3 -berzah Aleminde Ruhların Birbirleriyle Münâsebetleri


B) Berzahtakilerin Salih Amel­lerden İstifadesi



Yüklə 0,99 Mb.
səhifə16/23
tarix07.01.2019
ölçüsü0,99 Mb.
#91171
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   23

B) Berzahtakilerin Salih Amel­lerden İstifadesi

Burada ölümlerini müteakip berzah hayatı başla­yan berzahtakilerin salih amellerden istifade etmelerinden kastımız, kendilerinin ölmeden önce işledikleri ve amel defterlerine yazılıp beraberinde götürdükleri' değildir. Çünkü ondan istifade edecekleri, herkesin malumudur. Asıl bizim izah etmeğe çalışacağımız husus, kendileri ber­zah alemine göçtükten sonra amel defterlerine yazılacak ve orada fayda sağlayacak olan şeylerdir. Bu da, ya kendi­lerinin sağlıklarında yaptıklarının bir devamı olur, ya da geride kalan dost ve akrabalarının kendisi için yaptıkları.

İşte gerek kendi yaptıkları, gerekse başkalarının ya­pacakları bu işler, ölümünden sonra kişeye fayda sağlar mı? Hangi işleri yapmak gerekir ki, öldükten sonra istifade edebilelim; yahut neler yapmalıyız ki, ölülerimiz istifade edebilsinler? Şimdi bunları izah etmeğe çalışalım. Berzah­takilerin istifade edecekleri salih amelleri iki kısımda mütalaa etmek mümkündür: 698

1- Kendi Yaptıklarından İstifade Etmeleri :

İnsan kabre girdiğinde onunla birlikte kabre giren ve ona fayda verecek olan, hadis-i şerifde de ifade edildiği gibi, 699 sadece amelidir. Ancak kabrinde ameliyle başbaşa kalan mü'minin, dünyada iken yaptığı bazı işleri vardır ki, bunların, kişinin ölümünden sonra da amel defterine sevap yazılmasına sebep olacağı ve ölümden sonra da bun­lardan istifade edeceği, Hz. Peygamber (s) tarafından ha­ber verilmiştir.

Hz. Peygamber (s), Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir hadisinde şöyle buyuruyor:

"İnsan öldüğü zaman amel-i sallhi kesilir, ancak üç şey müstesna (bunları yapanın ameli şalini devam eder): Sada­kayı cariye, faydalı ilim ve kendisine dua edecek olan salih evlat." 700 Bu üç şeyi dünyada bırakmış olanın, Lunlar yaşadıkça ve insanlar bunlardan istifade ettikçe, kabrinde onların faydasını görüp, amel-i salihinin devam edeceği bildirilmektedir bu hadis-i şerifte.

Başka bir hadis-i şerifte de Allah yolunda nöbet tu­tanların, bu görev başındayken öldükleri zaman, amelleri­nin kıyamete kadar çoğalacağı ve sanki kıyamete dek nöbet tutmuş, sınırları beklemiş gibi sevap alacakları ha­ber verilmektedir. 701

İbn Abbas'dan gelen haberde ise, ölümden sonra kişinin istifade edeceği amellerin yedi olduğu zikredilerek şöyle buyurulmuştur:

"Kulun, vefatından sonra kendi­sine sevap yazılmasına sebep olan yedi şey vardır. (Yani bu yedi şeyi sağlığında yapana, yaptığı bu amel­leri sebebiyle ölümünden sonra da sevap verilir): Hur­ma (ağaç) diken, kuyu açan, su yolu açıp su getiren, bir mescit yapan, mushaf yazan, geriye faydalı ilim bırakan ve kendisi için vefatından sonra istiğfar ede­cek salih evlat bırakan." 702 Bunların ilk beşi, sadakay-ı cariye cinsinden oldukları için, yukarıdaki hadisin açıklamasıdır bir nevi. Çünkü orada sadece üç ameli yapanın defterinin kapanmayacağı haber verilip, sadakay-ı cariye bunlardan biri olarak zikrediliyor. Burada ise diğer ikisi yanına, sadaka-ı cariye cinsinden beş amel ilave edi­lip, yedi şeyin defterin kapanmamasına neden olacağı bil­diriliyor.

Bu hususta Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir diğer hadis de şu mealdedir:

"Mü'mine ölümünden sonra amel ve hasenatından (iyiliklerinden) lazım olacak olanlar (faydası olanlar) şunlardır: Öğretip yaydığı ilim, ge­riye bıraktığı salih evlat, (yazıp) miras bıraktığı raushaf, yaptığı mescid, yolcular için yaptırdığı konakla­ma yeri (ev, misafirhane) ve sağlığında, sihhatli zamanında malından ayırdığı sadaka. İşte bunların hepsi ölümünden sonra ona lazım olur." 703

Görüldüğü üzere, burada da faydalı ilim ve salih ev­lat yanında sadakay-ı cariye cinsinden daha başka amell­er de sayılmıştır. İslam'da iyi bir çığır açan ve hayırlı bir işe sebep olanların, o işi yapanların aldığı sevaba denk sevap alacağını da burada hatırlamak gerekir. 704 Hayırlı bir işi başlatan, yahut yapılmasına sebep olanların alacakları bu sevap, ölümlerinden sonra da devam edecektir.

Yine Hz. Peygamber (s) in:

"Her nefis öldürüldük­çe, onun kanından Adem'in ilk oğluna bir (günah) payı gider. Çünkü öldürmeyi ilk defa adet eden o olmuştur." 705 mealindeki hadisleri de kişinin sebep olduğu ve başlattığı işlerin yapılmasından, kendisine sevap yahut günah yazılacağını göstermektedir.

Demek ki, ölümden sonra sadakay-ı cariye, faydalı ilim ve salih evlat bırakan, bunlardan istifade edecektir. Öyleyse her mü'minin sağlığında bunları geride bıraka­bilmek için gayret sarfetmesi gerekir. Çünkü bu şekilde, insanın hayatında sebep olduğu amellerden istifade edeceği hususunda alimler fikir birliği (icma) etmişlerdir. 706

2- Başkalarının Yapacakları Amellerden İstifade Etmeleri:

İnsanın hayatında bizzat yaptığı veya sebep olduğu iyi işlerin, ölümünden sonra da kendisine fayda sağlayacağında ittifak eden alimler, ölümünden sonra geride kalanların kendisi için yapacakları iyi işlerin sevabının ulaşıp ulaşmayacağı, yahut hangisinin ulaşıp hangisinin ulaşmayacağı hususunda farklı görüşlere sahip olmuşlar­dır.

Ehl-i bid'at fırkalarından olan Mu'tezile Mezhebi mensupları, dua ve sadaka da dahil, ölüye dirilerin yaptıkları hiç bir şeyin fayda vermeyeceğini savunur. 707 Delil olarak da Allah'ın hükmünün değişmeyeceğini ve herke­sin kendi yaptıklarından sorumlu tutulacağını haber ver­en ayetleri getirirler:

"İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." 708

"Siz, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz." 709 ve

Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine, yaptığı fenalığının zararı da yine kendine­dir, " 710

Bu ayetlerde insanın yalnız kendi yaptıklarından fayda yahut zarar göreceği belirtilmiştir. Binaenaleyh ken­di yaptıklarından başka bir sevap ölümünden sonra ona ulaşmaz, derler.

Halbuki ölümünden sonra yapılacak iyi amellerin sevabının ölüye bağışlanıp fayda vermesi, kaza ve kaderi değiştirmeyeceği gibi, yukarıdaki ve benzeri ayetlerde an­latılmak istenen de insanın, başkalarının yaptığı kötülüklerden ötürü ceza görmeyeceği ve herkesin kendi yaptığının karşılığını mutlaka alacağıdır. Yoksa başkasının kendisi için yapacağı dualardan, hayır ve iyiliklerd­en istifade etmeyeceği değildir. Bu, tıpkı şuna benzer; biri­si para kazanıyor ve kazandığı para kendisinin olduktan sonra onu bir başkasına veriyor. Parayı verdiği kimse, kendisi kazanmadı diye bu paradan faylanamaz mı?

Ehl-i Sünnet alimlerinin hepsi, her ne kadar hangi amelin fayda verip, hangisinin fayda vermeyeceğinde ihti­laf etmişlerse de, ölüye başkalarının yapacağı amellerin fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu konuda, bazı amel ve iyiliklerin fayda vereceğine dair, apaçık âyet ve hadisler vardır. Meselâ dua ve istiğfarın fay­dalı olacağına şu ayet-i kerime delalet etmektedir:

"Onlardan, sonra gelenler şöyle derler: Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önce imanla geçmiş olan kar­deşlerimizi bağışla; kalplerimizde İman edenlere karşı bir kin bırakma." 711 Burada Cenab-ı Hakk, daha önce iman edip de göçmüş olan kardeşleri için istiğfar eden (bağışlanmalarını dileyen) mü'minleri övmüştür. Eğer istiğfarın ölülere bir faydası olmasaydı, Allah Tealâ, ayetinde ölmüş kimselere istiğfar edenleri övmezdi.

Ölüye kılınan cenaze namazı da ona dua etmek, onun affını dilemek içindir. Nitekim Rasulullah (s):

"Ölüye namaz kıldığınız zaman ona gönülden dua edin." 712 buyurmuş ve kendisi de kıldığı cenaze namaz­larında ölü için dua etmiştir. 713 Şayet bu namaz ve duanın ölüye bir faydası olmasaydı, Rasulullah (s) bunu ne kendi yapar ve ne de başkalarına emrederdi.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için, ölü için başkalarının yapabilecekleri işleri bir kaç maddede toplayabiliriz:

a) Dua ve İstiğfar: Ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüye fayda vereceğinde alimlerimiz ittifak etmişlerdir. 714 Burada kendisi için dua edilen kimsenin mü'min olması şarttır. Zira imanı olmayanlara hiçbir şeyin fayda vermeyeceğini yukarıda zikretmiştik. Zaten onlar için dua etmek de meşru değildir.

İmanı onlara dua ve istiğfarın fayda vereceğine ise, yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadisler delalet ettiği gibi, bu hususta daha pek çok naklî delil vardır ve akıl da bunu teyid etmektedir: Hz. Aişe (r), Peygamber (s) in Bakı' Mezarlığı'na çıkıp oradaki ölülere dua ettiğini, bunun seb­ebini sorduğunda da:

"Onlar için dua etmekle emrolundum." buyurduğunu haber veriyor. 715 Yine Rasulullah (s) in, kabir ziyareti için kabristana varanların ne söylemeleri gerektiğini öğretirken, selamdan sonra ora­dakiler için dua etmeyi ta'lim ettiğini daha önce zikret­miştik. Bu hususta daha pek çok sahih hadis vardır.

Bunlardan biri de, Peygamber (s) in, cenazeyi def­netme işi bitince ashabına:

"Kardeşiniz için istiğfar ed­iniz (affını dileyiniz) ve ona tesbit (sorulara sarsıl­madan cevap vermesini) isteyiniz. Çünkü o, şu anda sorguya çekilmektedir." 716 buyurmasıdır. Bu hadis, diri­nin duasının ölüye fayda vereceğine delildir. Çünkü fayda vermeyecek olsaydı Rasulullah (s) bunu emretmezdi.

Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir başka hadisinde ise Rasulullah (s) şöyle buyuruyor:

"Allah Tealâ, salih kulunun Cennetteki derecesini yükseltir. Bunun üzerine o: Ya Rabbi bu (yükselme) nereden (ne sebe­biyle) dir? diye sorar. Cenab-ı Hakk ona şöyle der: Oğlunun senin için yaptığı istiğfar sebebiyledir.” 717 Burada da dua ve istiğfarın ölüye faydası olacağı haber verilmektedir ki, İmam Eş'arî, "Makalatu'l İslamiyyin" adlı eserinde, "Ashab-ı Hadis ve Ehl-i Sünnet'in cümlesinin görüşleri" başlığı altında bu zümrenin dua ile sadakanın, müslüman ölülerine, ölümlerinden sonra fayda vereceğine inandıklarını bildirmektedir. 718 Öyleyse dua meşru ve fay­dalıdır.

b) Sadaka Vermek: Duada olduğu gibi, sadakanın da ölüye faydalı olacağı hususunda Ehl-i Sünnet alimleri ittifak etmişlerdir. 719 Peygamber (s) in buna delalet eden sahih hadisleri vardır. Nitekim Hz. Aişe validemiz anlatıyor:

"Rasulullah (s) e bir adam gelerek şöyle dedi:

"Ya Rasulallah, annem birdenbire öldü, vasiyyet edemedi. Öyle sanıyorum ki, konuşabilseydi sadaka verirdi. Acaba ben onun yerine sadaka versem sevabı ona ulaşır mı?" Rasulullah (s), "Evet." cevabını verdi." 720

Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte de babası ölmüş olan bir adam Peygamber (s) e, babasının çok mal bıraktığını ve vasiyyet etmediğini bildire­rek, onun namına tasadduk etsem olur mu (günahlarına keffaret olur mu)? diye soruyor. Rasulullah (s) in verdiği cevap yine, "evet" olmuştur. 721

Burada ölüye sevabının ulaşacağı bildirilen sadaka, sadakanın verildiği mal yönünden iki kısımdır: Birincisi, ölünün kendi malından verilen sadaka, ikincisi ise geride bıraktığı evlatlarının kendi mallarından verdikleri sadaka. Ölenin iman ile gitmiş olması şartıyla, bunların ikisi de kendisine fayda verir. Kaldı ki, eğer vasiyyet etmemişse, ölenin malı, zaten ölümünden itibaren mirasçılarının olur.

Bu konuda delil olan hadis-i şeriflerde, hep evladın baba ve annesi için vereceği sadaka söz konusu edildiği için ve bir de:



"İnsan için kendi çalışmasından (sa'yu gayretinden) başkası yoktur.” 722 ayetiyle delil getirip, an­cak evladın yaptıklarının, ölünün kendi çalışması cinsin­den olacağını belirten bazı alimler, evlat dışındaki kişilerin sadakalarının ölüye faydalı olacağına dair delil bulunmadığını söylemişlerse de 723 İmam Nevevî, ister evlat, isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağında ittifak olduğunu bildirmektedir. 724

Ancak bu sadakanın mezar başında dağıtılması meşru olmadığı gibi, cenazeyle beraber götürülüp, cenazeyi defnedince dağıtmak da mekruhtur. 725



a) Ölünün borcunun ödenmesi: kendine fayda ve­rip, borçtan kurtulmasına sebep olur. Burada mali borçlarının ödenmesinde, borcu ödeyen kişinin, ölünün bir yakını olması, yahut olmaması neticeyi değiştirmez. Kim öderse ödesin, kendisi borçtan kurtulur. 726

d) Üzerinde borç kalan oruçlarının geride kalan akrabaları tarafından tutulması: Hz. Aişe validemiz, Rasulullah (S} in:

"Kim, üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, onun orucunu velisi tutar." buyur­duğunu haber vermiştir. 727

Bu konuda İbn Abbas'tan rivayet edilen diğer bir hadiste de, üzerinde bir aylık (nezir) oruç borcu olan bir kadının vefat ettiği ve çocuğunun (oğlu veya kızının) Pey­gamber (s) e gelip:

...Ben onun yerine oruç tutsam olur mu?" diye sorduğu haber verilmektedir. Rasulullah (s) ona:

"Annenin üzerinde borç olsaydı, onu öder miy­din?" diye sorar. Onun:

"Evet." diye cevap vermesi üzerine de:

"Allah'ın borcu, ödenmeğe daha layıktır." buyurur. 728

Bu hadis-i şeriflerden birincisinde mutlak olarak oruç zikredilip, oruç borcuyla ölenin orucunun velisi ta­rafından tutulabileceği hükmü getirilmektedir. İkinci ha­diste söz konusu edilen orucun ise nezir orucu olduğu belirtilmektedir ki, denizde fırtınaya tutulan bir kadın kurtulursa bir ay oruç tutmayı nezreder ve tutamadan ölür. 729 Peygamber (s) e gelen çocuğu, bunun fetvasını sor­maktadır. Nitekim nezir orucu borcu ile ölmüş olanlar hakkında daha başka hadis-i şerifler de vardır ki, Rasu­lullah (s), onlarda da velisine orucunu tutup borçtan kurtarmasını emretmiştir. 730

Oruç tutmak bedenî ibadetlerdendir. Burada oruç ibadeti zikredildiği ve başkalarının tutacağı orucun se­vabının ölüye ulaşacağı haber verildiğinden, diğer bedenî ibadetlerde de aynı durumun sözkonusu olup olmadı­ğında ihtilaf edilmiştir. Oruç konusunda rivayet edilen hadislerden, bazı alimler, farz olan Ramazan orucundan üzerinde borcu olarak âhirete göçmüş olanların oruçla­rının bile geride kalanlar tarafından tutulabileceği hükmünü çıkarırlarken, 731 bazıları da sadece nezir orucu­nun tutulabileceğine kail olmuşlardır. Hanbelîler ile Hz. Aişe ve İbn Abbas'ın bu son görüşü savundukları haber verilmiştir.

Bu durumu açıklayan İbnu'l-Kayyim el-Cevziyye:

"Nasıl ki farz namazı, bir başkası diğerinin yerine kılamazsa, farz oruç da aynıdır" der. Şüphesiz böyle bir kapı açmak, insanları, sağlıklarında kendi yapacakları amelleri ihmale sevkeder ki, bu hususu nazarı dikkate alan bazı alimler, hiçbir orucu tutamaz. Ancak keffaretini verir, demişlerdir. 732

Şunu unutmamak gerekir ki, ölmüş olan kişinin yerine bir başkasının yapacağı ibadetler, buna caizdir, diyenlere göre bile aynen kendisi yapmış gibi yüzdeyüz mes'uliyetten kurtarmaz. Eğer böyle olsaydı zengin olan­lar, kendi ibadetlerini başkalarına yaptırır, mes'uliyetten kurtulurlardı. Bu, kat'iyyen caiz değildir.

Şafi'î ve Malikîler, başkaları tarafından yapılacak olan bedenî ibadetlerin hiç birinin sevabının ölüye ulaşmayacağını söylerlerken, 733 bu durumu göz önüne almış olsalar gerekir. Ancak Ebû Hanife, Ahmed b. Hanbel ve Selef alimlerinin bir kısmı, oruç tutmak, Kur'an ok­umak, zikretmek gibi bedenî ibadetlerin sevabının ölüye ulaşacağını belirtirken de, 734 bu ibadetlerin, onların sağlıklarında yapmadıkları ibadetlerin yerine geçeceğini söylememişlerdir. Bu yapılan ibadetlerin faili, -şüphesiz sağ olan kişidir ve yaptığı ibadet kendesinindir. Sadece bu ibadetten elde edeceği sevabı bir başkasına bağışlamak­tadır. Bu, onun üzerindeki asıl borcun düşmesi değil, yapılan hayırlı amelin bağışlanan sevabından istifade et­mesidir. Umulur ki Cenab-ı Hakk, bu sevap nedeniyle onun bir kısım azabını hafifletir veya derecesini yükseltir.

Ama ölü, kendi yapmadığı ve ihmal ettiği ibadetlerd­en mutlaka sorguya çekilecektir. Bazı cahil kimselerin zannettikleri gibi, ıskatını vermekle, yahut fidye ve keffaretini vermekle ölü yüzdeyüz mes'uliyetten kurtulmuş ol­maz. Eğer usulüne uygun şekilde yapılmışsa, yapılan bu gibi iyi amellerin sevabı bağışlanmakla sadece o kişinin affı umulur.



e) Hac konusu da böyledir: Rasulullah (s), sağlı­ğında hacca gitmemiş olan bir kadının yerine bir yakın­ının haccetmesini emretmiştir. 735 Ama bu da sadece bir ibadetin yapılıp, sevabının ölüye bağışlanmışının ce­vazına delalet eder. Umulur ki o sevap nedeniyle Allah Tealâ, huzuruna ibadet borcuyla varmış olan o kulunu affeder, yoksa sağlığında fırsat elde iken bu ibadeti tehir edip yapamadan ölenler, kendi ihmallerinin cezasını çekerler.

Üstelik bu gibi ibadet borçlarının üzerinde kalması için de meşru bir mazereti olmalıdır kişinin. Meselâ, oruç borçlandıktan sonra hastalanıp ölünceye dek borcunu tutacak kadar sihhate kavuşamaması... gibi. Ancak böyle bir özre binaen yapamamış olanı, geride kalanların, Al­lah'a karşı olan borcunu ödemeleri sebebiyle Allah Tealâ affeder, yoksa kasıtlı olarak terkedenleri değil...



f) Kur'an okuyup sevabını ölüye bağışlamak: Bedenî ibadetlerin sevabını ölüye bağışlamanın caiz oldu­ğuna ve bundan ölünün istifade edeceğine kail olan alim­lere göre, okunan Kur'an'ın sevabı da ücretle okunmadığı ve ölüye bağışlanmak niyetiyle okunup sonunda bağış­landığı zaman ölüye ulaşır ve fayda sağlar. Ehl-i Sünnet alimlerinin çoğu bu görüştedir. Ebu Hanife, Ahmed b. Hanbel ve Şafi'îlerden bir kısmı, kıraatin sevabının ölüye ulaşacağını söylemişlerdir ki, 736 bu, insanın yaptığı amelin sevabını bir başkasına bağışlamasıdır. Hatta bazı alimlere göre, sevabı ölüye bağışlanmak şartıyla her amel-i şalinin sevabı ulaşır. 737

Tabii sevap kazanılacak şekilde, yani sırf Allah rızası için yapılmak şartıyla. Yoksa çoklarının yaptığı gibi parayla Kur'an okutup da ölüye bağışlatılmaz. Çünkü Kur'an okumak bir ibadettir. İbadet ise parayla değil de Allah rızası için yapılınca sevabı olur ve bu sevap bağışlanır. Aksi halde, sevap olmaz ki bağışlansın. Ama okuyan para ummadan, sırf Allah rısazı için okursa ayrı. 738

Maliki ve Şafi'î mezhebinde meşhur olan görüşe göre ise, kendi ameli ve kesbi olmadığı için, Kur'an okumak da dahil, bedenî ibadetlerin hiçbirinin sevabı ölüye ulaşmaz. Ancak kabrin yanında okunursa, ölü, okunan Kur'anı dinlediği için, dinleyici sevabı alır. 739

Okunan Kur'an'ın sevabını ölülere hediye etmeyi caiz ve müstehap gören Ebu Hanife ve Ahmed b. Hanbel ile İmam Malik'e göre ise, mezar yanında Kur'an okumak mekruhtur. 740 Bu ibadet bir başka yerde yapılıp sevabı ölüye bağışlanmalıdır. Ebu Hanife'nin kabir yanında Kur'an okumayı mekruh görüşü, "sesli olarak okumaya" tahsis edilmiştir ki, İmam Muhammed'e göre kabir ya­nında Kur'an okumak mekruh değil, 741 müstehaptır. Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, İmam Muhammed'in görüşüdür.742

Bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel de İmam Muhammed'le aynı görüştedir ki, 743 bunlar kabristanda Kur'an okumayı tavsiye eden bazı hadislerle ve İbn Ömer' den gelen, haberle delil getirmişlerdir. İbn Ömer, vefatında, defnedilirken kabri üzerine Bakara Suresi'nin başının ve sonunun (yani elif lam Mim ile amenerresûlü'nün) okun­masını vasiyyet etmiştir. 744

Muasır alimlerden Nasıruddin el-Elbanî, yukarıdaki İbn Ömer'le ilgili haberin senedinin sahih olarak kendi­sine ulaşmadığını ifade etmekte ve senedi sahih olsa bile, buradaki vasiyyet, defin esnasında okumakla ilgilidir, ziyarette okumaya delil olmaz demektedir. 745

Kabir yanında Kur'an okumayı emreden yahut tav­siye eden hadis-i şeriflerin sihhati üzerinde de' pek çok tartışma vardır. Meselâ, bunlardan:

"Kim mezarlığın yanından geçerken onbir defa İ'hlas Suresi okur da seva­bını ölülere bağışlarsa, oradaki ölüler sayısınca kendisine sevap verilir." 746 hadisi için "Keşfu'l-Hafa" sahibi sükût ederken, 747el-Elbanî, onun susmasını da hatalı görerek "batıl ve mevzu (uydurma) bir sözdür" demektedir. 748 Sahih hadis kitapları olarak bilinen dokuz Kitapta bu hususta bir şey bulamadığımız için başka misâl vermeyeceğiz.

Kabir başında Kur'an okumayı caiz görmeyenlerin bir başka delili ise, ashaptan ve Rasulullah (s) den nasıl ziyaret edileceğine dair teferruat gelirken bu konuda bir haberin, onların kabir başında, ziyaret için vardıkla­rında, Kur'an okuduklarına dair bir rivayetin gelmiş ol­masıdır. Şayet meşru olsaydı, onlar mutlaka yaparlardı, diyorlar. 749 Halbuki bunu müstehap görenlere göre, bu hu­susta delil olabilecek haberler vardır. 750

Ölüler için Kur'an okuma hakkında son olarak şunu söyleyebiliriz: Sırf Allah rızası için okunan Kur'­an'ın sevabını ölülere bağışlamak, kendilerine fayda verir. Bunu mezar başında değil de evde, yahut camide, ya da bir başka yerde okumak, bu husustaki münakaşaları ber­taraf edeceği için, daha iyidir. Ama her ne kadar kabir yanında Kur'an okumak hakkındaki hadislerden bir kısmının sağlam senede sahip olmadıkları veya mevzu oldukları söyleniyorsa da, kabre dikilen yaş dalın Allah Tealâ'yı zikretmesinden ötürü azap hafifletilince, kabir yanında okunan Kur'an'ın faydasız olacağını söylemek bilmem isabetli olur mu? Yeter ki sırf Allah rısazı için, bid'atler karıştırılmadan ve usulüne uygun olarak okun­sun. Orada yalan yanlış okuyup, bir taraftan alacağı parayı, bir taraftan da gelen yeni ziyaretçilerden tutacağı yeni müşteriyi düşünen istismarcıların eline düşmesin...

Nitekim Hanefî müçtehitlerinden olan imam Muhammed ve ona tabi olan Hanefîler, bunu müstehap görmüş ve başka gayeyle kabir yanında oturmayı mekruh gördükleri halde, Kur'an okumak gayesiyle kabir başında oturmanın bile mekruh olmayacağını belirtmişlerdir. 751

Her şeyi en iyi bilen Allah Tealâ'dır. 752




Yüklə 0,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin