İçindekiler Göçmenlerin Bir Azınlık olarak Talepleri Neler Olmalıdır? 4


Sekizinci Bölüm Kültür Üzerine Çeşitli Yazılardan Bölümler



Yüklə 0,86 Mb.
səhifə20/20
tarix26.10.2017
ölçüsü0,86 Mb.
#14428
növüYazı
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20

Sekizinci Bölüm

Kültür Üzerine Çeşitli Yazılardan Bölümler


Geleceği ve Geçmişi Kurtarmak”tan Bir Bölüm


Çok kültürlülük bir aldatmacadır, daha doğrusu, batı uygarlığının kendi kültür anlayışını, tanımını, diğer kültürlere dayatmasıdır. Diğer kültürlerin kültür anlayışlarının ve tanımlarının baskı altına alınmasıdır. Kültürel olan bu tanımda, siyasi anlamı olmayandır. Yemektir örneğin, giyimdir, günlük hayata ilişkin kimi alışkanlıklardır, konuştuğunuz dildir. Ama biri çıkıp, benim kültürümde devlet yok, benim kültürümde bir ulustan olmak diye bir kavram yok, benim kültürümde saniyeler dakikalar yok, benim kültürümde özel mülkiyet yok, benim kültürümde polis yok, benim kültürümde mahkemeler yok diyemez. Bunları dediği an, çok kültürlülük efsanesi biter, söyleyen soluğu caza evinde ya da tımarhanede alır. Çok kültürlülük, ulus ilkesine dayanan devletleri kurtarmak için çıkarılmış, batı uygarlığının kültür anlayışının diktatörlüğüdür.

Avrupa uygarlığının kültür karşısındaki tutumu, dinler karşısındaki tutumuna benzer. Bu uygarlıkta din, kişinin bir vicdan ve inanç sorunu olarak tanımlanmış, ve en ideal biçimlerinde tümüyle politik alanın dışına itilmiştir. Ama bu aslında, diğer dinlerin din anlayışları üzerinde bir diktatörlüktür. Örneğin sıradan halk İslam'ı değil, politik İslam, ya da Şeriatın tanımladığı İslam, tıpkı ulusçuluğun, siyasal birimle ulusal birimin çakışmasını ön görmesi gibi, siyasal birimle din biriminin çakışmasını ön görür. Bu anlayış karşısında batı uygarlığının din anlayışı bir diktatörlüktür, ona izin veremez çünkü. Bunun tersi de doğrudur, politik İslam da, dini kişinin vicdan ve inanç sorunu olarak, politik alanın dışında anlayan yaklaşım üzerinde bir diktatörlüktür. Bunlar uzlaşmazlar. Aynı şekilde başka kültürlerin kültür tanımları karşısında da aynı durum vardır. Bir kültürün siyasal alan içinde gördüğünü, diğer kültür görmüyorsa, bunlardan birinin geçerliliği diğeri üzerinde diktatörlüktür. Çoğulculuk, çok kültürlülük, demokrasi, çok renklilik gibi kavramlar bu diktatörlüğü gizlemeye yarayan ideolojik araçlardır.




Zürih’te Bir Konferans Duyurusu

Konferans İlanı

12 Şubat 2000'de Basel'de ve 13 Şubatta Zürich'te yapacağım konuşmanın konusu:

Avrupa Merkezcilik ve Çok Kültürlülük

Avrupa Merkezcilik ve Çok Kültürlülük ilk bakışta birbiriyle çelişiyor gibi görünüyor. Hatta bir çoklarınca çok kültürlülük Avrupa merkezciliğin bir eleştirisi ve aşılması olarak görülüyor. Avrupa Merkezciliği değil miydi, diğer kültürleri kendi değerleriyle yargılayan ve onlara daha alt bir değer biçen. Çok kültürlülük ise, bütün kültürleri eşit değerde görüyor.

Bu zıtlığın göründüğü gibi olup olmadığı. Çok Kültürlülük veya Çok Kültürlü Toplum kavramlarının Avrupa Merkezciliğin günümüze uyarlanmış bir versiyonu olup olmadığı gibi sorulara cevap aramaya çalışılacaktır.
Demir Küçükaydın

Tarihsel Maddeciliğin Tarihine Katkı’dan Kültür İle İlgili Bir Bölüm


Kültür kavramı ile Uygarlık ile zıtlık içinde, insanın doğaya kattığı her şey anlamında veya kültürsüz bir toplum olamayacağı önermesiyle Engels ve Kıvılcımlı aracılığıyla çok önceden karşılaşmış ve öyle kabul etmiştim.

Ne var ki kültür çok başka anlamlarda da karşımıza çıkıyordu sosyalist literatürde.

Örneğin Lenin ve Troçki’de devrim sonrasındaki tartışmalarda, “proleter kültür”e karşı Lenin’in hele önce “Kültürlü tüccarlar olalım” ifadelerinde yansıyan, genel okuryazarlık gibi modern toplumun gerektirdiği nitelikler bağlamında bir Kültür kavramı vardı.

Daha önceki “Kültürel Özerklik” tartışmalarında, Lenin Kültür kavramının içinde ideolojik olanın da bulunduğu ve ayrılamayacağı noktasından, kültürel özerkliğin fiilen ideolojik özerklik gibi bir anlama geleceği ve egemen sınıfın çıkarlarına hizmet edeceği gerekçesiyle Kültürel Özerkliğe karşı çıkmıştı. Burada örneğin kültür kavramı politik ve ideolojik olanı da kapsıyordu

Seksenli yıllardan itibaren “çok kültürlülük” gibi bir program ve sürekli olarak kimlik ve kültür üzerine tartışmalar görülüyordu. Ama artık bu program ve tartışmalarda kültür, çok özel bir anlamda, politik olmayan bir anlama sahipti. “Çok kültürlülük” sloganı, kültür kategorisine giren şeylerin politik olmaması gerektiği veya politik olmayan şeylerin kültür kavramı içine girdiği varsayımına dayanıyordu.

Kültür kavramının bu çok özel kullanım ve anlamını ortaya çıkararak, aslında çok kültürlülüğün, belli bir kültür kavramı ve tanımının diktatörlüğü anlamına geldiği sonucuna çok önceleri ulaşmıştım17. Yani Kültür kavramı, Çok Kültürlülük bağlamında, sosyolojik değil, hukuki bir kavram olarak kullanılıyordu.

Kültür kavramının bu özelliğini görmek din kavramının da aynı durumda olduğunu görmeyi kolaylaştırıyordu ve bunun için sadece küçük bir adım atmak yeterdi. Dinin de aynı muameleye uğradığını görüyordum ama bu ayrımın kendisinin modern toplumun dini olduğunu göremiyordum18. Modern toplumun dinini, ulusal olanın politik olana göre tanımlanması olarak, yani ulusçuluk olarak tanımlıyordum19.

Kapitalizm öncesindeki dini de modern toplumdaki gibi bir inanç olarak gördüğümden, modern toplumun dinini de politik olanı ulusal olana göre tanımlamak olarak gördüğümden, yani hem modern toplumun hem de önceki toplumların dinini bu modern toplumun dininin kavramlarıyla kavradığımdan, kenarına kadar varmış olmama rağmen Din’in tümüyle üstyapı olduğu sonucuna uzun yıllar varamayacaktım.

*

Ama bütün bu Ulus, Kültür, Din kavramlarında yapılan ilerlemeler ve bunların da birbiriyle, klasik Marksizm’le ve daha sonraki katkılarla uyumlu olması sonucu, aslında meyve dalında çoktan olmuş, düşmek için küçük bir zekâ esintisi bekler durumdaydı.



Öte yandan, bu kavramlar aynı zamanda somut politik mücadelenin en can alıcı sorunlarıyla da doğrudan bağlantılıydı. Yani pratik ve sosyal ihtiyaçlar da ortadaydı ve sürekli baskısını hissettiriyordu.

Bu birikim, olgunlaşmışlık ve koşulların yarattığı baskı çözümü adeta zorluyordu. Ne var ki yine de çözüm çok karmaşık bir yoldan geldi. Çünkü, zihnin derin bağlantıları bulması ve kurması çok karmaşık bir süreçtir. En tipik örnek benzolün formülünün rüyada bulunmasıdır.

Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı” adlı romanında, minyatür sanatında perspektif bulunmamasını, tanrının bakışıyla, Rönesans sonrası batı resimdeki perspektifi insanın bakışıyla açıklaması, en din dışı görünen resmin ve en din dışı görünen konuların bile dinin içinde olduğu ve anlaşılabileceğine ilişkin bir fikri, bir anlayışı, bir sezişi kafama yerleştirmişti.

Bu bağlantı Roman ile bireyin ortaya çıkışa arsındaki ilişki ile de uyum içinde olduğundan, dinle en ilgisiz gibi görünen bir edebi formun, Romanın bile din çerçevesinde anlaşılabileceği gibi bir sonuca yol açabiliyordu.

Sanırım bu gibi sorunların ve düşüncelerin katalizatörlüğü ile de, “Din nedir?” diye sorup dinin sosyolojik bir tanımını aradığımda, dinin tümüyle üstyapı olduğu çıkarsaması ortaya çıkabildi.


1 Ancak toplantılarda Köprü (Die Brücke) dergisinden Necati Mert’in tam da bunu savunduğu ortaya çıkmıştı.

2 Türkçeye kelime olarak olağanüstü veya çok özel okullar diye çevrilebilir. Ruhen ve bedenen özürlü çocukları eğitmek için kurulmuş bu okullara yabancıların çocukları aktarılıyordu.

3 Bu kitapta insanlar biyolojik olarak kastlara ayrılırlar Alfa, Beta gibi. Gamma’lar en alttakilerdir.

4 O dönemde “Dual Gesellschatf” (İkili Toplum) tartışmaları vardı. Çalışanların uygulanan tedbirlerle bir yanda çok yoksullar diğer yanda daha yüksek bir gelir seviyesindekiler.

5 Yazıda El alınıp eleştirilen broşürü Taner Akçam yazmıştı ama Mehmet adıyla yayınlanmıştı.

6 O zamanlar Taner Akçam ve taraftarlarının, yine o zamanın deyimiyle “Yönelimciler” veya “Göçmenciler”in Hamburg’ta kurduğu ve buluştuğu bir dernek. Derneğin adı: “Kültür Dükkanı” anlamına geliyor.

7 Die Tageszeitung’un kısa yazılışı. O zamanlar Grüne (Yeşiller) ve Sol çevrelerin okuyup desteklediği günlük gazete.

8 Bu cevaba vesile olan eleştiri:

Sayın Demir,



Forum'a astığınız yazıları okudum.

Açıkça itiraf edeyim ki bu konuda karışık olan kafam daha çok karıştı.

Yani kolumdaki saati çıkarıp atmak, tamamen denizli buldanda dokunup, amerikan blue jean kesimi ile türkiyede dikilmiş kot pantolonu kıçımdan çıkarıp atmak mı lazım.

Ben önce bir insanım, sonra sosyalistim, sonra Türk üm.

Ben insan olarak insanlık dışı olan herşeye karşıyım. Bu ne ad altında olursa olsun.

Ben Sosyalist olarak insanın emeğinin sömürülmesine karşıyım. Ne ad altında olursa olsun.

Ben Türk olarak Ülkemin bir başka ülkenin gerek ekonomik gerekse de kültürel egemenliği altına girmesine karşıyım. Aynı şekilde ülkemin de başka ülke ve ulusu ekonomik ve kültürel egemenlik altına almasına da karşıyım.

Bu üç kimliğim de yukarıda andığım nedenlerden dolayı birbiri ile çelişmez.

Sizin düşünme mantığınızla düşünürsem eğer insanım demek de sosyalistim demek de türküm demek de batı kültürünün eğemenliği altına girmek.

Peki ben kendimi ne olarak ifade edeceğim ve neyin mücadelesini vereceğim.

Bakınız ben bir şeyi alıp kullanıyorsam o artık benim malımdır. Bana aitdir.

İster onu emperyalistler icat etsin ister faşistler. Önemli olan ben onu ne amaçla kullanıyorum. Önemli olan budur.

Ben burada Türk solunun geçmişte emperyalist kültüre karşı milli denilebilecek unsurları kullanmamasının hata mı olduğunu soruyorum.

Bunu sorarken de Nazım Hikmet'in tavrını ortaya getiriyorum. Yazılarımdan da anlaşılacağı gibi benim bu konuda kafam henüz net değil. tartışılmasını istiyorum. bu nedenle de bir tavır almış değilim. Ben kendi gözlüklerimi bir kenara bırakıp "acaba" diye olaya yaklaşıyorum.

Eğer Emperyalizmle mücadele etmek gibi bir sorunumuz varsa onun kültürel yanına karşı nasıl mücadele etmeliyiz sorusuna cevap arıyorum.

Astığınız yazılardan bunun cevabını anlıyacak zeka seviyesinde olmadığımı fark ettim.

Lütfen birer cümleyle aşağıdaki sorularımı cevaplayınız.

A) hangi tür müziği dinlemeliyim.

B) hangi tür gıdaları tüketmeliyim

D) Ne tür giyim kuşamı tercih etmeliyim. Parka, askeri bot, kot pantolon ve atkımı kullanayım.

C) Zamanı ne ile ölçmeliyim. (kum saati veya güneş saati kullan demeyin lütfen)

Ben bunları hergün bir şekilde yapıyorum.

Astığınız yazıları okuyunca bu yaptıklarımın hepsinin batı kültürü altında olduğu kanaatine vardım. Lütfen beni batı kültürünün etkisinden kurtarınız.

Saygılar,

Oğuz”


9 A. Kreobler ve C. Luckhon, "Culture, A Critical Rewiew of Consepts and Definitions", Cambridge (mass.), 1952. Zikreden V.Kelle, M. Kovalson "Tarihsel Maddecilik" s.156

10 Norbert Elias, "Über den prozeß der Zivilisation", Frankfurt am Main, 1976

11 Demir küçükaydın, Kültürel Özerklik Tartışmalarına Katkı - ı- "Kültürel Özerklik" Tartışmaları ve Lenin

12 Demir Küçükaydın, Göçmenlerin Bir Azınlık Olarak Talepleri Ne Olmalıdır?

13 Bu gün örneğin Türkiye’de Asyalılık, Doğululuk, Avrupa Merkezciliğe karşı çıkış, aslında aynı gerici anlayışı yeniden üretmekte ve Türkiye’ye egemen bürokratik Oligarşi’nin çıkarlarını ve egemenliğini savunmanın aracı olarak işlev görmektedir.

14 "Ulusal sorunda işçi demokrasisinin programı da şudur: hangi ulus ve hangi dil için olursa olsun her türlü ayrıcalığın ortadan kaldırılması; (...) uluslardan birine herhangi bir ayrıcalık tanıyacak olan (zemstvonun (yani belediyenin), topluluğun vb. ) ulusların hal eşitliğini bozacak olan ya da bir ulusal azınlığın haklarını baltalayacak olan her türlü davranışı yasaya aykırı ve geçersiz sayan ve devletin her yurttaşına, anayasaya aykırı olan bu tür tasarrufların geçersiz sayılmasını talep etme hakkı tanıyan ve aynı zamanda böyle hareketlere girişecek olanları cezalara uğratan genel bir yasanın kabulü." (Lenin)

15 "Ulusların kaderlerini tayin hakkı, demokratik bir düzeni zorunlu kılar; öyle ki, bu düzende yalnızca genel olarak demokrasi ile yetinilemez, burada, özel olarak ayrılma sorununun demokratik olmayan yoldan çözüme bağlamak olanaklı değildir. Demokrasi genel anlamıyla, savaşçı ve ezici bir milliyetçilikle bağdaşabilir." (Lenin)

16 Veya daha ziyade, sanatın, yüksek bir eğitimin karşılığı olarak da kullanıyordu başka bağlamlarda. Ama bu başka bir sorundur.

17 “Çok kültürlülük bir aldatmacadır, daha doğrusu, batı uygarlığının kendi kültür anlayışını, tanımını, diğer kültürlere dayatmasıdır. Diğer kültürlerin kültür anlayışlarının ve tanımlarının baskı altına alınmasıdır. Kültürel olan bu tanımda, siyasi anlamı olmayandır. Yemektir örneğin, giyimdir, günlük hayata ilişkin kimi alışkanlıklardır, konuştuğunuz dildir. Ama biri çıkıp, benim kültürümde devlet yok, benim kültürümde bir ulustan olmak diye bir kavram yok, benim kültürümde saniyeler dakikalar yok, benim kültürümde özel mülkiyet yok, benim kültürümde polis yok, benim kültürümde mahkemeler yok diyemez. Bunları dediği an, çok kültürlülük efsanesi biter, söyleyen soluğu caza evinde ya da tımarhanede alır. Çok kültürlülük, ulus ilkesine dayanan devletleri kurtarmak için çıkarılmış, batı uygarlığının kültür anlayışının diktatörlüğüdür.” (D. Küçükaydın, Geleceği ve Geçmişi Kurtarmak, kasım 1998)

18 “Avrupa uygarlığının kültür karşısındaki tutumu, dinler karşısındaki tutumuna benzer. Bu uygarlıkta din, kişinin bir vicdan ve inanç sorunu olarak tanımlanmış, ve en ideal biçimlerinde tümüyle politik alanın dışına itilmiştir. Ama bu aslında, diğer dinlerin din anlayışları üzerinde bir diktatörlüktür. Örneğin sıradan halk İslam'ı değil, politik İslam, ya da Şeriatın tanımladığı İslam, tıpkı ulusçuluğun, siyasal birimle ulusal birimin çakışmasını ön görmesi gibi, siyasal birimle din biriminin çakışmasını ön görür” (a.g.e.)

19 “Madem ki batı uygarlığı, dini ve kültürü öyle tanımlıyor ve politik alanın dışına itiyor, ona da bu uygarlığın dini olan ulus ilkesine ve ulusçuluğa niye aynı ceza verilmesin? Batı uygarlığının ufkunun ötesinde başka bir uygarlığın hayali, işe, batı uygarlığının dini olan ulus ilkesinden başlamak zorunda değil mi?”




Yüklə 0,86 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin