Allame murtaza askerî ehl-i BEYT VE ehl-i SÜnnet ekolleri Mütercim: Cafer bendiderya ismail bendiderya


- Halife ve Yeryüzünde Allah'ın Halifesi



Yüklə 1,44 Mb.
səhifə31/70
tarix29.10.2017
ölçüsü1,44 Mb.
#19784
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   70

3- Halife ve Yeryüzünde Allah'ın Halifesi

 Halife ve Hilâfet


"Hilâfet" Arapça'da birinin yerine geçmek anlamındadır.[418] Halife ise birinin yerine geçen ve onun makamına oturan kimseye denir.[419] Kur'ân-ı Kerim'de de bu anlamda geçmiştir: "(Allah'ın) Nuh'un kavminden sonra sizi halifeler kıldığını hatırlayın..."[420] "(Allah'ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını hatırlayın..."[421] "Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım halifeler geçti."[422] "Sonra onların arkasından öyle halifeler türedi ki, namaz (kılma duyarlığını) kaybettiler."[423] "(Allah) dilerse sizi giderir ve dilerse, bir başkasını size halife eder (yerinize getirir)."[424] Bu sözcük Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde de bu anlamda kullanılmıştır: "Allah'ım, halifelerime merhamet et. Allah'ım, halifelerime merhamet et. Allah'ım, halifelerime merhamet et." "Ya Resulullah! "Halifelerin kimlerdir, denildiğinde şöyle buyurdular: "Onlar benden sonra gelip, benim hadisimi ve sünetimi rivayet eden kimselerdir." Bu sözcük sahabeler döneminde de bu anlamda kullanılmıştır:

a) Birinci Halife'nin Döneminde

İbn Esîr, Nihayetu'l-Lügat adlı eserinde şöyle kaydeder: Arab'ın biri Ebu Bekir'in yanına gelerek, "Sen Resulullah'ın (s.a.a) halifesi misin?!" diye sordu. Ebu Bekir, "Hayır." dedi. Adam, "Öyleyse kimsin?" dedi. Ebu Bekir, "Ben ondan geriye kalan ve bir işe yaramayan bir şeyim." dedi.[425]

İbn Esîr daha sonra diyor ki: Ebu Bekir'in sözlerinde geçen "Halife" sözcüğü faydasız ve bir işe yaramayan şeye denir; Ebu Bekir tevazuda bulunmak için böyle söylemiştir.

b) İkinci Halife'nin Döneminde

Suyutî (öl. 911 hk.) kendi Tarih'inde "fi nebzi min ahbarihi ve kazayahu" bölümünde şöyle yazar: Askerî el-Evail adlı eserinde, Taberânî el-Kebir'de ve Hâkim Müstedrek'te şöyle kaydeder: Bir gün Ömer b. Abdülaziz, Ebu Bekir b. Süleyman b. Ebu Hesme'ye şöyle sordu: Neden Ebu Bekir mektuplarını "Min halifeti Resulullah" (Resulullah'ın halifesi tarafından) unvanıyla yazıyorken, Ömer hilâfetinin başlarında "Min ha-lifeti

Ebu Bekir" (Ebu Bekir'in halifesi tarafından) unvanıyla yazıyordu? "Emirü'l-Müminin" tabirini ilk kez kim kullandı? Ebu Bekir b. Süleyman buna şöyle cevap verdi: Muhacir kadınlardan olan Şefa bana dedi ki: Ebu Bekir mektuplarını "Resulullah'ın halifesi", Ömer ise kendi mektuplarını "Resulullah'ın halifesinin halifesi" diye imzalıyordu. Nihayet bir gün ikinci halife Ömer Irak'taki valisine bir mektup yazarak oranın durumundan ve halkın hâlinden bilgi edinmesi için bölge halkından sabırlı iki kişiyi yanına göndermesini istedi. O da Ömer'e Lübeyd b. Rabia'yla Adiy b. Hatem'i gönderdi. Bu ikisi Medine'ye gittiler. Mescitte Amr b. As'la karşılaşarak, huzuruna girmemiz için Emirü'l-Müminîn'den izin al, dediler. Amr bunu duyunca, çok uygun bir isimdir, dedi. Amr, Ömer'in huzuruna girerken, "Esselâmun aleyke ya E-mirü'l-Müminin!" dedi. Ömer, "Bu ismi nereden aldın; maksadın nedir?" diye sordu. Amr, olay şundan ibarettir dedi. Sen emirsin, bizse müminleriz. Böylece o günden itibaren mektuplar bu başlıkla yazıldı. Nevevî de Tehzib adlı eserinde şöyle yazar: Ömer halka, "Siz müminlersiniz, ben de sizin emirini-zim." dedi. Ondan sonra Ömer'i "Emirü'l-Müminin" diye çağırdılar. Oysa daha önce onu, "Resulullah'ın halifesinin halifesi" diye çağırıyorlardı. Ama o zamandan itibaren bunun yerine "Emirü'l-Müminin" lakabını kullandılar.[426]

Yeryüzünde Halifetullah (Allah'ın Halifesi)


 İslâm dininde "Halifetullah fi'l-arz" (Allah'ın yeryüzündeki halifesi)[427], Allah Tealâ'nın insanlar arasından seçip halka imam ve önder

kıldığı kimseye denir. Bu terim Kur'ân-ı Kerim'de de bu anlamda kullanılmıştır. Meselâ, "Hani Rabbin, meleklere, 'Mutlaka ben, yeryüzünde

bir halife var edeceğim' demişti."[428] Bazıları bu ayeti şöyle tefsir etmişlerdir: "Allah Tealâ Hz. Adem'i yeryüzünde halife kılmıştır." Ama bazıları da, "Allah Tealâ insanı yeryüzündeki halifesi kılmıştır." diye tefsir etmişlerdir. Aşağıdaki ayet birinci tefsiri desteklemektedir: "Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet." O hâlde, eğer birinci ayetin anlamı insan cinsini Allah'ın halifesi kılmaksa, sadece Hz. Davud'un Allah'ın yeryüzündeki halifesi kılınması anlamsız olur. Çünkü bu makam, Allah Tealâ'nın Hz. Davud'dan önce, onun zamanında ve ondan sonra yeryüzündeki halifesi kıldığı insan türüne ait bir makamdır. Yine "Fehkum beynennas bi'l-hakki"(insanlar arasında hak ile hükmet) cümlesindeki "sebebiyet fa'sı",[429] Hz. Davud'un sahip olduğu insanlar arasında hükmetme hakkını, yeryüzünde Allah'ın halifesi olması nedeniyle, yani yüce Allah'ın onu yeryüzünde halifesi kılıp insanlar arasında hükmetme hakkını ona verdiği için elde ettiğine delâlet eder. O hâlde hükmetme hakkının Davud'a bırakılması, onun Allah'ın yeryüzündeki halifesi olarak seçilmesine bağlıdır.

Dolayısıyla, insanlar arasında hükmetme hakkının Allah'ın seçkin kullarından birine bırakıldığına delâlet eden bir ayet bulursak, o veli ve seçkin kulun Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu anlaşılmış olur; nitekim şu ayet de buna tanıklık eder: "Gerçek şu ki, biz Tevrat'ı içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi."[430] Yine Allah Tealâ son peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a) şöyle hitap eder: "İnsanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitab'ı hak olarak indirdik."[431] Yine buyurur ki: "Sana da (Ey Muhammed,) Kitab'ı (Kur'ân'ı) hak olarak indirdik... Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet."[432] Hz. Davud'un (a.s) insanlara hükmedebilmesi için yeryüzünde halife olması gerektiğini gördük. Yukarıdaki üç ayette de peygamberlerin hükmedebilmeleri için Allah tarafından kendilerine kitap inmesi gerektiğini gördük. Buradan anlaşılıyor ki, Allah Tealâ kitabını taşıyanları yeryüzünde kendine halife etmiştir; bu doğrultuda kitap ve halka ulaştırdıkları din hükümlerini doğrudan doğruya vahiy aracılığıyla Allah Tealâ'dan almış olmaları (Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed -Allah'ın salat ve selâmı onların üzerine olsun- gibi) veya Hz. Davud ve Hz. Süleyman -her ikisi de Hz. Musa'- nın vasisi olup ona gelen Tevrat'ı insanlara ulaştırmaktaydı- gibi din sahibinden ilham yoluyla almış olmaları hiçbir şeyi değiştirmez. Şunu da hatırlatalım ki, "halifetullah" tabiri Ehlibeyt İmamları'- nın rivayetlerinde de bu anlamda geçer.[433]


Allah, Halifelerini Halkın Önderleri Kılmıştır


 Allah Tealâ yeryüzündeki halifelerini insanların önderleri kılmış, onlara kitap ve peygamberlik vermiştir. Allah Tealâ, bu alanda İbrahim, Lut, İshak ve Yakub'u şöyle anmaktadır: "Her birini sâlihler kıldık. Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayır kapsayan fiilleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyet-tik. Onlar bize ibadet edenlerdi."[434] Yine buyuruyor ki: "Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz ispatlı-delillerimizdir... Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık... Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.)... İsmail'i, el-Yesa'ı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik) Onların hepsini âlemlere üstün kıldık. ...Onları da seçkin ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik. ... Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir..."[435] O hâlde Allah Tealâ'nın yeryüzünde kendisine halife kıldığı kimseler insanlar arasında hükmedebilirler. Yine Allah Tealâ insanları Kitabına yöneltmeleri ve onlara dinini ulaştırmaları için halifelerini onların önderleri kılmıştır. Dolayısıyla, Allah'ın halifelerinin en önemli vazifeleri tebliğdir. Nitekim Allah Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de buna değinerek şu açıklamayı yapar: "Şu hâlde peygamberlere düşen apaçık bir tebliğden başkası mıdır?"[436] "Peygamber’e düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir."[437] Yine bunların benzerleri Âl-i İmrân: 20, Mâide: 92 ve 99, Ra'd: 40, İbrâhîm: 52, Nahl: 35, Şûrâ: 48, Ahkaf: 35, Tegâbun: 12'de geçmektedir. Yine Allah Tealâ tarafından tebliği, kendisine vahyolan peygamber veya Allah tarafından tayin olan onun vasisinden başkası yapamaz. Böyle bir tebliğin örneğini Tevbe Suresi'nin ilk on ayetinde aşağıdaki şekilde görebiliriz:

a) Tevbe Suresi'nin tebliği olayı Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde ve diğer kaynaklarda kaydedilmiştir. Biz burada Müsned-i Ahmet'ten naklediyoruz. Ahmet, Ali b. Ebutâlib'ten şöyle nakleder: Tevbe Suresi'nin ilk on ayeti Resulullah'a (s.a.a) inince, Ebu Bekir'i çağırarak o ayetleri Mekke halkına okuması için ona verdi. Ama bir süre sonra beni çağırarak, "Ebu Bekir'e git; ona ulaşınca o ayetleri ondan alarak, Mekke'ye gidip halka kendin tebliğ et." buyurdu. Ben Cuhfe'de Ebu Bekir'e yetişip ayetleri Ebu Bekir'den aldım. Ebu Bekir, Resulullah'ın (s.a.a) huzuruna dönerek ona dedi ki: "Ya Resulullah! Benim hakkımda kötü bir şey mi indi?" Resulullah (s.a.a), "Hayır." buyurdu, "Ama Cebrail gelerek tebliğ işini, ancak kendin yapmalısın veya kendinden olan bir kişi yapmalıdır, dedi."[438]

 b) Suyutî Tefsiri'nde Ebu Rafi'den şöyle nakledilir: Resulullah (s.a.a) Ebu Bekir'i Tevbe Suresi'nin ayetleriyle Mekke'ye gönderdi. Sonra Cebrail inerek, "Tebliğ işini kendin yapmalısın ve kendinden olan bir kişinden başkası yapmamalıdır." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ali'yi Ebu Bekir'in peşi sıra gönderdi. Ali Mekke'yle Medine arasında ona ulaşarak o ayetleri Ebu Bekir'den alıp kendisi Mekke'ye götürdü ve hac töreninde halka okudu.[439]

c) Diğer bir rivayette Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan şöyle nakledilir: Resulullah (s.a.a) Ebu Bekir'i Tevbe Suresi'nin ayetleriyle birlikte Mekke'ye gönderdi. Sonra peşinden Ali'yi (r.a) gönderdi. Ali (r.a) o ayetleri Ebu Bekir'den aldı. Bundan dolayı Ebu Bekir kalben üzülmüş olacaktı ki Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: "Ey Ebu Bekir! Benim adıma tebliği, ya ben yapmalıyım veya benden olan bir kişiden başkası yapmamalıdır."[440]Bu rivayetlere göre, Resulullah (s.a.a) hicretin dokuzunda hac mevsiminde sahabesi Ebu Bekir'i Tevbe Suresi'nin ilk on ayetiyle birlikte Mekke'ye göndermiş, onları müşriklere ulaştırmasını istemiştir. Ama Allah'ın vahiy meleği Cebrail-i Emin inerek, "Senin adına tebliği, kendin yapmalısın ve kendinden olan bir kişiden baş-kası yapmamalıdır." demiştir. Diğer bir tabirle, Tevbe Suresi'nin ilk on ayetini muhataplara tebliğ etmek Resulullah'ın (s.a.a) şahsının görevidir. Bu önemli görevi ya Resulullah'ın (s.a.a) kendisi yapmalıdır veya kendisinden olan, dininin vasisi Ali b. Ebu Talib yapmalıdır, başkası yapamaz. İleride Allah'ın izniyle kitabımızın "Vasi" bölümünde, Resulullah'a (s.a.a) vasi tayiniyle ilgili rivayetlere değineceğiz. Buradan anlaşılıyor ki Allah tarafından doğrudan doğruya tebliğ Resulullah'a (s.a.a) ve onun vasisine has görevlerden biridir.


Mucize Allah'ın Halifelerine Mahsustur


Bazen Allah Tealâ'nın yüce hikmeti, insanlara imam ve önder kıldığı, Kitap ve dinini tebliğ için seçtiği yeryüzündeki halifesine Allah tarafından tebliğ ettiği konuda doğru söylediğine tanık olması için bir nişane ve belirti vermeyi gerektiriyor. İslâm dininde, diğer insanların benzerini getirmekten âciz oldukları bu belirtiye örfen "mucize" denmektedir. Allah Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Musa (a.s) ve Hz. İsa (a.s) gibi peygamberlerine verdiği bazı mucizelere değiniyor. Örneğin, Hz. Musa'nın (a.s) mucizesi hakkında şöyle buyuruyor: "Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi."[441] "Elini de çekip çıkardı, bir de (ne görsünler) o, bakanlar için parlayıp aydınlanıvermiş."[442] "Biz de Musa'ya: Asa'nı fırlatıver, diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o, bütün uydurduklarını derleyiptoplayıp yutuyor."[443] "Kavmi kendisinden su istediğinde Musa'ya: Asanla taşa vur, diye vahyettik.

Ondan on iki pınar sızıp-fışkırdı; böylece her bir insan topluluğu su içeceği yeri öğrenmiş oldu."[444] "Bunun üzerine asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, açıkça bir ejderha oluverdi."[445] "Böylece Musa da asasını bırakıverdi, bir de (ne görsünler) o, uydurmakta olduklarını yutuveriyor."[446] "Bunun üzerine Musa'ya: Asanla denize vur, diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu."[447] Allah Tealâ, peygamberi İsa b. Meryem'e (a.s) verdiği mucizeyi Mâide Suresi'nde şöyle açıklıyor: "...Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şey) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun..."[448] Âl-i İmrân Suresi'nde ise Hz. İsa'dan (a.s) şöyle naklediyor: "Ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve evlerinizde stok ettiklerinizi size haber veririm."[449] Yine Allah Tealâ peygamberlerin vasileri olan Davud ve Süleyman hakkında şöyle buyuruyor: "Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik..."[450] "Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgara (boyun eğdirdik) ki kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi... Onun için denizde dalgıçlık yapan ve bundan başka iş(ler) de gören şeytanlardan kimseleri de (emrine verdik)..."[451] Elbette Allah Tealâ'nın bütün önderlere bütün mucizeleri vermesi gerekmiyor; nitekim Allah Tealâ Hz. Hud, Lut ve Şuayb peygamberlere Hz. Musa, İsa, Davud ve Süleyman'ın (a.s) mucizelerini verdiğini söylememiştir. Yine insanlar bazı peygamberlerin aralarında adaletle hükmetmelerine engel olmuşlardır.

Ve yine, Hz. Musa (a.s) ve Hz. Muhammed (s.a.a) ilk başta insanların arasında hükümet etme fırsatı bulamamışlardır; oysa onlar tebliğ için görevlendirildikleri andan itibaren Allah'ın halifelerinin önde gelenlerindendi. O hâlde, Allah'ın Kitabı ve dinini tebliğ için bir vasi tayininde hilâfetle imamet biri, diğerini gerektirmektedir; oysa insanlara hükmetmeyle mucize göstermenin arasında herhangi bir zorunluluk söz konusu değildir. Binaenaleyh, halifetullah veya Allah'ın halifesi sadece Allah tarafından tebliğ için görevlendirilmiş olan kimsedir. Bunlar "halifetullah" (Allah'ın halifesi) sözcüğünün Allah'ın Kitabında geçen anlamlarıdır. "Resulullah'ın (s.a.a) halifesi" deyiminin anlamını ise daha önce Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde gördük. Örneğin bir hadiste şöyle geçiyordu: Resulullah (s.a.a) üç defa, "Allah'ım; halifelerime merhamet et." buyurdu. "Halifelerin kimlerdir?" diye sorulduğunda, "Benden sonra gelip benim hadisimi ve sünnetimi rivayet edenlerdir." buyurdu. Dolayısıyla, "Allah'ın halifesi" Allah Tealâ'nın, kendi dinini tebliğ etmesi için tayin etmiş olduğu kimsedir. Resulullah'ın (s.a.a) halifesi ise, Allah tarafından tayin edilmeden kendiliğinden Resul-i Ekrem'in (s.a.a) hadis ve sünnetini tebliğ eden kimsedir.[452] Evet, Allah'ın halifesi ve Resulullah'ın (s.a.a) halifesi terimleri Allah'ın Kitabında ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde bu anlamda kullanılmıştır. Bu terimler Müslümanların arasında ise şöyle kullanılırlar:

Müslümanların Istılahında Halife ve Halifetullah


 Daha önce "halife" kelimesinin lügat anlamında, Ebu Bekir'in "Resulullah'ın halifesi", Ömer'in ise "Resulullah'ın halifesinin halifesi" ve daha sonra da "Emirü'l-Müminin" diye çağırıldığını gördük. Bu kelime son Osmanlı halifesinin dönemine kadar bu şekilde kullanıldı. Aynı zamanda büyük İslâm hükümdarlarını da böyle anıyorlardı:

 

a) Emevîler ve Abbasîler Döneminde



Emevîlerin döneminden Abbasîlerin hilâfetine kadar Hilâfet Ekolü mensupları (Ehlisünnet) büyük İslâm kumandanlarını "halifetullah" (Allah'ın halifesi) diye tanıyorlardı. İşte bu yüzden Haccac, cuma namazı hutbesinde şöyle demiştir: "Allah'ın halifesi ve onun seçkin kulu Abdulmelik Mervan'ı dinleyin ve ona itaat edin!"[453] Abbasî halifesi Mehdi'nin yanında, Emevî halifesi Velid'in zındık olduğu söylendiğinde Mehdi Abbasî itiraz ederek, hilâfetullah makamı Allah'ın yanında onu bir zındığa bırakmasından yücedir, dedi![454] Buradan, Emevîler ve Abbasîler döneminde bu lakabın çok meşhur olduğu anlaşılıyor. Şairler de hükümdarları bu isimle övüyorlardı. Örneğin, Cerir, Ömer b. Abdülaziz hakkındaki bir şiirinde şöyle diyor: Halifetullah ne emredersiniz bize Size karşı beklemiyoruz evimizde [455] Ömer b. Abdülazizin dindarlığı o kadar meşhur olmasına rağmen Cerir'in bu sözlerine itiraz etmemiştir. Mervan b. Ebu Hafsa da, Muin b. Zaide el-Ensarî'yi övdüğü bir şiirinde Abbasî halifesi Ebu Cafer Mensur Devanikî (öl. 151 hk.) hakkında şöyle diyor: Hâşimîler döneminde sürekli Halifetu'r-Rahman'ın uğruna kılıç kuşanmıştım. Onun sınırlarını korur, kılıçlar ve mızraklar karşısında ona siper olurdum.[456]

b) Osmanlı Halifelerinin Dönemi

Osmanlı halifelerinin dönemde, "halife" kelimesi, "Allah" veya "Resulullah" kelimesi eklenmeden Müslümanların büyük padişahı için kullanılırdı.[457]

c) Günümüzde



Günümüzde, Allah Tealâ'nın meleklere, "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim." buyruğuyla, insan türünün yeryüzünde Allah'ın halifesi kılınmasının kastedildiği meşhurdur.[458] Dolayısıyla "yeryüzündeki Allah'ın halifesi"nden maksat, insan türüdür. "Hulf"kökünden alınan diğer sözcükler de insan türünün halife olması anlamındadır. Yine Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine kadar Müslümanların büyük önderlerine "halife" denilmesinden, o şahısların Resulullah'ın (s.a.a) yerine Müslümanlara hükümet etmesi kastedilmiştir. Buna göre halife, Resulullah'ın (s.a.a) yerine oturan kişidir. Dolayısıyla sadece Resulullah'tan (s.a.a) sonraki ilk dört halifeye "Hulefai  Râşidin" denmiş, Osmanlı padişahlarının sonuncusuna kadar diğerleri hakkında artık "râşidin" tabiri kullanılmamış ve bu adlandırma günümüze kadar devam etmiştir. Tamamlama Hadis kaynaklarında nakledilen rivayetlere baktığımızda, tedricî değişime uğrayan "halife" kelimesinin, hangi tarihte, ne şekilde ve hangi şartlar altında "Resulullah'ın Halifesi" tabiri yerine "Allah'ın Halifesi" tabiri kullanılarak değiştiğine dair bir cevap bulamıyoruz. Oysa bu kelime için yapılan bu yeni yorum, kökten İslâm ile çelişmekteydi...Yine böyle bir yorumun ortaya çıkmasında Bizans'ın etkisinin olup olmadığını da bilmiyoruz. Bu hususta ancak şunu söylebiliriz ki, "Allah'ın Halifesi" tabiri Benî Ümeyye döneminde kullanılmaya başlamıştır. O dönem şairlerinden olan Ferezdak'a ait bir gömlekte,[459] Ömer b. Abdulaziz'in soyundan Halife Süleyman (Miladî 715-717), "Allah'ın Halifesi" olarak adlandırılmıştır. Yine Halife Hişam (Miladî 724-743) hakkında şöyle nakledilir: Bir gün etrafındaki dalkavuklardan biri Hişam'a sorar: "Kendi halifeni mi çok seviyor, üstün tutuyorsun yoksa Peygamber'i mi?" Halifenin, "Kendi yerime geçecek olan halifemi (veliahdimi) daha çok seviyorum." demesi üzerine yağcılık yapan adam, "Öyleyse Allah'ın katında 'halife' daha üstündür." şeklinde bir sonuç çıkardı.[460] [Bundan da, o tabirin o dönemde kullanıldığı anlaşılmaktadır.] Ayrıca Bizans veya Fars imparatorluklarına ait sikkeler doğru okunduğu takdirde,[461] şunu kabullenmemiz gerekir ki Velid, Süleyman ve Hişam'ın babası Abdulmelik Miladî 7. yüzyılda sikkeler değişmeden önce kendisini "Allah'ın Halifesi" olarak tanıtmıştı. Ancak Abdulmelik'in para reformunun özelliği, -yani üzerine sadece ayet ve hadisler yazılı sikkelerin değiştirilerek yanlarına helifenin adının da konulmasına çalışılmadığı dönemde- yöneticilerin, "Allah'ın Halifesi" tabirini, dalkavukcuların istediği doğrultuda şeraitin alanına yaygınlaştırarak sınırını genişletmek gibi bir politikalarının olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.[462] Fakat Abbasîler bu hususta biraz hadlerini aşarak Me'mun döneminde (Miladî 813-833) Abdulmelik'in para reformundan sonra ilk defa sikkelerin üzerine "Allah'ın Halifesi" tabirini yazarak devlet başkanı kendisini o unvanla adlandırmış oldu. Benî Ümeyye'nin saltatanın sona erdirilmesi olayı (Miladî 750), sonuç itibariyle İslâm âleminde birliğin de son bulması açısından çok önemlidir.

Çünkü Emevî şahzadelerinden biri, Suriye'den kaçıp İspanya'da kendi hükümetini kurmuştu. Ayrıca Fas ve Cezayir'in bir bölümü olan Bahterî, Abbasîlerin kontrolü dışında idare edilmekteydi. Tabii Abbasîler, geniş topraklara sahip olmakla birlikte İslâm'ın kutsal beldelerinin idaresini ellerinde tutarak, hac ziyareti gibi etkinliklere önderlik etmekle düşmanlarına karşı büyük bir ölçüde üstünlüğe sahiptiler. Çünkü hem Şiîler, hem de Sünnîler arasında Mekke ve Medine, sürekli kendi cazibesi korumaktaydı. O nedenle bu iki şehre hâkim olmayanlar, kendilerini "Emirü'l-Müminin" veya "Halife" lakaplarıyla halka tanıtmaya cesaret edemiyorlardı. Ama ne var ki yönetime karşı olan bu gibi adamlar da Abbasîleri bu unvanlarla kabul etmiyorlardı. Nitekim İspanya'da hükümet süren Benî Ümeyye'nin büyüğüne "Halifelerin oğlu (torunu)" [Allah'ın Halifesi'nin oğlu] adını vermişlerdi, Fas'ın İdrisî Şiîlerinin büyüğüne de "Allah Resulü'nün  oğlu (torunu)" adını takmışlardı. Gerçi Haricîler, Cezayir'in Bahterî bölgesininin yönetimini elinde bulunduran Rüstemîler soyunun büyüklerini hiç çekinmeden "Halife" olarak adlandırıyorlardı. Ancak bu tabirden, müminler camiasının önderi gibi Peygamber'in halifesi ve yerine geçen kimse anlamını kastediyorları.[463]


Halife Istılahının Hilâfet Ekolü'nden Ehlibeyt Ekolü'ne İntikali


Resulullah'tan (s.a.a) sonra Ehlisünnet Ekolü'nde "halife" ve "yeryüzündeki halifetullah" kelimelerindeki bütün bu değişiklikler meydana geldi. Ama "halife" terimi, Resulullah'ın (s.a.a) halifesi diye hicretin beşinci yılından itibaren Ehlisünnet Ekolü'nden Ehlibeyt Ekolü mensuplarına intikal etti. Ehlisünnet Ekolü mensupları, "halife" sözcüğünün Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde, ondan sonra kendilerinin kullandıkları yeni anlama gelmeyişine delil getirerek şöyle derler: "Resulullah ümmetini kendi hâline bırakmış ve kendisinden sonra onlar için bir merci tayin etmemiştir!"Ama Ehlibeyt Ekolü mensupları, Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonra Emirü'l-Müminin Hz. Ali'yi vasi olarak tayin ettiğini vurgulayan hadislerine dayanarak bu iddiayı reddedip şöyle derler: Resulullah (s.a.a) kendisinden sonra Hz. Ali'yi (a.s) daha sonra kullanılan yeni anlamda halife olarak tayin etmiş, ümmetini kendi hâline bırakmamıştır.[464] İki ekol arasındaki bu tartışmalar günümüze kadar devam etmiş. Ehlisünnet'in Resulullah'tan (s.a.a) sonra kullandığı yeni ıstılahın daha önce Resul-i Ekrem'in (s.a.a) buyruklarında geçmesinin imkânsız olduğundan gaflet edilmiştir!

Özet


a) Lügatte, herkesin halifesi, kendisinden sonra işlerini üslenen kimsedir. Bu sözcük Kur'ân-ı Kerim'de, Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde ve ashabın sözlerinde de lügat anlamında geçer.

 b) İslâm'da "halifetullah", ister vahiy alma yoluyla olsun, ister Allah'ın peygamberinden alarak insanlar arasında hükmetme yoluyla, Allah Tealâ'nın, dinini tebliğ etmesi için tayin ettiği kimsedir. Bu halifelerden bazılarının, diğer insanların getirmekten âciz oldukları mucizeleri vardı. Bu sözcük, Kur'ân-ı Kerim ve Ehlibeyt İmamları'nın hadislerinde de bu anlamda kullanılmıştır.

c) Resul-i Ekrem'in (s.a.a) hadislerinde "Resulullah'ın halifesi",onun hadis ve sünnetini tebliğ eden kimsedir.

 d) Müslümanlar, Ebu Bekir'e Resulullah'ın halifesi, Ömer'e ise Resulullah'ın halifesinin halifesi diyorlardı, daha sonra Ömer'e "Emirü'l- Müminin" dediler. Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına ka dar İslâm hükümeti padişahlarına bu isim veriliyordu. Emevî ve Abbasîler döneminde bu isime "halifetullah" ismi de eklendi. Osmanlılar döneminde padişahlar halife, yani Resulullah'ın halifesi diye çağrılıyorlardı. Bu isim o zamandan günümüze kadar Müslümanların arasında yayılmış ve Resulullah'tan (s.a.a) sonra hükümeti ele geçiren herkese "Resulullah'ın halifesi" anlamında "halife" denilmiştir. Yine Resulullah'tan (s.a.a) sonra dört halife "Hulefa-i Râşidin" diye meşhur olmuştur. Daha sonra "halife" sözcüğü Ehlibeyt Ekolü mensuplarına intikal etmiş ve Resulullah'tan (s.a.a) sonra Osmanlılar dönemine kadar bütün hükümdarlar bu isimle çağırılmıştır. Bu gaflet Müslümanların düşüncelerini tedirgin etmiş ve Ehlisünnet Ekolü mensupları arasında Resulullah'ın (s.a.a), ümmeti kendi hâline bıraktığı ve onlar için bir merci tayin etmediği düşüncesi revaç bulmuştur.

Çünkü Resulullah'tan (s.a.a) sonra kendilerinin kullandıkları bu yeni terim, Hz. Peygamber'in (s.a.a) buyruklarında geçmemişti! Fakat Ehlibeyt Ekolü mensupları, Resulullah'ın (s.a.a), Emirü'l-Müminin Hz. Ali'yi (a.s) kendisinden sonra vasi tayin etmiş olması yönündeki hadislerine dayanarak şöyle demişlerdir: "Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'yi, Müslümanların kendisinden sonra "halife" terimi için kullandıkları yeni anlamda Müslümanların halifesi etmiştir." Böylece bu konuda Müslümanlar arasında büyük bir ihtilâf patlak vermiş oldu. Gerçeğin açıklığa kavuşması için, Allah'ın izniyle kitabımızın bir bölümünde, Resulullah'ın (s.a.a) bu alanda ne yaptığını ve neler  buyurduğunu inceleyeceğiz.


Yüklə 1,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin