Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə28/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   52

KÜÇÜK ÇAVUŞ (Bak. Çavuş)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK ÇIKMA Cülus zamanlan haricinde vâki olan çıkmalara verilen isim. (Bak. Çıkma)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK ÇIKMA AKÇASI (Bak. Mü-nakkaş akçası)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK DEFTERDAR Şıkkı sâlij defterdarlarının diğer adı. (Bak. Defterdar)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK EFENDi (Bak. Küçük tezki-reci)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK EFLAK Eflak'ın batı kısmına; Tunaya karışan Aluta (Olti) suyu ile daha ilerde, üzerinde pak önemli geçitleri ihtiva eden Banat dağlarına kadar olan bölgeye, Osmanlılar tarafından vtri-len isim. Rumenler buraya Oltenia demektedirler. Pasarofça Muahedesine göre (1718) Avusturyalılara terkedilince, Osmanlılara ait olan kısımdan ayırd etmek için Çasar Eflaki da denmiştir. Belgrad Muahedesiyle (1739) yine Osmanlılara iade edilmiştirM.Sertoğlu.

KÜÇÜK EVKAF KALEMİ Maliye kalemlerinden olup nezareti sadrıâzamla-ra ait olan Sadaka tevliyet'leri adlı küçük tevliyetlerin defter ve hesapları burada tutulurduM.Sertoğlu.

KÜÇÜK HÜSEYİN PAŞA ÇIPLAKLARI (Bak. Çıplak)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK İMRAHOR (Bak. îmrahor)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK KALE KALEMİ Mora ve Avlonya'daki kalelerin mesarif ve meva-cip hesaplarıyla msşgul olan bir maliye kalemi. Bu kalelere ait ocaklık mevacip hesaplarına da bakardı. (Bak. Ocaklık ms vacip)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK - KAYNARCA VE MUAHEDESİ Bulgaristanda, Silistrenin güneydoğusunda Dobruca sınırında bir köy olup Berlin Muahedesine kadar (Temmuz 1878) Osmanlı imparatorluğuna tâbi idi. Küçük -Kaynarcanın önem kazanması ve isminin siyasi tarihe geçmesi, Rusya ile Osmanlı devleti arasında cereyan eden 1768 -1774 savaşına son veren muahedenin burada imzalanması ve aynı adı taşımasından itibarendir. Rusların müzakere için bilhassa Küçük - Kaynarca'yi seçmeleri sebebi, savaşın son safhalarına doğru (Temmuz 1773), mezkur köy civarında maktul düşen generallerinden Weissman'in hatırasını tebcil içindir. Osmanlı murahhasları; Nişancı Ahmed Resmi Efendi ile Reis-ül-küttap Münip Efendi, Mareşal Romantsov ordularının Osmanlı ordugâhı Şumnu istihkâmlarına dayanması üzerin?, mareşal'-in karargâhının bulunduğu Küçük - Kay-narca'ya gönderilmişlerdi. (12 Temmuz 1774). Pek gayri müsait şartlar altında, bir mütareke devrine bile müsaade edıl-mîden, kısa bir zamanda imzalanan muahede. (17 Temmuz 1774), yirmi sekiz maddeden mürekkepti. Hükümlerine göre, Osmanlı devleti İstanbul Rum kilisesi ile rah'pleri ve Eflak, Boğdan Voyvodaları lehine olarak, Rus hükümetinin teşebbüs ve taleplerini dikkate almak mecburiyetini yükleniyordu. (Bunun tesirleri sonra görüldü. Osmanlılar bu tekeffülden sonra 1856 Paris muahedesi ile kurtulmuşlardır). Bundan başka. Rusya'ya o zamana kadar bir Türk içdenizi olan Karadenizde ilk defa olarak ticaret ve harb gemilerini dolaştırma va Boğazlardan ticaret gemilerini geçirme imkânı veriliyordu. Ayrıca stratejik bakımdan önemli bir yer, Karadeniz'in hâkim noktasında olan Kırım, bağımsızlığı ta nînmak suretiyle kaybedildi. (Ruslar kısa bir zaman sonra burasını işgal ile ilhak etmişlerdir). Buğ (Aksu) ile Dinyepr (özi) nehirleri arasındaki topra'.'lar da Ruslara bırakıldı. Harb tazminatı olarak da üç yılda 15 bin kese akçe (4.5 milyon ruble) ödenecekti. Diplomatik yönden, Fransa ve ingiltere gibi devletlere tanınan imtiyazlar bundan böyle Ruslara da tanınacaktıM.Sertoğlu.

KÜÇÜKMEVLÜT (Bak. Büyük tövbe)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK MÜTEFERRİKA (Bak. Oda efradı)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK ODA Enderuna gelen acemilerin ilk kabul olundukları koğuşlardan biri, öbürü Büyük oda idi. Burada Edirne, Galata ve ibrahim Paşa saraylarından gelen acemiler Türk - Müslüman kültürü ile yetişirler, sonra terfi ederek Seferli koğuşuna geçerlerdi. Bu iki oda efradına, dolama denilen üst elbisesi giydikleri için, Dolamak denirdi. Enderunun öbür koğuşlar halkı ise kaftanh idiler. (Bak. Büyük oda, Enderun)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK RUZNAMÇE KALEMi (Bak. Baş ruznamçeci)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK SAH (Bak. Kuyruklu imza)M.Sertoğlu.

KÜÇÜKSU, KASRI, ÇEŞMESİ İstanbul boğazının, Anadolu yakasında, Anadoluhisarı ile Kandilli arasındaki mavkiin; çayırın ve derenin ismidir. Anadolu hisarına yakın olan Göksu deresi ile bunun güneyindeki Küçüksu deresi ve aralarındaki çayır pek eski ve maruf mesire yerlerindendir. Küçüksu deresinin denize kavuştuğu yerde ve çayırın güney ucunda bir kasr (köşk) vardır. Eskiden aynı yerde bir bostancı ocağı ve bir iki de ahşap köşk bulunuyordu. Padişah I. Mah-mud'un Küçüksu'ya rağbet etmesi üzerine sadrıâzam Devatdar Mehmed Paşa buraya güzel bir kasr inşa ettirdiği gibi, ayrıca; güneydeki tepeden su getirtmiş, havuz ve fıskiyeler yaptırmıştır. (1752). Bu kasr İÜ. Selim ve II. Mahmud devirlerinde tamir görmüştü. Sonra Abdülmecid tarafından birden yıktırılarak 1856 57 senelerinde yeniden inşa edilmiştir.. Yeni kasr Abdülaziz zamanında ise şen cepheli olacak bir tarzda tamir görmüştür. Kasrın hemen kuzey yanındaki ç«k zarif çeşme, dört basamakla çıkılan bir şeddin ortasında ve dört yüzlü olarak mermerden inşa edilnr'ştir. Uslu geniş saçaklı, kubbeli ve kurşun kaplıdır. III. Selim devrinin hatırasıdır (1806). ismi, Mihrişah Valide Sultan Meydan çeşmesidir. Bütün bu, mesire yeri, kasr ve çeşme, kuzeyindeki Göksu deresinden ötürü Göksu mesiresi (çayın), Göksu kasrı, Göksu çeşmesi gibi isimlerle de anılmaktadırM.Sertoğlu.

KÜÇÜK TEZKİRECt Divanlarda ve günlük muamelâtta sadnâzamlara evrakı okuyan, kararlan not eden kimse. Bunlar, iki kişi olup öbürü Büyük tezkireciydi. Her iki tezkireci divanlarda ayakta hizmet ederlerdi. Sadnâzamın hususi kalem müdürlüğü vazifesini de bunlar yaparlardı. (Bak. Divan-ı Hümâyun)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK TÖVBE (Bak. Büyük tövbe)M.Sertoğlu.

KÜÇÜK VEZİR (Bak. Kubbe vezirleri)M.Sertoğlu.

KÜREK CEZASI Suçlulara ceza olarak devlet donanmasında kürek çektirmek hakkında kullanılan bir tâbir. Sonraları, ağır hapis cezalarına da bu isim verilmiştiM.Sertoğlu.

KÜREKÇİ Osmanlı donanmasında, bilhassa yalnız yelkenle yürüyen kalyon devrinden evvel kürek çekmekle mükellef bulunan kimseler. Kürekçiler dört sınıftı: 1 — Forsalar. (Bak. Forsa). 2 — Osmanlı tabasından olup bir cü rüm karşılığında kürek çekenler. (Bak: Kürek cezası). 3 — Bir mükellefiyet olarak kürek çekmekle vazifeli olanlar. Bunlar, Mar mara ve Adalar denizi sahil kasaba ve köylerinden, bazan da diğer muhtelif sacnaklardan, yirmi hanede bir kişi ol mak üzere toplanırlardı. Geri kalan on dokuz hane, bu kürekçinin altı aylık ia şesini temin için para verirdi. Verilen, miktar, hane başına yirmi dört akçe olup böylece elli bin avarız hanesinden bir milyon iki yüz bin akçe, yani yüz elli bin kuruş toplanırdı (ki on iki yük eder). Buna Kürekçi bedeliyesi denirdi. Bu su retle kürekçi veya bedeliye vermek ava rız cinsindendi. XVII. Yüzyıl ortalarından itibaren kürekçi yerine de bedeliye veri lir olmuştu. (Bak. Avarız). Keza, donan ma için kürek imal etmek de avarız ola rak aynı bölgelere mahsustu. Kürek imal edenlere de keza kürekçi denirdi. 4 — Gönüllü kürekçiler. Bunlar do nanmada muayyen bir ücret karşılığın-. da kendi arzusiyle kürek çekenler olup bu ücret bir sefer için bin akçe idi. Ge milerde mükellefiyetle ve gönüllü olarak kürek çekenlerle, forsalar karışık olarak oturtulur ve bu suretle emniyet sağlanır, forsaların ayaklanmasına veya muharebe sırasında küreklerini düşmanın işine yarayacak şekilde kullanmalarına mâni olunurdu. Müslüman kürekçiere ahbap, hıristiyan erlere ise çakal denirdiM.Sertoğlu.

KÜREKÇİ BEDELİYESİ Avarız olarak mükellefiyet halinde kürek yapmağa veya donanmaya kürekçi vermeğe karşılık, yani bedenî mükellefiyet mukabilinde XVII. Yüzyıl ortalarından itibaren mükelleflerden nakden alınan para. Yirmi hanede bir kürekçi veren bölgelerde diğer on dokuz hanenin vermekle mükellef oldukları hane başına yirmi dört akçe. (Bak. Kürekçi, Avarız)M.Sertoğlu.

KÜREKÇİ KAPISI Galata surlarının Halice bakan kapılarından biri. (Bak. Galata)M.Sertoğlu.

KÜREKHÂNE Tersanede sefer zamanı haricinde gemilere ait küreklerin muhafaza olunduğu yerM.Sertoğlu.

KÜREKKEŞAN AZ ABAN Gönüllü kürekçilerin diğer adı. (Bak. Kürekçi)M.Sertoğlu.

KÜRKÇÜBAŞI Enderun odalarından Hazine koğuşunun âmirlerinden sonra gelen en kıdemli kimse Giyimbaşı idi. Ondan sonra Kürkçübaşı gelirdi. Terfi ederse Giyimbaşı olurdu. Bu ikisi dahil olmak üzere koğuş eskilerinin on ikisine Bıçaklı denirdi. Bunlar, odaların inzibat işleriyle alâkalı idiler. Bunlardan sonra gelen dokuz eskiye ise Soyunuk denirdi. Kürkçübaşılar, hükümdarlara mahsus kürklerin muhafazasıyla mükelleftilerM.Sertoğlu.

KÜRSİDAR (Bak. Biniş iskemlesi, Hasahır hademesi ve erkânı)M.Sertoğlu.

KÜRSİ ŞEYHLERİ Selâtin, yani padişahlar tarafından yaptırılan camilerin resmî ve kürsü sahibi vâızlarıM.Sertoğlu.



KÜTAHYA Batı - İç Anadoluda, bir sancağın ve bunun merkezi olan şehrin ismidir. Osmanlılar bu şehre ve bölgeye, Ger-meyan - oğullarında Süleyman Şahın, Karaman - oğulları baskısına karşı müttefik bulmak ihtiyaciyle, kızı Devlet Hatunu Osmanlılardan şehzade Bayezid'e vermesiyle hâkim oldular. Devlet Hatun'un cihazı Şehr-i Germeyan da denilen Kütahya, Tavşanlı, Simav ve Emed'di. Böyle bir izdivaç neticesinde teşkil edilen Kütahya sancağı idaresi şehzade Bayezid'e verildi. Bilâhare buraları, Osmanlılardan gen almak isteyen Germeyanlı II. Yakub. beğ teşebbüslerinde muvaffak olamadı. Ancak, Timur'un Ankara savaşı galibiyeti (1402) onun bu emelini gerçekleştirdi. Fakat, ü. Yakub beğ de, Karamanoğullarının tazyiki sonunda, ülkesini Osmanlılara vasiyet etmekten başka çare bulamadı. Böylece Kütahya şehri ile tevabii olan Germeyan - ili bölgesi yine Osmanlılara geçti. (1427-28). Fatih Mehmed devrine kadar Germeyan - ili ve merkezi Kütahya Anadolu eyaletinin bir sancağı iken, bu padişah, Paşa sancağını Ankaradan buraya nakletti. Bundan sonra Kütahya şehri beğlerbeği-lik teşkilâtının oğulları şehzade Selim ile Bayezid'in bu sancağın başında bulundukları (1542 -1566) zaman hariç, Anadolu eyaletinin merkezi olarak kaldı. Kütahya sancağı, Paşa livası olduktan sonra; Uşak, Selendi, Kula, Göre, Tavşanlı, Simav, Eğrigöz (Emed), Ezine (Sarayköy), Banaz, Baklan (Dedeköy), Donuzlu (Denizli), Honaz, Dazkırı, Geyikler (Dinar), Homa, Göküyük, Çarşamba (Buldan), înay, Şihlu (Işıklı), Kara Hisar-ı Sahip (Afyon), Eşme, Bozkuş, maa -Kalçan, Çakırca, Çal, Sirke, Dağardı, Toyla - maa - Osmaneli, Kazuklu, Sıçanlü, (Sincaplu) gibi otuza yakın kaza ihtiva etmekteydi. Mezkûr liva, yaya ve müsellemlerin kesif ve teşkilâtlı bir halde bulundukları sancaktı. Zaman zaman, tersane hizmeti donanmaya kürekçi temini, buradan yapılırdı. XVII. Yüzyıl başında Kütahya livası 29 zeamet ve 975 timardan ibaret olup, beğlerbeğinin on yük hassı, iki yüz ce-belusu vardı. Aynı yüzyılın ikinci yarısında üç bin silâhlı askeri bulunuyordu. Kütahya sancağı, 1883 te muhassıllık teşkilâtı kurulan livalardan oldu. Bir aralık da, Afyonkarahisarla beraber mülk! ve askerî idaresi birleştirildi, sonra, Eski-şehirde bunlara katıldı (1839). Bir zaman sonra askeri işler Hüdâvendigâr sancağına bağlandı. Kütahya şehri, 1841 de, Kocaeli, Bolu, Eskişehir, Karesi, Kara Hisar Sahip, Bursa (Hüdâvendigâr) vilâyetinin merkezi oldu. Sonradan merkez Bursaya nakledildi (1867). Bu vaziyet Kütahyanın müstakil sancak haline getirildiği 1915 yılına kadar devam etmiştir. XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Kütahya ve tevabii, muhtelif iç isyanlarda âsilerin eline düştü, tahribata uğradı. XIX'. Yüzyılda ise, Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın, devlete isyan ile ordusunun Suriye işgali ve oradan Anadoluya girerek, Osmanlı ordularına Konya civarındaki savaşta tekrar galebesi üzerine, Kütahya da Mısırlıların eline geçmiştir. (1833). Bu şehirde aynı yılda Osmanlılarla - Mısır arasında Kütahya anlaşması yapıldı. Ancak bundan sonradır ki Mehmed Ali Paşa kuvvetleri çekildi. Kütahya şehri bu olaydan sonra 1848 Macar ihtilâlinin bastırılması neticesinde memleket dışına kaçmak zorunda kalan hürriyet kahramanlarında Kossuth Lajos, Battlı-yany, Meszaros'a sığınacak yer olmuşturM.Sertoğlu.

KÜTÜK înce donanma gemilerinden olup, Çamlıcadan büyük, At kayığından küçüktü. Bir adı da Orta kayık olup şimdiki mavnalar büyüklüğünde altı düz, içleri döşemeli, başları kalkık ve içeriye büküktü. Çıkarma,ve nehir nakliyatı islerinde kullanılırdı. Kütük, tek kürekli lâtin yelkenli olurdu. Halk bu yelkene Hasır yelken derdi. Ayancık, Abana, Bartın ve Zonguldak'ta kum, odun. kömür naklinde kullanılan kütükler de vardır. (Bak. ince donanma)M.Sertoğlu.

LÂĞIMCIBAŞI (Bak. Lâğımcı ocağı)M.Sertoğlu.

LÂĞIMCI OCAĞI Eskiden muharebelerde kaleleri yıkmak için toprağın altından lâğım kazıp barutla dolduran ve bunu ateşliyerek hisarları havaya uçuran bir askerî sınıf. Yaya Kapıkulu askerlerinden olup bir kısmı Cebeci Ocağına bağlı (Bak. Cebeci), bir kısmı ise tımarlı idiler. Tımarlı lâğımcıların en büyük âmirine Lâğımcıbaşı denirdi. Bundan başka Lâğımcılar kethüdası ve Lâğımcılar Çavuşu bu ocağın büyük ve Alemdar küçük rütbeli subaylarıydı. XVII. Yüzyılda teşkilâtları bozulmuşsa da 1792 de ıslâh edilerek modern bir hale konulmuş, köprü, tabye, kale yapmak gibi istihkâmcılık işleriyle meşgul olacak askerî bir sınıf da bunlara eklenmişti. Sefer zamanlarında, orduya hariçten lâğımcı alındığı da olurduM.Sertoğlu.

LÂHURAKÎ (Bak. Lâhuri)M.Sertoğlu.

LAHURİ Hindistanın Lâhur şehrinde yapılan pek meşhur ipekli şal. İstanbulda pamuk karışık olarak yapılan taklitlerine Lâhuraki denirdiM.Sertoğlu.

LALA Aslında öğretmen mânasına gelen bir kelimedir. Şehzadelerin talim ve terbiyesiyle meşgul olanlara bu isim verildiği gibi padişahlar vezirlerine lala diye hitab ederlerdi. (Ayrıca Bak. Başlala)M.Sertoğlu.

LÂLE Eskiden suçluların boynuna takılan yuvarlak demir prangaM.Sertoğlu.

LÂLELİ CAMİİ îstanbulda Koska ile Aksaray arasında bulunup Lâleli Çeşmesinin adı dolayısiyle bu ismi taşıyan cami. III. Mustafa tarafından 1759 yılında inşasına başlattırılmıştır. Temel hafriyatından çıkan toprak v.s. Yenikapı taraflarının doldurulmasında kullanıldı. Camiin inşaatı 1763 yılında bittiği zaman tek minaresi vardı. Yedi yıl sonra ikinci minare ilâve edilmiştir. Cami, kemerlerle üçe ayrılmış geniş bir bina (çarşı) üstündedir. Fakat bu kısım yapıldığından beri hiç kullanılmamışsada on sene kadar önce çarşı olarak hizmste açılmıştır. Lâleli camiinin avlusu güneyinde Ordu caddesi tarafında, yolun kenarında III. Mustafa ile oğlu III. Selim'in medfun bulunduğu bir türbe ile bitişiğinde mermer saçaklı sebili vardır. Avlunun kuzeyinde ve batısında ise imaret ile medrese bulunur. Kaynaklardan Lâleli camiinin inşasından yirmi sene sonra, I. Abdülhamid tarafından esaslı bir şekilde tamir ettirildiği anlaşılmaktadır (1783)M.Sertoğlu.

LANGA İstanbulda, şehrin Marmara kıyısında Yenikapı ile Samatya (Koca Mustafa Paşa) arasında bir mevki. Kelime olarak Vlanga'dan gelir. Ancak bunun msnşei muhtelif şekillerde izah edilmektedir. Bazılarına göre; bu civardaki Blan-ka isimli prensin sarayından dolayı Blan-ka = Vlanga denmiştir. Diğer bazı müelliflere göre de; eskiden liman olan bu mevkiin dolmasiyle meydana gelen araziyi bostana çeviren Vlak (Ulah) bahçevan-lardan ötürü Vlanya adını almıştır. Fakat, bütün bunlardan başka, liman anlamına gelen La Ulucca = Avlaka'dan geldiğini iddia edenler de vardır. Yakın zamanlara kadar geniş bostanlar halinde bulunan Langa, Bizanslıların ilk devrinden itibaren, Haliçten sonra, şehrin en mühim limanı idi. Bu liman, çok yakınlara kadar sokulan korsanlar dolayısiyle gayet muhafazalı yapılmış ve deniz tarafı, aralarından demir parmaklıklar geçirilebilen, iki kule ile emniyet altına alınmıştı. Mamafih Langa limanı, Osmanlıların İstanbul'u zaptından çok daha önce, Bayrampaşa (Lycos) deresinin getirdiği toprak ve çakılla dolmuş, işgal ettiği saha bostana çevrilmiş bulunuyorduM.Sertoğlu.

LAKENDE (Bak. Karamanoğulları)M.Sertoğlu.

LATİN Osmanlılar tarafından Güney - Batı Avrupa katoliklerine umumi olarak verilen isimM.Sertoğlu.

LÂTİN YELKENİ Üç köşe bir cins yelken. Halk buna hasır yelken derdi.

LEMOKOPİON (Bak. Hermoeum Promontarium)M.Sertoğlu.

LENGER Gemi demiri. Büyük yay van bakır yemek kabıM.Sertoğlu.

LEPANTO (Bak. înebahtı)M.Sertoğlu.

LESBOS Midilli Adasının ilk çağdaki ismiM.Sertoğlu.

LEŞ Arnavutlukta bir kale olup lâ-tinler Alessio derlerdiM.Sertoğlu.



LEVEND Kelime olarak, italyanca doğulu mânasına olan Lavantino'dan, bir de Askere yazma anlamına gelen Levees'-den geldiğini kaydedenler olduğu gibi menşeinin Iran veya diğer doğu diyarlarından olduğunu kabul eden müellifler de vardır. Levendler genel olarak, deniz (gemi) ve kara olmak üzere iki kısımdır. l — Deniz (gemi) Levendleri; bunların bir kısmı gemici ve savaşçı olarak korsan gemilerinin efradı, diğer bir kısmı da, XVII. Yüzyıldan itibaren, donanmaya sahil ahalisinden lüzumu halinde ve yalnız sefer zamanı alınıp gemilerde cenkçi olarak hizmet edenlerdi. Bu sonuncular donanmanın yaya tüfekçi askeriydi. Korsan (serbest) levendler XVI. Yüzyılın ikinci yarısından sonra devlet hizmetine girmişlerdir. Diğer levendleri (tüfenkci) de zamanla, donanmanın devamlı olarah hizmetinde bulunduğu görülmektedir. Donanma levendleri Türk ve Rum olmak üzere iki kısımdı. Türk levendleri timarlı olup kıyı halkından olan Türklerden, Rumlar ise adalardaki Rum halkından alınırdı. Sonraları rum lovendler'nin ihaneti görülünce donanma levendi tâbiri kaldırılmış, hepsine Kalyoncu denmiştir. Türk levendleri başlarına berata denilen kırmızı bir başlık, arkalarnıda. kollu beyaz gömlek ve bunun üstüne, rengi kırmızı kenarları siyah harçlı bir yelek giyerdi. Bellerine de sarı kuşak sararlardı. Bacaklarında ise mavi renkte kısa bir şalvar, ayaklarında, yemeni denilen hafif ayakkabı bulunurdu. Rum levendlerinin, arkalarında sarı harçlı mavi bir yelek, bacaklarında mavili - beyazlı kuşak ve sarık vardı. Ayrıca bütün vücutlarını örten, kenarları ve dikiş yeri kırmızı harç ila çevrili, başlıklı bir yağmurluk giyer, bellerinde bıçak taşırlardı. İstanbulda bulunan maaşlı, yerli levendler hanlarda kalır ve çeşitli edepsizliklerde bulunurlardı. XVIII. Yüzyıl başlarında Cezayir-i Garb Ocağından yetişen Kapîan-ı Derya Süleyman Paşa, bunları zapturapta almak için İstanbul, Üsküdar, Galata, Beşiktaş, Hasköy ve Eyüpte bir takım tesisler yaptı. Aynı yüzyıl sonlarında Cezayirli Gazi Hasan Paşa da Boğazın Rumeli tarafındaki Levend kışlasını bu maksatla yaptırmıştı. (Bak. Levend Çiftliği). 2 — Kara levendleri; bunlar serseri ve avare olarak daha XVI. Yüzyıl ortalarında görülürler. Fakat esaslı olarak XVII. Yüzyıl başlarında Saruca, Sekban (Bak. Saruca, Sekban), kuvvetleriyle beraber beğlerbeği maiyetinde toplama bir sınıf süvari olarak hizmete başladıktan sonra önem kesbederler. , Kara levendlerinin bir vezir veya beğlerbeği kapısında hizmet edenlerine Kapılı Levend denir. Efendileri makamından azledilince bunlar da boş kalırlar ve yeni bir yere kapılanıncaya kadar başıboş bir halde bilhassa Anadoluda eşkıyalık ederlerdi. Böylelerine de Kapısız Levend denirdi. Bazan bir savaş vukuunda kapısız levendler ulufe ve tayınları hükümet tarafından verilmek suretiyle, muvakkat olarak, Anadoludaki vali veya beğlerbeği-lerin maiyetinde muharebeye gönderilirdi. Bunlara da Mirî Levendat veya Mirill süvari levendat denirdi. Kara levendlerinin gerek kapılı, gerek kapısız olanlarının uygunsuz hareketlerinden ötürü Saruca ve Sekbanlarla birlikte kaldırılmaları hususunda zaman zaman tedbirler alınmışsa da zaruretler ciddi hareketi bir hayli geciktirmiştir Ancak XIX. Yüzyıl başındaki hareket muvaffak olmuştur. Sağ kalıp kurtulabilenler de Akkada Cezzar Ahmed Paşaya sığınmıştırM.Sertoğlu.

LEVEND ÇİFTLİĞİ Mevkii, İstanbulda Boğazın Rumeli tarafında; Balta - Limanı ile Ortaköy arasındaki Balta - Limanında denize karışan derenin menbaı cı-. varında idi. Kurucusu, levendleri zapturapta almak ve Karadeniz sahillerini daha iyi kontrol altında bulundurmak isteyen, Cezayirli Gazi Hasan Paşa'dır. Fakat bu mevkiin do-layısiyle tesisin şöhreti; III. Selim'in ıslahat hareketlerinden, Bostancı Ocağına bağlı, Nizam-ı Cedid teşkilâtının kurulması ve bu askere tahsisinden sonradır. Üsküdar'daki ilk Selimiye kışlası ile Rumeli tarafındaki Levend çiftliğinin, Nizam-ı Cedid askerine talimgah ve kışlak olması, III. Selim'in halline kadar devam etti (1807). Kendisinden sonra gelen padişah bütün yeniliklerle beraber Nizam-ı Cedid teşkilâtını da ilga etti. Fakat, kısa bir zamanda vaziyete hâkim olarak II. Mahmud'un padişahlığını sağlıyan Alemdar (Bayraktar) Mustafa Paşa, Sekban-ı Cedid ismiyle ilga edilen teşkilâtı ihya edince, adı geçen yerler bu sefer Sekban-ı .Cedid'e tahsis edildi. Biraz sonra, Alemdar'a karşı vâki harekette yeniçeriler, mezkûr paşayı şehadete mecbur ettikten başka talimli asker yuvaları olan Levend çiftliği ile Üsküdar kışlağını da yaktılar. (1808)M.Sertoğlu.

LEZEZ Hicrî - Kamerî ayların on, on bir ve on ikincisi olan Şevval, Zilkade ve Zilhiccenin üçüne birden verilen isim. Bu üç aylarda kapıkulu askerine verilen ulufe lezez mevâcibi diye anılırdıM.Sertoğlu.

LİBAS DEĞİŞTİRME Devşirmelerin Müslüman olup Acemilere mahsus kızıl aba giymeleri. (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.

LİMAN REİSİ Bir adı da Liman Kaptanı idi. Patrona ve Riyale derecesinde olup donanma ile seferde bulunmuş Kaptanlar arasından seçilirdi. Limanda yatan gemilerin korunmasından sorumlu idi. Bir adları da Mandacı olan ve gemilerde nöbet bekleyen tersane muhafızları bunun emrinde idi. Aynı zamanda gemilerin demirbaş kayıtlarını tutardı. Mandacılar limandaki gemilerin gerektiğinde kızaklara çekilmesi ile de görevli idiler. Bunun için beş altı yüz manda hazır bulunurduM.Sertoğlu.

LİVA Eski Osmanlı idare teşkilâtında kaza ile vilâyet arasında bulunan bir idare makamı. Buna sancak da denirdi. Kazalar livaya, livalar vilâyet veya eyaletlere bağlı bulunurlardı. Eskiden san-cakbeyleri ve tanzimattan sonra mutasarrıf adlı âmirler tarafından idare olunurlardı. Bu teşkilât cumhuriyetin ilânını müteakip ilga olunmuş ve kazalar (ilçe) doğrudan doğruya vilâyetlere (il) bağlanmıştırM.Sertoğlu.

LİVAY-I SAADET, ŞERİF (Bak. Sancak-ı şerif)M.Sertoğlu.

LOBUD Ucu şişkin, kısa ve kalın değnek. Bir adı da matraktı. Spor ve idman maksadiyle kullanıldığı gibi, demirlileri harblerde gürz gibi de kullanılırdı. (Bak. Gürz)M.Sertoğlu.



LONCA Sanat sahiplerinin aralarında muntazam teşkilât ve birlik kurmalarına Anadolu Türkleri arasında XIII. Yüz-yıldanberi rastlanmaktadır. Bu teşkilât o zamanlar dini - iktisadî bir mahiyet taşır ve bilhassa istihsalde ve malı piyasaya arzda iştiraki terviç ederdi. Bugünkü mâ-nasiyle istihsal kooperatiflerine benziyen loncalar, aynı zamanda sendikaların işini de görmekteydiler. Bunların en büyük vazifesi malın kalitesini daima yüksek tutmak ve standard istihsali temin etmekti. Bundan maada, kalifiye iççi yetişmesi, iş ve ticaret ahlâkının muhafazası, işçinin himayesi, muayyen zamanda müstakil sermaye sahibi olması, istihsal olunan malın istihlâk edenlerin eline en kısa yoldan geçmesi, ihtikârın önlenmesi, malın değerlendirilmesi ve bu değerini muhafaza etmesi de loncaların gördüğü işlerdendi. Kendi hususi anane, örf ve âdetleri vardı ve bunlara titizlikle riayet ederlerdi. Loncalar eski ve ihtiyar'lar tarafından idare olunur ve lonca reisine şeyh denirdi. Sahaflar şeyhi, yorgancılar şeyhi gibi. Bunların aşağısında ise yiğitbaşları ve esnaf kâhyaları vardı. Her sanat erbabı kendisine bir pır tanır ve tazim ederdi. Sanata çırak olarak girilir, muayyen bir hizmet müddetinden sonra kalfa ve nihayet müstakil dükkân sahibi usta olunabilirdi. Loncalar, esnafı ve sanat sahiplerini sıkı bir inzibat altında tutarlar ve bilhassa gediklerin tevziinde haksızlık olmamasına dikkat ederlerdi. (Bak. Gedik)M.Sertoğlu.

LONDRA KONFERANSI VE MUAHEDELERİ Osmanlı devletinin son yüzyıllık devresinde, bazılarına iştiraki olmadığı halde mukadderatına tesir eden, muhtelif tarihlerde Londra'da yapılan konferans ve muahedeler vardır. l — Yunan fetretinde devlet Mısır valisi Kavalah Mehmed Ali Paşa'dan yardım istemiş ve bu yardımla âsilerin ezilmesi işini sonuna yaklaştırmıştı. Fakat İngilizler Mehmed Ali Paşa'nın, dolayısiy-le Fransız nüfuzunun doğu Akdenizde böyle kuvvetli bir şekilde yerleşmesini hoş görmediler. Güya, Mısır kuvvetlerinin Mo-ra'da yaptıkları zulümlere son vermek için, Rusların Yunan âsileri lehine evvelce yaptıkları teklifleri dikkate alarak, Pe-tersburg'da Çar hükümeti ile görüşmelere başladılar. Bu görüşmeler sonunda imzaladıkları Petersburg Protokolü (Nisan 1826 şu hükümleri ihtiva ediyordu: Yunanistan, Osmanlı devletine vergi ile bağlı muhtar bir devlet olacak, bu yeni devletin liderleri Bâb-ı âli'nin iştirakiyle mevkie getirilecek, bütün Türkler Yunanistandan çıkarılacaktı. Bağımsız Yunanistanın kurulması yolunda ilk adımı teşkil eden bu protokol, Avusturya, Fransa ve Prusya'ya bildirildi. Avusturya ve Prusya hariç diğeri protokolü kabul etti. Bunun üzerine Londra'da: ingiltere, Fransa, Rusya arasında görüşmeler başladı. Neticede, Osmanlı devleti, Petersburg anlaşmasını kabul ettiği takdirde, âsilerle Bab-ı âli arasında bir mütareke yapılacağı ve bundan sonra Yunanistan devletinin kurulacağı, kabul etmediği halde de protokolü imzalayan üç devletin, Yunan âsilerine yardım ettikten başka Bab-ı âli'yi yola getirmek için onu baskı altında bulunduracakları yazılı olan bir muahedeyi imzaladılar. (6 Temmuz 1827). Osmanlı devleti bu muahedenin hükümlerini iç işlerine müdahale saydığından kabul etmedi. Neticede işler, Navariıı olayı ve Ruslarla harbe kadar gitti. 2 — Mısır valisi Kavalah Mehmed Ali Paşa kuvvetlerinin son Nizib savaşında Osmanlı ordularına galebesi üzerine (1839) Avrupa büyük devletleri telâşa düşmüşlerdi, ingiltere ve Fransa daha ziyade Rusların Hünkâr İskelesi muahedesinden faydalanmak isteyeceğini düşünerek kuşkulanıyorlardı. Bu sebeple Osmanlı -Mısır ihtilâfını, Avrupayı ilgilendiren bir mesele haline koymayı uygun buldular. Fransa, İngiltere, Avusturya, Rusya ve Prusya elçileri Viyana'da hazırlanan, bu husustaki, notayı Bab-ı âliye verdiler. (28 Temmuz 1839). Doğu meselesinin beş büyük devlet tarafından ele alınmasında bir anlaşmaya varıldığını ve Bab-ı âli'nin beş büyük devlet tarafından gösterilen bu alâkanın neticesini bekliyerek, Mısır paşa'sının teklifleri üzerinde kendi iştirakları olmaksızın bir karara varılmaması hususunu ihtiva eden nota Osmanlı devleti tarafından memnuniyetle kabul edildi. Osmanlı Devleti bu suretle birinci Mısır harbinde Hünkâr İskelesi muahedesi ile girdiği Rus himayesinden kurtuluyordu. . Meseleyi hâl için Londra'da toplanan, beş büyüklere, Osmanlı murahhası olarak önce Nuri Bey, sonra da Sekip Efendi katıldı. Fransa Mehmed Ali'ye karşı kuvvet kullanılmasını tasvip etmiyerek işi uzatmak isteyince İngiltere diğer üç devletle Fransa olmadan bu işi halle karar verdi. Hazırlanan esaslar üzerine, Avusturya, İngiltere, Prusya ve Rusya ile Bab-ı âli arasında Londra'da Mısır meselesi müzakerelerini sona erdiren bir muahede (Mukavelename) ile Mehmed Ali'ya karşı alınacak zecri tedbirleri içine alan bir protokol imzalandı. (15'temmuz 1840). Muahedenin mukaddemssinde, Osmanlı devleti ile valisi arasındaki bu iç ve özel anlaşmazlığa büyük devletlerin müdahalelerinin sebepleri açıklanıyor ve bu müdahalenin padişahın akdi yapan dört devletten yardım istemasi üzerine vuku'a geldiği belirtiliyordu. İlk iki madde de, Mehmed Ali'ye padişah tarafından verilecek anlaşma şartları üzerinde dört devletin ittifak ettiği, bunların vali tarafından kabul edilmesi için, padişaha ellerinden gelen yardım hususunda gayret sarfede-ceklerini ve padişahın talebi vukuunda Mısır paşasını bu anlaşmaya zorla boyun eğdirecekleri taahhüdü yazılı idi. Diğer iki maddeden ilki, Mehmed Ali'nin Boğazlara yürümesi halinde, îstanbula ve Boğazlara kuvvet gönderileceği ve Bab-ı âli isteyince akdi yapan dört devletin bu kuvvetlerini derhal çekeceği taahhüdü vardı, ikincisi ise doğrudan doğruya Boğazların yabancı harb gemilerine kapalı kalması hakkındaki Devleti aliyyenin eski kaidesi'-nin yürürlükte olduğu ve evvelki maddedeki halin tamamen istisna-i olunp emsal teşkil etmiyeceği açıklanmakta ve teyı-.l edilmekteydi. Bu mukavelename bir sene sonra yine Londra'da imzalanacak ve Boğazların hukukî rejiminde bir dönüm noktası teşkil edecek olan diğer Londra Muahedesinin bir nüvesini, âdeta ön tasarısını teşkil etmekteydi. Bu 1840 sözleşmesine eklenen bu- senette de padişah tarafından Mısır valisine verilen anlaşma şartları belirtiliyordu. Mısır vilâyeti babadan oğula geçmek üzere. Akkâ ve Suriye'nin güney bölgesi Mehmed Ali Paşa'ya kaydı hayat şartiyls bırakılıyordu. Eğer paşa, birinci on günlük mühlet içinde kabul etmezse AkkV-nın kaydı hayat şartiyle verilmesi tekıfi geri alınıyordu. İkinci on günde de kabul cevabı gelmezse Mısır'ın irsen tevcihina ait teklif de geri alınacaktı. Şayet paşa yine ayaklanır ve İstanbul üzerine yürürse dört devlet başkent ile Boğazları korumayı karar altına alıyordu. Aynı günde imzalanan protokolda; muahedenin ikinci maddesindeki tedbirlerin hemen yürürlüğe konması hususunun delegeler arasında kararlaştırılacağı belirtilmişti. Bu 1840 Londra Muahedesinin esas gayesi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve Osmanlı devleti arasındaki ihtilâfı tasfiye etmekti. 3 — Mısır meselesinin hallinden sonra dört devlet Boğazlar meselesini de Londra-da bir konferansla nizama bağlamayı uygun buldular. Evvelki konferansa iştirak etmeyen Fransa da davet edildi. Adı geçen bu devlet, Mısır meselesi halledildiğinden davete icabet ederek beş büyükler ve Osmanlılar arasında müzakere başladı. îlkin Fransa ile Avusturyamn Osmanlı devleti topraklarının mülkiyet tamlığı prensibinin tanınması hakkında ileri sürdükleri teklif görüşüldü. Rusyanın itirazları sonunda reddedildi. Bundan sonra yalnız Boğazlar üzerinde karara varılmaya çalışıldı. Neticede İngiltere, Rusya, Fransa, Avusturya, Prusya ve Osmanlı devleti arasında dört maddelik Çanakkale ve Karadeniz boğazlarının kapalılığına ait Londra Muahedesi (Mukavelename) imzalandı (13 temmuz 1841). Bu mukavelenamenin bilhassa ilk iki maddesinde; Boğazların sulh zamanında bütün harb gemilelerine kapalılığı kaidesi teyid ile akdi yapan devletler bunu kabul ediyordu. Ancak padişahın, dost devletlerin elçilerine ait hafif harb gemilerinin, Boğazlardan geçmesi için ferman vereceği belirtiliyordu. Londra'daki konferansın neticesi olan bu muahede ile. Boğazlardan geçiş rejimi sadece Türk hukuk kaideleri veya Osmanlı devletiyle muhtelif devletlerin yaptıkları münferit muahedeler hükümleri ile düzenlemek vaziyetinden çıkılmış ve milletler arası tanzim esasına geçilmiş oluyordu. 4 — Osmanlı devleti ve müttefikleri- rinin Ruslarla yaptıkları Kırım savaşı (1855) sonunda imzalanaE Paris Muahe- si (1856) nde, Karadeniz hakkında bazı tahditler konmuştur. Buna göre r.e Os manlılar, ne de Ruslar bu denizde ter sane ve şartları belirtilen üç istisna ha riç, harb gemisi bulunduramıyacaklardı. Karadeniz.in bu şekilde tarafsız hale konulması, Rusya'nın tecavüz emellerine mâni olduğu kadar haysiyetine de dokunmuştu. İlk fırsatta bu hükümlerden kurtulmayı düşünen Çarlık Rusyası 1870 Prusya - Fransa harbi sırasındaki Avrupa halini gayesinin tahakkukuna uygun bularak, Paris Muahedesini imzalayan devletlere gönderdiği bir tamimle, kendisini bu muahedenin Karadeniz'e ait hükümleriyle bağlı saymadığını açıkladı (31 ekim 1870). Az sonra da İngiltereye bu husus için bir konferans toplanmasını teklif etti (26 Kasım 1870). Akdi yapan devletler i a mütalâa ve muvafakatları alınmadan bir muahedenin tek taraflı tâdili devletler hu kuku prensiplerine aykırı bir hareket olması dolayısiyle, meselenin yeniden gözden geçirilip karara bağlanması için Londra'da konferans toplandı (17 Ocak 1871). Gayet çetin müzakerelerden sonra 9 maddelik Londra Muahedesi imzalandı. (13 Mart 1871). Buna göre; Paris Muahe-desindeki Boğazlara ve Karadenize ai'c hükümler kaldırıldı. Boğazların harh gemilerine kapalılığı teyid edidi. Ancak sulh zamanında, Sultanın, dost ve müttefik gemilerine Boğazları açabileceği kabul olundu. Ticaret gemilerinin eskisi gibi serbest geçişi devam edecekti. Bundan başka Tuna komisyonu ve seyrüsefer için maddeler vardı. 5 — XX. Yüzyıl başlarında, Çarlık Rusyası, Osmanlı devleti hakkında öteden beri beslediği enlileri gerçekleştirmek için Balkan devletlerini, Devlet-i Aliya üzerine saldırmaya teşvik etmek yolunu tutmuştu. Bu uğurdaki çalışmaları az sonra semeresini verdi. Osmanlıların Balkan yarımadası üzerindeki topraklarının taksimi esası üzerine, Bulgaristan'la Sırbistan arasında, İmparatorluğa karşı imzalanan tecavüz antlaşma (Mart 1912) sına sonradan Yunanlılar da iştirak etti. Daha sonra bu üç devlet arasında askerî bir ittifak sağlandı. Karadağ ile Osmanlı devleti arasında Arnavutluk âsileri meselesi yüzünden harb çıkınca, Balkanlı üç devletin hazırlıklarından habersiz, Bâb-ı âli onların bu meseleden dolayı aldıkları tehditkâr tavırlarına harb ilânı ile cevap verdi (18 Ekim 1912). Osmanlı ordularının pak çabuk mağlûbiyete uğramaları üzerine hükümet değiş mis, Kâmil Paşa sadarete gelmişti. Yeni kabine 3 Kasımda mütareke ve barış görüşmelerine başlamak için büyük devletlere başvurmak zorunda kalmıştı. 3 Aralık 1912 tarihinde Yunanistan'ın katılmadığı bir mütareke imzalandı. Londrada'da sulh için hazırlık müzakerelerine ait konferans başladı. Fakat, İstanbulda vukua gelen Bab-ı âli baskını ile Kâmil Paşa hükümeti devrilmiş, yerine Mahmud Paşa kabinesi do-layısiyle İttihat ve Terakki Partisi iktidara gelmişti. Yeni hükümet. Bulgarların aşırı isteklerine bilhassa Edirne'nin ve a< daların terkine razı olmayınca, harb yeniden başladı. (3 Şubat 1913). Bu savaşta Edirne, Yanya, İşkodra, kale ve şehirleri Bulgarlar, Yunanlılar, Karadağılar tarafından e!e geçirilince, Londra konferansındaki, büyük devletlerin temsilcilerinin, görüşmeler sonunda hazırladıkları barış antlaşmaları esasları, Osmanlılar ve Balkan devletleri tarafından kabul edilerek im/.aianmıştır. (30 Mayıs 1913). Dokuz maddelik olan bu muahedeye göre; Osmanlı devleti ile Bulgaristan arasında sınır olarak Midye - Enez hattı kabul edilmekte; Selanik, Gün.-y Makedonya, Girit Yunanistan'a; Kuzey ve Orta Makedonya Sırbistan'a; Trakya. Edirne, Dede - Ağaç Bulgaristan'a; Silistre ds, bütün bu olaylarda tarafsız kalan Romanya'ya verilmektedir. Böylece Birinci Balkan Harbi bitmişti. Londra Mukaddematı Sulhiye Muahedesi ismi verilen bu antlaşmanın ömrü tatbik edilemiyecek kadar kısa olmuş, Balkan devletleri arasında başlıyan ikinci Balkan Harbi vaziyeti değiştirmşitirM.Sertoğlu.

LOTRA Londra çuhasına verilen isim olup bir adı da Uskumru idiM.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   24   25   26   27   28   29   30   31   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin