Sorun yalnızca proletarya diktatörlüğünü bir dönem için kabul edip etmemek bile değildir. Lenin, dahası var diyor; ayrıca onun, "kapitalizmi 'sınıfsız toplum'dan, komünizmden ayıran tarihsel dönemin tümü için zorunlu olduğunu anlayanlar, yalnız onlar" marksist devlet teorisinin özünü kavramışlardır.
Dolayısıyla, 20. Kongre, Gorbaçov'un iddia ettiği gibi bir "demokratikleşme dönemi" değil, Marksizme ihanet dönemi başlattı. 22. Kongre, Marksizmle alay edercesine, proletarya diktatörlüğünü parti programından çıkardı, yerine "tüm halkın devleti" formülünü koydu. Böylece, teori ve pratiğine eş zamanlı bir saldırıyla başlatılan proletarya(121)diktatörlüğünün tasfiyesi süreci, 22. Kongre'de bir dönüm noktasına ulaştı. Sovyet işçi ve emekçileri için demokrasi olan proletarya diktatörlüğünün yerini, işçi ve emekçilerin hızla siyasal yaşamın dışına itildiği, düzene ve sosyalizm ülkülerine yabancılaştırdığı bir bürokratik burjuva devleti almaya başladı. Her burjuva devleti gibi, bu yeni devlet de kendi sınıf kimliğini gizlemek ihtiyacı duydu ve böylece "tüm halkın devleti" oldu. "Genel", "saf", mutlak demokrasi olduğunu iddia etti. Fakat aradan geçen 25 yıl, bu devletin gerçek niteliğini sergiledi. Onun yığınlardan kopmuş, kokuşmuş, hantal bürokratik bir aygıta dönüştüğü, lisanı münasiple 27. Kongre raporuna bile geçti.