1-BÖLÜM: İtabin mukaddimesi



Yüklə 2,9 Mb.
səhifə38/77
tarix29.10.2017
ölçüsü2,9 Mb.
#21171
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   77

Üçüncü Madde


 

Yeni dünyayı (Amerika) bildirir.

 

Ey aziz, malum olsun ki, astronomi âlimlerinden Nasîr Tusî ve ondan önce



gelen filozofla demişlerdir ki: Güneşitleyici daire ile ufuk dairesinin

kesişmesinden yerkürede hâsıl olan dört kısmın, iki kuzey kısmından birisi

mamurdur ki, böylece dünyanın dörtte biri meskun olmuş olur. Geri kalan

dörtte üçünün durumu meçhuldür: Ya mamur ve meskun veya okyanusla doludur.

Lakin sonraki bilginler, okyanusu gemiyle dolaşarak, kalan dörtte üçünü

bütün durumlarını keşf ve ispat etmişlerdir. Eskilerin bilmediği yerler

bulunup, mamur yerleri dörtte bire hasretmeye mecal kalmamıştır. Zira ki,

miladî tarihin bindörtyüz doksaniki senesinde, ki hicrî tarihin

dokuzyüzüçüncü senesiydi, Endülüs memleketinden, cebir ilminde mahir bir

mühendis korsan ki, namına Kolon (Kristof Kolomb) derlerdi. O, okyanusun

durumlarını incelemek için iç denizin dış denize döküldüğü Sebte boğazı

dışında, İspanya limanından üç gemide yüzyirmi adam ile yelkenler açıp,

batı tarafına doğru salmıştır. Devamlı yengeç dönencesinden yirmi derece

kuzeyi almıştır. Yani kırküç derece enleminde giderdi. Zira ki iki

tarafından sıcaklık ve soğukluk altına düşmekten çekinirdi. Sürekli güneşin

batışını gözetip, otuzüç gün seyretmiştir. O müddet içinde okyanusun

sahilinde tamam üçbin sekizyüz mil mesafe kat etmiştir. Nice defa

yanındakiler pişmanlıkla geri dönmeyi kastetmiştir. Gemilerde bulunanlar

ona, nice kere itap edip: bizi bela girdabına uğrattın ve hepimizi bu engin

deniz içinde kaybettin, diye Kolomb'a hücum ettiklerinde, o, onlara cevap

etmiştir ki: Sizin kurtuluşunuz, ancak denizi bilir ve astronomi âletleri

kullanabilir adamla olur. Siz beni öldürürseniz, hepiniz denizde kalıp,

helak olup gidersiniz, diye kâh müjde kah korkutma ile onları

yatıştırırdı. Kurtuluştan ümidi kesip, şaşırmış kalmışken, ansızın hoş bir

ada görünmüştür ki, akan nehirleri ve yüksek ağaçları vardı. O zaman

canları bir miktar rahat bulup, Kolomb'a teslim olmuşlardı. Altı gün yine

günbatımına doğru gidip, altı boş ada bulmuşlardı. Hepsinden büyük olan

adaya, İspanyol adını vermişlerdi. Buradan geçip sekizyüz mil dahi karayel

üzere gitmişlerdi. O zaman bir sahile yetmişlerdi. Nice günler o sahilin

etrafında kuzey ve güney taraflarına seyretmişlerdi. Onun ada olduğunu

bilmişlerdi. Orada bir kavim bulmuşlardı ki, bunların seyrine gelip,

toplanıp sahile yetmişlerdi. Bunlar sahile yaklaştığında, onların hepsi

firar etmişlerdi. Önce gemileri balık sanıp, temaşaya gelmişler, sonra

insan olduklarını bilmişler ve korkup kaçmağa kalkmışlardı. Zira ki onlar,

gemi ve sandal bilmezler imiş. Bunlar gemilerden çıkıp, onlara yetişip, bir

kadın tutmuşlardı. Ona çok hediyeler verip, gözetmişler, lisanını

bilmediklerinden, kavmini getirmeyi işaretle anlatmışlardı. O zaman o

kadın, varıp kavmini gemiler yanına gönderip; onlar dahi altın, gümüş,

meyveler, ekmek ve çeşitli kuşlarla ve hayvanlarla gelmişler, iskele yanına

yetmişlerdi. Nice günle ve aylar burada alış - veriş edip, oraya batı Hint

deyip, orada kırk adam koyup, yine doğuya doğru selametle gelip,

gitmişlerdi. İspanya hâkimine yeni dünya hediyelerini hediye etmişler.

Bundan sonra ikinci ve üçüncü senelerde varıp geldikçe yeni dünyalıların

lisanlarını ve âdetlerini tamam bilmişlerdir. Yolunu beşbin ikiyüz il deniz

yolu bulmuşlardır. Lakin okyanusun doğuya doğru hareketinden dolayı elli

günde gidip, ancak beş ayda gelmişlerdir. Sonra dördüncü senede Kolomb,

bulduğu yeni dünyaya ulaştığında, oranın Kâşk adlı hâkimi, Kolomb'u gemiden

çıkmaya komayıp, menettiğinde; Kolomb'un ona karşı koymaya kudreti

olmadığından, hile yoluna sapıp, demiştir ki: Siz, bize cefa eylediniz.

Onun için rabbiniz size gazap etmiştir. Alameti odur ki, yarın güneşin

ışığını alsa gerektir. Meğer ertesi günü, bize nispetle orada güneş

tutulması, olup, Kolomb bunu bilmiştir. O zaman bu sözden onlar vehme

düşüp, sabahı beklemişlerdir. Kolomb'un haber verdiği saatte güneş

tutulduğu için, oradakiler korkuya düşüp, Kolomb'a hediyelerle

gelmişlerdir. Sulh edip, ona boyun eğip, itaat kılmışlardır. Hepsi puta

tapıcı iken, ahalinin çoğu dönüp, Kolomb'a uyup, hıristiyan olmuşlardır.

Kolomb, adamlarıyle yeni dünyada kalıp, yirmi senede birçok yerini zabt

edip almıştır. Kuzey yarısı ahalisini beyaz ve esmer; güney yarısında

oturanlarını, Habeşî ve siyahî, boylarını ondört karıştan fazla uzun

bulmuştur.

Yeni dünyanın birçok nehirleri, meyveli ağaçları, yüksek dağları ve derin

vâdileri vardır. Oranın rengârenk kuşları ve vahşi hayvanları sayısızdır.

Burasının büyüklüğü, dünyanın meskün olan diğer dörtte bire kadardır ki,

garip tavırları ve acayip halleri, Yaratıcının sanatının eserlerini ve

kudretini tasdik etmektedir. Önceki kitaplarda sözü yedilmemiş ve hazreti

Adem'den beri gidilmemiş olan bu yeni kıta, yeni dünya adını almıştır.

Burası o kadar geniştir ve o kadar çeşitli dağları, ovaları vardır ki,

tafsilini ancak Allah bilir. Kelam-ı Kadiminde: "Onun ilmi dışında bir

yaprak dahi düşmez." (6/59) buyurmuştur.

 

Dördüncü Bölüm


 

Kaynakların fışkırmasını ve yer sarsıntısını hakîmâne bildirir.

 

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Kaynakların



kaynamasının ve yerin sarsılmasının sebebleri budur ki, yerin içinde oluşan

buhar, orada hapsoldukta; bir tarafa yönelip, orada soğuyarak suya dönüşür.

Eğer az ise buhar parçalarıyle karışıp kalır. kuyu suları budur. Eğer fazla

ise, yerin içine sığmayıp, yerkabuğunun ince yerlerini yararak, çıkar ki,

kaynayan kaynaklar budur. Pınar ve kaynakların bir sebebi dahi budur ki:

Karlanan ve yağmurlardan dağların içine sızarak akan sulardır. Zira ki, kar

ve yağmurun çokluğu ile kaynaklar ve pınarlar çoğalıp, onların azalmasıyle

bunlar dahi eksilmiştir. Şu halde yeryüzünde akıp, insan ve hayvanların

hayat maddesi olan tatlı sular için Hak Taâlâ yerin dağlarını hazineler

kılmıştır. Zira ki yağmur ve kar suları, dağların altında mağaralar ve

taşlar içinde ve yeraltında toplanıp, dağlar tarafından saklanmıştır.

Bundan sonra dar yarıklardan azar azar sızdırıp, ondan kullarına yetecek

kadar pınarlar ve nehirler akıtmıştır. Ta ki gelecek kışta yağmur ve karı

dağların mağaralarına sızdırıp, sularından, mağara ve taşlardan akan

suların yerine dolduruncaya kadar, o taşların altlarında olan küçük

gözelerden yavaş yavaş sızan nehir ve kaynak suları, insanlara ve

hayvanlara yetmiştir. Fazlası, vâdilerde seller olup, feryat ile denizlere

gitmiştir. Şu halde o yüce Yaratıcı, yeryüzünde olan yaratıklar için

dağlara yağmur ve kar verip, nehirler ve kaynaklar çıkarmakta dolap misali

etmiştir. Bu dolapların dönüşü süreklidir ki, kıyamete kadar sürer.

Yeraltında buharlardan oluşan veya yağmurdan biriken sular, yerlerine

sığmayıp, ince yerlerden kolaylıkla çıktığında, eğer taşların veya temiz

toprağın yakınında ise, o su, soğuk ve tatlı olur. Eğer çorak yerlerden

gelirse, o su tuzlu olur. Eğer kükürtlü arazilerden ve madenlerden çıkarsa

o su sıcak olur. Zira ki kış mevsiminde havanın soğukluğu galip olduğundan,

güneşin sıcaklığı yerin altına firar eder ki, iki zıt bir yerde toplanmaz.

Onun için yerin içi kış günlerinde sıcak olup; kükürtlü araziler ve

madenler, sıcaklığı, çokluğuna ve azlığına göre çekip, daima korumuşlardır.

Bu sebebtendir ki, madenler çevresinde kaynayan ılıca suların tatları ve

kokuları ve hararetleri ve özelliklerini almışlardır. Eğer bu suya, havanın

soğukluğu isabet ederse, donup civa olur. Zift, neft, şab veya tuz olur.

İsfahan ile Şiraz arasında bir su çıkar ki, Allah'ın şaşılacak

sanatlarındandır. Sığırcık suyu nâmıyle meşhurdur. Kaçan bir yere çekirge

istila edip, mahsullerini yese; bir kimse varıp o sudan bir şişe alıp,

arkasına bakmadan ve şişeyi yere komadan o araziye getirse, o suya sayısız

sığırcık tâbi olup, o çekirgeleri öldürdüğünü tevatür ile naklederler.

Yerin içinde oluşup, hapsolan buhar, öyle bir mertebe kalın olsa ki, yer

kabuğunu yarıp çıkması mümkün olmasa veya yerkabuğu kesif ve salp olup

buharın çıkmasına mâni olsa; yerin altında toplanıp dışarı çıkmak isteyen o

buhar, yeri şiddetle yardıkta, o yer hareket eder ki, yerin sarsıntısı

odur. Yerin içinde oluşan dumanların ve rüzgârları ahkâmı,

atmosferdekilerin ahkâmı gibidir. Kâh olur ki bunlar oldukça kuvvetli olup,

yeri öyle hızlı yarar ki, ondan büyük gürültü hâsıl olur. Kâh olur ki

dumanın tabiatı gereği ateş almasına neden olan şiddetli hareketlerle

yerden ateş çıkar. Eğer ateş, bir madende ortaya çıkarsa, onu tamam

bitirinceye dek aylarca hatta yıllarca yanar, demişlerdir. (En doğrusunu

Allah bilir. Çünkü o, muhakkak sebeblerin yaratıcısıdır.)

 



25-BÖLÜM:025:

 

YEDİNCİ BÖLÜM

 

Yerkürenin üzerinde belirlenen ve varsayılan kutup dairelerini ve



kutupları, yeryüzünün beş kısma bölünmesini gerektirir sebepleri, dörtte

bir meskun kısmın yedi iklime bölündüğü ve yedi iklimin sınırlarını, her

iklimde nice memleketler, dağlar, nehirler ve ne şekil insanların ve

hayvanların bulunduğunu, yedi iklimin ötesinin durumlarının doksanıncı

enleme dek keşfedildiğini ve incelendiğini, yedi iklimin her birinde en

uzun günü bulmayı ve en uzun günden şehirlerin semtlerinin çıkarıldığını,

beldelerin mizaçlarının ve sâkinlerinin farklı bulunduğunu altı madde ile

hakîmâne açıklar.

 


Yüklə 2,9 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin