Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə172/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   168   169   170   171   172   173   174   175   ...   179

değerli taşlar, çeşitli renklerde mermer kullanılmıştır. Bu çeşmenin ve kale içindeki diğer su kanallarının suyu Delhi’ye 10 kilometre uzakta bulunan Yamuna nehrinden Ali Mardan isimli bir kanalla getiriliyordu. Bundan başka, kalede anabileceğimiz özelliklerden Mussaman Burc, yani Sekizgen Kule, Habgâh yani Uyku odası, Şah Burc yani Hükümdarlık Kulesi, Hamam, Savan ve Badan yani bulut ve yağmur havası meydana getiren Yağmurlu Burc

bulunmaktadır. Zamanla çeşitli olaylar sonucu Kırmızı Kale’nin pek çok bölümü yıkılmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz bölümler sağlam kalmıştır.

Şah Cihan döneminin ve dünyanın harikalarından birisi olan Tac Mahal’in çok acıklı bir öyküsü vardır. Dünyanın hiçbir yerinde hiç kimse ebedi aşkı olan eşi için Tac Mahal kadar muhteşem ve güzel bir mezar yaptırtmamıştır.

Şah Cihan, eşi Mümtaz Mahal’ı çok sever ve onu gittiği her yere götürürdü, Mümtaz Mahal, Şah Cihan’ın ikinci eşiydi. Şah Cihan, başka evlilik yapmamıştı. Fakat, hükümdar çok talihsizdi. Mümtaz Mahal, 1632 yılında vefat etti.

Bu duruma çok üzülen hükümdar eşi için tamamen beyaz mermerden bir türbe, kendisi için de tamamen siyah mermerden bir türbe yaptırmaya karar verdi. Türbenin “eşinin güzelliği kadar güzel, yine eşinin zarifliği kadar zarif olmasını ve görünüşünde de eşinin ruhunun güzelliğini aksettirmesini’’ istedi.
Yapımında 20.000 işçinin çalıştığı Tac Mahal iki platform üzerine oturur. İki platformun arasında kırmızı kumtaşından bir kuşak vardır. İkinci platformun yüksekliği 6 metredir. Bunun üzerinde esas türbe yer alır. Türbenin yüksekliği kubbeye kadar 39 metredir. Türbe kenarları kesik sekizgen şeklindedir. Kubbesi ise 36 metre yüksekliğinde ve nilüfer çiçeği şeklindedir. Tac Mahal’in yapımı için birçok ülkeden ustalar gelmiştir. Bağdat’tan hattat, Buhara’dan kakma ustası, İstanbul’dan kubbe ustası, Semerkand’dan minare yapımcısı, Kandahar’dan taş ustası, Şiraz’dan çizim ustası,-üstad İsa gibi-Tac Mahal’in esas mimarının kim olduğu hakkında birçok görüş ileri sürülmektedir. Bazıları Venedikli Jeromino’nun, bazıları da Osmanlı Mimarı Mehmet İsa Efendi olduğunu kabul etmişlerdir. Son araştırmalar her iki görüşün de yanlış olduğunu ortaya çıkarmıştır. Tac Mahal’in esas mimarı Şah Cihan’ın gözde ustası Mimar Ahmed’dir. Mimar Ahmed’in yerine geçen oğlu Mimar Lütfullah, babası hakkında yazdığı yazılarda babasından Tac Mahal’in mimarı olarak bahseder. Lahorlu Mimar Ahmed ise Mimar Sinan’ın öğrencisi olan ve sonradan Hindistan’a çağrılmış bulunan Türk Mimarı Yusuf’un oğludur.

Tac Mahal’in iç ve dış duvarları ile tabanı beyaz mermerdendir. Bu mermerlerin üzeri değerli taşlarla kakma yapılmış çiçek demetleri ve yazılarla süslüdür. Sivri kemerlerle ve hücreleri bulunan kapıların yüksekliği 32 metredir. Yasin Suresi, güney kapısından başlayarak sıra ile batı, kuzey ve doğu kapılarında, her kapının sağ kenarından başlamak üzere yazılmıştır. İç kısımda sekizgen şekilli mermerden oyulmuş bir kafes vardır. Mümtaz Mahal’in sandukası kafesin içinde orta yerdedir. Burada Şah Cihan’ın sandukası da vardır. Çünkü, Evrengizib, babasını tahttan indirir. Siyah mermerden mezar yaptırmaz. Onu Agra kalesine kapatır. Şah Cihan, eşinin türbesini buradan seyreder. Şah Cihan ölünce Mümtaz Mahal’in yanına defnedilir.

Tac Mahal’in mermerleri üzerine yapılan oymalarda akik, kristal, firuze, zümrüt, elmas, topaz, inci, mercan, lacivert taşı, sedef altın gibi değerli taşlar kullanılmıştır. Bu taşları Hint prensleri Şah Cihan’a hediye etmişlerdir. İran ve Türk stilinde düzenlenmiş türbe, çeşitli ağaçlar, su yolları ve fıskiyeler bulunan bir bahçenin içindedir. Dört köşesinde yukarıya doğru hafifçe daralan yuvarlak biçimli mermer minareleri vardır.

Günümüzde Hindistan’ın ve dünyanın dört tarafından Tac Mahal’i binlerce kişi ziyarete gelmektedir.

Türk-Müslüman İmparatorluk döneminde Hindistan’ın diğer bölgelerinde de birçok mimari eserler meydana getirilmiştir. Bicaypur’da XVII. yüzyıla kadar 1600 adet cami inşa edilmiştir. Bu dönemde şehrin nüfusu bir milyondu. XVII. yüzyılda Bicaypur’u ele geçiren Marathalar bütün şehri yıktılar. 1883 yılında İngilizler Bicaypur’u askeri karargah yapınca bazı binalar restore edildi. Şehirde bulunan yapılar arasında değişik planlı ve pencereleri oymalı Camii Mescid (1576), Hindistan’da bulunan en güzel camilerden birisidir. Yine Bicaypur’da özellik gösteren, küçük bir cami, Mihtar Mahal ile nefis su köşkü Calamandir vardır.

Güney Hindistan’ın Dekkan bölgesinde Türk-Müslüman egemenliği özerk hanedanlıklar şeklinde yüzyıllar boyu devam etmiştir. Bunun sonucunda bu bölgede Türk mimarı özelliğini taşıyan birçok yapılar inşa edilmiştir. Burada egemen olan Kutb Şah döneminde eski Hint krallıklarından Yadava hanedanı döneminde yapılan Golkonda kalesi alınmış ve Golkonda 1512’de başkent yapılmıştır. Zamanla Golkonda kalesinin içinde aslanhana (silah deposu), gasılhana (ölülerin yıkandığı yer), nagina bagh (çiçek bahçesi), su kanalları,

Divan-ı Has (Üst Meclis), Divan- Âm (Halk Meclisi) ile İbrahim Kutb Şah adına da bir cami inşa edilmiştir (1580). Daha sonraları Golkonda kalesinde Macca Darvaza, Fateh Sihri, Moti Darvaza, Naya Kila Darvaza, Patançetu Darvaza, Brahmi Darvaza isimlerinde devasa büyüklükte kapılar inşa edilmiştir. Golkonda kalesi yakınlarında Kutb Şahi hükümdarlarının İbrahim Bagh adında geniş bir bahçe içinde inşa edilmiş türbeleri vardır. Bu türbeler 1600-1700 yılları arasında hüküm süren hükümdarlara ve hanedan mensuplarına aittir. Tamamen doğu ve Türk mimari stiline uygun yapılan bu türbeler Dekkan bölgesinde Türk-Müslüman zaferinin ve büyüklüğünün yaşayan abideleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türbelerin genel planı kare şeklindeki gövdenin üzerine oturtulmuş yuvarlak kubbe şeklindedir. Kubbelerin kenarlarına lotus yaprakları işlenmiştir. Zeminde dört tarafı çevreleyen sütunlar vardır. Sultan Mohd Kuli ile Abdullah Kutb Şahi’nin türbeleri en göze çarpanlarıdır.

İbrahim Kuli, 1591 yılında Dekkan bölgesinin en önemli şehri olan Haydarabad’ın inşa edilmesini istedi. Haydarabad 1612 yılında tamamlanmıştır. Aynı tarihte Haydarabad’ın ortasında kurulan Char Minar’ın da yapımına başlanmıştır. Yine burada kırmızı renkli kesme taştan yapılan Mekke Mescid, Hindis

tan’ın en büyük camilerinden biridir. Muhammed Kutb Şah döneminde (1621) yapımına başlanmış, 1693 yılında Evrengizib tarafından tamamlanmıştır. Cami, Şah Cihan döneminin mimari özelliğini taşımaktadır. Caminin yanında Haydarabad nizamlarından Asaf Cahi sülalesine ait türbeler vardır.

Türk-Müslüman-Hint Hükümdarı Evrengizib (1659-1707), 1687 yılında Dekkan bölgesini ele geçirdikten sonra burada bulunan khidki (pencere) isimli şehre Avrangabad adını verdi. Avrangabad’da Rabia-ud-durrani isimli hanımın anısına Bibi-ka Makbara türbesini inşa ettirdi (1679). Bu yapı Tac Mahal’in küçük bir kopyasıdır. Beyaz mermerden, sekizgen şekilli, dört köşesinde dört minaresi olan türbenin ihtişamlı ve zarif bir görünümü vardır.

XI. yüzyıldan başlayarak XVIII. yüzyılın başlarına kadar Hindistan’da meydana getirilen Türk-Müslüman-Hint özelliklerini kapsayan mimari eserlerin bazıları yıkılmış olsa da pek çoğundan günümüzde de yararlanılmaktadır.

Hindistan’da mimarlık alanında olduğu kadar resim alanında da Türk-Müslüman yönetimi döneminde birçok özellik göze çarpmaktadır.

Bu dönemin hükümdarlarının kendilerini ölümsüzleştirmek istermiş gibi yaptırdıkları portrelerden, Cihangir zamanında yapılan doğa ve hayvan resimlerinden bir tür tarih şeridi elde etmiş oluyoruz.

Hümayun döneminde İran’dan gelen üç ressamın sarayda çalıştığı bilinmektedir. Bunlardan birisinin adı Abdüssamed’dir. Daha sonra Hint-İran resim ekolünün gerçek kurucusu ise Ekber Şah olmuştur. Ekber Şah resim sanatının gelişmesi için çok çaba sarfetti. Ekber Şah döneminde katıksız bir Türk-Müslüman resim sanatından bahsedemeyiz. Belirgin bir İran etkisi devam etmiştir. Fakat Ekber Şah hükümdarlığının bütün ileri gelenlerinin portrelerini yaptırmak istedi.

Cihangir döneminde ise resim sanatı tamamen İran resim sanatı etkisinden kurtuldu. Resim sanatında Batı etkisi görülmeye başladı. Cihangir kişisel galerilerini

İtalyan ressamlarına çizdirdi. Bu dönemde Çin resim sanatından yararlanıldı. Cihangir, resim albümleri için az bulunan bitki ve çiçeklerin resimlerini çizdiriyordu. Çizim ve renk uyumu bakımından üstün güzellik ve değerde olan hayvan ve bitkilere ait resimler günümüze kadar gelmiştir.

Bu resimlerdeki gerçekçilik, türleri ve cinsleri bilimsel yönden incelemede yararlı olmaktadır. Bu resimlerde ayrıca orman yaşamı, ağaçlar, kayalıklar, vahşi hayvanlar çarpıcı bir üslupla resmedilmişlerdir. Cihangir döneminde portre sanatı çok başarılı olmuştur. Resimlerde kişiler kendi karakterleriyle uyumlu olarak çizilmişti. Yüzler daima profilden çizilirdi. Genellikle sağ elde bir çiçek bulunurdu. Portrelerde sanatçı, modelinin bütün ruhsal durumunu göstermek istemiştir. Cihangir dönemi resim ekolünde, portre ressamı Ebül Hasan ve hayvan resimleri üstadı Mansur gibi birçok ünlü sanatçı bulunmaktadır.

Şah Cihan döneminde ise resim sanatında yeniden İran etkisi görülmeye başlar, Cihangir döneminde resim ekolünün özellikleri hemen hemen kaybolmuştur. Resimlerdeki figürlerin psikolojik üstünlüğü zayıflar. Şah Cihan dönemi ressamlarının arasında Hintli ressamlar da vardı.

Şah Cihan’la beraber sanat ve edebiyata karşı çok fazla ilgi duyan Dara Şükuh’u da anmak yerinde olur. Dara Şükuh, Ekber gibi Hint özelliklerine de önem veriyordu. Bunun yanında Hint ve İslam felsefesini sentezle uzlaştırmaya çalışan Cihangir gibi resme düşkündü. Dara Şükuh, 1641-1642 yılları arasında yapılmış ve günümüzde İngiltere India Office’de bulunan bir resim albümü çizdirtmişti. Bu albümde Türk-Müslüman sanatı ile ilgili çok değerli dökümanlar bulunmaktadır. Bu albüm 1605-1634 yıllarına ait eserleri içine almaktadır. Bu albümde her biri sanat eseri olan hayvan resimleri ve doğa tarihi ile ilgili mükemmel çizimler bulunmaktadır.

Akmal Eyyubi, Hint Kültürü Üzerinde Müslüman Türk Tesirleri, İslam Tetkikleri Enstitüsü, İstanbul, 1966.

Aslanapa, O., İslamiyet’ten Sonra Türk Sanatı, Ankara, 1993.

Atay, F. R., Hind, İstanbul, 1943.

Barthold, V. V., İslam Medeniyeti Tarihi (Neşreden F. Köprülü), Ankara, 1984.
Bayur, Y. H., Hindistan Tarihi I-III, Ankara, 1947.

Beveridge, A. S., The Emperor Akbar, India, 1973.

Brown, P., Indian Painting under the Mughals, 1550-1750, Oxford, 1924.

Craven, R., A Concise History of Indian Art, London, 1976.

George, L., Indian Art (Mughal Miniatures), Methuen and Co. Ltd. London, 1963.

Hambly, Y. G., Cities of Muguhul India, Newyork, 1968.

Havell, E. B., Indian Architechture, London, 1927.

Nouvelles, de l’Inde, Ambassade de l’Inde, Avril-Mai, No: 247, Paris, 1984.

Ögel, B., Türk Kültürü’nün Gelişme Çağları, Ankara, 1988.

Rai, Krishnadasa, Mughal Miniatures, Lalit Kala Akademi, India, 1955.

Smith, V. A., Oxford History of India, Oxford.

Tripati, R., History of Ancient India, Delhi, 1967.

Yetkin, S. K., İslam Mimarisi, 2. bas., A. Ü. İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü, Yay: 2, Ankara, 1959.

Resim 1, 4, 6, 9, 11, 12, 17 numaralı resimler Prof. Dr. İnci Macun tarafından çekilmiştir (1998, 2000). Resim 7, 14, 20, 22, 23, 24, 25 numaralı resimler Dr. Fulya Macun tarafından çekilmiştir (1998).

Hindistan Timuroğulları

Mimarisi ve Sanatı

PROF. laura parodI

Cenova Üniversitesi Eski ve Ortaçağ Araştırmaları Bölümü / İtalya

zbekler ve Safeviler onaltıncı yüzyılın başlarında Timurluların yurdunu ele geçirdiği zaman, hanedanlığın kültürel mirası tamamen kaybolmuş değildi: bir bölümü hayatta kaldı ve ordaki çevre planlaması, mimari ve sanata yaklaşımı değiştireceği Hindistan kıtasını fethetti. Onların Orta Asyalı ataları gibi Hindistan’daki Timuroğulları da hanedanlık gururunu yüceltmekte bir araç olarak gördükleri sanatı geliştirdiler. Bu özellikle ilk altı imparator için geçerli.

Hanedanlığın kurucusu, Babür (1526-30 yılları arasında hüküm sürdü), Hindistan’ı fethetmeden önce Kabil ve Semerkand’ı yöneten Ferganalı bir asker prensti. Türkçe yazılmış olan otobiyografisi, Baburname, özellikle edebi ve belgesel açıdan önemli olup impartor’un sanatsal seçimlerine dair önemli ipuçları verir. Bu, Babûr’un kısa dönemine ait sadece birkaç mimari kalıntı olduğu ve hiçbir nesne veya minyatur kalmadığından çok önemli.

Anılarının doğruladığı üzere, İmparator özellikle dış mimari ile ilgili idi: Timur geleneğini devam ettirerek, bahçelerde vakit geçirmekte idi, ve Agra’ya (Hindistan’ın daha sonraki başkenti) gelişi üzerine orada “planlı, geometrik alanların” ve “akan suların” olmadığına dikkat çekti. Babûr’e ve asilzadelerine göre, böyle düzenli ve görkemli çevre düzenlemesi iyi bir yönetimin görsel işareti idi, ve kısa sürede o kadar çok bahçe ortaya çıkardılar ki yerel halk nehir boyuna ‘Kabul’ takma adını verdi.1

Bugün sadece Dholpur’daki (Madhya Pradesh)2 terasları, kanalları ve lotus -şeklindeki havuzları sağlam bir kaya üzerine kazılmış Bâğh-i Nilûfâr (Lotus Garden) ayakta kalmıştır. Hâlâ bir hamâm ve köşklerin kalıntılarına ev sahipliği yapar.

Ayrıca Babûr’ün Hindistan Sultanı Lodi Sultan’a karşı zafer kazandığı yer olan Panipat’ta bir cami ayakta kalmıştır. Orijinal olarak bir bahçede yer alan cami üç girişe (İran ve Orta Asya’nın dört-eyvan planının bir uyarlaması) ve bir Timur dönemi örneklerini temel alan, her iki tarafı daha küçük kubbeli ünitelerle çevrili bir yüksek piştak’ı olan kubbeli bir alana sahiptir. Sıvalı tuğladan yapılmış olup bir mihrâb taşı vardır- yükseltisi yerel tarzı yansıtır- ama kemerler Hindistan’daki Timur dönemine has ark-netlerin ilk örneğini teşkil eder.3 Sambhal’da daha küçük bir cami bulundu; Ayodhya’daki yakın bir dönemde yıkıldı.4

Bâbur zamansız bir şekilde Agra’da öldü ve Châr-Bâgh’ında yakıldı (şimdi kayboldu, ama muhtemelen Tâc Mahal’dan ırmağın karşı tarafına geçilen bölgede bir yerlerde idi.) Muhtemelen oğlunun, tahtı geçici bir süre Afgan Sur hanedanlığı tarafından ele geçirildikten sonra, Hindistan’daki on beş yıllık sürgün döneminde olmasına rağmen, bir diğer bahçesinin kalıntılarının Kabil’e ne zaman ve niçin götürüldüğü bilinmemektedir.

Politik başarısızlıklarına rağmen, Humâyûn (1530-40 ve 1555-6 arasında hüküm sürdü) Hindu-Timur törenlerinin kurucusu olarak kabul edilmelidir.5 Üstelik, Hindistan’daki ilk Timur yazma atölyesinin kuruluşundaki rolü dünyaca kabul edilmişken,6 ve bu sanatçıları seçimindeki tercihi, tarz olarak Herat okuluna hiç

de yakın değilken o Timur hakimiyetine en uygun kişi olarak algılanmalıdır. Genellikle zannedildiği gibi, İran sarayının zerafetinden etkilenmek yerine, Hümayun muhtemelen Tahmasp’ın resme azalan ilgisinden faydalanarak zamanın en iyi sanatçılarını onların ait olduklarına inandığı yere, Timur sarayına geri getirdi. Özellikle iki sanatçı krallık atölyelerinde büyük bir rol oynayacaklardır: Mir Seyyid ‘Alî ve Hoca Abdüssamet; ikisi de daha önceki dönemlerde Safevi sarayındaki çalışmaları ile bilinmekte idi.

Bir kaç minyatürün tarihi Humayun’un dönemine aitttir. (Onun Delhi’yi zaptından önce Kabil’de tahtta kaldığı yıllar da dahil);7 bazıları Hindu-Timur okulunun, ‘gerçekçi’ ifadeler ve pozlar, ya da İran resim sanatından çok Avrupa resim sanatını hatırlatan kalın fırça darbeleri gibi, bazı belirgin niteliklerini gösterir. Bu dönemi en iyi temsil eden resim belki de Ekber Humayun’a bir resim sunarken dir (Şekil 1):8 İmparatorun resme -ki bu Timur Saray eğitiminin vazgeçilemez bir parçası olarak kabul edildi- atfettiği önemin dışında, büyük bir çınar ağacının egemen olduğu bir saray bahçesinde verilen manzara son dönem-Haravi havasını uyandırır.9

Humayun dönemine ait olduğu kesinlikle söylenebilecek tek bina, her ne kadar daha çok görüntü itibarı ile Timur dönemine ait gibi gözükse de, Kachpura (Agra)’daki 1530 tarihli, Panipat camiine benzer camiidir. Delhi’deki radyal planlara, yüksek piştaklara ve uzun kasnak üzerindeki yumrulu kubbelere sahip iki küçük mezar taşı da bu döneme ait olabilir.10 En çok tartışılan, Humayun tarafından kurulan, sonra Surlar tarafından alınan ve daha sonra Humayun ve Ekber tarafından restore edilen Dinpanah kalesi ile hemen hemen aynı kabul edilen, Delhi’deki Purana Kale diye bilinen binalar ve kapılara yapılan isnat tartışmalıdır. Kırmızı kum taşı ile kaplı olan ve dikkat çekici ark-net kemerler içeren harikulade kapılar ve kale içerisindeki Afgan-stili cami içindeki üç bölümden oluşan çaprazvari kemerler Timur himayesini gösterir.11 Kaynaklar, kayıkların üzerine oturtulan ünitelerden oluşmuş bir açık çadır, bir de çok pahalı rengarenk kumaşlardan yapılmış katlanabilir bir çadır diğer binalar da dahil olmak üzere hükümdar tarafından tasarlanmış bir çok taşınabilir yapıdan bahseder.12

Ekber’in uzun ve istikrarlı dönemi (1556-1605) boyunca, sanat ve mimari farklı geleneklerin birleşimi üzerine denemelerle gelişip yaygınlaştı. İmparator’un ilk mimari projesi babasının Delhi’de ünlü Haravi ustalarının soyundan gelen bir mimar tarafından inşa edilen (1562-71) mezarı idi (Şekil 2). Bununla, Horasan ve Maverüünnehir’in görkemli bahçe geleneği ve Timur’un geometrik uyum üzerine oturan,13 türbe yerine duvar etekliği olan -ki bu nehir kenarına daha uygundur- bir oda olarak yeni duruma adapte edilen ve ondördüncü yüzyılın başlarından beri tipik Delhi tarzını oluşturan renkli taş kaplama duvarları ve kubbeli çatı çadırları gibi ögeleri içeren en karmaşık planlama sistemleri Hindistan’da boy gösterir. Ekber’in olgun tarzını gösteren, Orta Asya ve Hindu ögelerinin karışımı olan diğer bir ilk dönem binası da Agra Kalesi’ndeki (1565) ‘Cihangir Mahal’dir: planı Türkistan’daki Ahmet Yesevi Türbesi ile tamamen aynıdır; oysa yüksekliği, görkemli bir şekilde şekillendirilmiş tavanları, saçaklar ve dirsekleri -sütunları- ile Gwalior kalesindeki (Madhya Pradesh) Râca Man Singh Tomar (1486-1516) sarayı ile çok yakın benzerlikler gösterir.14 Ayrıca Ekber’in Ajmer (Racasthan, 1570), Lahore (Pencab, 1575) ve Allahabad (Bihar, 1583) kalelerinde inşa edilen saray kompleksleri de vardı. Kuzey Pakistan’da Attock’daki etkileyici kale gibi, diğer kaleler stratejik amaçlarla inşa edildi.15

Ekber’in mimari şaheseri Babur döneminin gözde dinlenme yerlerinden olan Sikri Köyü alanında 1571’de kurulan Fethpur şehrindeki çok iyi korunmuş saray kompleksidir. Resmi olarak oğlunun ve halefinin doğumu için bir adak olarak inşa edilen şehir muhtemelen törensel nedenlerle doğdu. Fethpur’da Ekber, ‘ulemâ’ ile daha sonra da imparatorluktaki bütün dinlerin temsilcileri ile tartışmalar yaptı. Burada, Ekber dönemine özgü Timur ve Hindu tarzlarını içine alan mimari düzende, (pîr-murîd ilişkisi içinde imparatora kişisel bağlılık gibi mistik bir uygulamayı içeren) Dîn-i İlâhî ve sulh-i küll (dini inanç farkı gözetmeksizin evrensel hoşgörü) şekillendi; burada Goa’dan Portekizli Cizvitler Hindu-Timur resmini etkileyecek Hıristiyanlıkla ilgili resimler getirdiler.

Saray kompleksi ve mescid-i uma olarak hizmet veren, yerel kırmızı kumtaşından yapılmış bir hanekâh, dar bir sırt üzerinde durur; eteklerinde belki bir zamanlar 200,000 nüfuslu, suni bir gölün kenarında inşa edilmiş, bir şehir vardı. Hanekâh- zamanında alt kıtadaki en büyük camii (Şekil 3)- yüksek bir duvar etekliği üzerine oturtulmuş olup, iki kapıya sahiptir. Bunlardan güneydeki çok büyük olup (‘Buland Darwâza’) çok uzaktan ufku sarar. Dua-holünde Timur geleneğinde bir merkezi piştak, üç Lodi-Tarzı kubbe ve bir dizi çatı görülür. Revak ark görüntüsü verecek, üstte buluşan bir çift taş dirseğin gerisinde gizlenen yapılardan oluşmuştur. Piştak ve dua holü çok zengin bir şekilde işlenmiş ve geometrik ve çiçek motifleri ile süslenmiştir. İç bahçe, hanedanlık varisinin ve torunlarının doğumunu önceden haber veren Çiştî Şeyhi Selim’in türbesine ev sahipliği yapar. Selim’in türbesi tamamen beyaz bir mermerle kaplı -barakanın görselleştirilmesi- ilk Hindu-Timur binasıdır. Delinmiş taş ızgaralarla (jâlîs) perdelenmiş mekan için bir veranda ve merkezi bir holü olan türbenin materyali ve biçimi Gucerat’daki evliya türbelerinden çıkar.
Hanekah’ın kuzeydoğusu, biçimi ve kırmızı rengi muhteşem ordugahı hatırlatan saray kompleksine uzanır.16 Doğuda geniş bir kabul holü (Devlet Hane-i Has-ı ‘Am), revakları bir zamanlar sarayın yüksek rütbelileri -ruhaniler- tarafından zengin dokumalarla süslenmiş geniş bir iç bahçe bulunmaktadır. Kompleksdeki diğer yapıların fonksiyonu pek açık değil: Codbâi Cihangiri Mahal’a benzeyen ama daha basit bir planı olan ve görünüş olarak Gucarat tarzına benzeyen bir saraydır ki muhtemelen bir zamanlar imparator zenâna’nın meskeni idi; Hindu-Tarzı dirsekleri olan şelale ile süslü olağanüstü bir merkez sütunu olan Divan-ı Hâs, ‘Diwân-i Khâss’, muhtemelen bir merasim odası idi; ve ‘Panch Mahal’, bir zamanlar jâlîs tarafından korunan bir çatıda sona eren bir beş-sıralı trebetatları köşk, sıcak günlerde esintinin keyfini çıkarmak için inşa edilmiş bir hava alma yeri olabilir.17

İmparator’un hoşgörülü politikası ve onun Kachwaha Rajputları ile olan ittifakı sonucu, ayrıca bir kaç tane bina inşa edildi. En dikkate değer olanları Ekber’in en yüksek rütbeli amîrlerinden Râca Man Singh tarafından inşa edilen, ve anikonik dış dekorasyonları olan ve başkentteki mimari gelişmelerin farkında olunduğunu gösteren, bir dizi Hindu tapınağıdır; Vrindavan (1590)’daki Govind Deva, dört ilginç arkı olan bir Horasan tarzı revakının taş bir versiyonudur.18 Hindu-Timur belgeleri içinde ilk ayakta kalanlar da yine Ekber dönemine aittir.19 O ilk olarak genç yaşına uygun eğlenceli masal kitaplarını toplattı. Tûtîname (1560)20 farklı İslami ve Hindu geleneklerinde eğitilmiş resamların tarzlarını birleştirmek için ilk çabaları gösterir. Mir Seyyid ‘Alî ve Hoca Abdüssamed’in direktifleri doğrultusunda on yıl için elliden fazla ressamı içine alan çok ciltli bir çalışma olan Hamzanâme’nin21 (1562’de başladı) geniş resimleri tam bir hareket duygusu ile karekterize edilen daha çok homojen bir tarz meydana çıkarır; Fethpur’daki bugüne kalan duvar resimleri resim ve tarz açısından benzerdir. İlk dönem, Sanskritçeden (1571) tercüme edilen masalların bir koleksiyonu olan Enwâr-i Suheylî’-daha küçük ve daha sadeleştirilmiş, inceltilmiş kopya- de sona erer.

1580’lerde, Ekber’in himayesi onun politik projesine yarayacak çalışmalar üzerine yoğunlaştı: Büyük Hindistan epikleri, Mahâbhârata (Razmnâma) ve Ramâyana (ki beş kopyası Ekber’in asilleri için yapıldı) resimli tercümleri; ve Tarîh-i Alfî (onun dönemine kadar olan İslam’ın ilk binyılının tarihi) ve (Ekber’e kadar, torunlarının tarihini içeren) Tîmûrnâma gibi yönetimini meşrulaştıran tarihi çalışmalar. Bunların resimli versiyonları-ki genellikle biri taslağı çizen, diğeri de (bir portre uzmanı tarafından yardım edilen) boyayan iki sanatçı tarafından ortaya konulan- arasıra yapılan eserlerle uyumlu ve etkili idiler.

En iyi yazmalar 1580’lerin ve 1590’ların sonlarında Lahor’da yapıldı. Bunlar, dönemin resmi tarihi olan Ekbernâme’nin iki kopyasıdır. Farklı sanatçıların ortak bir çalışması olan daha eski versiyondaki (1595)22 minyatürler -başta gelen saray ressamlarından biri olan Basavan tarafından yapılan Ekber vahşi bir fili eğitirken adlı resimde olduğu gibi- Hamzaname’nin gücü ve kalabalık kompozisyonlarını hatırlatır. (Şekil 4). 1597 kopyası23 çoğunlukla ana bir hikaye üzerine yoğunlaşan bireysel çalışmaları gösterir. Bu tarihe kadar Baburname’nin en az yedi kopyasından farklı, dağılmış, sayfalar asillerin kütüphaneleri için yapılmıştır.

Emir Hüsrev’in (1595) hemen hemen aynı dönemde yazdığı çalışması Hamse24 en büyük ustaların mükemmel bir uyum, ama aynı zamanda çok bireysel tarzla yapılmış, imzalı çalışmalarını içerir. Gölgelendirme, arka plandaki uzak manzaralar ve figürlerin, uzaklığı ifade etmek için oldukça iyi bütünlüğe sahip, küçülen ölçüleri Avrupa sanatından çıkarılan önerilerdir (Şekil 5). Hindu-Timur resmi İslam ve Hindu bağlamında portreye olan ilgisinden dolayı eşsizdir. Ekber bütün asillerinin resimlerini yaptıran ilk Timur imparatorudur.25 Bununla birlikte, soyluların görüntüsünün doğru tasvirine duyulan ilgi, ve Hindu-Timur okulunu karekterize eden günlük uğraşılara duyulan ilgi hali hazırda zaten Sultan-Hüseyin’in(Herat, 1470-1506)26 sarayında kendini göstermekte idi. İmparator için yapılan nesneler burçların işaretleri27 ve güneş ile süslenmiş bir kalkan (1594), ve bu döneme özgü olağanüstü ‘resimli kilimlerdi.’(Şekil 6).28 Cihangir (r. 1605-1627), resmi en çok koruyan hükümdar olarak bilinse de, (Farsça yazılmasına rağmen, Babur’un anılarını model alan) anılarının da doğruladığı gibi mimariye ve bahçe yapımına çok daha büyük bir ilgi beslemekte idi. Maalesef, Agra, Lahor ve Acmer kalelerindeki binaları yıkılmış ve yerlerini haleflerinin yapıları almıştır.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   168   169   170   171   172   173   174   175   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin