Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə108/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   ...   178

Ayrıca bu dönemde yazılan eserler arasında felsefe, eğitim ve tarih gibi müspet bilimler dışında kalan konulara da daha sonra etkisini hissettirecek nitelikte eserler kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Zernucî, felsefecidir; daha çok eğitim, eğitim felsefesi diyebileceğimiz kollarda yazmıştır. O’nun eserlerinden Ta’lim-i Mutaallim 1203 tarihinde kaleme alınmıştır. Eser, Türkçeye III. Murad zamanında çevrilmiştir. Bu da eserin yüzyıllar boyu etkin olduğunu göstermektedir.

Amidî’nin çalışmalarını verebiliriz. Her ne kadar Amidî, yani Diyarbakırlı diye adlandırılıyorsa da aslında Semerkantlıdır. Daha sonra bir süre Buhara’da yaşamıştır.

Yine bilinen düşünürlerden birisi de yukarıda kozmoloji ve evren konusundaki açıklamalarda eserine işaret edilen Mevlana idi. Esas olarak edebiyatçı ya da din alimi olarak kabul edilen Mevlana yazılarında bir din felsefesi verir. Bunun en güzel örneği O’nun Mesnevi’sidir. Aynı şekilde bu dönem Anadolu’da felsefî düşünceyi şekillendirenler arasında İbn Arabi’yi de zikretmek gerekir. Anadolu’da seyahat eden İbn Arabî 1205 ve 1216 tarihlerinde Malatya’ya geldi; orada kısa bir eser kaleme aldı; daha sonra Sivas’a ve Konya’ya giden İbn Arabi, orada Keykavus’la görüştü. İbn Arabi Anadolu’daki felsefi düşünce üzerinde yoğun bir etki yarattı; özellikle de Mecd el-İshak üzerinde bu etki hissedilir boyutta idi. O meşhur düşünür Sadreddin Konevi’nin babasıdır. ve O da babasının düşüncelerine boyut kazandırdı. O’nun aslen Ferganalı olup, oradan göç ederek, Anadolu’ya geldiği söylenmiştir. Bu düşünürlerin yanı sıra Ömer Suhreverdi de Halife Nasır’ın elçisi olarak Anadolu’ya geldi. Sufizmin kurucusu diye de bilinen bu düşünüre Keykubad büyük saygı gösterdi. O’nun için olağanüstü merasimler yapıldı.

Anadolu’ya özellikle de Asya’dan gelen bu düşünürlerin yanı sıra, İbn Baytar gibi, İspanya’dan gelen bazı bilim adamları da vardı. Bilindiği gibi İbn Baytar, on üçüncü yüzyılın meşhur hekimlerinden olup, Basit İlaçlar Hakkında adlı bir eseri de kaleme almıştır. Daha sonra bu eser on dokuzuncu yüzyıla kadar tıp dünyasında adeta bir farmakopi şeklinde rehber kitap olarak kullanılacaktır.49

Sonuç


Anadolu’da Selçuklular zamanında, yani on ikinci, on üçüncü ve de on dördüncü yüzyıllarda bilim adamı ve düşünürler düşüncelerine ve çalışmalarına uygun olduğu için dünyanın her tarafından gelmişler ve orada belli bir süre kalmışlardır. Bazıları da, Mevlana gibi, oradan ayrılmayarak hayatlarının geri kalan kısmını Anadolu’da geçirmiştir.

Ayrıca, Anadolu Selçukluları zamanında bilimsel kurumlaşma açısından önemli adımlar atılmıştır. Bunlara ilave olarak, yukarıda verilen açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi, bu dönemde Anadolu’da bilim adına, farklı bilim dallarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar, daha sonra Osmanlılar zamanında yapılan çalışmalara da temel hazırlamıştır. Ayrıca, Anadolu’da bilimsel çalışmalar Selçuklularla başlamıştır, denilebilir. O sırada Anadolu’nun belli bir kısmında hakim olan Bizans’ta zikredilmeye değer bilimsel çalışmaların olduğunu söylemek zordur. Çünkü bilimsel çalışmaların yapılabilmesi için gerekli şartların orada olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Bizans, gerek ekonomik, gerekse siyasi olarak istikrarlı bir devlet olmaktan çıkmış, gerek bilimsel kurumlaşma gerekse bilimsel faaliyet açısından pek de iç açıcı olmayan bir durum sergilemektedir. Halbuki, Selçuklular zamanında Anadolu’daki Türk devletlerine mensup devlet adamları, bilim adamlarını desteklemişlerdir; devlet adamlarının desteği ile kurulan bilimsel kurumlar sayesinde bilim ve teknik yeşermiş ve gelişim yolunda önemli adımlar atmıştır.


DİPNOTLAR

1 Carra de Vaux, Les Penseurs de l’Islam, Paris 1921, c. 1, s. 313.

2 İ. Uzunçarşılı, “Anadolu Beyliklerinin ve Akkoyunlu Devletlerinin Kuruluşları ve Siyasi Hayatları ile Bunlar Zamanındaki Devlet Teşkilatı ve Fkir Hareketleri ve İktisadi Hayat”, Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, (by) (bt), s. 84.

3 Abdülzade Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarih, Ankara 1986, s. 240.

4 A. Sayılı ve W. Ruben, “Türk Tarih Kurumu Adına Kırşehir’de Caca Bey Medresesinde Yapılan. Araştırmanın İlk Kısa Raporu, Belleten (T. T. K. ), 1947, s. 673-681; M. Sözen, Anadolu Medreseleri, c. 1, İstanbul 1970, s. 15-20.

5 Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1956, c. 5, s. 194.

6 Abdülkadir Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, İstanbul 1959, s. 491.

7 Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi, çev. Abdülbaki Gölpınarlı, İstanbul 1956, s. 503.

8 Aynı eser, s. 85.

9 Aynı eser, beyit 3766, s. 526.

10 Aynı eser, 3767, s. 526.

11 Aynı eser, beyit 2516, s. 535.


12 Mikail Bayram, “İlyas b. Ahmed el-Kayseri, Keşfü’l-Akabe, Keşfü’l-Akabe”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, s. 273.

13 Aynı eser, s. 279.

14 T. Arnold, ve Alfred Gullaume, The Legacy of Islam, Oxford 1931.

15 A. Sayılı, “Farabi’nin Hala Hakkında Risalesi (al-Farabis Article on Vacuum)”, Belleten, c. XV, sayı 57 (1951).

16 İsmail b. İbrahim Mardinî, Kitab al-Adad el-Esrar fi’l-Esrar al-Adad, Süleymaniye Kütüphanesi, Esat Efendi, 1178/6.

17 G. Sarton, Introduction to the History of Science, Baltimore, 1927, c. 2, kısım 2, s. 703.

18 Bu eserin taşbasma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Bağdatlı Vehbi, 755 numarada bulunmaktadır.

19 Bkz. Steinschneider (ZD MG), XIX, 562. E. Widemann, Beitrage zur Gesch der Naturwissenschaf-ten, IV.

20 G. Sarton, s. 635.

21 Eser hakkında İslam Ansiklopedisinde bir açıklama vardır. Burada ayrıca eserin inceleme ve çevirileri hakkında bilgi bulunmaktadır. Bkz. İslam Ansiklopedisi (İstanbul 1993), c. 7, 443.

22 Aynı eser, s. 12.

23 Kitab el-Muhtar fi Keşfi’l-Esrar li’l-Alamet, s. 30.

24 Aynı eserr, s. 43.

25 Aynı eser, s. 48.

26 Aynı eser. s. 62.

27 Aynı eser, s. 27.

28 Aynı eser, s. 73.

29 S. Ünver, Anadolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 24.

30 Metin Sözen, Anadolu Medreseleri, c. 1, Ankara 1970, s. 89.

31 S. Ünver, aynı eser, s. 26.

32 Aynı eser, s. 27-28.

33 Şeyh İmam el-Hafız Cemaleddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. el-Cevzi, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya 3723.

34 Aynı eser, s. 8a.

35 Aynı eser, s. 9a.

36 Şeyh İmam el-Hafız Cemaleddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. el-Cevzi, Kitabü’l-Muhtari’l-Lukati fi’t-Tıbb, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya 3723.

37 Ebu Bekr Ezrak’ın Kitâb al-Teshil fî al-Tıbb ve al-Hikma Süleymaniye Küt. Şehit Ali Paşa, 2017.

38 Aynı eser, 1b.

39 Aynı eser, s. 5a.

40 Aynı eser, 7a.

41 Aynı eser, 42a.

42 E. Kahya, “İslam Dünyasındaki Bellibaşlı Oftalmoloji Çalışmaları, Uluslararası İbn Türk, Harezmi, Farabi”, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1990, s. 371.

43 Daha önceki eser, 118-120b.

44 Aynı eser, 110b.

45 Alaaddin el-Kehhal Ali b. Abdülkerim b. Turhan es-Safedi, El-Ahkamü’l-Nebeviyye, Süleymaniye. Kütüphanesi, Antalya Tekelioğlu 684, s. 160a.

46 Aynı eser, s. 7a.

47 Ibn al-Jazzaz al-Jazari, The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices, çev. ve notlar Donald Hill, Boston (USA), 1974, s. 1274; G. Sarton, s. 632; Carra de Vaux, s. 176.

48 Esin Kahya, “Anadolu Selçuklularında Bilim”, Erdem, c. 5/13 (Ocak 1989), s. 72-73.

49 Claude Cahen, Pre-Ottoman Turkey, New York 1968, s. 254-256.

KAYNAKLAR

Alaaddin el-Kehhal Ali b. Abdülkerim b. Turhan es-Safedi, El-Ahkamü’l-Nebeviyye, Kitab el-Hıyal, Süleymaniye Kütüphanesi, Antalya Tekelioğlu 684.

Arnold, Thomas, ve Alfred Guillaume (ed. ), The Legacy of Islam, Oxford 1931.

Asil, Eriş, Anadolu Selçukluları Devri Tıp ve Eczacılık Kurumu, Ankara 1979.

Balin, R. Diyarbakır, İstanbul 1966.

Bayram, Mikail, “İlyas b. Ahmed el-Kayseri, Keşfü’l-Akabe, Keşfü’l-Akabe”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1979, c. 7, cüz 3-4, s. 271-307.

Carra de Vaux, Penseurs de l’Islam, Paris 1921-1926.

Çetintaş, S., Sivas “Darüşşifasında Yapılan Mimari Hafriyat”, Belleten, c. XIII 1939), sayı 9.

Şeyh İmam el-Hafız Cemaleddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed b. el-Cevzi, Kitabü’l-Muhtari’l-Lukati fi’t-Tıbb, Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya 3723.

Ebu Bekr Ezrak’ın Kitâb al-Teshil fî al-Tıbb ve al-Hikma, Süleymaniye Küt. Şehit Ali Paşa, 2017.

Erdmann, K., Zur Turkischen Baukunstselschukisher und Osmani scher Zeit, Istanbul 1958.

Ergin, Osman, Selçuklu Tarihi ve Türk İslam Medeniyeti, Ankara 1965.

Ethem, Halil, Kayseri Şehri, İstanbul 1918.

Eyice, Sedat, “Sivas’ta Keykavus I. Darüşşifası”, Bilgi Dergisi, İstanbul 1958.

Fürüzanfer, B., Mevlana Celaleddin, Ankara 1986.

Gölpınarlı, Abdülkadir, Mevlana Celaleddin Rumi, İstanbul 1959.

Gölpınarlı, Divan-ı Kebirden Seçmeler, İstanbul 1970.

Gürkan, Kazım, Selçuklu Hastaneleri, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972.

Hüsameddin, Abdülzade Hüseyin, Amasya Tarihi, Ankara 1986.

Ibn al-Razzaz al-Jazari, The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices, trans. and annoted Donald R. Hill, Boston (USA), 1974.

İlyas b. Ahmed Kayseriyyai, Keşfü’l-Akaba, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih 5426.

Kahya, Esin, “Anadolu Selçuklularında Bilim”, Erdem, c. 5/13 (Ocak 1989), s. 72-88.

Kahya, Esin, “İslam Dünyasındaki Bellibaşlı Oftalmoloji Çalışmaları, Uluslararası İbn Türk, Harezmi”, Farabi, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1990, s. 365-375.

Ibn al-Jazzaz al-Jazari, The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices, çev. ve notlar Donald Hill, Boston (USA), 1974.

Köprülü, Fuad, “Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları”, Belleten Ankara c. 7 (1943), s. 379-405.

Kuran, Aptullah, Anadolu Medreseleri, Ankara 1969.

İsmail b. İbrahim Mardinî, Kitab al-Adad el-Esrar fi’l-Esrar al-Adad, Süleymaniye Kütüphanesi, Esat Efendi, 1178/6.

Lugal, Necati ve Aydın Sayılı, Ebu Nasr İl-Farabi’nin Hala Üzerine Makalesi (Farabi’s Article on Vacuum, TTK, Ankara 1951.

Mevlana, Mesnevi, çev. Abdülkadir Gölpınarlı, İstanbul 1956, c. 5.

Nasr, Seyid Huseyn, İslam Kozmolojisine Giriş, çev. Nazife Şişman, İstanbul 1985.

Nasr, Seyid Huseyn, Islamic Science; An Illustrated Study, New York, 1976.

Saim, Salih, Muhiddin Arabi ve Sair Efalim-i İslamiyye, İstanbul 1310.

Salih Zeki, Asar-i Bakiyye, İstanbul 1329.

Sözen, Metin, Anadolu Medreseleri, İstanbul 1970.

Sarton, George, Introduction to the History of Science, c. 2, part 2, Baltimore 1927.

Sayılı, Aydın, “Farabi’nin Hala Hakkında Risalesi”, Belleten, c. XV (Ocak 1957), sayı 57.

Saylı, Aydın, “Bir Kütahya Hastanesi (A Hospital in Kütahya)”, Belleten, c. XII (Temmuz 1968), sayı 47.

Sayılı, Aydın ve Walter Rubens, “Türk Tarih Kurumu Adına Kırşehir’de Cacabey Medresesinde Yapılan Araştırmanın İlk Kısa Raporu”, Belleten, c. 9, s. 673-691.

Schimmel, Anne Marie, Tasavvufun Boyutları, İstanbul 1982.

Steinschneider (ZD MG), XIX, 562. E. Widemann, Beitrage zur Gesıhichte der Naturwissenschaften, IV.

Sunar, Cavit, Tasavvuf Tarihi, Ankara 1975.

Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1970.

Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1972.

Uzunçarşılı, İ., “Anadolu Beyliklerinin ve Akkoyunlu Devletlerinin Kuruluşları ve Siyasi Hayatları ile Bunlar Zamanındaki Devlet Teşkilatı ve Fikir Hareketleri ve İktisadi Hayat”, Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri, (by) (bt).

Ünver, S., Selçuklu Tababeti, Ankara 1940.

Ünver, S., “Anadolu Selçuklularında Sağlık Hizmetleri”, Malazgirt Aramağanı, TTK, Ankara 1972, s. 9-31.

Ünver, S., Selçuklular Zamanında ve Sonra Anadolu Kaplıcaları Tarihi Üzerine, by, ty.

Yetkin, Ş., Anadolu Selçuk Anadolu Selçuklu Şifahaneleri, Ankara 1963.

Beylikler Döneminde Anadolu’da

Ulema-Ümera Münasebetleri


Prof. Dr. Mustafa BAKTIR

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi / Türkiye

Giriş


ürk ananesinde hocaya hürmet, adeta bir ibadet saygısı ile atbaşı giden geleneklerdendir. Orta Asya’da “ata” diye yere göğe konmayan hoca, Selçuklularda “atabek” olmuş, Osmanlı Türklerinde ise “hoca” söylenişi ile asırlar boyu, sevgi ve saygı tahtında saltanat sürmüştür.

Türklerde hoca-talebe bağının topla tüfekle yıkılmaz bir metanet göstermesi belki de fikir ve ruh terbiyesinin temel taşlarından birisidir. Hoca atta, talebeleri etrafında medreseye gidişler, aynı şekilde hocanın etrafında mektepden dönüşler, hep kitlenin iliğine işlemiş, hoca sevgisinin bugün dahi hafızalarda saklı kalmasına vesile olmuştur.1

Türk tarihi boyunca ilmiyye sınıfı idarecilerden genellikle hürmet ve saygı görmüşlerdir. Ancak bu münasebetlerin zaman zaman karşılıklı olarak gerildiğini, bazen de çok acı vakıaların yaşandığını görmekteyiz.

İngiliz hukukunda meşhur bir kaide vardır. “Kral asla yanılmaz=The King can do no wrong”. Bu kaideye istinaden devlet başkanları her yerde, kendi memleketlerinde olduğu gibi, seyahat halinde bulunabileceği başka bir ülkede dahi mahkemelerin kazâî yetkisinin dışında tutulmuştur. İslam tarihinde ise, ne nazariyede ne de tatbikatta durum böyle değildir. Zaman zaman bizzat devlet başkanları herhangi bir vatandaş gibi, kendisi hakkındaki şikayetlere cevap vermek üzere mahkemelere çağrıldığı olmuştur.2

Nitekim İslam tarihi boyunca “Nasîhatü’l-Mülûk” tarzında alimlerin idarecilere tavsiyelerini ihtiva eden birçok eserin yazıldığını görmekteyiz.

Biz bu makalede, ulema-umerâ münasebetleri konusunda önce genel durumu verip, daha sonra İbn Melek, Kadı Burhaneddin Ahmed ve İlk Osmanlı Şeyhülislamı kabul edilen Molla Fenâri ile ilgili bazı tespitlerimizi kaydedeceğiz.

A. Genel Olarak Ulema-Ümera Münasebetleri

Kurân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber (sav), vasıtasıyla insanlara getirmiş olduğu ilk mesaj “oku” emridir.3 Diğer taraftan Rasulullah, Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman ilk icraatları, cami, mesken ve okuldan teşekkül eden bir külliye inşa etmek olmuştur. İslam tarihinde en eski okul kabul edilen ve adına “Suffa” denilen bu mekan, aynı zamanda her yaştan öğrencilerin kaldığı bir yatakhane idi. Hz. Peygamber’in tesis etmiş olduğu bu okulda eğitim karşılıksız olduğu gibi, öğrencilerin iaşe ve ibateleri de temin ediliyordu. Medine site devletinin başkanı olarak Hz. Peygamber, bu mektepte dersler verdiği gibi, bazı prensipler koyuyor ve böylece eğitim ve öğretimin de temellerini atıyordu.4

Hz. Peygamber, Kurân’da “örnek şahsiyet” olarak tanıtıldığı için5 devlet başkanı ve eğitimci olarak her iki vasfı da şahsında topluyordu. Bu bakımdan bazı hadislerde toplumun iki temel unsuru olan idarecilere ve bilim adamlarına temas edilmiş, dikkat edilmesi gereken hususlar vurgulanmıştır. Bu hadislerden birkaçını vermek istiyoruz:

“Alimler, dünyaya dalmadıkları ve sultanla içli dışlı olmadıkları sürece, Peygamberlerin mirasçıları ve eminleridirler. Ancak dünyaya dalıp sultanla hemhal olmaları halinde ise, Peygamberlere hıyanet etmiş olurlar ki, bu durumda onlardan sakınız.”6

Bir başka hadiste de, idarecilerin yalanlarını doğrulayan, haksızlıklarına destek olanların Rasulullah’tan uzak olduğu; böyle idarecilerle beraber olmayıp,

yanlış ve haksızlıklarına karşı çıkanların ise ahirette Rasulullah ile birlikte olacakları belirtilmiştir.7

Yine hadislerde halkına zulmeden idarecilere karşı doğruyu söyleyenler övülmüştür.8

İslam tarihinde ilmiyye sınıfı, genelde idarecilerden ilgi ve saygı görmüşlerdir. Ulemanın sultanların yanlış icraatlarını tasvip etmeyip zaman zaman eleştirdiklerini, bunun neticesi olarak da karşılıklı sıkıntıların yaşandığı bilinmektedir. Biz burada, Anadolu Beylikler Dönemi’ne geçmeden önce Türk-İslam tarihi ile ilgili birkaç örnek vermek istiyoruz.

İlk örneğimiz, Türklerin büyük bir kısmının amelde mezhep imamı olan Ebû Hanife’nin (150/767) idarecilerin yanlış tutum ve hareketlerine karşı vermiş olduğu mücadeledir. Emevî Halifesi II. Mervan Kûfe, valisi kanalıyla ona kadılık teklif etmişse de, kabul etmeyince hapse atılmış ve dövülmüştür. Ebû Hanîfe, başlangıçta Abbasilere karşı mutedil olmakla birlikte, bazı hadiselerden dolayı onlara da tavır almıştır. Abbasi Halifesi Mansur, ona Bağdat kadılığını teklif etmiş, Ebû Hanife kabul etmemiş, bundan dolayı da hapse atılmış ve işkence görmüştür. Ebû Hanife, idarecilerin haksız fiillerini onaylamadığını göstermek ve halk nazarında onlara meşruiyyet kazandırmamak için sultanlardan gelen hediyeleri ve teklif edilen görevleri reddetmiştir.9

Diğer taraftan, Ebû Hanîfe’nin en önde gelen talebesi Ebû Yusuf (182/798), Abbasi Halifesi Harun Reşid’in baş kadısı olmuş ve İslam maliye hukukunun ilk eserlerinden sayılan “Kitâbu’l-Harac”ın başında ona bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Ebû Yusuf’un bu eseri halifenin teklifi üzerine yazdığını ilk cümlelerinden anlıyoruz. Ebû Yusuf bu eserinde idareciliğin oldukça zor ve mesuliyetli bir makam olduğuna işaret ettikten sonra, reâyânın haklarına riayet hususunda halifenin dikkatini çekiyor. Kitabın başında yer alan bu tavsiyeler, günümüzde bile üzerinde durulması ve tahlil edilmesi gereken önemli prensiplerdir.10

Türk illerinde yetişen büyük hadis bilgini Buhârî de (869), ömrünün sonlarına doğru böyle bir sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştır. Tâhirîlerin Buhâra Emiri Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî, Buhârî, Nisabur’dan Buhâra’ya döndükten sonra onda iki istekte bulunmuştur. İlk isteği, Buhârî’nin kitaplarını alıp, kendisine ve çocuklarına hadis okumak üzere saraya gelmesidir. Buhârî bu talebi, “ilim öğrenmek için, ilmin ayağına gitmek gerekir, ilmi aşağılayamam, onu sultanların saraylarına taşıyamam” diyerek reddetti. Bu defa emir, ikinci istek olarak kendi çocukları için, saray dışında mescitte özel bir saat tahsis etmesini, diğer öğrencilere de ayrı bir saatte ders vermesini istedi. Böylece emirin çocukları ilmin ayağına gitmiş olacaklardı. Ancak Buhârî, böyle bir ayrıcalığı da kabul etmeyerek bu teklifi de reddetti. İlim öğrenmek isteyen herkesle birlikte derslerine iştirak edebilirdi. Buhârî’nin emirin çocuklarına ayrıcalık tanımayan bu kesin ve net tutumu, Buhara emirinin onuruna dokunduğu için, ona haddini bildirmek üzere fırsat kollamaya başladı. Bazı meseleleri bahane ederek onu doğum yeri olan Buhara’dan Hartenk’e sürgün etti. Buhârî, burada tek başına vefat etti. Hatta son zamanlarında “Allahım bütün genişliğine rağmen, dünya bana dar gelmeye başladı, ruhumu kabzet.” şeklinde dua ettiği rivayet edilir.11

Mâverâünnehir’de yetişen meşhur Hanefî hukukçusu Şemsül Eimme lakabıyla tanınan Serahsî de (1090) zamanın Karahanlı hükümdarının gayrıâdil bir şekilde koyduğu ağır vergilerin ödenmemesi hususunda halkı harekete geçirdiği için hapse atılmıştır. Otuz ciltlik meşhur “el-Mebsût” adlı eserini Özcend’de hapishanede iken talebelerine yazdırmıştır. Nitekim eserlerinde hapis hayatına ait serzenişlere bu gün dahi rastlamaktayız.12 On beş yıl civarında süren hapis hayatından sonra talebelerine ders vermeye ve eser yazmaya devam etmiştir. Rivayete göre zamanın emiri Serahsî’ye bu hapis hayatından sonra büyük ilgi göstermiş, onu ve talebelerini kendi evinde misafir etmiştir.13

Selçuklu Veziri Nizamilmülk’e yakınlığı ile bilinen meşhur İslam âlimi Gazâli (1111) devlet başkanlarına karşı daha rahat konuşabilmek için, “sultanların yanına gitmeme”yi ve “sultanlardan para almama”yı prensip haline getirmiştir.14 Gazâli, Selçuklu sultan ve vezirlerine yazdığı mektuplarda, halkın ihtiyaçlarını onlara arz etmiş, gerekli nasihat ve tavsiyeleri yapmaktan da geri durmamıştır.15 Gazâli’ye göre, sultan ve siyaset adamları ile fazla içli dışlı olunmamalı, şayet böyle bir mecburiyet varsa, onları övmekten sakınılmalıdır.16 Helal olduğu bilinse bile, onların bahşiş ve hediyeleri kabul edilmemelidir. Zira onlardan bir şey beklemek, onların zulümlerine ortak olmayı gerektirir.17

B. Ulema-Umerâ Münasebetleri Açısından XIV. Asırda

Anadolu’da Durum

Anadolu’yu ilk olarak fetheden Türkmen Beyleri arasında “Danişmend” yani “bilgin” lakaplı birçok komutan ve devlet adamı olduğu bilinmektedir. Bunlar ilmi seven ve ilim adamlarını koruyan kimselerdi. Bu bakımdan Anadolu’ya gelip, yerleşik bir hayata geçen

Türkler arasında ilmî bakımdan büyük bir canlılık göze çarpmaktadır.18

Bu asırda devlet adamları, ilme ve ulemaya çok büyük ilgi göstermiş, onları teşvik etmişlerdir. On dördüncü asırdaki Anadolu beyleri içinde, Kastamonu Hükümdarı Muzafferüddîn Yavlak Arslan, Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Aydınoğlu İsa Bey ve Saruhanoğlu İshak Bey ilmî şahsiyet sahibi âlim hükümdarlardı.19 Alim bir şahsiyet olan Eretna Beylerinden Hacı Şadgeldi Paşa ve oğlu Emir Ahmet adına fıkıhla ilgili eserler yazılmıştır. Bizzat Hacı Şadgeldî’nin fıkha dair, “el-Mesâilü’l-Mensûre” adlı bir eserinin ve çok zengin bir kütüphanesinin olduğu kaydedilmektedir.20

Kastamonu Hükümdarı Candaroğlu İsmail Bey’in fıkha dair yetmiş bablık Türkçe bir eser yazdığı ve ilim adamlarını Türkçe yazmaya teşvik ettiği bilinmektedir.21 Bu dönemde devlet adamları adına kitap telif edilmesi ve tercümeler yapılması bir adet haline gelmiştir. Bunun birçok örnekleri görülebilir.22

Aydınoğlu Mehmet Bey de ilmi ve ulemâyı seven bir zattı. Birgi’de kendisi adına bir cami ve medrese yaptırdı. Salebî’nin 1036 “Arâisü’l-Mecâlis” adlı Peygamberler Tarihi, tıp ilminden “Kitabu Tuhfe-i Mübârızî” ve Farsça “Tezkire-i Evliya” onun adına tercüme edilmiştir.23

Aydınoğlu İsa Bey namına Hacı Paşa “Şifâu’l-Eskâm” adlı tıp ilmine dair bir eser telif etmiştir.24 Ayrıca Aydınoğlu Beylerinden Umur Bey adına tercüme edilmiş kitaplar da bulunmaktadır.25

Diğer taraftan XIV. asrın ikinci yarısından itibaren Anadolu’ya bilhassa Orta Asya’dan bir ilmiyye ordusunun akışı başlamıştır. Anadolu’daki devlet adamlarının alimlere gösterdikleri aşırı alaka sayesinde, birçok âlim Anadolu’ya gelmiştir. Bunların bir kısmı yerleşmiş, bir kısmı da bir müddet kalıp gitmiştir. Bu seyahatler neticesinde Anadolu’da ilmi seviye epeyce yükselmiş, Mısır’a ve Şam’a yapılan seyahatler azalmıştır.

Molla Fenârî’nin hocası Cemaleddin Aksarayî 1388 Fahreddin Razî’nin (1209) torunudur. Cürcânî (1433) sırf onu görmek için Anadolu’ya gelmiştir. Maveraünnehir ulemâsından usûl-ü fıkıh ve furû fıkıhta meşhur olan Muhammed el-Kerderî (1423) Anadolu’ya gelmiş, Molla Fenârî ile ilmi mübahaselerde bulunmuştur.26

Meşhur lügatçı “el-Kâmusu’l-Muhît” müellifi Firuzabâdî (1413) Yıldırım Bayezit’in daveti üzerine Bursa’ya gelmiş ve bir müddet onun hizmetinde bulunmuştur. Bu arada Padişah’tan da çok izzet ikram görmüştür.27 Meşhur kıraat âlimi Muhammed el-Cezerî (1429) de, Bursa’ya gelmiş, Yıldırım’ın iltifatına mazhar olmuş, birçok kimseye kıraat dersi vermiştir.28 Dinî ilimlerin yanında, tıp ve astronomi gibi müsbet ilimler sahasında yetişen birçok âlimin de Anadolu’ya akın ettiğini görmekteyiz.29

Bu arada meşhur fakîh İbn Melek’in 139830 babası da Aydınoğlu Mehmet Bey’in daveti üzerine Maveraünnehir’den Tire’ye gelip yerleştiğini görmekteyiz.31

Sayılarını daha da çoğaltabileceğimiz bütün bu örneklerde görüldüğü gibi, idarecilerin ilme ve ilim adamlarına ilgi ve teveccühü, âlimlerin Anadolu’ya gelmesine ve kuruluş halindeki Osmanlı Devleti’nde ilmiyye sınıfının çekirdeğini oluşturmasına vesile olmuştur.

Uzunçarşılı tarafından neşredilen Karamanoğlu İbrahim Bey’in Karaman İmareti Vakfiyesi’nde konumuz açısından önemli bazı bilgiler bulunmaktadır. Vakfiye’de imarete konu olarak gelen âlimler hakkında şu hükümler yer almaktadır:

“Eğer imarete âlim ve şeyhlerden ulu misafirler gelecek olursa mütevelli anları güzel karşılayacak ve imaretin en mutena yerinde konduracak ve yemekleri ihzar için musareat gösterecek ve anlara, has simitlerle ikram edecektir. Bu suretle ziyafet üç gün sürecek ve misafirlerin hayvanlarına doyacak kadar yulaf ve arpa da verilecektir.”32

Diğer taraftan Osmanlı Devleti ile arası açılan Karamanoğlu İbrahim Bey, beldesinin ileri gelen Tefsir ve Hadis’te mütehassıs âlimi Mevlânâ Hamza’yı aracı olarak göndererek sulh teklifinde bulunmuştur. Osmanlı hükümdarı sulha taraftar olmadığı halde, Mevlânâ Hamza’nın ricasıyla sulhu kabul etmiştir.33 Bu arada Karamanoğlu İbrahim Bey’in rahat durmayıp Osmanlı Devleti aleyhine Frenklerle ittifak yaptığı anlaşılınca, II. Murat zamanının dört mezhebe mensup âlimlerinden fetva alarak Karamanoğlu İbrahim Bey’in üzerine yürümüş ve onu mağlup etmiştir.34 Bu hadise, Beylikler Dönemi’nde ulemanın idarecilerin yanındaki mevkiini göstermesi açısından önemlidir.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin