Halkbilimi, insan davranışları ve geleneklerini çalışarak objesi olan insanı daha iyi anlamaya ve onun hakkında daha derin bilgiye kavuşmak amacıyla 19. yy başlarında bağımsız olarak ortaya çıkmıştır


H.) Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı



Yüklə 0,66 Mb.
səhifə7/14
tarix27.10.2017
ölçüsü0,66 Mb.
#16229
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   14

H.) Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı

Bu yaklaşım folklorun kaynağı konusunda, yüksek veya seçkin kültürün “aşağı tabakalara inmesini” veya “batmasını” ileri sürer. Halkbilimi kuramları içerisinde en çok tartışılanlardan biridir. Bunun en önemli nedenlerinden birisi Grimm kardeşlerden itibaren folklorun kaynağının “kolektif yaratma”, halkbilimi ürünlerinin de “anonim” olduğunun bir saplantı halinde düşünülmesidir. Kuram bu saplantıyı en azından kaynak bakımından ciddi bir tartışmaya açmıştır. Çok tartışılmasının diğer bir nedeni de getirdiği yaklaşımın hem faşist, hem komünist ideolojilerin hâkim olduğu ülkelerde kabulünün yasaklanmasıdır.

Kültür tarihçisi Peter Burke bu kuramın paradigmatik geçmişi için “Swift” (hızlı, kısa süreli, ömürsüz) düşünceler tıpkı moda gibi hep nitelikli olandan ortalamaya, sonra kaba olana düşüyor, orada yitip gidiyor, der. Burke’nin tespitlerine göre Herder ve Grimm kardeşler gibi halk kültürü kaşifleri ise bu bakış açısını tersine çevirerek bu yaratıcılığın alttan, yani halktan geldiğine inanmışlardı. 20. yy’ın başında Almanya’daki halkbilimciler bu soruyu çok tartıştılar ve önceki görüşe döndüler; yani alt sınıfların kültürünün, üst sınıfların kültürünün çağdışı bir taklidi olduğu hükmüne vardılar.

Burke; Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi çok kaba ve mekanik olduğundan bu imgelerin, öykülerin veya düşüncelerin, halk çizerleri ve şarkıcıları ile taraftar ve izleyicileri tarafından pasif bir şekilde kabul edildiğini iddia etmektedir. Ona göre sıradan insanların zihinleri boş bir kâğıt gibi değildir, aksine düşümceler ve imgelerle doludur. Yeni düşünceler eskilerle bağdaşmazsa reddedilecektir. Algılayışın ve düşünüşün geleneksel yolları bazı akımları geçiren, bazılarını tutan bir elek görevi görürler.

Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi’nin en son ve yaygın kuramsal versiyonu denilebilecek çalışma neredeyse Alman halkbilimci N. Nauman’ın adıyla özdeşleşen, onun 1922’de yayımladığı “Dibe Çökmüş Kültür Varlığı Teorisi” adlı çalışmasıdır. Kültür varlıklarının yaratıcı yukarı tabakadan, kabul edici aşağı tabakaya (halk?) sürekli ve arlıksız çöküşü ve “ilkel cemaat kültürü” haline dönüşmesi pek çok kişi tarafından benimsenmiş ve tartışmalara yol açmıştır.

Bunların öncelikli olarak amaçları, folklor unsurlarının, özellikle de halk ağzındaki sanat türkülerinin kaynağını, seçkin yaratıcı bireylere veya elitist kültüre bağlamaktır. Bu yolda yapılan araştırmalarla, halk kültürünün kaynaklarını yaratıcı seçkinlerin kültüründe veya “yüksek kültür”de bulmaktır. Böylece, sonunda her bir halk kültürü unsurunun gerçek bulucu ve yaratıcılarını ortaya çıkaracaklardı. Bu bağlamda yazılı kültürün büyük şairlerinin türküleri ile edebiyatça bilinmeyen halk türküsü yakıcılarının eserleri sözlü gelenekte veya halk ağzında yan yana yürüyordu. Burada bilinen veya bilinmeyen bir halk türküsü şairinin kaynağı, tarihi halk türküsü araştırmalarında son hedef durumundaydı. Aynı şekilde masal araştırmalarında buna uygun düşen tarihi filolojik araştırma yoluyla belirli bir edebi kaynağa, çoğu kez da zaman ve mekân yönünden uzakta kalmış olan kaynağa ulaşmak amaç edinilmiş durumdaydı. Bunun yanı sıra diğer sözlü edebi türler içinde vaaz kitapları, antik dönem eserleri gibi yazılı kültür kaynaklarının kaynaklık ettiği iddia edilmekteydi. Aynı yaklaşım, halka ait atasözlerinin geriye doğru izlendiklerinde, yazılı edebiyat eserlerinden, halk danslarının ise cemaat danslarından, halk kostümlerinin moda kostümlerden, halk adetlerinin de herhangi bir toplum, devlet ya da dini kurum kaynağından çıktıkları ileri sürülmüştür.

Bu teori üzerine Gotthelf’in formülasyonunu Tahir Alangu şu şekilde aktarır: “Teolojide olan tıpta da aynen cereyan etmiş olmalıdır. Bir süre en büyük bilginleri uğraştıran, onların başına dert olan her şey, zamanla en büyük bilginlerden bilginlere, bilginlerden yarı bilginlere, sonunda halka intikal etmiş; sonra da daha aşağılara, şarlatanlara ve ebelere kadar gelip dayanmıştır. Ve orada asılı kalmıştır. Modaların başına da aynı şey gelmiştir. Saraylı hanımlardan soylu bayanlara, soylu bayanlardan madamlara, madamlardan matmazellere, matmazellerden kenar dilberlerine geçmiş; bir bölümü orada asılı kaldıktan sonra, bir bölümü de ta sokak yosmalarına, gece kondu mahallerine, işçi kızlara kadar inip sürüklenmiştir.” . Bu formülasyonla “Seçkin Kültürün Dibe Batması Teorisi”ne getirilen trafiğin ters yönünü, yani toplumsal katmanların yukarısına doğru giden yönünü ihmal etmesi şeklindeki eleştiriye de cevap verilmiştir. Böylece tıkandığı noktanın da önü açılmış oluyordu.

Tahir Alangu’nun çalışmasına göre dibe çöken kültür varlığının çoğu kez kapalı ve gizli yönünü izlersek, kesin bir kural olarak, o çok önemli ve kavranması oldukça zor olan “ara tabakalar” ve “aracı şahsiyetler”i bulabiliriz. Kültürel yaratmanın ürünü olan kültür varlığının, elit ya da bireysel kültürden halk kültürüne geçiş yolunu bunlar açarlar. Böylece de asıl halkın kabulü ve uygulaması, adaptasyonu gibi dönüşümler sürecinin yol açıcısı olurlar.

Bu sürecin çift yönlü işleyişini anlayabilmek için dikkatli olmalıyız. Eğer her yerde yalnızca ve sadece dibe çöken kültürel unsurlar görülür ve onların çöküş yolları bize özellikle halk katmanlarındaki sözlü kültür varlığı ile kostümlerde etkili olarak, kötümser bir şekilde gösterilirse, hiç şüphesiz halk kültürünün yanlış bir tasviri yapılmış olur. Bu olay ancak bireysel ya da seçkin (elit) kültürden akan bütün akımların bir yerde toplanması gibi çalışır. İşte böylece halk kültürü bir “toplama çukuru” gibidir, bir deniz değildir. Onun içinde yüzyılların yaratıcı kültür oluşumu, kaynaklar, küçük dereler ve nehirler yoluyla toplanır ve bir bölümü orada aynen muhafaza edilir. Lakin bu toplama çukuru, gelenek yolu ile muhafaza edilmemesine rağmen durgun bir bataklık da değildir. Adaptasyon sırasında dış etkilerle değişmesine ve karışmasına rağmen, yine de evrilerek yürür ve halk kültürünün kendine has kaynaklarından yeniden fışkırır. Suyun yerden bulutlara, oradan yine yere, kaynaklara yaptığı o ebedi devir hareketinde olduğu gibi, kültür varlığı alışveriş halinde iki kültür tabakası arasında sürekli akar durur.

Bu bağlamda eğer kültür bütünlüğü alanındaki halk kültürünün gerçeğe sadık bir manzarasını bir taslak halinde ortaya koymak istersek, o zaman çöken kültür varlığının yanında yükselmekte olan kültür varlığını da göz önüne almak zorundayız. “Çökmekte olan kültür varlığı” ve bunun yanında “yükselmekte olan ilkel kültür varlığı” , her şeyden önce halk kültürünün çok kanunlu oluşu gerçeğini ve bölgesel kültür değişmeleri ile değişik kültür tabakaları arasındaki kültür değişmelerini ortaya koyar.

Kültür aktarmalarının çok kanunlu oluşu, kültür varlığını da çok kanunlu duruma getirmektedir. Kültür varlığı yalnız zamana bağlı tarihsel bulutlar içinde gelişmez ve değişmez. Yukarı tabakadan aşağı tabakaya çökerken değişir ve aktarıcının alıp götüreceği bir başka coğrafya alanında da yayılır. Ve orada dibe çökmezse, başka biçimde geleneklerle birleşerek yeniden yeni oluşumlar halinde ortaya çıkar. Kısaca halk kültürü yalnız almaz, çöken kültür varlığına dengelenebilecek şekilde yükselen cemaat varlıklarının birçok örneklerinde görüldüğü üzere, verici rol de oynar. Çağımızdaki yerli unsurlara dayanan modalar, halktan gelen bir yığın gelenek varlığını, yeniden modayla yayılan kültür varlığı haline getirmeye yönelmektedir. Halk oyunları günümüzde toplum dansları haline gelmekte, aşağıdan yukarıya doğru yayılmakta, köyden gelerek şehir kültürüne katılıp yükselmekte, şehir kültürüne yeni unsurlar katmakta ve böylece iki yönlü, hem batan hem yükselip çıkan kültür hareketliliği oluşturmaktadır. (Tahir Alangu)

Bu görünüş ve yorumlayışıyla “sosyal tabakalaşma” yla ilişkili sıradan bir sosyoloji paradigmasına dönüşen “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”, biraz da sosyolojinin gelişip daha kolay ölçülebilir parametreler kullanmaya başlamasıyla halkbilimi çalışmalarındaki etkisini kaybetmiştir.

Kuramın, yayılmanın tek yönlü ve tek buutlu (boyutlu) olacak kadar basit olmayıp çok yönlü ve çok kanunlu, çok karmaşık bir sosyokültürel olgu olduğu gerçeğini ortaya koyması, halkbilimi çalışmalarında son derece önemli bir teorik gelişmedir. Geliştirip önerdikleri model de pek çok kültür değişmesini açıklamaktadır.

Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı’na en büyük eleştiriler Nazi ve Komünist ideolojilerin mensupları tarafından yapılmıştır. Nazi Almanyasında, Komünist Rusya’da kullanılması yasaklanmıştır.



I.) İdeolojik Halkbilimi Kuramları

R. M. Dorson’ a göre 20. yy’da politik gerçekleri yönlendirmek amacıyla halkbiliminin ideolojik yönden işlenmesi, 19. yy romantik milliyetçiliğinden kaynaklanır. Halk şiirinin ulusal kimliği belirleyici ve koruyucu rolüne dikkat çeken Herder’ in izinde Avrupa’nın her ülkesinden bilim adamaları halk ruhunu aramışlardır. Almanya’da Grimmler, Norveç’te Asbjörgen ve Moe, Finlandiya’da Lönnrot ve Krohn, Sırbistan’da Vuk Karadziç, İrlanda’da Douglas Hideve pek çok başka bilim adamı harekete geçmiştir. Bu tür miras araştırmalarının erdemleri bulunmasına karşın, bilimi ve bilimsel bilgiyi ideolojik dogmaların eline verme gibi aşırı uygulamalar Nazi Almanyası ve Komünist Sovyet Rusya’da olduğu gibi halkbiliminin geniş halk kitlelerini etkilemede propaganda aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır.

Halkbilimi çalışmalarını politik bir sermaye olarak kullanan ilk devlet Hitler’in Nasyonal Sosyalist hükümetidir. Almanya ‘da 1930’larda kapsamlı bir halkbilimi yayını yapılmıştır. Nazi kavramı gizemli bir biçimde kan, dil, kültür ve gelenek bağlarıyla birleştirmiştir. “Volk” teriminin Herder zamanından beri mistik bir havası bulunmaktaydı, şimdi politik bir anlam taşımaya başlamıştı: “volk”, ulus demekti. Hitler’in “üstün ırk” ve “ırk-kan birliği” dogmaları nedeniyle folklorun kökeninin aydınlara özgü olduğunu ve aydınlardan ağır ağır köylülere geçtiğini savunan Hans Nauman’ın Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı’nı Naziler kaldırıp bir kenara atmışlardır. Neumann 1929’da korkusundan eserinin değiştirilmiş bir baskısını yayımlamıştır. Kan bağına dayanarak ırklarını yüceltecek mistik ve ruhani bir ata arama çabasındaki Naziler, bu konuda kendileriyle çalışma çabasında olan halkbilimcileri yönlendirmişlerdir. Grimm, Mannahard, Köhler ve Bolte gibi dünya çapında ünlü halkbilimcilerin teorik yaklaşımlarını dikkate bile almamışlardır. 1858’de “Bilim Olarak Folklor” adlı eseri yayımlayan sosyolog ve gezi yazarı Wilhelm Riehl’e sıkı sıkıya sarılmışlardır. Halkbilimle birlikte bütün sosyal bilimlerin Almanlıkla ilgili konulara ağırlık vermesi ve bu bilginin pratik kullanıma uygulanmasının gerekliliği üzerine Riehl’in önerileri polis eğitimi ve yönlendirmesinde kullanılmıştır. Naziler de bundan özellikle propaganda yapmak amacıyla faydalanmışlardır.

1920’lerin sonlarında Almanya’da bazı üniversitelerde halkbilimi, çoğunlukla zorunlu ders olarak ya da “Alman kültür bilimi”, “yurttaşlık bilgisi” derslerine ek olarak alınan, beğeni kazanmış bir konu durumundaydı. Bu dönemde Adolf Bach Alman halkbilimiyle ilgili bir kitap yazar. Kitap, Alman halkbiliminin hakemi durumuna gelen Hitler’in “führerschicht”(Führer: önder, komutan Schicht: sınıf, katman,tabaka) kavramıyla sonuçlanmaktadır. Hitler, “halksal devlet” in kendi politik düşüncesinin odak noktasını oluşturduğunu düşünmekteydi.

Bu nedenle halkbiliminin verilerini propaganda aracı olarak kullanmak istemiştir. 1937’de bu amaca yönelik olarak “Arbeitsgemeinschaft für Deutsche Volkskunde”(Alman Halkbilimi için Çalışma Grubu) kurulmuştur. Kurucuları arasında Nazi devriminin filozofu Alfred Rosenberg, Hitler’in tarım bakanı Walter Darre, Hitler Gençlik Hareketi’nin önderi Baldur von Schirach ve Hitler’in içişleri bakanı Henrich Himmler vardır. Bu da halkbilimi çalışmalarının Nazi ideolojisinin yönlendirmesinde yapıldığını gösterir.

Sovyet Rusya da halkbilimini, komünizm propagandası yaparak geniş halk kitlelerini etkilemek, komünist rejimin temelini oluşturan Marksist kuramı ilerletmek için kullanmıştır. Zengin bir halk kültürüne sahip olan Rusya’da komünist rejimden önce halkbilimi çalışmaları son derece gelişmiş bir durumdaydı.

Rusya’da da halkbilimine ilgiyi romantik edebiyat akımı uyandırmıştı. Napolyon savaşları esnasında Ruslarda millet olma bilinci uyanmıştır. Rus subayları Fransız ordularına karşı halk kitleleriyle omuz omuza savaşmış, halkın kültürünü tanımanın gerekliliğine inanarak savaştan dönmüşlerdi. Ancak Rusya’daki “Çarlık” ve “Kilise” gibi iki köklü kurum halk kültürüne duyulan ilginin yayılıp büyümesini önlemiştir. Ortodoks kilisesi halk kültüründe putperestlerin inanış ve törenlerinden izler bulmaktaydı. Çarlıksa halkın aydınlanmasından korkmaktaydı. Bu nedenle Rusya’da 1830-1850 arasında toplanan halkbilimi örnekleri ancak kilise ile çatışmadığı taktirde yayımlanabiliyordu. Nitekim toplanan malzemenin büyük bir çoğunluğu ancak çarın 1855’te ölümünden sonra yayımlanabilmiştir.

Romantik edebiyat akımının Rusya’da ilgilendiği en önemli konu, Rusça’nın zengin bir edebiyat dili haline gelmesiydi. Rus yazarları bunun için Almanya’da olduğu gibi halk kültürü kaynağını kullanmışlardır. Sözlü edebiyat örneklerini derleyip yayımlamaya başlamışlar, Almanya’daki Grimm kardeşlerle tanışan Kreyevski kardeşler, bu akıma 1831’de yayımladıkları Rus halk türküleri külliyatıyla öncülük etmiştir.

Rus romantik milliyetçiliğinin giriştiği, Rus halk dilini sanat dili haline getirme çabası Puşkin’in (1799-1832) katılması ile büyük bir güç kazanır. Küçük bir çocukken lalasından dinlediği masallar Puşkin’in üzerinde büyük izler bırakmış ve o her masalı şiir saymıştır. Yayımladığı masal, şiir, tiyatro ve hikâyelerinde halk dili ve anlatım özelliklerini kullanmıştır. Rus köylüsünün geriliğini, yoksulluğunu, baskı ve zulümden çektiklerini anlatmış, bu nedenle çarlığın gadrine uğramıştır. Çok geçmeden Puşkin’in çabalarına Lernokof, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy gibi yazarlar da katılmış, bu sayede Rusça dünyanın sayılı edebiyat dillerinden biri, Rus edebiyatı da dünyanın en saygın edebiyatlarından birine dönüşmüştür.

Rusya’nın 1552’de Kazan’la başladığı Türk dünyası işgalleri sonucunda bazı Rus halkbilimcileri Türk folkloru derlemeye, bu sahada uzmanlaşmaya başlarlar. Castren ve Schalfer’in 1847’de Altay Türklerinden toplayıp derledikleri destanlar bu tür çalışmaların ilk örneklerindendir.

Ancak Türkistanlı Türkler arasında halkbilimi çalışmalarının asıl öncüsü V.V.Radloff’ tur(1837-1918). Radloff ilk yedi cildini kendisinin yayımladığı büyük derleme külliyatında Kazak, Kırgız, Uygur ve Kırım Türkleri arasından derlenmiş sözlü edebiyat örnekleri vermiştir. Kısaca “Proben” olarak bilinen bu seri, onun ölümünden sonraya yayımına devam etmiştir. I.Kunoş, N.Katanof ve M.Moshkov’un Anadolu-Rumeli, Güney Sibirya’dan, Hakas Türklerinden derledikleri halk edebiyatı örneklerini içeren sekizinci ve dokuzuncu ciltleri ve Baserabya Gagavuz Türklerinden derlenen malzemenin yer aldığı onuncu cildi yayımlar. Radloff’un çalışmalarını Barthold, Potanin, Samayloviç, Kazak türkü Şokan Velihanof ve Başkurt Türkü Ebubekir Divayef sürdürür. Rus Komünist devrimi böylece, çoğu arşivlerde kalıp yayımlanmamış büyük folklor malzemesini devralmıştır.

Halkbilimi derlemelerine ve çalışmalarına gösterilen bu akademik ilgi Rus komünist devrimi esnasında ve sonrasında hızını kaybeder. R.M.Dorson’un ifadesiyle en kötüsü de Komünist Parti’nin bir gün uyanarak halkbilimcilerin Marksist kurama uymayan kuramlar takip ettiklerini ve ortaya koyduklarının Marksist kuramı zayıflattığını fark etmesidir. “Seçkin Kültürün Dibe Batması Kuramı”nı bu defa komünistler ve Stalin yasaklar. Parti’nin emriyle komünist ideolojiye hizmet eden halkbilimciler tarafından Hans Neumann’ın kuramının tam tersini temsil eden, adeta “Halk Kültürünün Zirveye Yükselmesi” denilebilecek bir tez anlayışı içinde çalışmalar yapılır. Bu halkbilimi çalışmalarının tamamı, Marksist kuram ve ideolojiye hizmet edecek ve onun geniş kitleleri etkilemesine, propaganda aracı olarak kullanılmasına yarayacak şekildedir. Parti tarafından ileri sürülen “folklorun kaynağının işçi sınıfı veya proletaryanın yaratıcı gücünden kaynaklandığı” dogmasını doğrulama amacı güder.

Parti’nin aldığı karar doğrultusunda o zamana kadar derlenmiş malzemeler de Marksist kurama uygun hale getirilip ideolojik bir elekten geçirilerek radyo, sinema, tiyatro, basın, …vs. gibi bütün kitle iletişim araçlarıyla halka dağıtılır ve uzun yıllar bu uygulanır. Toplu çiftlik merkezlerinde ve köylerde yaşayan halk şairleri devrimi ve Lenin ve Stalin gibi devrim önderlerini öven şarkı, destan ve efsaneler yaratmaları konusunda teşvik edilir. Dağıstanlı Süleyman Stalskiy, Stalin’i öven destanı nedeniyle “20. yy’ın Homer’i” ilan edilip ödüllendirilir. Sokolov “…parlak sosyalist kültürün propagandasını yapmak için son derece önemli, artistik bir güçtür.” diyerek komünist ideolojik yaklaşımların altında yatan gerçeği ortaya koymaktadır.

1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Sovyet halkbilimcileri alelacele harekete geçip; halk edebiyatında yer alan yiğitlik, kahramanlık ve vatanseverlik temalarını ön plana çıkaran örnekleri yayımlayarak Nazilerle savaşan Sovyet ordularına dağıtırlar. Savaştan sonra 1944’te Taşkent’te toplanan “Orta Asya Halk Edebiyatı Konferansı”nda halkbilimi çalışmalarında, geçmişte aralarında kültür alışverişi ve ortak bağlar bulunan halklar için karşılaştırmalar yapılmasına izin verilir. Bu, Türk Cumhuriyetleri arasında ilişkiler kurulmasına konulmuş yasağın kalkması demektir. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türklere kendi destanlarını ve halk edebiyatlarını derleyip yayımlama yolu açılır. Özbek Türkü Zarifof ve Rus halkbilimci Jirmunski karşılaştırmalı yöntemle hazırladıkları “Özbek Yiğitlik Destanları”nı yayımlarlar. Bu çalışma destanları yalnızca diğer Türk destanlarıyla karşılaştırarak bir kısmının aynı kaynaktan geldiğini göstermekle kalmaz; destanlar eski Yunan destanları İlyada ve Odesa ile de karşılaştırılır. Ancak savaş bitmiştir ve yiğitlik temasının kullanılmasının zamanı geçmiştir. 1947’de yayımlanan çalışma Komünist Parti tarafından eleştirilir. Kitabı yazanlar burjuva halkbilimcisi Vesselovski’nin (1838-1906) eskimiş yaklaşımını canlandırmakla suçlanır. Üstelik Marks, Homer destanlarını “belli bir devrin ve özel toplum koşullarının yaratması” olarak yorumlamıştır, bunun tersi savunulamaz. Bugünün destanları ile eski Yunan destanları arasında benzerlikler bulma bir anlamda Marks’a karşı gelmektir. Jirmunski ve Zarifof çok tanınmış bilim adamları olmaları nedeniyle hayatlarını zor kurtarırlar.

Bundan çok daha kötü bir eleştiri ve hücum 1951’de Dede Korkut çalışmalarına yöneltilir. 1949’da Sovyet Ansiklopedisi’nde “Azeri halk kültürünün şanlı bir yapıtı, dürüstlüğün ve vatan sevgisinin türküsünü söyleyen destan” olarak övülen Dede Korkut Hikâyeleri şimdi yerilmektedir. Benzer eleştiriler Türkmenistan’da Köroğlu çalışmalarına, Kırgızistan’da Manas çalışmalarına yöneltilir. Stalin’in 1953’ta ölümünden sonra halkbilimi çalışmaları biraz rahatlar. 1972’de toplana Yazarlar Kongresi’nden sonra halkbilimciler daha da bağımsız çalışmalara yönelik yeni haklar elde etmişlerdir.

Günümüzdeyse, 1990’lı yılların başında bağımsızlığa kavuşan Türk topluluklarında çalışan halkbilimcilerin büyük bir çoğunluğu adeta Komünist Rusya döneminde yaşadıklarına karşı duydukları tepki ve aşağılık kompleksini “dar kabilecilik” anlayışına yönelik çalışmalar yaparak dışa vurmaktadırlar. Henüz izole ederek tanımaya, tanımlamaya çalıştıkları parçaların Türk dünyası kültür ekolojisinin bütünlüğü bağlamında bir anlam taşıdığı gerçeğini yeterince kavrayamamış durumdadırlar.



İ.) Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi

Kültürlerarası Çaprazlama Yöntemi; dünyanın her yerinden derlene masal, efsane, türkü, bilmece, atasözü, halk inancı, gelenek, görenek, tören, gibi her türlü halkbilimi ürünlerinin aralarındaki evrensel düzeni tespit edip ortaya koymak amacıyla, benzer kültür belgelerinin daha çok sayılarına, örtüşen dizilerine ve denkliklerine dayanılarak yapılan çalışma şeklidir.

Evrensel halkbilimi kuramına göre insanlığın vahşilikten uygarlığa doğru ilerleyen bir kültürel evrim çizgisi vardı ve uygar toplumlarda geçmişten kalan malzemeyi yaşayan kalıntılar olarak folklor kuramına uygun olarak çeşitli kültürlere ait malzemeyi karşılaştırarak ele almışlardı. Ancak 20. yy’ da bu kuram bir yandan kültür antropolojisi çalışmalarında ve Fin Yöntemi’ nde kısmen yaşamaya devam ediyor olsa da çaprazlama kültürlerarası yöntem de zaten bu nedenlerle 19. yy’ da aldığı şekli ve kullanışındaki yaygınlığı uzun müddet kaybetmiştir.

Çaprazlama yöntemine göre derlenip tasnif edilerek yorumlanan malzemeyle, daha önceleri ortaya konan kültürler arası yüzeysel karşılaştırmalı çalışmaların ortaya çıkan yanılgıları ve bu nedenle bu yöntemin taşıdığı metodolojik olarak ucu açık genelleme tehlikeleri bu yöntemin uzun süre halkbilimi ve diğer sosyal ve beşeri bilimlerde değerini kaybetmesine yol açmıştır. Onun yerini bir tek kültür üzerine yoğunlaşarak derinlemesine yapılan çalışmalar almıştır. Kuramsal olarak da evrimsel bir şematik taslağın tek sesli ve yönlü yaklaşımını yerini daha çoğulcu bir yaklaşım olan her milletin kendi özgün tarihi ve kültürel değerlerini ele alan açık – uçlu bir dünya görüşüne dayanan önermeler ileri sürülmüştür.

A. Lomax, bu amaca yönelik olarak 1953’ te alan araştırmalarıyla malzeme derlemeye başlamış, 1955 – 56’ da araştırmalarının ilk sonuçlarını yayınlamıştır. Çalışmalarını temel alarak 1961’ de “Kantometriks Projesi” adlı çalışmayı başlatarak bilgisayar programı destekli disiplinlerarası bir ekiple 1966’ ya kadar dünyanın muhtelif kültürlerinden derlenmiş 3500 şarkı üzerinde araştırmalarını sürdürür. Bir yandan anlatım süreçleri ve iletişim süreçleri, diğer yandan da oysal yapı ve kültür kalıpları arasında önceden kestirilebilecek ve evrensel ilişkileri tespit edecek bir sosyal estetik bilimini tasarlamıştır. Halk şarkıları incelediği ilk kültürel gösterge olmuştur. Çünkü dünyanın dört bir yanında kaydedilmiş halk şarkıları bulunmaktaydı. Her kültürün insanları halk şarkıları söylemekteydi ve bütünleyici parçası olan gereksiz yinelemeyle halk şarkıları kültürleri yansıtmaktaydı.

Evrimsel düzenlilik temeline dayanan 19. yy çapraz kültürel genellemelerinin yerine Lomax, bir tür kültürel çoğulculuğu her kültürün kendi içi armonileri ve kendi anlatım stili bulunduğu konusundaki özenli antropoloji kavramıyla birlikte kabul etmiştir. Dünyayı kendi özel yetkin stilleri bulunan ve küçük yöresel birimlere bölünebilen altı yöreye ayırmıştır. “Folk Song Style and Culture” adlı çalışması, kendi devrinin akademik çalışma stilini yansıtmaktadır. Buna göre kültürlerarası yöntemle derlediği malzemeyi performans teorinin o dönemde yeni yeni şekillenmeye başlayan bazı önermeleriyle yorumlamıştır. Ona göre türkü sadece türkünün metnine ve melodisine dayanarak belirlenemez, okuyucu ile dinleyici arasındaki karşılıklı etkileniş gibi karmaşık elementlerin bir sentezi olarak görülmelidir. Dünyadaki çeşitli kültürlerde söz konusu icra stillerini inceleyerek iki ana grup bulmuştur. Bunlardan biri uygarlığın yukarı düzeylerinde bulunan az gelişmiş Avrupa, Asya, Uzakdoğu kültürlerinde yer alan ve kompleks bir türkü metnine sahip olan ve türkünün bir kişi veya küçük bir koro tarafından okunduğu yapıdır. Bu yapıda türkü metninde ölçü ve melodi yerleşmiş kalıplar halini almıştır ve metin melodi çeşitli söz ve müzik sanatları ile üslenmiştir. Bu tür bir türkü icrası politik otoritenin merkezde odaklaştığı kültürle ilişkilidir ve ancak bu tür kültürlerde bulunur. İkinci icra stilinde ise kişi veya küçük okuyucu grubu türküyü söylemez, söylemeye hakim değildir. Bütün topluluk türkü söylemeye katılır metin ve melodi basittir, söz ve müzik sanatları ile süslenmiş söz ve melodi değişmezliğe uğramış ve kesin kalıplar halini almıştır. Bu icra stili ilkeller özellikle de Afrika yerlileri arasında görülmektedir. Bu toplumlarda politik otorite henüz tek merkezde toplanmamıştır ve yaygın bir durumdadır. Böylece türkünün sosyal bağlam ve içinde yaşadığı toplum yapısı ile ilişkili olduğunu ortaya koyar. Ona göre bir kültürde çalışma hayatının örgütlenmesi ve çalışanların örgütleri ile türkü söyleyen insanların örgütlenmesi arasında sıkı bir ilişki vardır. İş hayatında çalışanlar örgütlü değilse, o kültürde müzik stilinde solo veya tek okuyucu baskın durumdadır. Lomax türkülerdeki genel melodinin içeriğinin bile toplumsal kökeni olduğunu belirtir.

Türkülere uyguladığı bu yaklaşımını halk danslarına da uygulamıştır. Dansı da kişisel bir olay değil, sosyal bir icra olarak kabul eder. Buna göre bir kültürde insanlar önemli işleri görürken nasıl duruyorlar, bedenleri nalsı eğilip bükülüyor ve kullanılıyorsa danslarını da öyle ederler. Dans hareketleri vücudun iş içindeki hareketine bağlıdır. Bundan hareketle de dünya dansları vücudu tek bir gövde olarak hareket ettiren kültürlerdeki danslar olarak iki kümeye ayrılabilir. Bu kümelerden ikincisi ilkel toplumlarda ve birincisi de Avrupa ve Asya’ nın yüksek kültürlerinde ortaya çıkan dans stilleri olarak belirlenmektedir.

Lomax’ ın bu çalışmaları, disiplinlerarası bir üründür ve alan araştırması sonuncunda elde edilen bantlardan, filmlerden oluşan deneysel delillere dayanmaktadır.



Yüklə 0,66 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin