Netice
Umumiyetle insanlara bulundukları ve alıştıkları yerden ayrılmak zor gelir. Bu itibarla dünya hayatına alıştıkları için ölümü de pek sevmez, dünyadan ayrılmak istemezler. Ama mü'mine yakışan, gerçekten sevilmeğe layık olan şeyleri sevmektir. Herkes yaşamayı sever ama mü'min, dünyadaki kısa hayattan çok ahiretteki ebedi hayatı sever ve ona, orada mutlu yaşamağa hazırlanır. Büyüklerden biri öyle diyor:
Doğduğun zaman herkes gülüyor, sen ağlıyordun. Dünyada öyle yaşa ki ölünce, herkes ağlarken sen gül.
Ölüm, her canlıya mutlaka uğrayacaktır. Ama asıl ölümden sonrasının nasıl olacağı düşündürüyor insanı. Çünkü ölüm, iyiler için bir kurtuluş çaresi, sevdiklerine kavuşma vesilesi olacağı gibi, kötüler için de azap ve cezaya giriş olacaktır. Bu sebeple ölüm korkusu, ölümden sonrasına hazır olmamaktan kaynaklanır. Ahiretini hazırlamış olan mü'minler, ölüme de hazırdırlar ve ölümden asla korkmazlar.
Dünya hayatı ölümle son bulacak, ölümden itibaren artık ahiretin ilk durağı olan kabir ve berzah hayatı başlayacaktır. Bu hayat, dünyayı algılamak için verilmiş olan ve hatta dünyadaki eşya ve olaylardan bile sadece bir kısmını algılamaya yarayan duyularla müşahede edilemez; akılla hiç çözülemez. Çünkü insana verilen akıl, Allah Tealâ'nın bizden hikmeti icabı gizli tuttuğu, ilahî sırları araştırmak için değil, kulluk vazifelerini kavrayıp etmek içindir, öyleyse, duyularımızla müşahede edemediğimiz ve aklımızla kavrayamadığımız hususlarda sahih haberlerle bildirilmiş olanlara iman etmek mecburiyetindeyiz. Burada aklın rolü sadece verilen haberi tasdik etmektir.
Berzah hayatı, bazılarının zannettikleri gibi, insanın dünya hayatı ile mahşerden sonraki ahiret hayatı arasında bir duraklama, bir boşluk devresi değildir. Orada da hayat devam edecek, mü'minkafir, iyi-kötü, büyük-küçük herkes mutlaka o hayatı yaşayacaktır.
Berzahta suâlle başlayacak olan bu hayat, nimet yahut azapla devam edecek ve kıyametin kopması için İsrafil (a.s) ın sura üflemesine kadar sürecektir. İkinci üfürüşten sonra ise, kabirde kilerin hepsi yerlerinden kalkacak, yeniden diriltilecek ve mahşerde toplanacaklardır. Allah Tealâ'nın, Ashab-ı Kehfi daha dünyada iken bir müddet öldürüp, tekrar diriltmiş olması, insanların kabir hayatından sonra nasıl diriltileceklerine dair bir misaldir ki, ilk defa insanları yoktan varetmiş olan Allah Tealâ, ikinci defa onları tekrar çürümüş, toprak olmuş parçalarından yaratmaya da kadirdir şüphesiz. Bu dünya ve içindekileri yoktan var eden Allah, hiç bunların bir benzerini, yahut daha güzelini ve iyisini yaratmaya kadir olmaz mı? 812
Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte bildirildiğine göre, kabirden ilk kalkacak olan Hz. Muhammed Mustafa (s) dir. 813 Onun arkasından herkes ve bütün canlılar diriltilecek ve hesap, mizandan sonra insanlar Cennet ve Cehennnem'e gönderilecek, oradaki ebedi hayatlarına devam edecekler; diğer mahlukat işe toprak olacaktır.
Kabirde ve ahirette azap ve cezadan kurtulup mükâfata ermek ve va'dolunan nimetlere kavuşmak için iman ve amelde doğru ve ihlaslı olmak gerekir. İman ve amelin halis olması, Allah için olması; doğru olması da Kitap ve Sünnet'e uygun olmasıyladır. O halde İslam'ın getirdiği iki büyük esas ve bizim, dünya ve ahiret saadetine ermemiz için, uymamız gereken iki önemli kaide vardır:
a) Allah'tan başkasına ibadet etmemek.
b) Allah'a, Allah ve Rasulü'nün meşru kıldığı şekilde ibadet etmek.
Kabir ve ahiret hayatına inanan mü'minler, oraya hazırlıklı olmak, ebedi hayatlarında mutluluğa ermek için dünyada Allah'ın emirlerine uyarak, dünyalarını ma'mur edeceklerdir. Böylece, hem dünyada adalet içinde mutlu bir hayat yaşayacak, hem de ahiretteki ebedî mutluluk ve nimetlere kavuşacaklardır.
Akıllı müslümana yakışan, ölümden ve ölülerden ibret alarak, kabir azabından Allah'a sığınmak ve kabre girmeden önce güzel amellerle oraya hazırlanmaktır. Ama mü'min, Allah'ın rahmet ve nimetinden ümit kesmeyeceği gibi, azabından da emin olamaz. Yani ne yaptığı hatalar ve günahlardan dolayı kabir azabını nasıl olsa çekeceğim diye ümitsizliğe kapılıp ipin ucunu salıverecek, ne de -kabir azabından kurtaran amelleri sayarken sıraladıkarımızdan- ben falan işi yaptım diye kabir azabından emin olduğunu zannedecek. Allah Tealâ'nın, dilediğini yapan olduğunu bilip, Beynel-Havfi ve'r-Reca' (ümit ve korku arasında) emirleri yapmağa, yasaklardan da kaçınmağa gayret edecektir.
Bu arada ölüm ve ahireti hatırlamak, yahut ölülere dua etmek için zaman zaman yapacağı kabir ziyaretlerinde de, sünnetten ayrılmayacak, nasıl meşru kılınmış ise öyle ziyaret edecektir. Çünkü kişi, sevdiği kimsenin gittiği yoldan gitmeğe ve onun ahlakıyla ahlâklanmağa gayret sarfeder. Mü'minler ancak Hz. Muhammed (s) i sevip ziyaretlerinde ve her işinde Rasululah (s) ve ashabına uyup, onların yaptığı gibi yapmaya çalışır ki, onların yükseldikleri mertebeye ve kavuştuklan nimete erişebilsinler.
Bu arada, çeşitli sebeplerle yanlış harekette bulunanlar da olabilir. Onlara en münasip yol ve metotlarla Rasulullah (s) in yapmadığı ve yapılmasına müsade etmediği, hatta yasakladığı şeyleri yapmanın, doğru olmadığını söyleyip, doğruya irşad etmeli. Ama ürkütmeden, nefret ettirmeden; bir taraftan yaptıklarının hatalı olduğunu bildirirken, diğer taraftan doğrusunu da öğreterek, onları irşad etmeli. Ve bilmeyerek yaptıkları yanlışlıklardan dolayı -kasıtlı yapanlar hariç- onları, sen susun, busun, kâfirsin, müşriksin... gibi sözlerle itham etmemeli.
Unutmamak gerekir ki insanları, yaptıkları hatalarından dolayı sırf tenkid etmek yetmez; yapmaları gereken doğruyu da öğretmek gerekir. Aksi halde, zararlı besinlerle beslenmeye alışmış olanın, bunlardan vazgeçirmek için besinini kesmek, ve onun yerine faydalısını vermemek, onu açlıktan öldürmek olur ki, burada da durum yanıdır. Yani yanlıştan vazgeçirirken, yerine doğrusu mutlaka konmalıdır.
Doğru yola ileten, sadece Allah'tır. 814
Bibliyoğrafya Yazılacak
Dostları ilə paylaş: |