Azerbaycan’da Müstakil Hanlıklar Devrine Umumî Bir Bakış



Yüklə 8,92 Mb.
səhifə157/178
tarix17.01.2019
ölçüsü8,92 Mb.
#98430
1   ...   153   154   155   156   157   158   159   160   ...   178

dan 1279’da Moğollar tarafından idam edilmeden önce yaptırıldığı düşünülmektedir. Sivas’taki Çifte Minareli Medrese gibi İlhanlı egemenliği devrine bağlanmak istenen Erzurum Çifte Minareli (Hatunuye) medresenin 1277’den önce tam bir Selçuklu üslubu ile yapıldığı anlaşılıyor. Sonunda, eyvana bağlı büyük kümbetle birlikte, planı biraz uzayan yapı, dört eyvanlı, iki katlı revaklı muhteşem bir yapıdır. Mimari boyutları kadar süslemelerdeki dengesiyle de dikkati çeker. Portal, eyvanlar, payeler ve mekân dağılışıyla Anadolu Selçuklu Medrese Mimarisi’nin bütün özelliklerini ve plastik anlayışını aksettiren bir yapıdır. Portalde bitkisel süsleme arasında damarlı palmiyeler, ejder ve çift başlı kartal kabartmaları dikkat çeker.

Anadolu’da Danişmentlilerle başlayan “kapalı medrese” tipi, Selçuklularda ele alınarak gelişmesini sürdürmüştür. 1210 tarihli Afyon, Boyalıköy Medresesi haraptır. İskân bölgesi dışında bir “hanikâh” karakteri gösteren yapıda simetrik ve dengeli bir plan vardır. 1224’ten Isparta Atabey’de Ertokuş Medresesi, bitişik kümbeti ve ortada ayrıca dört sütuna oturtulan merkezi kubbesiyle değişik bir uygulamadır. Selçukluların en zengin anıtsal mekân yapılarından birine sahip olan Konya’da 1251 tarihli Karatay Medresesi’nde dengeli ve simetrik bir plan şeması görülür. Ortadaki büyük kubbenin ortasında bir aydınlık feneri vardır. Eyvanın iki yanındaki kubbeli odalar bütün medreselerde kaçınılmaz uygulamalar olacaktır. Kubbe ve duvarları kaplayan zengin çini ve mozaik süslemeler, mimari ile tam bir denge içindedir ve mekânın etkisini kuvvetlendirir. Prizmatik Türk üçgenleriyle yelpaze gibi açılarak ortası havuzlu avluyu kubbenin yıldız biçimi geometrik örtüsüyle örter. Portalde Zengi özelliği olarak görülen geometrik renkli taş geçmeler dikkati çeker. Sahip Ata’nın mimar Kölük bin Abdullah’a 1260-65 tarihinde yaptırdığı Konya’daki İnce Minareli Medrese, anıtsal portali, yanında dışa açık mescidi ve çifte şerefeli minaresiyle apayrı bir görünüşe sahiptir. Minarenin üst kısmı ve mescit yıkılmıştır. İri plastik taş işçiliği yanında, düğümlü geniş şeritler halinde değerlendirilen kitabeler, yüksek ve derin bir niş halindeki portale ayrı bir özellik katar. Tek ve başeser olarak değerlendirilir. Firuze çubuk yivli tuğla minarenin üst kısmı yıkılmıştır. İçte tuğla örtünün sade mekân etkisi, çıplak tuğla ile elde edilmiştir. Kubbe, Karatay kubbesini aşağı yukarı tekrarlayan bir konstrüksiyona sahiptir. Bu devrin bir diğer ünlü mimarı Oğul Bey bin Mehmed’in imzasını taşıyan Çay’da Taş Medrese durulmuş bir plana sahiptir. Portaldeki aslan kabartması ile içteki zengin mozaik çini kaplamalar dikkati çeker. Gözlemevi olarak kullanılan Kırşehir Cacabey Medresesi, iki renkli taş potali, geniş cephesinde beliren kümbeti ve ekli minaresiyle bu kapalı medreselerin diğer bir uygulamasıdır. 1272 tarihli yapının kümbeti ve ekli minaresinde çini süslemeler görülür.

Mezar Anıtları Anadolu’ya

Dağılmış Egemenlik

Sembolleridir

Kümbet ve Türbeler şeklinde ele alınan “Mezar Anıtları”ndan medrese, külliye, ve diğer yapılara bağlı olanlar yanında tek başına yapılmış olanlar da önemli yer tutar. XII. yüzyıl içinde Selçuklu kümbetlerinin ilki olarak görülebilecek Konya Alaeddin Camii avlusundaki II. Kılıçarslan Kümbeti 1192’den önce yapılmıştır. Sade, on kenarlı, piramid külâhlı, Hocendli Yusuf bin Abdülgaffar ustanın bu kümbetinde, kabartma çini kitabeli lahitlerde sekiz Selçuklu sultanı yatmaktadır. Keykavus I’ın Sivas’taki şifahanesinde hazırlanan türbesinin cephesi Marendli Ahmet Usta’nın eseridir. Üsteki on kenarlı ve piramit çatılı kümbet ise, Karagan kümbetleriyle yakın benzerlikler kurulabilecek tuğla süslemeye sahiptir. 1206 tarihli Kayseri’deki Çifte Medrese’de yer alan Gevher Nesibe Kümbeti, içteki kubbe trompları dışarıya akseden piramit çatılı görünüşü ile ayrı bir yere sahiptir. Selçuklu ailesine ait bu türbelerin dışında, genel tipolojiden ayrılan bir XIII. yüzyıl başı eseri Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti’dir.

Ahlatlı Ebul Nema bin Mufaddal adındaki ustanın imzasını taşıyan yapı, mumyalık üzerinde yükselen külâhlı bir kümbeti çevrelemektedir. On bir nişli çevre duvarı, geometrik taş işçiliği gösteren bir potalle, ortadaki kümbeti daire biçiminde çevirmektedir. Aradaki bağlantılar kopuk olmakla birlikte M.Ö. III. yüzyıldan Hunlara mal edilen Aral gölü çevresindeki mezarlara benzer planlanması, özelliğini arttırmaktadır. Kayseri’deki kümbetler arasında, üslubuna göre 1276 yıllarına mal edilen, Şah Cihan Hatun adına tarihsiz kitabeye sahip Döner Kümbet, on iki köşeli, konik külahlı bir yapıdır.

Figürlü plastik süslemelerin bolca kullanıldığı anıtsal bir çadırı andırır. XIII. yüzyılın ortalarında Orta Anadolu’da diğer kümbet ve türbelerin çoğunlukla medrese camilere bağlı olduğu görülüyor. Kayseri

sonra mezar anıtları ve özellikle kümbetleriyle tanınan Ahlat, önemli yapı ustalarını yetiştiren bir merkezdir. 1222 tarihli kare planlı Şeyh Necmeddin, 1275 tarihli Hasan Padişah, 1279-81 tarihli Çifte Kümbetler gibi burada mezar taşları da dikkati çeken özellikler gösterir. Özellikle figürlü olanları dikkati çekerler. Ahlat’ın ve Selçuklu mezar anıtları klasik üslubunun temsilcisi sayılabilecek Ulu Kümbet, burada 1273 tarihinden beri 7 m. çapındaki silindir biçimi gövde üzerinde konik külahlı anıtsal bir çadır gibi durur. Köşeleri pahlı kübik alt yapı mumyalığa işaret eder. Gövdede hareketli taş işçiliği ince detaylar gösterir. Orta Çağ Anadolu Türk mimarisinin bu

önemli merkezinde H. Karamağralı’nın kazıları önemli veriler sağlamıştır. Amasya’da kırık piramit çatısı ve sırlı tuğla kaplamalarıyla Gök Medrese Kümbeti (1266) gibi değişik bazı uygulamalar yanında, yine burada 1278 yılından kalma Turumtay Türbesi, düz örtüye yaklaşan tonozlu mumyalığı, kalkan duvarı, taş süslemeleriyle değişik bir uygulamayı gösterir. Anadolu mezar anıtları içinde türbe ve kümbetlerden farklı olarak “eyvan tipi türbeler” adı verilen yapılar vardır. Tonozlu bir mumyalık üstünde, merdivenlerle çıkılan bir eyvan esasına dayanan bu tip mezar anıtları, Afyon-Konya çevresinde yaygın olarak saptanabildiği gibi, Kütahya’da da değişik uygulamaları XIV. yüzyıl içinde görülebilmektedir. Seyitgazi’de Alaeddin Keykubat’ın annesine bağlanan Ümmühan Hatun Türbesi en erken örnekler arasındadır. Afyon Osmanköy Herdena Bahar Baba Türbesi, Afyon Gazlıgölakviran Saya Baba Türbesi XIII. yüzyıl ortalarına ait örneklerdir. Akşehir/Reis Emir Yavtaş Türbesi (1256), Afyon/Sincanlı-Boyalıköy Eyvan Türbesi, Kastamonu’da XIII. yüzyıl sonlarından Aşık Sultan Türbesi, Kütahya-Afyon yolundaki örnekler hep aynı özellikleri küçük farklarla tekrarlarlar. Bu tipin en anıtsal örneğini ise Konya’daki Musalla Mezarlığı içinde XIII. yüzyıl sonlarına tarihlendirilen Gömeç Hatun Türbesi’dir. IV. Kılıçarslan’ın hanımı olan Gömeç Hatun’un kaynak bilgilere göre XIV. yüzyıl başlarında henüz sağ olması gerekmektedir. Taş yanında tuğlanın da kullanıldığı büyük ölçüdeki yapı üst kısmındaki dendenler ve çini mozaikleriyle de dikkati çeker. Bu tip mezar anıtlarının XIV. Yüzyıl içinde de dikkate değer bir gelişmesi izlenebilir.

Kervansaraylar Selçuklu

Dönemi Yollarının Güvenliğini Sağlamaktadır

Anadolu’da Selçuklu Devri mimarisinin bütün özelliklerini, mekân denemeleri ve portallerdeki taş süslemeleriyle sergileyen en önemli yapılar, Orta Çağ’ın en ilgi çekici kurumları halinde karşımıza çıkan kervansaraylardır. Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu kervansarayları gibi Anadolu’daki kervansarayların bazılarında da “Ribat” deyimine kitabelerde rastlanması ilgi çekicidir. Anadolu’daki Selçuklu kervansarayları gerçekten sarayları andıran, kesme taştan, kale gibi yapılardır. Her türlü yol bakım ve hizmetinin vakıf olarak bir süre için ücretsiz yapıldığı bu yapıların dokuzu Selçuklu sultanları tarafından yapılmış Sultan Hanlarıdır. Diğerlerinin sayısı yüzü geçer. Anadolu’da bu yapıların genel adı “Han” dır. Ribat fonksiyonu belki erken devirler için düşünülebilir. Kervansaraylar ise daha sonra yakıştırılmış uygun bir terimdir. Anadolu Selçuklu Kervansarayları, mimarileri ve süslemeleri ile birlikte üç ayrı ciltlik bir yayınla etraflıca ele tanıtılmıştır. En eskisi II. Kılıçarslan’ın (1156-1192) Aksaray-Kayseri yolundaki Alay Hanı olan Sultan Hanlarının İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmış olan ikincisi, Antalya-Isparta yolundaki Evdir Han’dır. 1214-18 yılları arasında yapılmış olmalıdır. Genel şemaya uygun Avanos’ta Sarı Han’ın da onun tarafından yaptırılmış olması mümkündür. Kaynaklarda adı geçen, diğer sultanların yapırdığı hanlardan çoğu günümüze ulaşamamıştır. Buna rağmen özellikle Alaeddin Keykubat, İzzettin Keykavus ve Gıyaseddin Keyhüsrev (1236-46) döneminde pek çok hanın yapılmış olduğu kitabelerden anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşan ilk Sultan Hanlarından Evdir Han ve Alay Han, avlu bölümü yıkılmış olmakla birlikte, kapalı bölümü ve portaliyle klasik şemayı taşıdığını göstermektedir. Geometrik taş süslemeleri yanında, portaldeki tek başlı ve iki gövdeli aslan kabartmasıyla da tanınır. Evdir Han ise, iki sıra revak şeklinde, dört eyvanlı bir avlu şeması ile değişik bir uygulamadır.

Alaeddin Keykubat’ın yaptırmış olduğu üç sultan hanından ilk ikisi, Anadolu Selçuklu Kervansaraylarının “klasik şemasını”nın anlaşılması için açık belgelerdir. İlki Konya-Aksaray yolunda 1229 yılında mimar Muhammed bin Havlan el Dımışki’nin eseri olan Sultan Han’dır. 4500 metrekarelik bir alanı kaplayan yapı iki bölümden oluşur. “Hol” adı verilen kapalı bölüm ile “avlu” birarada yapılmıştır. Revaklı avlu, avlu ve kapalı hol portalleri, kapalı bölümün ortasındaki kubbeli, mukarnaslı aydınlık feneri ve payelere oturan tonozlu düzen yanında, avlunun ortasında dört paye üzerinde yükselen “köşk mescit” önemli yapı özelliklerindendir. Portaller ile Köşk Mescid’in taş süslemeleri ise ayrıca üzerinde durulacak yanlarındandır. Alaeddin Keykubat’ın ikinci yapısı Kayseri-Sivas yolundaki (Tuzhisar-Palas) Sultan Hanı daha küçük ölçülerle aynı plan şemasını tekrarlamaktadır. Onun Antalya-Alanya yolunda 1232 yılında yaptırdığı Alara Hanı ise, değişik bir plan anlayışı ile ele alınmıştır. Ortaya alınmış bölmeli mekanlar, çepeçevre kapalı ahır bölümleri ile kuşatılmış, yapının tamamı kapalı tonoz örtüleri altına alınmıştır. Bir bakıma Tercan ve Afşin (Eshabı Kehf) hanları ile birlikte ayrı bir grubu (eş odaklı) meydana getirir. Gıyaseddin Keyhüsrev’in yaptırdığı İncir Han (1238/39); Sultan Han şemesında avlusu yıkık bir durumdadır. İstiridye kabuğu biçimindeki örtüsüyle eyvan şeklindeki portali ileri fırlamış olarak dikkati çeker. Eğridir Han ise,yine onun 1237/38’de yaptırmış olduğu klasik şemadaki bir yapı olup büyüklük bakımından dördüncü sırayı alır.

Antalya-Isparta yolunda Kırkgöz Han, Gıyaseddin Keyhüsrev’in yaptırdığı üçüncü sultan han olmakla birlikte klasik şemadan ayrılmaktadır. Evdir Han’la bazı benzerlikler gösteren avlu üç eyvanlı, revaklı düzene sahiptir. Kapalı tek nef halinde yatay bölüm buna eklenir.

Eyvan biçimi portal ve kesme taş dışında süslemesiz oluşu dikkati çeker. Yine Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında tamamlanan Kayseri-Malatya yolundaki Karatay Han, plan şeması ile klasik hanları tekrarlayan, giriş eyvanındaki figürlü kabartmalar, sağlam kalmış hamam, mescit ve türbe gibi bölümlerle dikkati çeker. Mescit çoğu hanlarda olduğu gibi bir bölüm halinde ele alınmış, köşk mescit olarak uygulanmamıştır. Hoca Mesut’un 1237’de tamamlanan Aksaray-Kayseri yolundaki Ağzıkara Hanında ise klasik şema köşk mescitle birlikte uygulanmıştır. Portali yana alınmış, taş süslemelerde geometrik motifler kullanılmıştır. Alaeddin Keykubat zamanında yapımına başlanıp da Gıyaseddin Keyhüsrev Devri’nde tamamlanmış Karatay ve Ağzıkara hanlara karşılık, Alaeddin

Keykubat’ın son yılında vezir ve mimar Sadettin Köpek tarafından 1236/37’de Konya-Aksaray yolunda Zazadin Han yapılmıştır. Enine gelişen yapının portali de yandandır. Cephede iki renk taş kullanarak hareket elde edilmiş, mescit portalin üstine alınmıştır. Hol kubbesi mukarnas dolgulu trompludur. 1206 tarihinden Konya-Beyşehir yolundaki Kızılören (Kızılviran-Yazı) Han, dışa taşan bir portal şeklinde düzenlenmiş girişin üstünde bulunan mescidiyle, bu uygulamanın küçük ölçüde olmakla beraber ilk denemelerinden sayılabilir. 1249’da Vezir Fahrettin Ali, Sahip Ata’nın Akşehir-Çay yolunda yaptırdığı İshaklı Han, klasik şemaya uyan ve avlusunda köşk mescidi bulunan bir handır. Şerefza Han, Antalya-Alanya yolunda şekli çok bozulmuş olmakla birlikte 1236-46 yıllarından kalma uzun tek nef halindeki bir uygulamadır. Antalya-Isparta yolunda, klasik şemada Susuz Han, Malatya Hekim Han, Konya-Akşehir yolunda Horozlu Han, Eğridir-Denizli yolunda Goncalı’da Ak Han, Boyabad-Vezirköprü yolunda Pervane Muineddin Süleyman bin Ali’nin mimar Gevherbaş’a yaptırdığı Durak Han (1266), 1268 tarihli Kırşehir-Aksaray yolunda Kesikköprü Han (Vezir Nureddin Cebrail bin Caca Bey) gibi üzerinde durulması gereken pek çok yapı, eski kervan yolları boyunca dağılmış durumdadır. Usta ve mimar kitabeleri yanında, yaptıranların kitabeleri de bazı problemlerin aydınlatılmasında belge niteliğindedir. Çeşitli geometrik ve bitkisel süslemelerin zenginliği yanında, figürlü süslemeler bakımından inanılmaz bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Akşehir-Afyon yolunda Çay Han aynı zamanda hanlar üzerinde son Selçuklu kitabesini taşır. Mimar Oğulbey bin Mehmed’in bu eseri 1278/79 yılında Ebul Mücahid bin Yakup adına yapılmıştır. Kapalı hol kısmı ayaktadır. Avlu duvarının izleri vardır. Yarım kubbeli nişi andıran portalde, kasetli büyük üçgenler ve kuyruğu ejder biçiminde yürüyen aslan kabartması dikkati çeker. Anadolu Selçuklu hanları, kale görünüşlü dış yüzlerini yaklaştıkça portallerindeki zengin taş işçiliği ile yumuşatan yapılardır. Avlu ve kapalı hol bölümleriyle yolcuların her türlü ihtiyacını gideren güvenli konaklar olmuşlardır. Bunun yanında, özellikle kapalı bölümlerindeki mekân etkisi tartışılmaz kuvvettedir.

Saray ve Köşkler Bayındırlık Yapıları Kadar Anıtsal

Olmayan, İç Dünyaları

Hareketli Yapılardır

Anadolu’da Selçuklu Saray ve Köşkleri, kervansarayların yanında çok mütevazi yapılar olarak ele alınır. Çoğu kaba taş ve tuğladan yapılan bu eserlerde, zengin ştuk ve özellikle çini kaplamalar dikkati çeker. Konya’da Kılıçarslan tarafından yaptırılan (1192’den önce) ve Alaeddin Keykubat tarafından onartılan köşkten yalnız tonozlu bir kısım kalmıştır. Figürlü, yerli hamurdan, minai tekniğinde çiniler, İran’da Rey ve Keşan Selçuklu çinileriyle aynı tekniği devam ettirir.

Beyşehir gölü kıyısında, 1236’da Keykubat tafından yaptırılan Kubad Abad ve Kayseri’de 1224-26 tarihli Keykubadiye saraylarındaki kazılar sonunda birkaç saray yapısından meydana gelen küçük yerleşmelerin genel planı hakkında fikir edinilmiştir. Kubad Abad’da Alanya’da görüldüğü gibi küçük bir tersane bulunmaktadır. On altı kadar dağınık yapı ve av parkından meydana gelen Kubad Abad’da bulunan çiniler insan ve çeşitli hayvan figürleri, göl kuşları ve sembolik figürlerle bezenmiştir. Kubad Abad kazılarına R. Arık tarafından yeniden başlanmıştır. Keykubadiye’de ele geçirilen çinilerde ise geometrik örnekler önemlidir. Üç köşkten meydana gelen bu saray da diğerlerinde olduğu gibi, dinlendirici bir manzaraya hakim ve rahat yapılardan meydana geliyordu.

Bu, Gaznelilerden beri izlenebilen ortak bir görüşün sonucudur. Alanya-Antalya arasında Alara tepesinde 1224-25 yıllarından Alaeddin Keykubat tarafından ele alınmış hamamlı köşk, iç kalededir. Muhteşem bir manzaraya açık olan yapının iki bölümlü küçük hamamında figürlü duvar freskleri arasında, çini parçaları da dökülmüş olarak bulunmuştur. Aynı bölgede Aspendos tiyatrosunun sahne kısmında bir bölüm, Alaeddin Keykubat tarafından küçük bir köşk halinde onartılmıştır. 1241-42 tarihli Erkilet, Hızır İlyas Köşkü, tepe üzerinde küçük bir kale gibi, kesme taştan, mermer portalli bir yapıdır. Cami, mutfak, merdiven gibi ilgi çekici bölümleriyle Karatay Han’ın yan bölümlerine benzer bir planlamaya sahiptir. Yine Argıncık’ta Haydar Bey Köşkü, Aksaray’da tepede yer alan ve İbni Bi

bi’ye göre IV. Kılıçarslan’a ait olması gereken, türbenin yanındaki köşk, Antalya çevresindeki bazı köşk kalıntıları, Antalya Yanköy Hisarı (Silyon) Köşkü kısmen incelenmiş olan çok dağınık köşklerden bazılarıdır.

Anadolu’da sayısız Selçuklu Devri köprüsü kervan yolları üzerinde kervansaraylarla birlikte güvenli bir yol ve ulaşım şebekesi meydana getiriyordu. Türkiye Selçukluları dönemi mimarisi, XIII. yüzyılın son yarısı içinde kuvvetli İlhanlı baskısına rağmen çok önemli eserler yaratacak kuvvet ve canlılık göstermiştir. 1308’te tamamen egemenliğini kaybeden Selçukluların yerine XIV. yüzyılda Türkmen Beylikleri birer birer bağımsızlıklarını ilan ederek yirmiden fazla küçük devletin ortaya çıkmasına yol açmışlardır. İlhanlı baskısının giderek yön değiştirmesi ve batıda bu beyliklerden biri olan Osmanlıların güçlenmesiyle, Anadolu birliği yüzyılın sonunda yeniden sağlanmış ve bu temel üzerinde mimari yeni bir ivme kazanmıştır.


Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süreklilik ve Değişim


Prof. Dr. Ömür BakIrer

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi / Türkiye

Giriş


ürklerin Orta Asya içlerinde tarih sahnesine çıkışları ile başlayan süreç, X. yüzyılda İslamiyet’i kabul etmeleri sonrası kurulan ilk Müslüman Türk Devletleri ve XI. yüzyıl ortasında Oğuz Türklerinin İran’da Büyük Selçuklu Devleti’ni kurmaları ile devam eder. Yine aynı yüzyılda, daha elverişli yaşam olanakları aramak üzere çeşitli kollardan batıya açılan Selçuklular, bu bağlamda Anadolu’ya da keşif nitelikli akınlar yönlendirmişler ve bu akınları izleyen 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra da büyük kitleler halinde, kalıcı bir yurt tutmak üzere Anadolu’ya göç etmişlerdir.

XI. yüzyıl sonlarında, Anadolu’da Ön Beylikler olarak tanımlayabileceğimiz Danişmend (1095-1175), Mengücek (1071-1252), Saltuklu (1080-1201), Artuklu (1098-1407) Beylikleri ile Konya ve çevresinde kurulan Selçuklu Beyliği (1071-1308) ile başlayan politik çeşitlilik, XII. ve XIII. yüzyıllarda Selçuklu Beyliği’nin, Artuklular dışındaki beylikleri kendi idareleri altında toplayarak Konya merkez olmak üzere Selçuklu Devleti’ni kurmuşlardır.1 Anadolu birliğini tamamlamak üzere savaş ve politik ilişkilerle hareketlenen bu dönemin kültür açısından da bir “sentezin” başlangıcı olduğu ve sentezin zamanımıza ulaşan en belirgin, en yoğun kanıtlarının belki de mimarlık alanında vurgulandığı söylenebilir.2 Mimaride şekillenen sentezi tanımlarken bir taraftan Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce bulundukları kültür ortamından beslenen bir “süreklilik”, diğer taraftan yeni coğrafi çevrenin olanaklarına ve koşullarına uyum sağlama arayışlarının doğal sonucu olarak Anadolu’nun yerli kültürleri ile yoğrularak şekillenen bir “değişim”den söz etmek olasıdır. Bu yazıda bu iki zıt kavramın yani birlik ve bütünlüğü getiren süreklilik ile çeşitliliği getiren değişimin, genelde ve malzeme özelinde nasıl bir görüntü verdikleri irdelenmektedir.

Konuya, genel çerçevesi içerisinde bakıldığı zaman, Anadolu’nun fethinin arkasından yoğun bir yapılaşmanın geldiği görülmektedir. Ön Beylikler döneminde başlayan ve Anadolu Selçuklu Devleti döneminde sürdürülen düzenlemelerin ve yeni inşaatların başında, eski kentlerin yeni gelenlerin gereksinimlerine uygun olarak yenilenmesi gelmektedir. Örneğin, ilk çağlardan başlayarak bir yerleşme alanı olan Konya’da yeni bir kültürün merkezi olmanın gerektirdiği değişiklikler yapılırken, yakın çevresinde Akşehir ve Beyşehir gibi yeni kentler de kurulmuştur. Bu etkinlikler çerçevesinde ayakta duran kale ve sur duvarları onarılmış veya genişletilmiş; yine ayakta duran yapı stoku, ilk aşamada gerekli işlevlerde kullanılmak üzere uyarlanmıştır. Örneğin, kilise ve benzeri dini işlevli yapıların yön değişikliği ile cami ve mescit olarak yeniden işlevlendirildikleri, günümüze kadar gelen örneklerle saptanabilmektedir. Ancak, XII. yüzyılın ortalarından başlamak üzere ve kuşkusuz bir yapılaşma programı çerçevesinde dini işlevli cami ve mescitler; anı yapıları olan türbe ve kümbetler; eğitim yapıları olan medreseler; sosyal içerikli şifahane ve hamamlar; dini ve sosyal amaçlı hankah ve zaviyeler; sultanlar ve yöneticiler için de saray ve köşklerin inşaatına başlandığı ve bu inşaatların XIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar yoğun ve hızlı, yüzyılın son çeyreğine doğru da yavaşlayarak ve azalarak devam ettiği görülebilmektedir.

Bunlara ek olarak, Anadolu’dan geçen, ancak Bizans İmparatorluğu’nun son zamanlarında bakımsızlık ve savaşlar nedeniyle bozulmuş olan kervan yollarının onarılması, yeni kurulan, sahil bölgelerinde yeni alınan kentlere ulaşabilmek üze

re, bu kervan yollarına uzantıların eklenmesi, yapılaşma programının parçalarıdır. Kervan trafiğinin yeniden canlandırılması amacıyla yapılan düzenlemeler çerçevesinde köprüler kurulmuş, bu yollarda seyahat edecek tüccarların ve yolcuların güvenli konaklamaları için han ve kervansaraylar inşa edilmiştir. Bunların büyük bölümü, Anadolu’ya gelenlerin İslam kültürü ile şekillenmiş yaşam biçimleri ve alışkanlıklarının gereği olan dini ve sosyal kurumların daha önce geliştirdikleri, dolayısıyla işlev açısından süreklilik gösteren yapı türleridir. Ancak, işlevdeki sürekliliğin her zaman biçime yansımadığı ve Anadolu’da cami ve medrese gibi gelenekselleşmiş yapı türlerinde dahi, sentezin parçası olarak, biçime yansıyan çeşitlemeler görülebilmektedir ki bunları değişimin öncüleri olarak görmek olasıdır.

Konuya malzeme açısından bakıldığı zaman, bu yapı türlerinin ortaya çıkmalarını sağlayan yapı malzemelerinde yalnız çeşitlilik değil zaman içerisinde bir değişim de izlenmektedir. Kısaca “tuğladan taşa” geçiş olarak tanımlanabilecek olan değişim, Türklerin Anadolu’ya gelmeden önce bulundukları kültür çevrelerinde mimari anlatımın başta gelen yapı malzemesi olan tuğlanın Anadolu’da önceliğini kaybederek ikinci derecede bir yapı malzemesine dönüşmesi ve yerini taşın almasıdır. Önceki uygulamaların aksine tuğlanın Anadolu’da, zorunluluktan çok bir seçim sonucu kullanılıyor olması ise malzemenin bütün olanaklarının denendiği bir çeşitlilik sunmaktadır.

Yapı malzemelerindeki bu değişimin nedenleri arasında en başta, belirli bir hazırlık dönemi ve özel üretim koşulları gerektiren tuğlaya karşın Anadolu’nun jeolojik çevresinde iyi kalite yapı taşının bolluğu nedeniyle bu malzemenin ön çağlardan başlayarak bazen kerpiç ve tuğla ile birlikte, bazen de, özellikle belirli yörelerin ve belirli dönemlerin mimarisinde tek başına yoğun şekilde kullanılıyor olması gelir. Birinci olasılık için Çatalhöyük yerleşmesi, ikincisi için de Boğazköy, Alacahöyük ve Alişar gibi Hitit yerleşmelerinden söz edilebilir. Taşın yapı malzemesi olarak öncelik kazanmasının diğer nedenleri arasında, taş yapı geleneğinin iklim koşullarına daha uygun olması, yapı taşlarının, inşaat alanlarına yakın taş ocaklarından kolaylıkla taşınabiliyor olması, Anadolu’nun ön kültürlerine ait yapılardan alınan yapı taşları ve mermerlerin hazır malzeme olarak tekrar kullanılabilmesi ve bu yeni yapı geleneğinin Anadolu’ya göç eden mimar, usta ve sanatçıların yanı sıra Anadolu’nun yerli kültürü ile gelişmiş mimar, usta ve sanatçıların katkıları ile beslenmesi sayılabilir.

Gelenek


Yapı malzemesi olarak tuğlanın tarih içerisindeki yerini görebilmek üzere geriye doğru bir bakılacak olursa, ilk çağlardan başlayarak Anadolu’nun kendi bünyesinde ve yakın çevresinde önce kerpiç, sonra da tuğlanın, bazen tek başına ancak çoğunlukla taş ile birlikte kullanımının, yaygın ve gelenekselleşmiş olduğu görülebilmektedir. Elle ya da kalıpla biçimlendirilen kerpiç birimlerinin duvar örgülerinde yanyana ve üst üste sıralanırken, aralarında bağlayıcı olarak çamur harç kullanılmasına ve sağlamlık amacıyla yüzeylerinin kalın bir çamur sıva tabakası ile örtülmesine örnekler, Neolitik dönem Anadolu yerleşmeleri yanı sıra Kuzey Mezopotamya ve Orta İran bölgelerinde de kazılarda ortaya çıkarılmıştır.3

Yine ön çağlardan başlayarak, M.S. X. yüzyıla kadar, tuğla duvarlar, yüzey kaplama malzemeleri ile örtülmüş, âdeta arkalarına gizlenmiştir.4 Bu yüzey kaplama malzemeleri, farklı kültür çevrelerinde, farklı dönemlerde ve farklı yapı türlerinde dokuma, duvar resmi, sırlı tuğla, çini, alçı, mozaik ve mermer gibi çeşitlilik göstermektedir. Örneğin, Çatalhöyük yerleşmesindeki konutlarda, kerpiç duvarların iç yüzeyleri, dokuma ve duvar resimleri ile, Roma mimarisinde tuğla duvar yüzeyleri mermer, Bizans mimarisinde mozaik, doğuda Mezopotamya’daki erken dönemler mimarisinde sırlı tuğla, Emevi mimarisinde alçı ve mozaik, Büyük Selçuklu mimarisinde ise sırlı tuğla ve çini birimlerle kaplanarak taşıyıcı kerpiç veya tuğla duvarı örtmek yanı sıra süsleme olanakları yaratan bir yüzey oluşturdukları görülebilmektedir.


Yüklə 8,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   153   154   155   156   157   158   159   160   ...   178




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin