Muhabbetname



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə41/83
tarix12.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#69835
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   83

KAZÂ VE KADER


Cenâb-ı Hakk’ın ilm-i Zâtiyesindeki malûmata kazâ denir. O da ilm-i ezeliyetteki kulun isti’dâdıdır. Bunların zuhûrâtının günü ve saati gelince, meşiyyet-i İlâhiye tecellîleriyle fiillerinden açığa çıkmasına da kader denilir. Bir kişinin isti’dâdındaki o hâl, fiile tecellî edince, O’nun takdiriymiş diyoruz.

Kazâ iki türlüdür:

1- Kazâ-yı mübrem (değiştirilemeyen, mutlaka zuhûr edecek)

2- Kazâyı muallâk (değiştirilebilecek, henüz karar verilmemiş).

Biz buna hakîkatte kazânın değişmediğini, şeriatta ise terbiye ve yönlendirileceğini söyleriz.

Misâl vermek gerekirse, bir badem çekirdeğini toprağa dikelim. Buna hiçbir müdahalede bulunmadan beklersek, o badem çekirdeği badem ağacı olacak ve meyvesini verecektir. Hiçbir değişiklik olmaz. Fakat atılan tohum, toprak yüzüne çıktıktan sonra, biraz büyüyüp aşı demine gelince, o fidana şeftali, kayısı gibi bir meyve aşılarsak, toprağa badem olarak ektiğimiz o tohum aşı sonunda badem değil, aşılanan şeftali veya kayısı verecektir. Böylece hakîkatte çekirdek olarak kazânın değişmediği, şeriatta yani ağaç haline gelince aşılanmakla değiştirilebileceği anlaşılmış olur.

Bizler ilm-i ezeliyyetteki kazâmızın ne olduğunu bilmiyoruz. Bir Mürşîd-i Kâmilden, Muhammed aşısı ile aşılandığımızda, kekremsi olan ahlat meyvelerimizin, Muhammed meyvesi olan armut haline dönüştüğünü görüyoruz. Allah ilim sahibidir. İlmiyle her şeyi bilir. İrâdesi ile murâd eder. Tekvinâtı ile de halk ederek fiilleriyle açığa çıkar. Yalnız Cenâb-ı Hakk’ın, ilim, irâde, tekvin sahibi olması yeterli değildir. Cenâb-ı Allah bir şeye ‘ol’ diyebilmesi için, tecellî edeceği mazharda, tecellîye uygunluk aramaktadır. Onun için Allah Âlimdir. Bizler ise malûmuz. Bizlerdeki Cenâb-ı Hakk’ın ma’lûmiyeti, zaman, mekân ve ihvân üçleme sırrı ile mümkün olur. Yoksa bu üçleme sırrına müsait olmayanlarda kün (ol) emrini Cenâb-ı Hakk vermez. Şu halde kişilerin ilm-i ezeliyette, isti’dâdları ne ise, Cenâb-ı Allah herkesin isti’dâdını görüyor. İsti’dâdı neyi iktizâ ediyorsa, onu irâdesine, irâdesi de kudretine veriyor. O da kişilerin isti’dâdlarını meydana getirmek sûretiyle, fiilleriyle kendisini göstermiş oluyor. Şu halde kazâ önce geliyor. Kazâ Cenâb-ı Hakk’ın Zâtı ilmindeki malûmatıdır. Herkesin isti’dâdını bildiği için, ona göre tecellî etmektedir. Tecellîsi olan fiil görüntüsüne de kader denir. Çok insanlar isti’dâdlarını bilmedikleri için, bu tecellî eden olaylara gamlanıp kederlenmektedirler. Ne zaman Tevhîd ilmini tahsil ederek, kişiler isti’dâdlarını bilir ve fiillerinde O’nu görürlerse, bu olayın isti’dâdlarından geldiğini anlayacak ve hiçbir zaman kederlenmeyeceklerdir. Her kim, gamlanıp kederleniyorsa, henüz daha isti’dâdlarından geldiğini lâyıkıyle bilmiyor ve görmüyordur.

Cenâb-ı Allah değişmeyen, mübrem kazâyı günü ve saati gelince, mutlaka tecellî ettirir. Bu, bir silahın namlusundan çıkan mermiye benzer. Mermi silahın namlusunu terk ettiyse, onun hedefe isabet etmemesi düşünülemez. Fakat mermi, silahın içinde ve henüz tetik çekilmemişse, Cenâb-ı Hakk onun bütün yetkilerini evliya ve Mürşîd-i Kâmillerden kullanır. Ya da bir dut ağacının ceviz ağacına aşılanmasının mümkün olmaması gibi o tecellîyi hiçbir zaman zuhûr ettirmez.

Evliyalar da iki sınıftır:

1- Bilir ve görür. Tecellîye mani olamaz.

2- Bilir ve görür. Fakat tecellîyi değiştirebilir.

Bir sâlikin isti’dâdında her ne kadar kötü tecellîler mevcut olsa da, İnsan-ı Kâmile gelince Cenâb-ı Hakk’a verdiği sözde sadakat gösterdiği müddetçe, bir silahın emniyete alınması gibi, zikir ve fikirlerinde dâimî oluşu onun silahını patlatmayacaktır.

İkinci velîler ise silahın tetiği çekilmiş de olsa mermi namluyu henüz terk etmediği için namlunun ucunu başka tarafa çevirterek o tecellîyi başka yönde zuhûr ettirebilir. Bu da bazı kötülüklerin rüyaya tebdil edilmesi gibidir.

Görüldüğü gibi kişilerin isti’dâdları ne ise mutlaka tecellîsini gösteriyor. Fakat bu, gerektiğinde İnsan-ı Kâmiller mazharından değiştirilebiliyor. Cenâb-ı Hakk bütün kardeşlerime kazâ ve kaderin idrâkini ve yaşamayı ihsân etsin. Âmin.


KERÂMET NEDİR


Kerâmet Allah’ın velâyet mertebesine yükselen kullarına tecellî ettiği bir ihsânıdır. Bir ikram ve bağıştır. Kerâmetler iki türlüdür:

1- Kerâmet-i kevniye

2- Kerâmet-i ilmiye

Kerâmet-i kevniye de iki şekilde tecellî eder: Birincisi, kulun kendi istek ve arzusu ile zuhûra getirilen, mârifeti ile insan üstü fiiller. İkincisi, gerektiğinde Cenâb-ı Hakk’ın velî kullarından insanların faydalanmaları için zuhûrudur. Günümüzde kerâmet-i kevniyeye hiç itibar kalmamıştır. Çünkü bir televizyon düğmesine basmakla dünyanın bütün yönlerini ekranda görebiliyoruz. Bir cep telefonu ile uydudan dünyanın diğer yönü ile konuşabiliyoruz. Bunlar günümüzün üstün mârifet görüntüleri değil midir. Artık bunları görmek güncel fiilleri görmek olduğu için, bir kişiden mârifet tecellîlerini görmek şahıslarda rûhların uyanmasını meydana getirmiyor. Ayrıca kerâmet-i kevniye bir fiilullah olayı olduğu için, o vak’ayı Cenâb-ı Hakk'a değil de, kerâmeti gösteren kişiye isnat ettikleri için açıktan büyük günah olan şirk işlemiş oluyorlar. Onun için, Tevhîd ehli hiçbir zaman kerâmet-i kevniyeye itibar etmez. İnkâr da etmez. Çünkü tecellînin aslını bilmekte ve görmektedir. Devrimiz kerâmet-i ilmiye devri olduğu için bilhassa kerâmet-i ilmiyeye itibar edilmelidir. Kerâmet-i ilmiye, Kur’ân-ı Kerîm’in ledün ilmi diye ifade ettiği sır ilmi ve esrar ilmidir. Kerâmet-i ilmiye de iki bölümdür:

1- Kesbî ilimle elde edilen kerâmet-i ilmiye

2- Vehbî ilimle elde edilen, Cenâb-ı Hakk’ın ilhamlarıyla her an ayrı bir ş’ende tecellîlerinin ilmi.

Bir kişinin Mürşîd-i Kâmilin sohbetlerinden veya kemâlât sahiplerinden elde ettiği ilimle, çeşitli evliyaların kitaplarından öğrendiği ilimlerin hepsi, bu irfâniyete sahip olmayanların yanında, üstün ilme sahip olduğunu gösterebilir. Fakat kendi kuyusundan dâima taze su çıkaramadığı için, elbette bir gün, bu su bitince, aynı mevzuları tekrar etmeye başlayacaktır. Dolayısıyla da dinleyenlerde yenilik tecellîleri olmadığı için bıkkınlık meydana getirecektir.

Vehbî ilim kerâmetine sahip olanlar Cenâb-ı Hakk’ın her an, ayrı ayrı tecellîlerine ayak uydurdukları için, gönül semâlarından gelen ilhamlara tâbi olduklarından, gönüllerde dirilik meydana getirirler. Dinleyenler mutluluk duyarlar ve “Biraz daha anlatsa da dinlesek” derler. Onlar da âyet ve hadislerin gölgesinde, olayları ilhamları nisbetinde anlatırlar. İşte bunlar İnsan-ı Kâmildirler. İnsanları ancak bunlar irşâd edebilir. Bir zeytin ağacı nasıl yaz ve kış yapraklarını döktüğü halde, sanki hiç yapraklarını dökmüyormuş gibi hep yeşilse, işte bu kâmiller de ilim ve kerâmet kemâlâtını hiçbir zaman yitirmezler. Kendilerine belki o ana kadar duymadığı, bilmediği bir soru sorulduğu zaman Cenâb-ı Hakk ondan tecellî edeceği ilhamlarla hem karşısındaki soru sahibini mutmain eder, hem de kendi anlattığı ile o ilme vâkıf olur. Çünkü o zamana kadar o sorulan ilmi kendisi de bilmiyordu. İlhamı ile öğrenmiş oldu. Zira ilim kulun değil Allah’ındır. Bilen de Cenâb-ı Hakk’tır. İşte bu kişiler ümmet-i Muhammed'e faydalı olanlardır. Her nerede bunları bulursak onlardan mutlaka istifade etmeliyiz. Günümüzde itibar edilmesi gerekli kerâmet-i ilmiye budur.



Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   37   38   39   40   41   42   43   44   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin