MODERNİTE NASIL UNUTTURUR
“Tüketim mallarının ömrünün kısalması ironik bir kültürel değişime neden olur. İnsanların ömrü uzarken ürünlerin, nesnelerin ve binaların ortalama ömrü kısalır; insanlar daha uzun bir ömrün keyfini çıkarırken, nesneler her zamankinden daha kısa bir süre kullanılabilir hale gelir. Bu durum hem kişisel anılar, hem alışkanlık belleği açısından kültürel bir unutkanlığa yol açar.”( Paul Connerton, Modernite Nasıl Unutturur, sf:136)
Bir şeyleri, hatta birilerini unutmak herkesin başına gelir. Bazen dalgınlıktan, bazen de hatırlanması çok acı verecek anıların bilinçli olarak bastırılışından kaynaklanır insanların unutkanlığı. Peki ya toplumlar unutursa ne olur? Ve dahası bu unutuş, özel olarak yönlendiriliyorsa, modern zamanlara dair bize hangi gerçekleri anımsatır? Paul Connerton’un alıntısından hareketle işleyeceğimiz modernleşmenin unutturması konusu geniş bir sahadır. Bu makalede insanı yerellikten ayırıp küreselleşmeye iten süreçlerin toplumsal unutkanlığın başlıca kaynağı olduğu ve bu süreçlerin topluma neyi nasıl unutturduğu açıklanıp örneklendirilecektir.
Modernite’nin unutturduklarını kavrayabilmek için öncelikle modernitenin ne olduğunu anlamak gerekir. Sözlüklerde modern kelimesinin karşılığı olarak, “günümüze ait olan, çağdaş, çağcıl, asri, yeni” ifadeleri yer almaktadır, Türk Dil Kurumu online sözlüğünde modernizm karşılığı olarak çağdaşlaşma verilir. Ahmet Çiğdem moderniteyi on beş ve yirminci yüzyıllar arasında yer alan entelektüel, kültürel ve estetik dönüşümün bir sonucu olarak görür. Paul Connerton ise modernleşmeyi psikolojik boyutta zümrelerin değişmez hiyerarşisinden aşamalı olarak kurtulmasıyla birlikte yaşam fırsatlarının genişlemesi olarak ifade eder.
Modernite bir toplumsal dönüşümdür ve unutan toplumsa silinen de toplumsal hafıza yani kültürel bellektir. İnsanlar eşyalar üzerinde anı biriktiremezler çünkü modernite yenilemek ve yenilenmek zorundadır, statik cisimlere alerjisi vardır, varoluşuna terstir. Yadigarlar zamanla endüstri ürünlerine dönüşür. Hafıza; toplumların gelecek için itici bir güç haline dönüştürmelerinde, kendi içinde bir tavır ve davranış geliştirmekte güç aldığı kaynağı ifade eder. Paul Connerton “Toplumlar Nasıl Anımsar?” adlı eserinde, belleğin geçmişte yaşanmış olayların zihinde yeniden canlandırılmasından ibaret olduğunu anlatır. Hayatı anlamlandırabilmek ve her saniyesi ile canlı, hareketli bir dünyanın neresinde durduğunu bilmesi açısından hafıza, hem insanın hem toplumun kendisini tanımlamasında en önemli unsuru teşkil eder. Toplumsal hafızanın varlığı toplumların kendi içlerinde tutunmaları ve gelişmeleri, yokluğu ise bütün kutsal değerlerin istismara ve yozlaşmaya açık hale gelmesi demektir.
Toplumsal hafızada iki temel koordinat üzerinden gidecek olursak bunlar mekân ve zaman kavramlarıdır. Bellek sabit bir mekân sistemine bağlıdır ve hatırlama eylemlerinin çoğu belirli bir bölgeye aittir. Ancak bu bölgeler değişkenlik gösterir. Bu bölgeler anıt mekânlar ve mahaller olmak üzere ikiye ayrılır. Anıt mekânları heykeller, kabirler, yer isimleri, müzeler; mahal mekânları ise evler ve sokaklar olarak örneklendirebiliriz.
Öncelikle, mekân kavramından başlayacak olursak modernitenin paradokslarından biri anıt mekânlardır. Anıt mekânların birçoğu kuşkusuz güçlü bellek merkezleridir. Ancak yarattığı etki gerçekten amaçlandığı gibi midir? “Çünkü buradaki yad etmek arzusunu doğuran şey, kültürel amnezinin yarattığı korku ile tehdittir.” Ülkemizden bakacak olursak muhakkak her ilçe meydanında bulunan Atatürk heykelleri ve bazı resmi günlerde insanların “Unutmadık; unutturmayacağız!” sloganları atması aslında Atatürk’ün unutulmasından ve onu unutmaktan ne kadar korktuklarının bir kanıtıdır.
Anıtlarla verilmek istenen mesajlardan biri de ülkemizdeki kadın heykellerinin temsil ettikleridir. Başı açık bir kadın heykeli çağdaşlığı, geleceğe dönüklüğü ve gücü temsil ederken başı kapalı heykeller emektar, köylü kadınını temsil eder. Buna Eminönü’ndeki Atatürk ve Gençlik Anıtı’nı ve Kastamonu’daki Şerife Bacı Heykeli’ni örnek verebiliriz. Atatürk ve Gençlik Anıtı’nda Atatürk’ün sağ kolunun altında, elinde meşaleyle duran genç kız aydınlanmayı ve çağdaşlığı temsil ederken Şerife Bacı emektar ve işi hizmet olan köylü kadınını temsil eder.
“Anıtlar ile unutkanlık arasındaki ilişki karşılıklıdır: Unutma tehlikesi anıtların inşa edilmesine, anıtlar ise unutkanlığa yol açar. Hatırlanmak istenen şeyi bir anıt biçimine sokmak hatırlama yükümlülüğünden kurtulmak içinse; bunun sebebi, anıtların yalnızca bazı şeylerin hatırlanmasına izin verirken, bir çeşit ayrımcılıkla diğerlerinin de unutulmasına neden olmasıdır. Anıtlar, geçmişi hatırlamamızı sağladığı kadar onu saklar da.” 1Yazarın bu tespiti savaş anıtlarında belirgin bir şekilde görülebilir. Savaşta ölmüş zinde, genç ve atletik bedenlerin heykeli dikilirken savaştan sakat dönmüş, bilinmedik bir sokakta bir köşedeki bilinmedik bir evde hayatını sürdüren hatta intihar eden binlerce hatta milyonlarca gazinin gölgeleri gizlenmek istenir ve geçmişte olanlar sanki yapılması zorunlu şeylermiş gibi gösterilerek bir avunma ihtiyacı ile her yıl törenlerle anılır.
Anıt mekânların bir temsili de yer isimleridir. Mekânlara konulan yer isimleri bize çoğu zaman neyi unutmamız ve neyi hatırlamamız gerektiği konusunda güçlü mesajlar verir. Yer isimleri ile toplumsal belleğe kazınmak istenen verili, resmi tarih mesajları, elbette bizlere de hemen memleketimizin bitmek bilmeyen yer adı değiştirme operasyonlarını anımsatır. Türkiye’de yer adlarının değiştirilmesi işlemleri Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri yapıla gelmiştir. Ad değiştirme işlemleri İçişleri Bakanlığı’nın 1940 yılı sonlarında hazırladığı 8589 sayılı genelge ile resmileşmiş ve böylece “yabancı dil ve köklerden gelen ve kullanılmasında büyük karışıklığa yol açan yerleşme yerleri ile tabii yer adlarının Türkçe adlarla değiştirilmesi” başlatılmıştır. Kürt, Gürcü, Tatar, Çerkez, Laz, Arap, muhacir gibi kelimeler içeren köy isimleri de bulundukları ortamda bölücülüğe meydan vermemek amacıyla değiştirilmiştir. Yine adında ağıl, kom, oba, mezra, çiftlik gibi ekler ve/veya kökler bulunan adların hemen tamamı değiştirilmiştir. Birkaç örnek vermek gerekirse Kuzağıl / Yeşildere (Konya), Akkom / Akdere (Kars), Sırazkom / Sarıyamaç (Ardahan), Aşağıhaydarkom / Yaylacık (Erzurum), Mihlisobası / Gülhüyük (Ankara), Akmezrea / Kavakpınar (Elazığ), Hamidiyeçiftliği / Geçitli (Ankara)2 söylenebilir. Bu tür isim değişiklikleri Anadolu’nun hemen her yerinde yapılmış ve adeta tüm yurt sathına yayılmış durumdadır. Yer adlarının verdiği mesajları silerek insanların hafızalarında geçmişle ilgili anılar kazınmaya çalışılmış, bir bakıma asimilasyon politikası güdülmüştür.
Yönümüzü anıt mekânlardan mahal mekânlara kaydıracak olursak en güçlü mahal mekânı olarak öncelikle karşımızda “ev”i görürüz. Evler yalnızca içinde bir grup insanın yaşadığı bir bina değildir. Ev içine girildiği anda herkes için bir anlam kazanır. Evin sahibi için bir bellek mahali; dışarıdan gelen biri içinse evde yaşayanlar hakkında önemli bir ipucu merkezidir. Evde yaşanmışlık vardır. Duvarlarla örülü maddi bir düzenekten çok daha fazlasını temsil eder. Geçmiş anıları tazelerken aynı zamanda yeni anılar biriktirmeyi sağlar. “Yalnızca şimdiki zamana ya da inşa edildiği zaman dilimine değil, bir yandan geçmişe uzanan, bir yandan da uzandığı geçmişi şimdiye sürükleyen daha geniş bir zaman dilimine aittir.”
Mahale diğer bir örnek olarak şehir sokaklarını düşünebiliriz. Bir mekân düşünüldüğünde zihinlerde onu canlandıran, temsil eden şey sokaklardır. Sokaklar şehrin ya da ilçenin zihinde düzene sokulup bir sınır oluşturulmasına yardımcı olur. Bulunduğumuz mekânla ilgili ilk izlenimleri bize sokaklar verir. Sokakların düzenlenişi insanların mekânı belleklerinde canlandırmaları için çok önemli bir unsurdur. Allan B. Jacobs’un “Büyük Sokaklar” kitabından yapılacak bir alıntı konunun anlaşılmasına çok yardımcı olacaktır. “En güzel sokaklar, hatırlanabilen sokaklardır. İnsanda güçlü, kalıcı ve olumlu izlenimler bırakırlar. Bir şehri düşünürken, bu yaşadığımız şehir de olabilir, aklımıza hemen belirli bir sokak gelir, orada olmayı arzularız; işte böyle bir sokak unutulmazdır (…) Geniş sokakların bir büyüsü vardır. Oraya gitmek zorunda olduğumuz için değil, orada olmak istediğimiz için bu sokakların cazibesine yenik düşeriz. Böyle sokaklar fayda sağladıkları kadar neşe de saçarlar. Eğlencelidirler, herkese de açıktırlar. Tanınmanızı sağladıkları kadar anonimliğe de izin verirler. Geniş sokaklar bir toplum ile tarihinin sembolleridir; toplumsal hafızayı temsil ederler.”3 İstanbul’a bakarsak alıntıda anlatılan sokaklara benzer birçok sokak olduğunu görürüz. Buna en güzel örneklerden biri İstiklal Caddesi’dir. Caddede bizden önce yaşamış nesiller ve günümüz nesli bir arada görülür ve toplum için önemli bir bellek mahalidir.
Anıt mekân ve mahal mekânı açıklayıp örneklendirdikten sonra mekânın işlevi üzerine bir karşılaştırma yapacak olursak “Mahal bir bellek taşıyıcısı olarak anıt mekândan daha önemlidir; çünkü anıtın inşasına genellikle herhangi bir şeyi abideleştirme arzusunun getirdiği bilinçle ya da ifşa olmamış bir unutma korkusuyla başlanır.” denilebilir.
Mekândan kültürel belleğin ikinci koordinatı olan zamana geçeriz. Zamanın unutturmadaki rolü; emek sürecinin zamansallığı, tüketimin zamansallığı ve medyanın zamansallığı olarak birkaç alt başlığa bölünebilir.
Zaman modern çağın en büyük ve en önemli sorunu haline gelmiştir. Günümüzde insanların temel ilkesi zamanı en verimli şekilde kullanmak, az zamanda konsantrasyon gerektiren bir çok işi yapmaktır. İnsanlar gibi teknolojik aletlerin de temel ilkesi zamanı verimli kullanmak oldu. Çünkü makineler yalnızca zamanın hızına yetişebildikleri sürece “hayatta kalabilirlerdi.” Bunun neticesinde günümüz teknolojisinde makineler insan algısını kat kat aşar hale geldiler. Belirtilen hususla ilgili çarpıcı bir örnek şudur: IBM firmasının Roadrunner adlı süper bilgisayarı saniyede 1.026x1000000000000000 işlem yapabilmektedir ve günümüz teknolojisinin en hızlı bilgisayarıdır ancak belki birkaç ay sonra onun hızını aşarak yerini bir numaraya taşıyan başka bir teknoloji ortaya çıkacaktır. Peki, bütün bu düzeni kuran ve bütün bu aletleri yapan insanlar değil midir? Öyleyse insanlar niçin olağanüstü hızı ve mega kentleri kendilerinin oluşturduğunu unuturlar?
Mekân yoğunlaşıp büyüdükçe buralarda alınıp satılan şeylerin kökenleri daha çabuk unutulur. Örneğin; büyük bir alışveriş merkezinde satılan malların nereden geldiği kimsenin aklına gelmezken küçük bir köylü pazarındaki meyve ve sebzeler insanları daha çok düşünmeye sevk eder. Kısacası insanlar etraflarındaki birçok şeyin nereden ve nasıl geldiğini düşünmeden emek sürecinden kopmuş bir şekilde tüketirler. Lukacs, “Tarih ve Sınıf Bilinci” adlı kitabındaki şeyleşmeyle ilgili makalesinde, kapitalist üretim sürecinin tam da kendisini üreten süreci unutmak üzerine kurulu olduğunu söyler. “Modern dünya devasa bir emek sürecinin ürünüdür; buna rağmen modernitenin unutturduğu ilk şey o emek sürecinin kendisi olur. İmal edilmiş nesnelerle her gün karşı karşıya geliriz, fakat hiçbirinde insan yaratıcılığına dayandıklarına işaret eden dikiş ya da kesim izleri olmadığından, bu nesnelerin kökenlerine karşı oldukça ilgisiz kalırız.”4
Müşteri üzerine giydiği bir ceketi kimin diktiğini üretiminde kimlerin katkısı olduğunu düşünmeden alır bir sezon giyip hoyratça bir kenara atar ve ertesi sezon binlerce seçenek arasından bir yenisini seçip alır. Mal akışını sağlayan ilişkiler ağını düşünme zahmetine katlanmaz. Sistem kendini idame ettirebilmek için insanlardan insani duygularını almıştır.
En basit örneğiyle bir ekmeğin sofraya nasıl geldiği birçok insan tarafından düşünülmez. Çiftçiler ve süreçte katkısı olan niceleri, dışarıdakilerin bakış açısından silinmiştir ve emek süreci yine unutulmuştur.
İnsanlar gözlerinin bile erişemediği gökdelenlere, ihtişamlı rezidanslara bakar ve hayran kalırken kaç günde kaç işçi tarafından nasıl ve ne şekilde yapıldığını düşünmez düşünemez. Aldığımız bir telefonun üzerindeki “apple” markasına baktığımız zaman onu üretenin binlerce işçi değil “apple” olduğunu düşünürüz.
Emek sürecinin unutulmasından sonra hızın üretilişinin bir diğer alt başlığı modadır. Teknolojinin gelişmesiyle, medyanın ve kitle iletişim araçlarının dünya üzerinde her geçen gün biraz daha yaygınlaşmasıyla moda kavramı günlük hayatımıza kolaylıkla girmiştir. Zihnimizde oluşan “Moda nedir?” sorusunun yanıtını bazı temel kaynaklara ve araştırmacılar tarafından yapılan moda tanımlarına bakarak cevaplamaya çalışalım. Sedat Veyis Örnek için moda, “Göreneğe bakarak daha kısa süreli olan, çabuk değişebilen, öykünme yoluyla yayılan, temelinde değişiklik, özgünlük dürtüsü yatan geçici davranış biçimidir.5” Türk Dil Kurumu’nun online sözlüğünde ise “1. Değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik. 2. Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük” şeklinde tanımlanmıştır.
“Kar ve tüketim odaklı yeniliklerin hızla devasa boyutlarda demode ürünler üretmesinde hayatı bir rolü olan unutkanlık, pazarın iyi işleyebilmesi için olmazsa olmaz bir bileşendir.”6Toplumun unutkanlığı kullanılarak da, moda tasarımcıları 10-20 yıl önce moda olmuş ama daha sonra popülerliğini kaybetmiş akımları yeniden canlandırarak tüketicilere sunarlar. Böylece insanlar daha fazla tüketmeye yönlendirilirler. Modanın geçiciliği tüketim kültürünün desteklediği bir özelliktir. Bu özellik, Sedat Veyis Örnek tarafından modanın belli başlı özellikleri arasında sayılır ve modanın “ticari amaçlarla desteklenmesi” olarak adlandırılır.
Üretim ile tüketim arasındaki kısır döngüye medya da katılır. Meta üretilir, medya tanıtır, toplum tüketir ve tekrar meta üretilir. “Metalar üretildikçe, arzular onların tuzağına düşürülüyor. Arzuları metaların tuzağına düşürebilmek ve metaların hızlı bir şekilde satılabilmesini sağlamak için tüketim nesnelerini kendi içlerinde sıraya dizerek, düzenli aralıklarla onların tanıtımını yapabilecek bir medya sistemine ihtiyaç vardır.7”. Kitle iletişim araçları, özellikle geleneksel kültürlerde bireysel bilincin oluşmasında ve yeni kültürel edimlerin topluma dayatılmasında önemli bir rol üstlenir. Bir başka deyişle, kitle iletişim araçları insanları eğitmek, bilgilendirmek işlevinin yanı sıra aynı zamanda, küresel sermayeyi ve kapitalist pazarı destekleyen yayınlar yaparak kitleleri yönlendirmek işlevine de sahiptirler.
Şimdiki zaman bireylerin dikkatini böylesine çekince insanlar anı arzulamaya başlar ve popüler bir şarkıda da geçtiği gibi “gelmişi geçmişi silerler.” İnsanlar zamanın yetmeyeceği düşüncesi ile hep bir şeyleri kaçırdıkları hissine kapılıp anı arzularlar. Vodofone Freezone kampanyasının gençleri çekmek için kullandığı “Anı Yaşa” sloganı insanların özellikle de gençlerin anı kaçırmaktan ne kadar korktuklarına bir kanıttır.
“Şimdiki zaman tıka basa doluyken, geçmiş zaman boşaltılmıştır.” 8Bu duruma Goethe’nin şu sözünü örnek verebiliriz: “Tarihini sorgulamayan insan günü birlik yaşayan insandır.”
İnsanlar az zamana çok şeyler sığdırmak istediklerinden teknolojiden ulaşıma her şeyi mümkün olduğunca hızlandırdılar. İnsanlar trenler, vapurlar, otomobiller, uçaklar gibi ulaşım araçlarıyla hızı üretmeye başladılar. Artık öğrenciler her gün servislerle veya minibüslerle, yetişkinler otomobilleriyle, uzun seyahate çıkacak olanlar otobüs veya uçaklarla sürekli bir yolculuk ve hareket halindedirler. İnsanlar gitmeleri gereken yere gitmek için haftanın her günü sürekli bir şekilde yolculuk ederler ve düzen günün artık neredeyse her saatinde aynı şekilde işler hale gelmiştir. Aynı cadde üzerinde sağa sola koşuşturarak bir yerlere yetişmeye çalışan size doğru gelen veya sizinle aynı istikamette binlerce insan büyük kentlerin alışıla gelinmiş manzaralarından olmuştur. İnsanlar, hızla hareket eden araçların içinde görüş alanları durmaksızın değişirken önlerinde akıp giden afişler, panolar ve tabelalar algılarını bulandırır. Yazarın da dediği gibi “Bütün bir nesneler dünyası daima dikkat alanımızın içindedir9” Kulak misafiri olduğumuz ya da gözümüzün kaydığı her şey aklımızın bir yerlerine kazınır. Bütün bu bilgi bombardımanının sonucunda unutkanlık ortaya çıktı. Hızın bu şekilde seri üretimi ikamet etmek ile seyahat etmek arasındaki ayrımı silikleştirdi. Şehirler artık taşıma araçlarına göre inşa edilmeye başlandı. Otoyollar bize o kadar doğal gelmeye başladı ki otoyol olmayan bir dünya hayal etmek için fazladan çaba harcamamız gerektiğini hissettik. Sokaklar insanlar için değilmişçesine sokaklarda yürümek için özel yürüyüş yolları yapılmaya başlandı. Bu da insanların yaya olarak gezinebilmelerini ve şehri kendilerinin kılabilmelerini engeller hale geldi. “Çünkü konuşma dili kendinin kılmaysa, yürüme de şehri kendinin kılma sürecidir.” 10Sınırları zihinde canlanmayan, büyük ve durmadan değişip gelişen hareketli bir kent yapısı ortaya çıktı. Kısaca “sınırları belli şehir biçimi” yerini “çok çekirdekli metropol bölgesi”ne bıraktı. Şehrin bu yeni yapısı kişiler ve yerler arasında kopukluğa yol açtı. Böylelikle insanlar kendilerini bulundukları mekâna ait hissetmemeye başladılar.
Hız üretimi çağdaş insan yerleşiminin üçüncü bir özelliği sayesinde etkisini arttırır. Kurulu bir çevrenin belirli aralıklarla kasti olarak yıkılması. Çevredeki birçok mekân, ilan ya da sokakta belirli aralıklarla yenilikler yapılarak insanların belleğini aşındırmak ve eskisini unutturarak yenisini öğretmek istenir. Buna en basit örnek çevredeki dükkânların, kafelerin, restoranların tabelalarının sık sık değişmesidir. İnsanlar eski tabelayı görmeye alıştığında yanından geçtiği halde mekânı fark etmez hale gelince tabelalar hemen değişerek daha dikkat çekici bir hale getirilir ve insanlar yeni bir mekân açılmış hissine kapılır. Bunun tabi sonucu olarak mekânın eski haliyle ilgili anılar bellekten silinir. Zaten amaçlanan da budur: Yenisini eskisinden daha cazip hale getirerek eskisini hafızadan silmek. “Tabela yapıdan daha önemlidir; tabelayı çıkartırsanız mekân da ortadan kalkar.” 11 “Bu süreçte kültürel bellek aşınır, çünkü şehrin yapı taşları parçalanmıştır. Şehrin temek yapı taşları mahalleler, meydanlar ve sokaklar; bunların parçalanması yaygın bir kültürel amneziye neden olur.”12
“İnsanüstü hız, öğrenilemeyecek denli büyük mega kentler, emek süreciyle bağı kopmuş tüketicilik, nasıl ve kimin ürettiğini bilmediğimiz nesneler, kent mimarisinin kısa ömrü, geçici işler, sürekli maruz kalınan görüntü bombardımanı, toplumsal ilişkilerin bulanıklaşması… Söz konusu bellek yitimi değil kişisel anı ve alışkanlık bile edinememek.” 13Modernite entelektüel, estetik, kültürel vb. alanda sürekli devam eden bir dönüşümdür ve modernite sonucunda oluşan bu hızlı değişim ve gelişim toplumlar üzerinde iyi olduğu kadar geçmişi silmek yani kültürel amnezi gibi olumsuz sonuçlar da doğurur. Moderniteye özgü kültürel unutkanlık süreci birden çok sıçrama tahtasının bir araya gelmesiyle oluşur; giderek de hızlanır. Teknoloji, moda vs. kısacası tüketime dair her şey kendini çok çabuk yeniler ve insanlar yenisine sahip olduklarında eskisini unuturlar. Bu da insanların eşyalar üzerinde anı biriktirmelerine engeldir. “Baudrillard’ın da dediği gibi artık nesnelerin döneminde yaşıyoruz; onların ritmine ayak uyduruyor, onların döngülerine uyuyoruz. Günümüzde nesnelerin doğumu ile ölümüne şahit olanlar bizleriz; halbuki önceki uygarlıkların hepsinde nesiller boyu yaşamını sürdürenler nesneler ve anıtlardı. Tarihin önceki dönemleriyle kıyaslandığında, insanların ortalama ömrü günümüzde tersine dönmüştür. Nesnelerin bu hızlandırılmış metabolizmaları ise belleğin zayıflamasına yol açar.” 14
Değişim devam etmektedir ve gelişim için eskilerinin yerine yenisini koymak gerekir. Eski model telefonun yerine yeni telefon üretmeyi, hasarlı bir evin yerine yenisini inşa etmeyi küçük işletmeler yerine büyük işletmeler kurmayı bırakmak gelişimi durdurmak ve akıntıya kürek çekmek demektir ki bu mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle belleğimizi çağımızı kuşatan bu büyük kültürel amneziden korumak pek de mümkün gözükmemektedir. Ancak anı yaşama sarhoşluğunu bırakıp modern çağın unutturduklarını hatırlayarak farkındalık oluşturulabilir.
Başak Arslan
KAYNAKÇA
1.CONNERTON, Paul, Modernite Nasıl Unutturur? Çev, K. Kelebekoğlu, Sel
Yayıncılık, İstanbul, 2012
2. Connerton Paul, Toplumlar Nasıl Anımsar? Çev, A. Şenel, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, 1999
3.TUNÇEL, Harun, Türkiye’de İsmi Değiştirilen Köyler, Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Elazığ, 2000
4. ASLAN YAŞAR, Gamze, Ortaçağdan Günümüze Modernite, Adıyaman
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Adıyaman, 2011
5. ÇİĞDEM, Ahmet, Bir İmkân Olarak Modernite, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012
6. KASAPOĞLU AKYOL, Pınar, Küreselleşen Moda Bağlamında Blucin Kültürü
Üzerine Bir Araştırma, Milli Folklor, 2010, sayı 86
7. DEMİR, Sema, Kültürel Bellek, Gelenek ve Halk Bilimi Müzeleri, Milli Folklor,
2012, sayı 95
8. Alyssa Danigelis, Top 10 speediest supercomputers in the World, Discovery
Channel, dsc.discovery.com/technology/tech-10/supercomputers-top-02.html
9. KARAKAŞLI, Karin, Kendini Unutma Tehlikesi, Agos Yayınları, İstanbul, 2012
10. Örnek, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ank: İş Bankası Kültür Yay., 1977.
11. BAULLIARD, J. , Selected Writings, Stanford University Press, 2000
Dostları ilə paylaş: |