Ahlak Temizliğine Duyulan İhtiyaç Ahlak Temizliğinin Etkileri ve Önemi Şeyh Hüseyin Behrani


“Allah’ın bana nasip ettiğine razıyım



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə11/68
tarix03.08.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#66881
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   68

“Allah’ın bana nasip ettiğine razıyım.

İşimi yaratıcıma havale ettim.

Allah bana eskiden güzellikte bulunduğu gibi

Geriye kalanlar hususunda da güzellikte bulunacaktır.”


Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnutluk haletine teşvik için nakledilmiş olan rivayetler sayılamayacak kadar çoktur. Onlardan biri de Allah’ın şöyle buyurduğu kutsi hadistir: “Benden başka ilah yoktur, her kim belama sabretmez ve takdirimden hoşnut olmazsa kendisine başka bir ilah edinsin.”

Allah’ın bu tehdidi, akıl sahibi kimse için yeterlidir. Hüseyin b. Halid İmam Rıza’dan, o da babasından, o da atalarından Allah Resulü’nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Her kim benim kaza ve kaderimden hoşnut olmaz ve takdirime iman etmezse, kendine başka bir ilah arasın”

Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurmuştur: “Her ilahi kaza ve kaderde mümin için bir hayır gizlidir.”

Ey kardeşim! Bil ki Allah dilediğini ortadan kaldırır ve dilediğini de sabit kılar. Şüphesiz kitabın aslı, Allah nezdindedir.”1

İlahi kaza ve kader, işin başında fazla belirgin değildir. Yani ilk etapta nimet de olabilir, ceza da olabilir. Gerçi zahir itibariyle, bela ve cezadır.

O halde eğer kul Allah’a hüsn-ü zanda bulunursa ve iyimser olursa Allah zahiri ceza olan o şeyi nimete dönüştürür ve işi o şekilde devam ettirir. Aynı şekilde tam tersine eğer kul, Allah’a su-i zanda bulunursa, Allah o nimeti belaya dönüştürür.

Dolayısıyla kul, sürekli olarak kötümser olur, Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnut bulunur ve belalar karşısında sabırsız davranırsa kendi bela ve musibetlerini artırmış olur. Nimetleri cezaya dönüştürür. Cevahir’us Seniyye’de İmam Rıza (a.s) babasından, o da babalarından Allah Resulü’nün (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah, peygamberlerinden birisine şöyle vahyetti: “Falan padişaha haber ver ki, falan tarihte onun canını alacağım.” Peygamber o padişahın yanına vardı ve ona durumu bildirdi. Bunun üzerine Allah, o padişahı tahtına oturmuşken kendine çağırdı. O tahtından aşağı düştü ve düşerken şöyle dedi: “Ey Rabbim! Bana bir fırsat ver de çocuğum gençlik çağına erişsin ve böylece ben işimi bitirmiş olayım.” Bunun üzerine Allah o Peygamber’e şöyle buyurdu: “O padişahın yanına git ve ona de ki “Ben onun ecelini erteledim ve ömrünü on beş yıl uzattım.” O peygamber şöyle dedi: “Ey Allah’ım! Senin de bildiğin gibi ben asla yalan söylemiş değilim.” Allah ona şöyle vahyetti: “Sen sadece bir memursun. Sana dediğim şeyi ona ilet ve Allah yaptığı şeyden hesaba çekilmez.”

O halde başkalarından kopmak ve sadece yüce Allah’a sığınmak, Allah’a hüsn-ü zanda bulunmak, belalardan önce sadaka vermek, dua etmek ve sıla-i rahimde bulunmak, Allah’ın kaza ve kaderinin değişiminde önemli bir role sahiptir.

Ey Allah’ım! Eğer senin katında azgınlardan isem veya rızıktan nasibim az ise o halde beni kendi katında saadet sahibi kıl. Beni rahmetinden nasiplendir ve rızkımı geniş kıl. Şüphesiz sen kendi kitabında şöyle buyurmuşsun: “Allah dilediği hükmü yürürlükten kaldırır, dilediğini de yürürlükte tutar. Ana kitap O’nun katındadır.”1

Allah’ım! Muhammed’e ve tertemiz Ehl-i Beyt’ine rahmet gönder!

Ey kardeş! Kul nasıl Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnut olmasın ki? Oysa İmam Rıza’nın (a.s) atalarından (a.s) onların da Allah Resulünden (s.a.a) naklettiği kutsi bir hadiste Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Ey Ademoğulları! Benim hidayet ettiklerim dışında hepiniz sapmışsınız. Benim zengin kıldığım dışında hepiniz fakirsiniz. Benim kurtardıklarım dışında hepiniz helak olmuşsunuz. O halde benden isteyin ki sizlere hidayet edeyim. Sizlere kemal ve doğruluk yolunu göstereyim. Kullarımdan bir kısmını fakirlik ve yoksulluk ıslah etmektedir. Eğer onları zengin kılacak olursam bozulurlar. Diğer bir grubun salah ve faydası ise, sıhhat ve esenliktedir. Eğer onları iyileştirecek olursam, bozulurlar. Nice kullarım, geceleyin çaba gösterir ve ibadet ederler. Ben ona ilgi gösterdiğim için uykuyu kendisine üstün getiririm ve o böylece sabaha kadar uyur. Kendisinden öfkeli bir halde kalkar. Eğer onu istediğini yapacak bir halde bırakacak olursam kendi yaptıklarıyla övünür, bu gurur ve kendini beğenme hali onu helak eder. Bu ibadetleri yerine getirdiğin takdirde bütün ibadet edenlerden öne geçtiğini ve günahkârlar grubundan kurtulduğunu zanneder. Bu da onun benden uzaklaşmasına neden olur. Zira o kendi işleriyle bana yakın olduğunu zannetmektedir. Sakın kullarım her ne kadar iyi de olsa amellerine güvenmesinler. Günahkârlar, her ne kadar çok da olsa günahlarından dolayı bağışlanma dilemekten ümitlerini kesmesinler. Lakin sadece benim rahmetime güvensinler, benim lütfümü ümit etsinler. Benim kendilerine iyi bakacağıma güvensinler. Zira ben kulumun faydasına işleri idare ederim ve onlara karşı şefkatli ve bilgi sahibiyim.”

İlahi Kaza ve Kaderden Hoşnutluk Hakkında Birkaç İnce Nükte


Bil ki Ehl-i Beyt (a.s) yüce Allah’ın kaza ve kaderinden hoşnutluk derecesine ulaşmak için çok önemli bir takım nükteler beyan etmişlerdir. Bu nükteleri öğrenen ve amel eden kimselere ne mutlu. Bu nükteler, kitapların sayfaları arasında emanet bırakılmış hazineler konumundadır ve ehline ulaşmayı beklemektedir. Oldukça az olduğunu bildikleri halde bu bilgileri beyan etmişlerdir.”Kulların içinde şükredenler pek azdır.”1 Allah’ın bu kitabı diğer kitaplardan toplanmış nüktelerle süslemesini ümit etmekteyim. Bu kitabı yazarken asıl maksadımız, yazılmamış konulara işaret etmek veya tertemiz kaynaktan kaynaklanmamış ve bu yüzden de güvenilir olmayan hususları eleştirmek olmuştur.

Bu şeylerden biri de şudur ki İmamlarımız zorluk anında Allah’tan işlerinde kolaylık yaratmasını dilemişlerdir. Onlar belayı tam bir teslimiyet ve sabır içinde karşılıyorlardı. Allah katından kendilerine bir şey geldiğinde onlar, o şeyin kendilerinden savrulması için dua etmekle görevliydiler. Bu yüzden bazı hallerinde yiyecek veya suları az olduğu sebebiyle Allah’a karşı bir teslimiyet içine giriyorlardı. Oysa dua ederek her şeyi temin etme gücüne sahiplerdi. Ama onlar, bütün zorluklar hususunda duadan yardım almak durumunda değillerdi. Bütün bu acılara sabretmeye öncelik veriyorlardı. Oysa bu ikisini seçme hususunda özgür idiler. Ama onlar için sabretmek daha iyiydi. Onlar asla diğerini tercih etme hususunda bir emir olmadıkça daha iyi olanı terk etmiyorlardı. Bu anlamı Ali b. Hüseyin’in (a.s) kıssası açıklığa çıkarmaktadır. Taraftarlarından biri Ali b. Hüseyin’den (a.s) bir istekte bulundu ve şikayetini arz etti. İmam (a.s) şefkatinden dolayı ağladı. O şahıs şöyle dedi: “Ey efendim! Zor olan sıkıntılar dışında ağlamak doğru mudur?” İmam şöyle buyurdu: “Hangi şey yardımcı olamadığı halde insanın mümin kardeşini sıkıntıda görmesinden daha büyüktür?”

O şahıs, şaşkınlık içinde İmam’ın yanından ayrıldı. İmam’ın düşmanları bu sözü işitince şöyle dediler: “Bunların işi ne kadar da ilginçtir. Bazen gök ve yerlerin kendisine itaat ettiklerini ve her şeyin kendi ellerinde olduğunu iddia etmektedirler. Bazen de taraftarlarına en küçük bir yardımda bulunmaktan aciz olduklarını söylemektedirler.” O fakir şahıs İmam’ın (a.s) yanına geri döndü ve şöyle arz etti: “Benim düşmanlar hususundaki musibetim, fakirliğim hakkındaki musibetimden daha ağırdır.”

İmam (a.s) ona şöyle buyurdu: “Eyvahlar olsun onlara! Onlar bilmiyorlar ki Allah’ın bir takım velileri vardır ki, Allah karşısında görüş belirtmezler. Ey Allah’ın kulu! Allah, senin işinde kolaylık ve genişlik sağlamayı diledi.”

İmam (a.s) iftar ve sahur için ona yiyecek verdi. Allah bu vesileyle işindeki sıkıntılarını giderdi, balığın karnındaki değerli bir cevheri, ona nasip etti. O fakir kimse bu cevheri yüksek bir fiyata sattı ve İmam’dan aldığı iki ekmeği kendisine geri verdi.

Bu oldukça meşhur bir kıssadır. Bunu nakletmekten maksat ise, İmam’ın şu sözüdür: “Onlar bilmiyorlar ki Allah’ın bir takım velileri vardır ki, Allah karşısında görüş belirtmezler.”

Bu kıssanın bir benzeri ise Selman-ı Farisi’nin kıssasıdır. Selman, bir grup Yahudi’nin eline esir düştü. Onlar Selman’ı dövmek istediler ve şöyle dediler: “Neden bizleri helak etmesi ve seni bizim elimizden kurtarması için Ali ve Muhammed hürmetine Allah’a dua etmiyorsun?” Selman şöyle cevap verdi: “Sabır daha iyidir, Allah’tan beni sabırlı kılmasını diliyorum. Olur ki Allah sizin soyunuzdan bir mümin çıkarır. O halde eğer ben sizi helak etmesini dileyecek olursam, mümin kimseyi imanından ayırmış olurum.” Selman kendisiyle Allah Resulü (s.a.a) arasında perde kenara çekildiği halde beddua etmedi. Allah Resulü ona beddua etmesini söyledi ve onların soyundan bir mümin olmadığını bildirdi. Bu kıssa İmam Askeri’nin (a.s) tefsirinde, “Onlar gaybe iman ederler” ayetinin tefsirinde yer almıştır ve bu çok ilginç ibret verici bir öyküdür. Elbette Selman gibi kendisini mevlasına o kadar benzeten ve hakkında, “O biz Ehl-i Beyt’tendir” denilen bir kimseden hiç de uzak bir gerçek değildir.

Miraç olayı da bunun gibidir. Allah Resulü elli rekât namazla görevlendirildiği zaman bunu azaltmak için Allah’a müracaat etmedi. Musa (a.s) kendisinden geri dönmesini isteyince, o da Allah’tan namazların azaltılmasını diledi. Böylece o ve diğerleri için farz namazlarda bir indirim yapıldı. Sonunda bu namazlar beş vakte indirgendi. Musa (a.s) ondan yeniden geri dönmesini ve Allah’tan indirim yapmasını istedi. Ama Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Artık çok istemekten utanıyorum.” Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: “Beş vakit namaza sabrettiğin için bu beş vakit namaz benim nezdimde elli namaz mesabesindedir.” Musa’nın bu isteği, hakikatte indirim istemekle ilgili özel bir husustu ve bu konuda daha fazla istek uygun değildi. İmam (a.s), “Neden Allah Resulü (s.a.a) Allah’tan daha fazla indirim istemedi?” diye soran birisine bu cevabı açıkça beyan etmiştir.

Velhasıl bütün geçmiş peygamberler bazen ümmetleri hakkında var olan imtihanlar ve ağır teklifler hususunda Allah’tan bağışlama ve indirim dilemişlerdir. Ama Peygamberimiz (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’i (a.s) asla ve hiçbir makamda böyle bir istekte bulunmamışlardır. Onlar her şeyi kabul ettikleri ve güzellikle karşıladıkları için zorluklara katlanma bereketiyle Allah’ın rahmet ve affına uğramışlardır. Bu yüzden onların öğretileri, öğretilerin en kolayı ve rahatı olmuştur. Öyle ki Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben kolay bir şeriat ile sizlere gönderildim.”

Akil b. Ebi Talib, Ebu Zer’e Rebeze’ye sürgün edilirken ne de güzel tesellide bulundu. Ebuzer; Ali, Hüseyin, Hasan ve Akil ile birlikte dışarı çıktı. O esnada Akil ona şöyle dedi: “Eğer Allah’tan beladan kurtuluş dileyecek olursan, bu sabırsızlıktan sayılacaktır. Eğer kurtuluşu uzak görecek olursan, bu ümitsizlik sayılacaktır. O halde sabırsızlık ve ümitsizliği terk et ve şöyle de: “Allah bizlere yeter ve o güzel bir vekildir.”

Daha önce de hatırlattığımız gibi Ehl-i Beyt’in (a.s) taraftarları, bu ahlaki inceliklere ve makamlara aşina kimselerdi. Onlar, Ehl-i Beyt (a.s) imamları ile oturup kalktıkları için bu haleti edinmişler ve bu nurları onların hidayet meşalesinden almışlardı. Sakın şeytan vesvese ederek günümüzde diğer insanları aldattığı gibi seni de bu yüce makamlara ulaşmaktan alı koymasın.”Bu işler Ehl-i Beyt’e (a.s) özgü işlerdir ve onların özelliklerinden sayılmaktadır. Bizim gibilere özgü değildir” diyerek seni ümitsiz kılmasın.

Allah’a yemin olsun ki bu tür düşünenler büyük bir şaşkınlık ve sapıklık içindedirler. Bu aklımızın almadığı makam ve dereceler, Ehl-i Beyt’in (a.s) kölelerinde ve en küçük bireylerinde dahi görülen şeylerdir. Onların özel makamları ise, nurlu yıldızlar gibidir. Elbette onlara ulaşmak mümkün değildir. Akıl ve zikir onlardan çok uzak bulunmaktadır. Lakin Allah şöyle buyurmaktadır: “Sizin için Resulullah’ta güzel bir örnek vardır.”1

Ehl-i Beyt (a.s) ahlaki güzellikleri, taraftarlarını onlara teşvik etmek için Allah Resulü’ne (s.a.a) mensup kılıyor ve bizzat Peygamber’den (s.a.a) naklediyorlardı. Dolayısıyla eğer Allah Resulüne (s.a.a) mensup olan bir şey ona özgü bir şey olsaydı, Allah Resulüne tabi olmanın da hiçbir anlamı kalmazdı. Allah münezzehtir ve bu apaçık bir iftiradır.

Nakledildiği üzere Ebu Zer-ı Gaffari, hastalığı seviyor ve onu sahip olduğu sevap dolayısıyla sağlığına tercih ediyordu. İmam (a.s) bunu naklettikten sonra, şöyle buyurmuştur: “Lakin biz, esenliği hastalıktan daha çok severiz. Hastalığı ise kendi yerinde esenlikten daha çok severiz.”

Bu söz, ismet ve hikmet kaynağından ortaya çıkmış bir sözdür. Aynı zamanda istenilen olsun veya olmasın, ilahi kaza ve kadere teslimiyet makamının her şeye tercih edildiğini ve belaların sevaba erişmek için üstünlük arz ettiğini ortaya koymaktadır. Şüphesiz de gerçek böyledir. Zira birinci makam; karşılaşıldığı zaman şiddetli zorlukları kabullenmek ve hatta belanın afiyetten daha çok sevilmesi açısından ikinci makamla eşit konumundadır. Ama hastalığı seçmemek ve esenlik halinde onu istememek açısından ondan üstündür. Elbette hastalığı istemek, sevaba erişmek ve nefsi seveceği bir şekilde hastalığı esenliğe tercih etmeye razı etmek de Ebu Zer gibilerin ulaşabildiği yüce makamlardan biridir. Ama Allah karşısında görüş belirtmek ve ilahi kaza ve kadere itirazda bulunmak şaibesini tanıdığı için İmam (a.s) bu kuruntuyu ortadan kaldırmak istemiş ve eksik taraflarını hatırlatmıştır. Böylece gerçek itidal ve kamil istikamet yolunu beyan etmiştir. Nitekim Resul-i Ekrem (s.a.a) de şu sözüyle bunun zorluğuna işaret etmiştir: “Hud suresindeki bir ayet, beni ihtiyarlattı. O da Allah’ın şu sözüdür: “Emredildiğin gibi dosdoğru ol.”


Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin