Ebu haniFE’Nİn fikihtaki metodu



Yüklə 370,38 Kb.
səhifə2/8
tarix31.05.2018
ölçüsü370,38 Kb.
#52226
1   2   3   4   5   6   7   8

KISALTMALAR

( ´ ) : Ayn ve Hemze

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m : Adı geçen müellif

a.s. : Aleyhi’s Selam

a.y. : Aynı yer

b. : İbn, oğul, oğlu

bkz.. : Bakınız

c. : Cilt

çev. : Çeviren

D.İ.B. : Diyanet İşleri Başkanlığı

h. : Hicri

Hz : Hazreti

İ.A. : İslam Ansiklopedisi

İ.A.D. : İslami Araştırmalar Dergisi

İst. : İstanbul

K. : Kitap

Krş. : Karşılaştırınız

md. : Madde

m. : Miladi

Muh : Muhammed

Nşr. : Neşreden

ö. : Ölümü

r.a. : Radiyallahu anhu

s.a.v. : Sallahu aleyh ve’s selem

s. : Sayfa

T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı

TEK-DAV : Türkiye Ekonomik ve Kültürel Dayanışma Vakfı

thk. : Tahkik

trc. : Terceme

Ts. : Tarihsiz

v. : Vefatı

vb. : Ve benzeri

vd. : Ve devamı

vs. : Ve saire


GİRİŞ


FIKIH KAVRAMI, ÖZELLİKLERİ VE BAZI FIKIH ISTILAHLARI
A-FIKIH KAVRAMI

1-Fıkhın tanımı: Lugatta “anlayış” manasına gelir. Şer’i ıstılahta Ebu Hanife, fıkhı şöyle tarif etmiştir: “Kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir.” 1 Bilmek, cüzlerin delillere dayanılarak bilinmesidir. Bilmekten murat ise sebebidir. Oda kaidelerin defalarca incelenmesi ile hasıl olan melekedir. Bu tarif umumidir. İmanın gerekliliği vb. gibi itikadi hükümleri, vicdani (ahlak ve tasavvufu) hükümleri; namaz, oruç ve alış veriş gibi ameli hükümleri içine alır. Fıkh-i Ekber de budur.

Leh ve aleyh ifadeleri Ebu Hanife de hukukun özünü oluşturur. Leh kelimesi kişinin hak ve yetkilerini; aleyh kelimesi de sorumluluk ve yükümlülüklerini ifade eder. Ebu Hanife’ye isnad edilen bu tanımı, leh ve aleyh kavramlarına yüklenen hak ve sorumluluk konsepti ile temellendirdiğimizde, fıkhı: “kişinin hak ve yetkilerini; yükümlülük ve sorumluluklarını bilmenin ilmi” şeklinde tanımlamış oluruz ki, ancak bu tanım ile leh ve aleyh tanımları amacına uygun anlam içeriğine kavuşmuş olur. 2

2- Ahkam’ın manası: “Hükm” ün çoğuludur. Hüküm, Hakim ve Şâri’nin talep ettiğidir. Yahut Allah Teâla’nın mükelleflerin fiilleri ile alakalı olarak iktiza ve tahyir veya vaz’a delalet eden hitabıdır. Fakihlere göre hitap, üzerine terettüp eden eserdir. Namazın icabı, katlin haramlığı, yiyip içmenin mubahlığı ve namaz için abdestin şart koşulması gibi.3

Ameli, niyet gibi kalbe müteallik veya insanın yaptığı okuma, namaz vb. iç ve dış organlarla yapılan kalbi olmayan amellerdir. Bununla ilmi ve itikadi hükümler tarifin dışına çıkmaktadır.

3- Fıkhın konusu: Namaz gibi yapılması veya gasp gibi terk edilmesi istenen yada yemek gibi muhayyer bırakılan mükellefin fiilleridir.

4- Fıkhın özellikleri: Fıkıh, şeriatın ameli yönüdür. Şeriat, Allah Teala’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Bu Kur’an ve Sünnetle olabilir. Bu hükümler ya itikatla ilgilidir ki, ilmi kelam veya ilmi tevhid sahasına girerler veya ameli şekli ile alakalıdır. Bununla da fıkıh ilmi ilgilenir.

Fıkhın gelişmesi, Rasülüllah (sav) in hayatında ve sahabe asrında tedricen başladı. Ashab arasında erken çıkıp gelişmesinin nedeni, insanların, yeni olayların hükümlerini bilmeye olan şiddetli ihtiyaçları idi. İnsanların sosyal ilişkilerini tanzim, her insanın hak ve görevlerinin bilinmesi, yeni çıkan maslahatların yerine getirilmesi, köklü ve sonradan çıkan zarar ve musibetlerin de giderilmesi açısından fıkha olan ihtiyaç her zaman için var ola gelmiştir.4


B-İSLAM FIKHININ ÖZELLİKLERİNDEN BAZILARI:5

1-Esasının ilahi vahiy olması, Kur’an ve Sünnetten kaynaklanması. Fıkhı, beşeri kanunlardan ayırıcı bir özelliktir.

2-Hayatın bütün gerçeklerine şamil olması. Mükelleften çıkan söz, fiil, akit ve tasarruflarla ilgili olan fıkıh, yani ameli hükümler iki türü içine alır. Birincisi, ibadet hükümleri; taharet, namaz, oruç, zekat, hac, adak, yemin ve bunlar gibi insanın Rabbiyle olan alakasının tanzimini amaçlayan hükümlerdir. İkincisi, muamelat; akitler, tasarruflar, ukubat(cezalar), cinayetler, tazminatlar ve diğer fert veya cemaat olarak insanların birbirleri ile ilişkilerinin tanzimini amaçlayan hükümlerdir. Bu hükümlerde şu kısımlara ayrılır;

(1)- Ahval-i Şahsiye

(2)- Medeni Ahkam

(3)- Cinayet Ahkamı

(4)- Davalar veya Medeni ve Cinâi Hükümlerin İcrası ile İlgili Ahkam

(5)- Anayasa Ahkamı

(6)- Devletler Hukuku Ahkamı

(7)- İktisadi ve Mali Ahkam



3- Helal ve Haram yönünden dini bir vasıf alması: Fıkhı beşeri kanunlardan ayıran en önemli özelliklerden biride muamelatla ilgili her fiil ve tasarrufta haram ve helal mefhumunun bulunmasıdır. Bu noktadan çıkarak muamelat hükümleri iki nitelik taşır.

(1)- Dünyevi hüküm: Fiilin veya tasarrufun dış görünümüne göre bina edilir.

(2)- Uhrevi Hüküm: Şahısla Allah arasındadır. Fiil ve tasarruf başkalarından gizlenmiş olsa bile hakikati ve gerçeği üzerine bina edilir.

Bu ayrımın neticesi, mesela boşanma, yeminler, borçlar, ibrâ ve ikrah vb. hususlarda ortaya çıkar. Buna göre de Hakimin vazifesi, müftünün vazifesinden ayrılmaktadır. Hakim, sadece dış görümüne göre hükmünü verir. Müftü ise aynı zamanda zâhiri ve bâtını göz önüne alır.



4-Fıkhın ahlakla irtibatı: Din ve ahlak, uygulama ve tatbikatta beraber, içiçe olursa, fert ve toplumun iyiliğini ve aynı zamanda saadetini gerçekleştirir. Ahiret dünyasında ebedi nimetlere giden yol açılır. Nitekim eski zamanlardan beri ebedileşme, beşeriyetin arzusu ve emelidir. Böylece fıkhın gayesi, hali hazırda ve gelecekte insanın hayrı, dünya ve ahirette mutluluğu olmaktadır. Din ve ahlaktan etkilenmek daha fazla fıkha uymaya , ona daha fazla saygı ve itaate götürür.

5-Cezanın dünyevi ve uhrevi olması: Dünyevi ceza, miktarı belli cezalar (hadler) ve miktarı belirsiz cezalar(ta’zirler) dır. Bunlar insanın zahir fiilleri ile konulmuştur. Uhrevi cezada kin, haset, güzel bir kılıfa büründürerek başkalarına zarar verme kastı gibi zahiri olmayan kalbi ameller için konulmuştur.

Fıkıhta mükafat, müspet ve menfidir. Müspettir, çünkü yasaklardan, günahlardan uzaklaşma ve yapmamaya sevap vardır. Kanun ise hükümlerine uyulması halinde bir sevap takdir etmezken, muhalefet edildiğinde cezalar vermekle yetinir.



6-Fıkıh hem ferdin hem de toplumun maslahatlarını gözetir. Fıkıhta aynı anda ferdin ve toplumun maslahatlarını birinin diğerine üstünlüğü olmadan gözetme özelliği vardır. Yine de iki maslahat çatıştığında toplumun maslahatı ferdin maslahatına tercih edilir. Nitekim iki ferdin maslahatının çatışması halinde de zarar etme ve zarar verme yoktur.

7-Fıkıh bekâ ve sürekli tatbike uygundur. Fıkıh, zamanın ihtiyaçları, insanlığın hayrı, zaman ve mekan olarak muhtelif çevrelerin durumuna göre hüküm şeriatın maksatları ve sahih esasları çerçevesinde kaldığı müddetçe değişme ve gelişme kabul eder. Buda muamelatta olur. Akaid ve ibadetlerde olmaz. “zamanların değişmesiyle ahkamın değişmesi” kaidesinden kastedilen de budur.

8-Fıkhın hazırlanması ve ona giden yolların açılmasındaki gaye: Ferdi sahada ve her İslam ülkesinde kanunları fıkıhtan alarak resmi çapta ondan tam manasıyla yararlanmadır. Çünkü fıkhın gayesi, insanın hayrı ve iki dünyada da mutlu edilmesidir. Ama mevcut kanunların gayesi toplumun mücerret istikrarıdır.

C-FIKIH ISTILAHLARI:

Fıkıh ilminde çeşitli sebeplerle kullanılan yaygın, belli ıstılahlar vardır. 6 Nitekim mezheplerde kitapları hakkında kullanılan ıstılahlar vardır. Bunlar mezhepteki tercih edilen görüşü alma yolunu belirtir. Buda “Resmü’l-Müfti” diye bilinir. İbni Âbidin’in de “Resmü’l-Müfti” diye bir risalesi vardır.



1-Genel Fıkıh Istılahları:

Fıkhi veya Usuli genel ıstılahlar vardır: Farz, vacip, mendup, haram, tahrimen mekruh, tenzihen mekruh, mubah; bunlar Hanefi usulcülerine göre Teklîfi hükmün7 çeşitleridir. Vacib’e eda, kaza ve iade de ilave edilir. Rukün, şart, sebep, mâni, sahih, fasit, azimet, ruhsat da usulcülere göre vaz’î hüküm8 çeşitleridir.9



a-Farz: Şeriatın yapılmasını Kat’i bir delille kesin olarak istediği şeydir. Kur’an-ı Kerimle sabit olan, İslamın beş şartı gibi. Farzın hükmü; Yapana sevap, terk edene ceza vardır. İnkar eden tekfir edilir.

b-Vacip: Şeriatın şüphe bulunan zanni bir delille kesin olarak yapılmasını istediği şeydir; Fıtır sadakası, vitir ve iki rekat bayram namazları gibi. Hükmü; farz gibidir. Ancak inkar eden tekfir edilmez.

c-Mendup ve sünnet: Yapanın övüldüğü, terkedenin zemmedilmediği şeylerdir. Borcun (senet, çek, vs.) yazı ile güvene alınması gibi. Hükmü; Failine sevap vardır, terk eden cezaya uğramaz.

d-Haram: Şeriatın terkini kesin ve bağlayıcı olarak istediği şeydir; Öldürmenin, içki içmenin, zina ve hırsızlığın haramlığı gibi. Hükmü; Kaçınmanın gerekliliği ve yapanın cezalandırılmasıdır. Haramı inkar eden tekfir edilir.

e-Tahrimen Mekruh: Şeriatın terkini zanni bir delille kesin ve bağlayıcı bir şekilde istediği şeydir; Başkasının satışı üzerine satış, nişanı üzerine nişan gibi. Hükmü; Terk edilmesinde sevap yapılmasında ceza vardır.

f-Tenzihen Mekruh: Şeriatın terkini kesin olmayan ve cezadan söz etmeyen bir yolla istediği şeydir. Savaşta, ihtiyaç anında at etinin yenebileceği gibi. Hükmü; Terk edene sevap, yapana da azap yoktur, kınama vardır.

g-Mubah: Mükellefin yapmakla terk etmek arasında serbest bırakıldığı şeylerdir. Yemek- içmek gibi. Hükmü; Yapılmasında veya terkinde sevap veya ceza yoktur.

h-Sebep: Hükme münasip olsun veya olmasın hükmün onunla bulunduğu şeydir. Münasibe misal: Sarhoş etmek içkinin haramlığına sebeptir. Çünkü aklın kaybolmasına götürür. Münasip olmayana misal: Güneşin zevali öğle vaktinin vücubu için sebeptir.

k-Şart ve Rükun: Şart, hükmün var olması kendisinin var olmasına bağlı ve onun hakikatından hariç olan şeydir. Abdest namazın şartıdır. Fakat namazdan hariçtir. Rükun, bir bütünün varlığı kendisine bağlı olan ve onun hakikatinde veya mahiyetinden bir cüz olan şeydir. Rükû, namazdan bir rükun dur. Çünkü ondan bir cüzdür.

m-Mani: Bulunmasından ötürü hükmün yokluğu yada sebebin batıllığı gereken şeydir. Mesela: Baba olmak kısas edilmeye manidir.

n-Sıhhat, batıl, fesat: Sıhhat, şeriatın emrine muvafakat etmek demektir. Sahih, şer’i rükun ve şartlarını tam olarak bulundurandır. Gayr-i Sahih, şer’an istenen rükun ve şartlarını bulundurmayandır. Batıl, akdin aslında bir pürüz bulunan şeydir. Satışın deli bir çocuktan sadır olması gibi. Fasit, noksanlığın akdin vasıflarından bir vasıfta bulunmasıdır. Şahitsiz evlilik gibi.

r-Edâ, Kaza ve İade: Eda, vacibin şer’an takdir edilmiş vaktinde yapılmasıdır. Kaza, vacibin vakit bittikten sonra yapılmasıdır. İade, vacibin ikinci defa vaktinde tekrarıdır. Namazın cemaatle iadesi gibi.
2-Hanefi Mezhebinin Istılahları:

a-Zahir-ur Rivaye: Bununla yaygın ve galip olarak Hanefi mezhebinin üç imamının (ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmamı Muhammed) sözü kastedilir.

b- İmam: Ebu Hanife’dir.

Şeyhayn: Ebu Hanife ve Ebu Yusuf kastedilir.

Tarafeyn: Ebu Hanife ve İmamı muhammed kastedilir.

Sahibeyn (imameyn): Ebu Yusuf ve İmamı Muhammed kastedilir.

Es-Sâni: Ebu Yusuf

Es-Sâlis: İmamı Muhammed

Lehû: Ebu Hanife’nin görüşü.

Lehümê:(indehümê, mezhebühümê): Ebu Yusuf ve İmamı Mıhammed’in görüşleridir.

Ashâbünâ: Meşhur üç imamımız (ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmamı muhammed) kastedilir.

Meşâyih: İmam Ebu Hanife’nin devrine yetişemeyenler kastedilir.

c-Ebu Hanife ve ashabının Zahir-ur rivaye’de ittifak ettikleri ile kesin fetva verilir. İhtilaf ederlerse İmam Ebu Hanifenin görüşü ile fetva verilir.

d-Bir meselede İmamın rivayeti yoksa, sırasıyla; Ebu Yusuf, Muhammed, Züfer ve Hasan b. Ziyad’ın görüşü ile fetva verilir.

e-Bir meselede Kıyas ve İstihsan varsa, -meşhur yirmi iki mesele hariç- amel İstihsana göredir.

f-Mütün: (Hanefi mezhebinin muteber metinleri kastedilir.), Muhtasar-ul Kudûri, el-Bidaye, en-Nihaye, el-Muhtar, el-Vikaye, el-Kenz, el-Mültega gibi. Bunlar Zahir’ur-Rivaye ve Mutemet görüşlerin nakli için te’lif edilmiştir.

g-Tashih ve Fetva çelişirse, evlâ olan metinlere muvafık olanla amel etmektir.

h-Müftü ve Kadı ayrımı olmadan, kendi hakkında da olsa zayıf rivayetle amel caiz değildir. (Müftü, şer’i hükmü haber verir. Kadı ise, onunla hükmeder.)

j-Telfik yoluyla çıkan hüküm Hanefilere göre bâtıldır. Amelden sonra taklitten dönmekte batıldır.10
I. BÖLÜM
A-EBU HANİFENİN HAYATI
1-Ebu Hanife’nin Doğumu ve Nesebi:
Tam adı; Numan b. Sabit b. Zevta b. Muhammed, Ebu Hanife künyesi ile meşhur olup, İmam-ı Azam (Büyük İmam) lakabıyla bilinen imamımız mutlak müctehid ve Hanefi mezhebinin kurucusudur. Ebu Hanife Onun künyesi olarak zikrediliyorsa da Hanefi adında bir kızının olmadığı ve hatta oğlu Hammad’dan başka çocuğu olmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması ıraklılar arsında “Hanife” denilen bir tür divit veya yazı hokkasının devamlı yanında taşıması veya “Hanif” kelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse olarak izah edilmiştir.

Ebu Hanife h. 80/ m. 699 yılında Kufe’de doğduğu hususunda tarihçilerin çoğu görüş birliğindedir. Her ne kadar farklı görüşler de olsa bile Numan ve ailesinin Arap olmadığı kesindir. Onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler vardır. 11

Nesebi konusunda da değişik rivayetler vardır. Babası Sabit, dedesi Zevta olup Kabil ahalisindendir. Farislidir. Araplar oraları fethedince esir düşmüş, Teymoğullarına köle olarak verilmiş, sonra azat olmuştur. Nesebi konusunda torunu ve oğlu Hammad’ın oğlu Ömer’in rivayeti böyledir. Fakat diğer torunu İsmail, yani Ömer’in kardeşi ise dedesi Ebu Hanife’nin nesebini şöyle zikrediyor: “Merzdan (serhat muhafızı) oğlu Numan oğlu Sabit oğlu Numan” atalarında kölelik bulunmadığını yeminle söylüyor.

Bu konuda sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Dedesi ister köleliğe düşmüş olsun, Ebu Hanife hür bir babadan hür olarak doğmuştur. Her ne kadar bazıları, araştırmacıların kabul etmediği güvenilir olmayan rivayetlerle babasının da köle düştüğü zannına kapıldılarsa da köle düşmesi, Ebu Hanife’nin ilmine ve mevkine, şeref ve kadrine hiçbir noksanlık getirmez. Peygamberimiz (sav) de, üstünlüğün sadece takvada olduğunu tekrar tekrar dile getirmiştir. Ebu Hanife’nin kendi başından kölelik geçse bile bunun ne önemi var? Onun şerefi nesepten ve maldan gelmiyor. O şöhretini, haiz olduğu menkıbeler, izzet-i nefs, akıl ve takvadan alıyor. Asıl şeref işte bunlardadır.12


2-Ebu Hanife’nin Yetiştiği Çevre:
Ebu Hanife’nin Kufe’de yetiştiğini daha önce belirtmiştik.Kufe hicretin 17.yılında yani Hz.Ömer zamanında kurulmuştur.13 Sonraları büyük gelişme gösteren yeni şehrin methi, etrafa yayılınca buraya gelenlerin sayısı her gün biraz daha artmıştır. 14

Irak çeşitli kavimlerin, cemaatlerin kaynaştığı yerdi. Çünkü orası eski medeniyetlerin yatağı idi. Süryaniler orada yayılmışlardır. İslamdan önce orada değişik mektepler kurulmuştur. Bu okullarda yunan felsefesi, İran hikmeti okunuyordu. Yine İslam’dan önce burada akidevi konularda birbirleriyle mücadele eden Hıristiyan mezhepleri vardı. İslamiyet’ten sonrada çeşitli milletler ve dinler burada var olmaya devam etti. Ara sıra karışıklıklar, fitneler oluyor, siyasi fırkalar birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Şia, Havaric ve mu’tezile gibi fırkalar burada ortaya çıkmıştır.15 Diğer yandan fetih maksadıyla Hicaz yarımadasından ayrılan birçok sahabe, Irak bölgesine yerleşmiş,Kufe ve Basra’nın önemli bir yerleşim merkezi haline gelmesiyle de buralara gelen sahabe sayısında artış olmuştur.

Hz.Ali (r.a) zamanında hilafet merkezinin Medine’den Kufe’ye nakledilmesi,buranın önemini fazlasıyla artırmıştır.Ali b.Ebi Talib, Abdurrahman b.Mes’ud, Sa’d b.Ebi Vakkas, Ebu Musa el-Eşari Muğire b.Şube, Ammar b.Yasir ve Enes b.malik gibi büyük sahabelerin buraya yerleşmesine sebep olmuştur.Hz.Ömer (r.a),Kufe ehline yazdığı mektupta:”İslam’ın merkezine “tabirini kullanarak orada bulunan ilim sahibi Sahabe ve Tabiin büyüklerine işarette bulunmuştur.Nitekim İbn sa’d, yetmiş Bedir ashabının,üç yüz kadar da şecere-i Rıdvan ashabının Kufe’ye yerleştiğini söyler.16

İşte Ebu Hanife, eski kültür ve medeniyetlerin yatağı ,yeni dinin ve onun azim ve şevk dolu saliklerinin yerleşim merkezi olan böylesine hareketli bir ülkede ve onun gelişmeye müsait bir şehri olan Kufe’de doğdu ve yetişti.


3-Ebu Hanife’nin vefatı:

Ebu Hanife’nin ölüm tarihi belli olmakla beraber nasıl öldüğü veya öldürüldüğü hususunda değişik rivayetler vardır.Ölüm tarihinin h.150 olduğunda kaynaklar müttefiktir.17

Ebu Hanife’nin Halife Ebu Cafer el-Mansur’un Kadı’lık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı kaynaklarda zikredilmektedir.Fakat onun hapisteyken mi yoksa çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır.Hatib Bağdadi ;”Sahih olan onun hapisteyken öldüğüdür.”diyor.18 Bununla beraber Ebu Hanife’nin hapisten çıktıktan sonra zehirlenerek öldürüldüğü hususunda rivayetler de vardır.19 Ebu-l Arab Muh.b. Ahmed b.Temim et-Tirmizi (ö.333), “Kitab-ül Mihen”adlı eserinin, “İnsanların ileri gelenlerinden ve Ulemadan zehirlenenlerin beyanı” başlığını taşıyan bölümünde, Ebu Hanife’nin zehirlenmesiyle ilgili şu bilgiyi verir: “Bana ulaştı ki, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur’un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi.Mansur onun için zehirli süt hazırlatmıştı.Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife şöyle: ‘Ben yaşlı bir adamım, bu süt benim mideme dokunur. Benim gibi bir kimse süt içemez’. dedi Ebu Cafer içeceksin diye ısrar edince Ebu Hanife de içti. Sonra izin almadan Mansur’un yanından kalktı. Mansur, “Nereye gidiyorsun?” deyince, Ebu Hanife; ‘Gönderdiğin yere’ diye cevap verdi, yanından çıktı ve bu süt yüzünden öldü.20

Ebu Hanife’nin cenazesi altı kere kılınmış ve izdihamdan dolayı ikindi namazına kadar defnedilememiştir.Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat’ta Hayzuran Kabristanı’nın doğu tarafına defnedildi.21 Yirmi gün boyunca insanların kabri başında namazını kılmaya devam ettikleri ,bu arada Halife Mansur’un kabri başına gelip namazını kıldığı rivayet edilmektedir.22


B-EBU HANİFE’NİN İLMİ ŞAHSİYETİ
1-Ebu Hanifenin Genel olarak ilmi yönünü

Ebu Hanife Dört Mezhep İmamından biri olup hukukçu yönü ile ele aldığımız takdirde ,onu gerçek anlamda bir hukukçu olarak takdim etmemiz gerekir.İslam dünyasında o en büyük müctehid ve mütefekkir sıfatını haklı olarak elde etmiş bir fakihtir. Dünyada Ebu Hanife kadar ictihatta bulunmuş ,onun kadar aklı dinde kullanmış bir başka alimin bulunmadığını söylemek herhalde mübalağa olmaz.Onun fıkhını incelediğimiz zaman bu özelliğin birinci planda ortaya çıktığını görmemek mümkün değildir.Bu yönden baktığımız takdirde İslam dünyasında gerçek anlamda tek bir hukukçunun bulunduğunu ve henüz dünyada gereği gibi anlaşılamadığını söylemek sadece onun hakkını vermektir.İslam dünyası,özellikle Hanefi dünyası Ebu Hanife’yi bazı menkıbelerinden ve uydurulmuş sufi kişiliğinden tanımaktadır.Oysa onu gerçekten tanımanın yolu düşünce sistemini incelemekten ve içtihatlarını tanımaktan geçer.Bu açıdan Ebu Hanife Hanefi dünyasında meçhul kaldığını söylemek mübalağa olmaz.23



2-İlme Merak sarması:

Numan b.Sabit küçük yaşta Kur’anı Kerimi hıfzetti.Kıraati yedi kurradan biri olarak tanınan imam-ı Asımdan aldığı rivayet edilir.Numan gençliğini ticaretle geçirdikten sonra imam Şa’bi’nin (20/104) tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti.Arapça,Edebiyat,Sarf,Nahiv ve Şiiri öğrendi.Yetiştiği Kufe şehri ve bütün Irak bölgesi Müslim ve ğayrimüslim birçok düşüncenin ,itikadi fırkaların bulunduğu, itikatla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı Rey Ehlinin yerleştiği bir şehirdi.Numan b.Sabit’i ,Şa’bi’nin ilme teşvik etmesi ve ona;”İlim ve ulema ile görüşmeyi sakın ihmal etme.” Gibi sözleri Ebu Hanifenin hayatında dönüm noktası olmuştur.Bundan böyle ticaret işini ortağı Hafs b.Abdurrahman’a devrederek ,arasıra dükkana uğrayarak ,asıl işi ilim meclislerine devam etmek olacaktır.O zaman Numan henüz yirmi yaşındadır.24

Ebu hanifenin yüzünde keskin zeka işaretleri ,kuvvetli fikir emareleri okunurdu.O derece ki onu görenlerin dikkatini çekerdi. Acaba onun ilmi meyli ,fikri yönelişi hangi yöne daha fazla idi? Ulema ile görüşmesi nasıldı? Öyle anlaşılıyor ki Irakta hakim olan fikir havasının içinde bulunduğundan muhtelif zümrelerin yaptığı münakaşalara oda karışırdı.Bazı derneklerde,toplantılarda,hatta çarşı pazarda tesadüfen bazı kimselerle münakaşa yapıyor,sapık fırkalarla mücadele ediyor ve böylece kendini de gösteriyordu. Bu halle Şa’bi ve Talebelerinin dikkatini çekti.Anlaşılıyor ki onun fikir ve görüşleri ,Ehli sünnet ve-l cemaat görüşüne uygundu.Kelam meselelerine dalmış, birçok grup ve sapıkların başlarıyla münakaşa ve mücadele etmiştir.Bu bize onun gençliğinde Kelam İlmiyle meşgul olduğunu izah etmektedir.25

Ebu Hanife yaptığı münazara ve münakaşalarda ,Hz.Peygamberden sahabeye ve sonraki nesillere intikal eden ve o dönemin Müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen itikadi esasları savunmayı gaye edinmiştir.Onun bu alandaki görüşleri zamanla daha belirgin hale gelecek olan Ehli-sünnet anlayışının şekillenmesine önemli ölçüde yardımcı olmuştur.26


3-İlmi olgunluğu ve münazara kuvveti:

Muhtelif rivayetlerin işaret ettiği ve ekseriyetinde tasvip ettiği veçhile Ebu Hanife, itikat meselelerinde münakaşa yaparak hayata atıldı.İlm-i Kelam dediğimiz budur. Muhtelif fırkalarla mücadele yapmıştır. Sonra bundan vazgeçti, fıkha döndü. Bütün fikri düşüncesini fıkha verdi, yine de arasıra mecbur kaldıkça veya hakkı meydana çıkarmak için akaide dair münakaşalar yaptığıda olmuştur. Ebu Hanife başlangıçta çeşitli dini fırkaların münakaşa mevzuu yaptığı meselelerle boğuştuktan sonra fıkıh okumaya döndü. Devrinin büyük üstadlarından dersler aldı. Onlardan birine devam etti. En mümtaz hocayı seçti. Onun muhitine sığındı. En ince meseleleri ondan öğrendi. Kufe o zaman Irak fukahasının yatağı idi. Basra ise muhtelif mezhep fırkalarını barındırıyordu. Bu çevrelerin onun üzerinde büyük tesiri olmuştur. Kendisi bu hususta şöyle demektedir: “Ben ilim ve fıkıh yatağında yetiştim. Onların erbabıyla bir arada bulundum. O fukahanın arasından bir Fakih var ki onunla bağlantıyı hiç kesmedim. 27 O da Hammad b.Süleymandır.


4-Önce Kelama hevesi sonra Fıkha dönüşü:

Ebu Hanifeyi Akaid ve Cedelden, Fıkıh sahasına yönelmeye sevk eden amiller hakkında farklı rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birinde talebesi İmam Züfer b.Huzeyl anlatıyor: Ebu Hanife bir kadının boşanma ile ilgili olarak kendisine sorduğu bir soruya cevap verememiş, kadını fıkıh okutan Hammad b.Süleyman’a göndermiş ve ondan alacağı cevabı kendisine bildirmesini rica etmişti. Kadın Hammaddan aldığı cevabı kendisine nakledince fıkıh konusunda yetişmesi gerektiğini düşünerek yirmi iki yaşlarında Hammad b. Süleyman’ın derslerine devam etmeye başlamıştır. Ebu hanife Hammad’ın öğrencisi olduktan sonra ameli fıkıh alanında iyice derinleşti ve ağırlıklı olarak bu alanda otorite olduğu söylenebilir.

Diğer bir rivayette, talebesi Ebu Yusuf başta olmak üzere muhtelif kimselerden geliyor. Ebu Hanifeye soruyorlar: Fıkha nasıl başladın? Anlatayım, demiş: Bu Allahın tevfik inayetidir. Ona daima hamd olsun. Ben ilim öğrenmeye başladığım zaman, bütün ilimleri göz önüne aldım. Her birini kısım kısım okudum. Sonunu ve faydasını düşündüm. Kelam ilmine başlayacağım, dedim. Sonra baktım akıbeti kötü, faydası az, insan kelamda olgunlaşsa aşikar konuşamaz. Bundan vazgeçtim. Sonra Edebiyat ve Nahve baktım. Onunda sonu bir çocukla oturup ona Nahiv ve Edebiyat öğretmekten ibaret. Şairliğe baktım, onunda neticesi ya methederek dalkavukluk yapmak veya hicvetmek. Yalan sözlerden ve dini hırpalamaktan ibaret. Sonra Kıraat ilmini düşündüm, onu elde edince gençler etrafıma toplanacak bana okuyacaklar, ben dinleyeceğim. Kur’anı Kerim ve manaları hakkında söz söylemek güç. Öyle ise Hadis öğreneyim dedim, fakat çok hadis toplayabilmek uzun ömür ister, ta ki muhtaç olup bana başvursunlar. Yerine göre yalan söylemekle itham edecekler, vs.. Sonra fıkha baktım. Ona baktıkça gözümde değeri arttı. Onda bir eksiklik bulamadım. Baktım ki; ulema ile fukaha ile üstatlarla bir arada oturmak ve onlar gibi ahlaklı olmak var. Aynı zamanda farzları işlemek, dinin icaplarını yerine getirmek ve ibadetleri gereği gibi ifa etmek, ancak fıkhı bilmekle mümkün olacaktır. Çünkü dünya ve ahiret onunla kaimdir. Onun sayesinde dünyayı isteyen büyük mevkilere yükselir. İbadet yapmak isteyen onsuz yapamaz. Kimse ilimsiz ibadet yaptığını söyleyemez. Fıkıh, ilimle ameldir.28

Fıkıhta karar kılıp selefin yolunu izlemeye başladıktan sonra geleneğe uymuştur. Kendisine de üstad olarak Hammad b. Ebi Süleyman’ı seçmiştir. On sekiz yıl Irak’ın bu büyük fakihinin derslerine devam etti. Onun vekili oldu. On yıllık öğrenciliğinden sonra kendi kürsüsünü açmak istediyse de, altmış kadar fetvasının kırkının Hammad tarafından tasvip edildiğini ve yirmisinin düzeltildiğini görünce bundan vazgeçerek onun ölümüne kadar vekaletinde bulundu. Özellikle o sırada şu dört fıkhı öğrendi: İstinbat29, Hz.Ömer fıkhı, Abdullah b.Mesud’un fıkhı ve Abdullah b.Abbas fıkhı. Birincisi şer’i hakikatleri araştırıp ortaya koymaya, ikincisi maslahata, üçüncüsü tahrice, dördüncüsü Kur’an ilmine dayanan okuldu.30


5-Hukûki Kâbiliyeti (Fıkhi Melekesi)

Ebu Hanife Kırk yaşına geldiği zaman, tam olgunluk çağında Kufe mescidinde üstadı Hammad’ın ders kürsüsüne oturdu. Kendisine sorulan meseleleri çözmek, arz olunan meseleleri bir hükme bağlayabilmek için bunları talebeleri ile müzakere yoluyla, karşılıklı konuşmalarla okutmaya başladı. Benzeri hadiseleri birbirine kıyas yapıyor, müşterek illeti olanları aynı hükme bağlıyor, fıtri zekası, kuvvetli aklı ve sağlam mantıki sayesinde bunları kolayca yapıyordu. Böylece hanefiyye mezhebinin doğuran parlak fıkıh yolunu açtı. Biz burada onun hayatını mecrasından, Onunla ilgili şeylerden bahsediyoruz. Onun hayatıyla ilgili şeyleri beyan içinde iki noktaya dikkat çekmek gerekir:



  • Yaşayışı, geçimi ve kazancı hakkındadır.

  • Umumi hayat yani yaşadığı devirde olup biten olaylar karşısında vaziyeti ne idi ve bunun hayatının akışında ne gibi tesirleri oldu.31

Ebu hanife içinde çıkılması güç meselelere getirdiği pratik ve adil çözümlerle tanınmış ve hukuki zekası ile ün yapmış bir fıkıhçıdır. Buna örnek olması bakımından şu olayı zikredeceğiz:32 Serahsi’den rivayet olunur ki, Kufe’de bunak bir kadın33 vardı. Bir adam ona eziyet etti. Kadında ona; “Ey zinakar ebeveynin çocuğu” dedi. Kadın, Kadı İbn Ebi Leyla’nın huzuruna getirildi ve orada da söylediğini itiraf etti. İbn ebi Leyla ona mescidde iki had uyguladı. Bu durum Ebu Hanifeye iletilince; “Kadı yedi yerde hata yapmıştır “ diyerek şöyle açıkladı:

1-Hükmü, mâtûhe’nin (bunağın) ikrarı üzerine bina etmiştir.Halbuki onun ikrarı kabul edilmez.

2-Mâtûhe’ye had uygulamıştır. Halbuki o, had cezası uygulanacak kimselerden (ehl-i ukubeden) değildir.

3-İki had uygulamıştır. Halbuki bir kimse, bir topluluğa iftirada (kazf’de) bulunsa ancak bir had uygulanır.

4-İki haddi beraber uygulamıştır. Halbuki iki had bir araya gelirse birbiri arkasına uygulanmaz. Biri vurulup yerleri iyileştikten sonrada diğeri vurulur.

5- Haddi mescidde uygulamıştır. Halbuki yöneticinin haddi mescidde uygulama hakkı yoktur.

6-Ayakta had uygulamıştır. Halbuki kadına had oturduğu yerde uygulanır.

7-Had velisinin huzurunda uygulanmamıştır. Halbuki kadına velisinin huzurunda had uygulanır. Çünkü vücudunda bir yara açılırsa onu velisi örter.

O günden sonra bu mesele Kufe’de, “Kadı’nın yedi yerde hata yaptığı mesele” diye meşhur olmuştur.
6-Meşhur Üstadları:

Ebu Hanife birçok kimseden ilim almış olmakla beraber, Onun en uzun süre hocalığını Hammad b. Ebi Süleyman Eş’ari yapmıştır. Kendi ifadesine göre hocası ölene kadar on sekiz yıl onun ders halkalarına devam etmiştir.34

Ebu Hanife şöyle anlatıyor: “Emir’ül Mü’mininin Ebu Cafer’in huzuruna girdim. Bana ilmi nerden aldığımı sordu. Ben Hammad’dan, O İbrahim’den, O da Ömer b. El-Hattab, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Mesud ve Abdullah b. Abbas’dan aldı” dedim. Bunun üzerine ebu Cafer; “Çok Güzel, çok güzel, kendini iyi ve mübarek kimselerle dilediğin gibi tevsik ettin Ya Ebu Hanife” dedi. 35

Diğer ders aldığı üstadları şunlardır:



Ata b. Rabia: Ebu Hanife elli beş defa hac yapmıştır. Mekke’ye her gittiğinde Ata b. Rabia’dan dersler alıyordu, ilim halkalarına katılıyordu.

Nafi: Hz.Ömer ve onun oğlu Abdullah’ın ilimlerini, Abdullah’ın azatlısı Nafi’den aldı. Böylece İbni Mesud’un ilmiyle Hz. Ali’nin ilmini Kufe ekolü yoluyla almış oldu.

Zeyd b. Ali: Şia alimlerinden olup bundan da ilim almıştır.

Muhammed Bakır: Şia’nın on iki imamından biridir. Bunun derslerinde de bulunmuştur.

Cafer-i Sadık: İkisi aynı yaşta idiler. Ebu Hanife ondan bahsederken; “Vallahi Cafer-i Sadık’tan daha büyük bir fakih görmedim” demiştir.

Abdullah b. Hasan: Ebu Hanife onunda talebesidir. Güvenilir bir muhaddisti. İmamı malik, Süfyan-ı Sevri ve diğerleri ondan hadis rivayet ederlerdi. Evlad’ı Ali’dendir. 36

İctihad usullerinin kaynaklarını tespit bakımından, sahabeden itibaren Ebu Hanife’nin üstadlarını şema ile şöyle gösterebiliriz:37


Abdullah b. Mes’ûd Ali b. Ebi Talib

I

Şürayh Alkame b. Kays Mesruk b. el-Ecdâ el-Esved b. Yezid



(ö.78/697) (ö.63/682) (ö.95/714)

I I


Amir b. Şürahl eş-Şâbi İbrahim en-Nehâi

(ö.104/722) (ö.95/714)

I

Hammad b. Ebi Süleyman



(ö. 120/738) .

I

Ebu Hanife (Numan b. Sabit)



(ö.150/767)


  1. Ebu Hanife’nin yetiştirdiği talebeler



a) Talebelerinin en meşhurları:38

1-Ebu Yusuf Yakup b. İbrahim el-Kufi (h.113/182): Harun Reşit döneminde Kâdı’ul Kudât (başkanı) idi. Ebu Hanifenin mezhebinde usulünün tedvini ve görüşlerinin dünya çapında yayılmasında büyük katkısı olmuştur. Mutlak müctehiddir.

2-Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni (h.132/189): Önce ebu Hanifeden fıkıh öğrendi, tahsilini daha sonra Ebu yusufda tamamladı. Ebu Yusuf’dan sonra ırak fıkhının reisliği ona kaldı. Mutlak müctehiddir. Yazdığı eserler ebu Hanifenin mezhebinin muhafaza edilmesini sağlamıştır. “Zahir’ur-Rivâye” denilen kitapları, Hanefi mezhebinde güvenilir huccetdir.

3-Ebu’l Huzeyl Züfer b. Huzeyl b. Kays el-Kufi (h.110/158): Hadis ehlindendi, sonra rey tarafına meyl etti. Kıyasta mahirdi. O kadar ki, ebu Hanife’nin talebelerinin en isabetli kıyas yapanı o oldu. Mutlak müctehiddir.

4-Hasan b. Ziyad el-Lü’lü (ö.h.204): Önce Ebu Hanifeden sonrada iki talebesi Ebu Yusuf ve Muhammed’den fıkıh okudu. Hadis rivayeti ve Ebu Hanifenin görüşlerini rivayetle meşhur oldu. Fakat onun rivayeti derece yönünden İmam Muhammed’in, Zahir’ur-rivaye kitaplarından sonra gelir. Fıkıhta Ebu Hanife ve iki talebesinin derecesine ulaşamadı.
b) Talebelerinin yetiştirdiği talebeler:39

  1. İsa b.Aban (ö.h.220, m.836)

  2. Muhammed b.Semâa (ö.h.233, m.847)

  3. Hilal b. Yahya (ö.h.245, m.859)

  4. Ahmed Hassaf b. Ömer (ö.h.261, m.874)

  5. Ebu Cafer Tahâvi b. Muhammed b. Selâme (ö.h.321, m.932)



8-Ebu Hanife’ye Nisbet Edilen Eserler:

Ebu Hanifenin bizzat kendisinin kaleme aldığı eserler konusunda kesin bir bilgi ve belge yoktur. Talebeleri Ebu Yusuf ve bilhassa Muhammed’in te’lif ettiği eserler, fıkhını ve çeşitli konulardaki görüşlerini zamanımıza kadar ulaştırmıştır. Onun devrinde hocalar genellikle kendileri yazmaz, talebelerine yazdırırlardı. 40 Bu yüzden kendisine isnat edilen eserlerin yekûnu fazla değildir. Bunların başlıcalarını zikredelim: 41

1- el Fıkh-ul Ekber 42

2- el Fıkh-ul Ebsat 43

3- el Alim ve-l Müteallim 44

4-Risale ilâ Osman el-Betti45

5-Osman el-Bettiye diğer bir risalesi 46

6-El Vasiyye 47

7-El Vasiyye (oğlu Hammad’a) 48

8-El Vasiyye (talebesi Yusuf b. Halid es-semtî’ye) 49

9-El Vasiyye (talebesi Kadı ebu Yusuf’a)50

10-Müsned’ü Ebu Hanife (Ebu Yusuf’un rivayetiyle)51




Yüklə 370,38 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin