer yüzünde acaba böyle bir aşk var mıdır ki; öldükten sonra toprağına sevgilisinin dokunmasını bahtiyarlık saysın ve böyle bir hassasiyet vaki midir ki, sevdiğini elbisenin üstündeki gülün dikenin gölgesinden sakınsın.

Bu işin sanırım sonu yok. Zira öyle yüce bir milletin ve öyle bir büyük medeniyetin temsilcileriyiz ki, günlerce yazsak-okusak bu güzelliklerin binde birini bitiremeyiz. Öyleyse Nedim’den bir beyitle bitirelim:



Haddeden geçmiş nezâket yâl u bâl olmuş sana

Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı al olmuş sana.

( Nezaket, haddeden geçerek daha da incelmiş ve sana sana boy-pos, endam olmuş, şarap bir kere daha imbikten geçmi ve senin yanağının rengi olmuş)



YUNUS KARA
Yüklə 16,07 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin