Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19. yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır


Eğitim ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılarak gelecek kuşakların eğitilmesi işlevi



Yüklə 0,66 Mb.
səhifə10/14
tarix27.10.2017
ölçüsü0,66 Mb.
#16229
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

3.Eğitim ve kültürün gelecek kuşaklara aktarılarak gelecek kuşakların eğitilmesi işlevi: yazılı kültür geleneği olmayan tek kültür ortamının sözlü olduğu toplumlarda folklor taşıdığı bilgilerin tarihsel olarak gerçek olması sebebiyle çok önemlidir. Folklor kültürün aynası ve insanlara kılavuz olarak gösterilir.

4.Toplumsal ve kişisel baskılardan kurtulmak için kaçıp kurtulma mekanizması: kabul edilmiş davranış kalıplarına uygun davranıyor olmak ve bu yolla da toplumsal ve kişisel baskılardan kaçıp kurtulmayabilmeği sağlamak.

     B)Sözlü Kompozisyon Teorisi

 Şimdiye kadarki ve 19.yy halkbilimi çalışmaları artsüremli (diacronic) olmalarının yanı sıra geçmişi yeniden kurmaya yönelik ve ele alınan folklor mahsulünün eskiliğini ve ne zaman ortaya çıktığını bulmaya yönelikken 20.yy da ise yapı, muhteva ve stilinin özellikleri, icra edildiği sosyo-kültürel bağlamda ne iş gördüğü, icracının dinleyicilerle etkileşimi ve bunun icra edilen geleneksel anlatının tür, şekline; icrasına, yapısına ve işlevine tesirlerine odaklanılmıştır.

a)Teorinin Ortaya Çıkışının Tarihçesi ve Homer Meselesi

20.yy da ortaya çıkmış en önemli kuramlardan birisidir. Önceleri “Sözlü Formulsel Teori (Oral-Formulaic Theory)” olarak, sonra “Sözlü Teori Oral Theory) olarak adlandırılan teorinin yaygın adı “Sözlü Kompozisyon Teorisi”dir ( The Theory of Oral Composition). Bu kuram klasistler ve filojistler arasında Homer meselesi olarak bilinen alanda 20yy ın ilk yarısında çalışmaya başlayan Milman Parry ve Albert B.Lord tarafından ileri sürülmüş ve Homer’in Odessa ve İlyada’sının sözlü kültür ürünü olup olmamasını çalışmaktadır. “Homer Meselesi” klasik filoloji çalışmalarıyla birlikte başlayan ve asırlarca süren bir bilgi ve araştırma alanıdır. Bu çalışma alanının cevap aradığı sorular Homer’in kim olduğu, Odesa ve İlyada’nın ne zaman yazıldığı, destanların hazırlanışı ve yorumlanışıyla ilgili şüphelerin giderilmesine yönelik cevapların bulunuşudur. Bu dönemin en önemlisi sorusu ise cevaplanamayan “Homer’in zamanında yazı yoksa bu kadar uzun şiirler nasıl oluşturulup yazıya geçinceye kadar nasıl saklandığı”dır.


Analist Karl Lachmann 1816’da romantik milliyetçilerin geleneksel sözlü şiir parçalarını derleyip milli kahramanları tanımaya yönelik çalışmalarından hareketle Alman destanı Nibelungenlied ile  Homer’in destanlarına uyguladığı  “şarkı teorisi (liedertheorie)-kolektif yaratma teorisi”nin ilk şeklini ortaya koydu. Bu teorinin günümüzde de takipçileri mevcuttur. Buna göre bir Homer değil birden fazla Homer vardır ve bunlar şiir parçalarını bir araya getirerek destanı oluşturmuşlardır, yani bir kolektif yaratma söz konusudur.

1840’larda F.Wolf İlyada ve Odessa’nın sözlü kültür ortamında yaratılmış olabileceğini söyledi. Gottfried Herman kompozisyonun yapı ve birleştirmedeki tipik özellikleri, veznin adapte ediliş ve uygulanışı, uzun  sıfat cümleleri ile süslenişler, atasözü, deyim ve tekerlemeler gibi halk kültürü unsurlarının kullanılmasıyla oluşan İlyada ve Odessa şiirlerinin okunmak için değil işitilmek için olduklarını ifade etti.

Yunaristler metinleri Homer’in yazdığını ve dikte ettirmesiyle oluşan tarihi ve bütün bir obje kabul etmişlerdir. Yunaristler uzun yıllar boyunca süren tartışmada aynı fikirleri savunurken Analistler çeşitli metodolojiler oluşturmuş, metinleri ve benzerlerini tarayarak mukayeseli çalışmalar yapmışlar ve gittikçe gelişen sözlü teorinin ortaya çıkışını sağlamışlardır.

 b)Kavramsal Çatısının Oluşumu: M.Parry ve Çalışmaları

         Milman Parry 1923’te Berkeley’de Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California) master tezinde Homer şiirlerini irticalen meydana getirip sözlü olarak aktaranın bir ozan değil onları yazan bir şair olduğunu kabul eder. 1928’de Paris’te hazırladığı doktora tezinde ise Homer geleneği takip eden bir şairdir. Matija Murko ve A.Meilet bu geleneğin sözlü gelenek olduğunu ifade etmişlerdir. Bu görüşler Harvard Üniversitesi’nde çalışmaya başlayan Parry’nin çalışmalarına da yön verir ve o 1930-32 yıllarındaki çalışmalarında bu destanların tekrarlanan formüllerle(epiteths-sıfat kalıpları) oluşturulma tekniğiyle oluşmuş olmasından hareketle bunların geleneksel destanlar olduğuna kanaat ettiğini belirtmiş ve bunların sözlü olarak kompoze edildiğini düşündüğünü ifade etmiştir.

         M.Parry öncelikle şiir stilleri üzerine çalışırken bu şiirlerin formüller dolayısıyla geleneksel olduğunu anlamaya başlamış ve bu konuda hocası Meilet’in çok büyük etkisi olmuştur. Bundan sonra ise epik destanların sözlü olarak kompoze edilip yaşadığı “yaşayan laboratuar” olacak yerin tespit edilerek geleneğin gözlenip derlenmesi aşamasına geçmiştir.

        Parry öğrencisi A. Lord ile Yugoslavya’ya gidip Boşnak destanlarını derlemiştir. Yugoslavya epik şiirin canlı olarak yaşandığı laboratuar olarak seçilmiş ve Homer’in destanları geleneksel kültürde bir ozan olarak yarattığı doğrulanmak istenmiştir. Parry’nin Yugoslavya’daki çalışmaları 1933-35 arasında sürmüştür. 16 ay derleme yapılmış Hırvat ve Sırplardan derlenen destanlardan daha uzun ve Homer’in şiirlerine stil bakımından daha yakın olduğu için özellikle Müslümanlardan 1500’e yakın epik destan metni derlenir. Derlemeler doğrudan ses kayıt cihazlarıyla yapıldığı için ayrı bir öneme sahiptir. Bu yolun takip edilmesiyle aynı aşıklardan (gus) aynı destanın farklı yer ve zamanlardaki icraları derlenerek destan metinlerin ezberlenip aktarılmadığı ve her icranın farklılıklar taşıdığı görülmüş, aynı şekilde aynı destanın farklı aşıklarca icrası da derlenmiştir.

         Parry Vuk Karadziç’in 19.yy daki derlemelerinden hareketle Homer’in destanları ile Güney Slav destanlarının geleneksel sözlü formüllerle oluşturulması konusunu ele almıştır. O formülü (Formula) “anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup sözcük” olarak tanımlar. Albert bu formülün yanı sıra “formülsel açıklama”(formulaic expression) getirmiştir ki “bir mısra veya yarım mısra şeklinde inşa olunan formül özelliği gösteren unsurlar” dır. Milman Parry’nin tema(theme) tanımı ise “formüllerin kullanılmasıyla inşa edilen geleneksel bir şiirin(destanın) söylenişinde düzenli olarak kullanılan bir grup fikir” dir.

 c)Teorinin Ortaya Çıkışı: Albert B.Lord ve Çalışmaları

         Lord Yugoslavya’nın yanı sıra Arnavutluk ve Bulgaristan’a da gider ve “Destanların Söyleyicisi”(The Singer of Tales) kitabını tamamlayarak yayınlar. Kitap Teori ve Uygulama adlı iki bölümden oluşur. Teori bölümünde temel kavramlar ve tartışmalar “Destan Söyleyiciler: Yetişme ve İcraları” (Singers: Performance and Training), “Yazı ve Sözlü Gelenek”( Writing and Oral Tradition) başlıklarıyla ele alınırken ikinci kısımda ise (The Application) bu teorinin “Homer” “Odessa Destanı”, “İlyada Destanı” ve “Orta Çağ Epiği Üzerine Bazı Notlar” başlığı altında uygulanışı yer alır. İlk bölümde Lord sözlü kültür ortamında şiiri meydana getiren kişinin onu oluşturma anının (kompoze etme) icra anı (performance) olduğunu ve sözlü şiirin önceden hazırlanan değil irticalen meydana getirilen olduğunu ifade eder. Bu şiiri söyleyen yalnızca icracı (performer) değil kompozitör (compozer) dır aynı zamanda.

        Yugoslavya’da küçük kasaba ve köylerde özellikle düğün törenlerinde epik destanlar evlerde icra edilmektedir. Evler dışında ise kafana denilen kahvehanelerde icra yapılır. İcracı dinleyicilerinden hatırlı olanları hoş geldiniz parçalarıyla karşılarken gidenleri de uğurlayan parçalarla gönderir.. Dinleyicinin durumuna göre icra edilen destan uzatılabilmekte veya kısaltılabilmektedir.

         Aşıkların yetişme ve eğilimleri üç döneme ayrılır:

1)Dinleme ve özümseme (listening and absorbing)

2)Uygulama (Application)

3)Eleştirel bir dinleyici önünde icra( singing for a critical audience)  olarak belirlenmiştir.              

         Aşıkların çoğunluğu okuma-yazma bilmez (illiteracy) ve aşık tarzı destan söylemeye çok isteklidirler. Bu dönemde diğer aşıkları dinleyerek hikaye ve şiirlerin temaları, adları, uzak diyarlardaki yerleri ve sosyal değerleri öğrenilir. Aynı zamanda icra edilen destanların ritim ve müzikleri de öğrenilmekte ve tekrarlanan formülleri özümsenmektedir. Aşıklıktaki diğer adım ise enstrümanlı veya enstrümansız destan söylemek için ağzını açmakla başlar. Destanın ritmi veya melodisi tambura veya gusle olarak adlandırılan iki telli enstrümanla oluşturulur. Destanların ölçüsü 4+6 duraklarıyla oluşturulan 10 hecedir. Bu gelenekleşmiş sabit yapıdır. Aşıkların bu geleneksel formülleri öğrenmesi gerekmektedir. Öğrenilen epik destan geleneğinin özel dilidir. Bu aşık adayının (çırağın) öğretmene (usta) en çok ihtiyaç duyduğu zamandır. Aşık diğer ustaları dinlemesinin yanı sıra okuma yazma biliyorsa basılmış destanları da okuyabilir. Diğer devre ustaların taklit edildiği devredir. Aşıktaki merak onu sözlü kompozisyon tekniğini öğretmeye yönlendirir. Bu taklit ve özümseme sürecidir. Eleştirel bir topluluk önünde sanatını icra etmesi ise onun için dönüm noktasıdır, icrasında pek çok süsleme ve nakış kullanır, sabit metinleri ezberleyip aktaran değildir. Aşık yeni destanlar öğrenmekte ve icra etmektedir, her destanı kendi kelimeleriyle kendine has kılar ve ve ona mührünü vurur. “Yaratıcı usta” konumuna gelemeyen de olur. “Yaratıcı usta” hem geleneği devam ettiren koruyucusu hem de yaratıcı sanatkardır. 

         Kitabın üçüncü bölümü olan “Formül”de (The Formula) Lord Homer destanlarını çalışanların “tekrarlar”(repetitions), “stok tekrarlar” (stock epiteths), destan klişeleri (epic cliches), “sterotipik ibareler”( sterotyped phrases) dediklerine Milman Parry’nin “anlatılmak istenen bir ana fikri anlatmak için aynı vezin şartları altında düzenli olarak kullanılan bir grup sözcük” tanımını kullanır.

         Çıraklık devresindeki bir aşık yerine yaşlı ve meşhur olanlarının seçilmesi destanların formüleri, işlevleri, oluşumlarına dair sağlıklı bilgiyi almamıza engel olmuştur. Formüller usta ve çırak arasında farklılık arz eder. Formül düşünce ile müzik eşliğinde söylenen mısraın ürünüdür. Formül üzerinde çalışma şiirin ölçüsü ve müziğini dikkate alarak başlamalıdır. Çırak için de ilk talep edilen unsur müzik ve ölçüdür. Çırak ölçüyü sıklıkla tekrarlanan düşüncelerden öğrenir. O ölçü kalıpları, kelime sınırları ve melodiyi özümseyerek öğrenip sahiplenir ve gelenek onun içinde kendini yeniden üretmeye başlar.

         Aşık konuşulan dil ile destanlardaki dilin ayrımına da varır. Fiiler günlük konuşmadaki yerlerinden oldukça farklı yerlerdedir, ekler düşürülebilmekte, ibareler arası ulamalar yapılabilmekte, aliterasyonlar ve asonanslar yapılmaktadır. Aşığın zihninde kelimeler ses değeri gereği çağrışım yapmaya başlar ve zihninde melodik, akustik, vezinsel, sentaksa dair kalıplar şekillenecektir. Ritimler değişiklik göstermeyen temel yapılardır, müzik aleti ise taklitle veya bir başkasının göstermesiyle öğrenilir. Bu temel melodi ve ritimler başkalarından öğrenecekleri ile gelişecektir. Formüller kutsal değil ama yararlıdır. O da zamanla kendi formül alışkanlıklarını kazanacaktır. En çok sabit olan formüller şiir geleneğindeki en yaygın olan fikirlerle ilgili olanlardır ki bunlar da kahramanların adları, olay örgüsündeki ana hareketler, zaman ve yerle ilgili olanlardır. Hikayelerdeki en yaygın hareketler ve onları ifade eden mısraın ilk veya ikinci yarısını dolduran fiiller tam formüllerdir. Üçüncü tür formüller ise hareketin ortaya çıkıp oluşmaya başladığı zamanı tanımlar. Bunlar sözlü stilin temel taşlarıdır. Formüller bir dilin grameri gibidir. Yeni formüller eskilerine yeni kelimeler koyularak oluşturulur. Aşık orijinalitenin peşinde değil ama icrasını gerçekleştirebilmek için fikrini en iyi yansıtan formülü bulabilen kişidir. Gelenekteki bütün formüller bütün aşıklar tarafından bilinmez ama çoğunluk bilinir ve kullanılır ortak olarak. Bu formüllerin indeksi hazırlanarak ulusal ve mahalli olanları ortak ve bireylere has olanları ortaya çıkarılabilir.

         Kitabın dördünü kısmı olan “Tema”da  (The Theme) ise Lord, Parry’nin bir destanın anlatımında düzenli olarak kullanılan fikir gruplarını tema olarak adlandıran tanımını kullanır.

        Aşık destanları dinlerken formüllerin kalıbını (pattern), ritmini öğrenirken temaları da öğrenir. Aşıklar duydukları bir temayı tamamen aynı kelimelerle ifade etmezler. Aynı aşık altı değişik yerde ve zamanda aynı destanın bir temasını altı değişik söyleyişle söylemiştir. Destanlar büyük temalar (major theme) ve küçük temalardan (minor theme) oluşur. Aşık destanına element ekleyip çıkarabilir.

 

         Kitabın beşinci kısmı “Destan ve Destanlar” dır (Songs and the Song). Sözlü kompozisyon sürecinde yaratıcı bir birey olan aşık geleneği daha ileriye taşır. Aşık destanını birincil ve ikincil temaların esnek (değişebilir) bir planı olarak düşünür. Biz de destanı her icrada değişen bir metin olarak görürüz. Aşığa göre destan değiştirilemezdir, çünkü değişmenin onun zihninde olması gerekir. Her icra belirli bir özel destandır. Orijinal düşüncesi, sözlü gelenek için mantıksızdır.


         Değişme (change) ve değişmezlik (stability) geleneksel sürecin bir araya getirmek için çalışmamız gereken iki elementidir. Ne niçin ve nasıl değişmektedir sorularına cevap bulmak için destan metinlerini deney mahiyetindeki üç tematik döneme ayırmalıyız:

1)Bir aşıktan diğerine geçişi.

2) Bir aşığın destanı icralarının zaman bakımından farklılıklarının tespiti.

3)Bir aşığın repertuarındaki bir destanın uzun bir zaman diliminde nasıl bir hale geldiğinin  tespiti.

         Kitabın altıncı kısmı “Yazı ve Sözlü Gelenek”(Writing and Oral Tradition)tir. Bu kısımda sözlü geleneğin yazıya geçirilişi ve yazılı kültür ortamının sözlü kültür ortamına tesirleri yer alır.
         Sözlü destan anlatma sanatı yazının baş göstermesinden önce mükemmelleşmişti. Yazılmak için destan anlatması istenen icracılar müzik ve ritim olmadan yalnızca eski alışkanlıklarını hatırladılar. Bu şekilde sabit bir metin meydana getirildi. Yazının varlığı sözlü geleneğe etki etmesine rağmen bu etki toplumun tamamını etkilemeyebilir. Sözlü gelenek ürünlerinin toplanıp yayınlanması yeni destanların yaratılmasına da neden olabilir. Fakat aşıkların basılı metinleri ezberlemesi onları gelenekten uzaklaştırır. Onlar artık sözlü gelenekten öğrendiklerini de ezberleme ihtiyacı duyarlar. “Doğru metin” (correct text) anlayışının ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla sözlü gelenek de ölmeye başlar. Bu destanları yeniden yaratan değil sadece tekrarlayan (reproducers) bir kuşağın yetişmesi demektir. Değişme sözlü geleneğin amacı olan hikayenin esasının durağanlığından metnin kelimesi kelimesine aynı olan durağanlığa doğru olmuştur.

         Kitabın ikinci bölümü “Uygulama” da (The Application) Ortaçağ Avrupa epik destanları üzerine kuram uygulanmıştır.



d) Sözlü Kompozisyon Teorisi’ne Yapılan Tenkitler ve Dönüşümler  

         Bu kurama yapılan eleştirilen başında bağlam merkezli değil metin merkezli olmaya yönelmesidir ki bu da Tarihi-Coğrafi Metod’a yöneltilen eleştirilerle benzerdir. Bir diğer eleştirilen yönü ise Propp gibi formüllere dayalı olması nedeniyle mekanik bir yapıda olmasıdır. Bu eleştiriler A.Dundes tarafından getirilmiştir. Nasıl ki Propp’un masal çözümleme yöntemi  sosyal ve psikolojik yön ve anlamlardan uzaksa bu metod aynı eksikliği nedeniyle eleştirilmiştir.


         Performans Teori’nin takipçilerinden Roger Abrahams da kompozisyon kelimesine yapılan vurgu ile yönelinen metin merkezciliği eleştirmiştir. Böylece metine dönüşle canlı performans ihmal edilmiştir.

         Yöneltilen bir diğer eleştiri ise epik destanların dışında pek fazla uygulanmayışıdır. Özellikle bilmece ve atasözleri sabit metin olarak kabul edildiklerinden her seferinde yeniden kompoze edilememektedirler. Fakat epik destanlar dahi halkbilimin en önemli ve büyük türü olması nedeniyle bu teorinin halkbilimine kazandırdıkları oldukça fazladır.

         Sözlü kavramı da tartışma konusudur. Ezberlenmiş ve kelime kelime muhafaza edilmiş muhafaza edilmiş metinler(icra) sözlü (oral) kabul edilmezken sözlü şiir(oral poetry) sadece icra anında irticalen ve sözlü olarak meydana getirilen olarak kabul edilirken A.Lord sözlü kavramı yerine gittikçe geleneksel(traditional) kavramını kullanır olmuştur.
         Bir diğer eleştirilen yön ise doğrulamaya yönelik çalışmalara odaklanılmış olmasıdır. Bu da Tarihi-Coğrafi Metod’un ”ur-form”, “motif “ve “olay örgüsü” kavramları doğrultusunda çalışmalarla motif-indeksin ötesine gitmeyen çalışmalara eşdeğer eleştirilere yol açmıştır.

         Parry’nin Sırp ve Hırvat yanlısı tutumu da oldukça yanlıştır. Onun bu yanlı tutumunda çalışmalarından etkilendiği Vuk Karadziç’in etkisi olmuştur. Parry son derece yanlış olarak Müslüman Boşnaklardan derlediği destanları Sırp-Hırvat Kahramanlık Destanları olarak adlandırmıştır.

 

         e) Sözlü Kompozisyon Teorisinin Bugünkü Durumu



         Bu teori ile birlikte icra ve kompoze etme birbirinden ayrılmıştır. Tarihi-Coğrafi Metod’un ur-form arayışının ya da  orijinal, varyant kavramlarının geçerliliği kalmamıştır.  
         Bu teori ile sözlü kültür ortamında irticalen meydana getirilen metinlerin icradan icraya pek çok değişkene bağlı olarak farklılaştığı ortaya konarak sözlü edebiyatın yazılı edebiyat gibi yazılıp tamamlanmış yani sabit metin halinde olmadığı, bilmece, atasözü gibi istisnai türler dışında sözlü edebiyat metinlerde orijinal veya otantik metin aramanın her metnin(icranın) aynı derecede orijinal ve otantik olduğu belirlenmiştir. Böylece sözlü kültür ortamında icra edilen ürünlerin metin(text) olmayıp süreç (process) olduğu anlaşıldı.

        Bu teori geliştirilen bilgisayar programlarıyla da desteklenmektedir. Bu şekilde sesli ve görüntülü kaydedilen sözlü edebiyat ürünleri transkribe edilmiş formlarıyla bir arada yer alan sanal metin”hypertext” olarak aktarılan bilgisayar ortamında Finengan’ın tespitlerine göre geleneksel formülerin tespiti, farklı varyantların karşılaştırması, şiirlerin vezin kalıpları ve özellikleri, mitlerin yapı ve tahlilinde, tür sınama ve tasniflerinde başarıyla kullanılmıştır.     

                   C) PERFORMANS TEORİ 

a) Ortaya Çıktığı Teorik Zemin Ve Tarihçesi 

             Halkbilimi çalışmalarında, folkloru “geçmişin ürünleri” anlayışından “dinamik bir iletişimsel süreç” olarak kabule dönüştüren Performans Teori, E. Sapir’ in 1910’ larda başlayan yaş ve cinsiyet gruplarına ve benzeri diğer özelliklere bağlı olarak değişen konuşma ve anlatma şekilleri gibi dilin sosyal kullanımlarına ve icrasına dikkat çekmesi ve İşlevsel Kuram’ ın kurucularından Malinowski’ “Şüphesiz metin çok önemlidir fakat bağlamsız metin ölüdür” şeklinde ifade ettiği “bağlam” ( context) fikirlerinin olgunlaşması sonucu ortaya çıkmıştır.

              Performans Teori’ nin bir başka önemli kavramsal başlangıç noktası ise Tarihi-Coğrafi Fin Okulu’ nu ve erken dönem kuramlarının bazılarının temellendiği “karşılaştırmalı dilbilim” veya kısaca dilbiliminden gelmektedir.Ancak P.Teori’ yi oluşturan halkbilimciler, önceki gibi “karşılaştırmalı dilbilimi okulu” ndan değil; “Prag Dilbilim Okulu” nun çalışmalarının da tesirleri altında kalmışlardır. Sosyal dilbilim üzerine yapılan çalışmalar da performans teorinin kurucularının kavramsal ve kuramsal formülasyonlarında doğrudan etkili olmuştur.

             Karh Bührer, konuşmanın gönderme, dışavurum ve başvurma işlevlerini tespit eder, daha sonra buna eklenen estetik yani dilin şiirsel kullanımı işlevi de eklenerek diğer üç özelliğin sözel sanat üzerinde temellendiği ileri sürülür. Bu sanat, kendi içinden faktörlere bağlı olması nedeniyle söyleyip ifade eden, söylenilen ve dinleyen bağlamında yani sosyal bağlamda bir icranın içinde çalışılması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Sosyo-dilbilimcilerin dilin kullanımı için düşündükleri bu icra veya performans fikri, folklorun doğasını ve yapısını açıklayıcı olması dolayısıyla, halkbilimi çalışmalarına uygulanmış ve bunun bir sonucu olarak Performans Teori ortaya çıkmıştır denilebilir.Söz konusu sosyo-dilblimsel “performans” yani icra, paradigmasını yeniden yorumlayarak halkbilimine yönelik kuramsal bir çerçevenin temelini oluşturan paradigma haine getiren kişi, Roman JACOBSON’ dur, “dil” ve “parol” ilişkisini “dilbilim” ve “halkbilimi” ilişkisine benzettiği doğrultuda halkbilimi ve performans ilişkisini ifade eder. Petr Bogatrev’ de “folklorun aşağı yukarı tiyatroyla aynı olduğunu” ve “folklorun bu teatral” özelliğinden hareketle “bir masalın nasıl anlatıldığını göz önünde bulundurmadan masal metnin” den hareketin yanlışlığına dikkati çekerek icranın önemini vurgular. 

  Milmann Parry ve Albert Lord’ un ileri sürdükleri  “Sözlü Kompozisyon Teorisi” : A. Lord’ un “The Singer of Tales” adlı çalışması sözlü destanların doğası, yapısı ve icra özelliklerinin bir çoğunu ortaya koyması bakımından Performans Teori’ nin oluşum sürecinde son derece önemli rol oynamıştır.

Dan Ben Amos’ un 1967’ de Folklor Kurumu’ nun yıllık sempozyumunda sunduğu “Halkbilimi: Bir Kez Daha Tanımlama Oyunu” bildirisiyle halkbiliminin “tür ağırlıklı” ve “madde” veya “nesne merkezli” halkbilimi tanımlarına karşı son derece ağır ve detaylı eleştiriler açılmış olur. Bu çalışmadan sonra, R.Bauman’ ın “Performans Olarak Sözel Sanatlar” adlı çalışması, halkbiliminde “icra” ve “iletişim” kavramlarını belirleyici konseptler olarak gören çalışması “performans”  yeni yaklaşımı ve geniş bir yelpaze oluşturan yaklaşımları derleyip toparlayıcı bir şemsiye terim olarak kullanılmağa başlanır. Bauman’ ın ifadesiyle performans terimi aynı zamanda yeni folkloristik veya halkbiliminde geriye dönük ve yeterince gelişmemiş veya gelişmesi gecikmiş yapılanışa dayalı perspektiflerden kurtularak insanlık tecrübesinin tamamını kavrayan yeni halkbilimi yapılanışının temelini oluşturmaktadır.



b) Performans Teori’ ye Göre Halkbilimini Analiz Modelleri

         “Performans” kavramı kullanılmaya başlandıktan sonra, halkbilimi öteden beri çalışa geldiği büyük bir çoğunluğu geçmişin “artık” veya “tortusal kültür niteliğinde olan konuların yanında ve belki de önünde “yeni oluşan kültürü” çalışan bir disiplin durumuna kavuşmuştur.Daha da önemlisi , halkbilimi disiplininin hem geçmişe ve hem de şimdiye yönelik kültürel olguları araştırabilecek bütüncül bir kuramsal yapıya kavuşmasıdır. 



1. Performans (icra/gösterim) Kavramına Dair İlk Tespitler

Performans iki temel unsuru içermektedir.

1. Folklorun gerçekleştirilişi veya icrası anlamıyla artistik veya sanatsal bir eylemdir.

2. Performansın icracısı, sanatın formu, dinleyici veya izleyiciyle birlikte icranın gerçekleştiği çevre bütünü olarak artistik veya sanatsal olaydır. 

Bu ikili yapı performans bakış açısının geliştirilmesinin temel elementleridir. Bu şekilde kullanımları üzerine inşa edilen kuramsal yapı folklorun bir materyaller veya şeyler toplamı olması anlayışından bir iletişim biçimi olması anlayışından bir iletişim biçimi olarak folklor şeklinde anlaşılmasını sağlamıştır. Buna göre folklor anlatan ve dinleyen arasında geleneksel bir anlatı yoluyla kurulan iletişim biçimi olarak ele alınmakta ve sosyal bir olay olarak folklorun canlı icraları incelenmektedir. Performans Teori “metin merkezli kuramlar”ı (gözlem veya görüşme yoluyla metinlerin yazıya geçirilmesi ve incelemenin de yazıya geçirilmiş metinler üzerinden yapılması) eksik görüp; bütün sözel sanatları “konuşmaların özel bir biçimi” olarak ele almak suretiyle sınırları, insanın “sözel davranış biçiminde yer alan artistik veya sanatsal dışavurumlar” genişliğine ve derinliğine bütüncül bir biçimde tamamını birleştiriciliğe ulaşmıştır.Böylelikle geniş ve çeşitli türler bir yandan “sözel sanat” kavramı altında toplanmış olmakta ve bunların tamamı performans veya icra olma durumunda ve yine her birisi kültüre özel yapı ve çeşitlenmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültüre özel olarak var olan olguların var oluş yolları ve biçimlerinin her biri içinde yer aldıkları kültüre ve topluma bağlı olarak taşıdıkları özellikler araştırılıp ortaya konulabilir ve incelenebilir hale gelinmiştir.

Konuşmacının dinleyiciye, adeta, “konuşmamı söylediğim özel durumu”na bağlı olarak yorumla, onu kelimelerin sözlükteki karşılıklarıyla değil onları “ses tonuyla ve biçimiyle” yüklediğim anlamları düşünerek anla” demesinden başka bir şey değildir. Bu durumun tespiti performansın yorumcul bir çerçeve oluşturduğunu gösterir ve mesajların bu yorumcul çerçeve içinde iletilip anlaşıldığını ortaya koyar. Bu çerçevelerden birincisi; icra esnasında kullanılan sözcüklerin sözlük anlamını veren “gerçek anlamsal çerçeve” ikincisi ise ; “dolaylı anlatım”, “şaka”, “taklit” , “aktarma”, “alıntılama” gibi “performans çerçevesi tipleri”dir.Bunların icra esnasında birkaçı bir arada bulunabilmektedir.Fakat bu bağlamda,önemli olan “performansın belirgin bir çerçeve olarak” anlaşılıp kabul edilmesidir.Bu bir anlamda performansın bir dil kullanım yolu veya konuma şekli demektir.Bu aynı zamanda da icra esnasında, dinleyiciye iletişimsel yeterlilik bakımından, bilgiye ve dili sosyal olarak kullanabilme yeteneğine dayanan bir sorumluluk yükleyen yaklaşımdır.

Dinleyicilerin defalarca dinledikleri hikayelerin konularını veya anlatılan bilgileri bildikleri halde merak ve heyecanla bekledikleri yeni bilgi değil aşığın  asıl ustalığını göstereceği kahramanları ve olup bitenleri aktaracağı “icra çerçeveleri” ni kurup dinleyiciyi de onlarla irtibatlandırabilmesidir.Bu neyle bağdaştırarak veya çerçeveleyerek anlatacağı ve nasıl yorumlayacağıdır. Bununla konu edilen, belli bir toplumun veya konuşma grubunun kültüre özel yapısıdır.Bununla birlikte kültürler arası seviyede şu tür genellemeler yapmak mümkündür:


  • Özel Kodlar: Şiirsel bir dil kullanımı veya “daha eski” yahut “arkaik” miş intibaı veren ibarelerin kullanımı gibi dile dayalı kullanımlar bunlar arasındadır.

  • Mecazi Dil: Performansın bir parçasına dönüşür.Bunların bazıları kullanıma hazır geleneksel ve formülsel malzemeler iken diğerleri icracının yaratıcılığının ürünü olarak karşımıza çıkarlar.

  • Paralellik veya Koşutluklar: Önceden planlanmış düzenlikler veya semantik, gramatik, fonetik veya vezin tekniği yahut yapılarından kaynaklanan tekrarlar başta olmak üzere sözlerin inşa ediliş yapısında yer alan her türlü düzenli unsurdan oluşurlar.

  • Özel yarı Dilbilimsel Yapılar: Anlatım içinde durma,soluklanma,duraklama,ses tonu, ses yükseltme, vurgu gibi yapılarda performansın kaydedilmesi gereken önemli özellikleri arasındadırlar ve çok kolaylıkla performansın çerçevesinde ve dolayısıyla yorumlanışında değişiklikler meydan getirirler.

  • Özel Formüller: “Bir varmış bir yokmuş” ve “Eee.. atalar ne demişler” gibi kültüre ve türe özel formüller ki bunların bir çoğu türü belirleyici işlevlere sahip olarak içinde yer aldıkları kültürdeki söz konusu türlerin geleneksel icraların aynı zamanda “icrasal çerçeve anahtarı” dırlar.

  • Geleneğe Başvuru: Sözlü gelenek yoluyla edinilmiş olduğuna veya bizzat tecrübenin ürünü olduğuna dair geleneğe başvurma. “Ben dedemden işittim ki…”gibi ifadeler verilebilir.

  • Performansı Yalanlama: Kendisinin yetersizlini öne sürerek anlatamama gibi yaparak bir şeyi anlatıp icra etme. 

Bunlar dışında kültüre veya konuşma grubuna özel olarak ele alınımp çalışıldığında pek çok farklı tipleri ortaya çıkacaktır Performans olayının yapısı, icranın çerçevesi, töresi,eylem akışı gibi pek çok faktörün neticesi olarak oluşur.Bu performans olayının yapısının temeli aynı zamanda icracılar dinleyiciler olarak katılımcılardır.Bu roller, yapının şekillenişini sağlar.

     “Performans” kavramı ve onun temellendirdiği bir kuramın oluşturulmasına doğru halkbilimsel düşüncede meydana gelen değişmelerin veya mevcut kavramların yeniden değerlendirilmeleri sürecinde en önemli değişmelerden veya yeniden tanımlamaların en önemlilerinden birisi de “halk” (folk) kavramında gerçekleşmiştir.



Yüklə 0,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin